
Peygamberimizi (s.a.v) tanımak ve nesillere tanıtmak hakkında Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile mulÂkat…Peygamberimizi (s.a.v) tanımak ve nesillere tanıtmak hakkında Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile mulÂkatın tam metnini istifadenize sunuyoruz.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! VelÂdet Kandili vesilesiyle, zÂt-ı Âlînizle bir mulÂkat gercekleştirmek istedik.
Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in doğduğu Rebîulevvel ayı ve Mevlid-i Nebî Haftası, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ’i tanımaya guzel bir vesile olmakta. Yuzakı Mecmûası olarak, biz de sizin tensiplerinizle, her yıl bir sayımızı Efendimiz ’in mubÂrek velÂdetleri irtibatıyla; O ’nu tanımak, O ’nu insanımıza anlatmak ve sunnet-i seniyyeye ittib gibi mevzulara hasrediyoruz.
Bu minvalde ilk suÂlimiz;
Muhterem Efendim! Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in dunyayı teşrif etmesi sebebiyle bizim muhabbet medeniyetimizde «VelÂdet Kandili» ayrı bir yer teşkil ediyor ve aşk ile ihy ediliyor. Gecmişten bugune VelÂdet Kandili husûsunda Hazret-i Peygamber ’e muhabbet ve bağlılık acısından neler soylemek istersiniz? Mevlid Kandili ’nin hatırlattıkları nelerdir? EcdÂdımız zamanında nasıl ihy edilirdi? Bizler neler yapabiliriz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –CenÂb-ı Hakk ’a îmandan sonra, nÂil olduğumuz en buyuk nimet, Fahr-i KÂinÂt -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e ummet olmamızdır.
Âyet-i kerîmede bu hakikat şoyle beyan buyurulur:
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
“Andolsun ki … (O ’nu) gondermekle Allah, mu ’minlere buyuk bir lutufta bulunmuştur…” (Âl-i İmrÂn, 164)
O ’na ummet olmak, diğer peygamberlere ummet olmaktan da daha ileri, daha buyuk bir nimettir. Cunku Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, butun peygamberlerin fazîlet ve hasletlerini kendisinde toplamıştır, her peygamberin fÂrik vasfından daha ote, muhteşem bir zirvedir.
MeccÂnen / hicbir bedel odemeden nÂil olduğumuz bu buyuk nimetlerin şukur bedelini odemek vazifesiyle memuruz. Zira Âhirette perverde olduğumuz her nimetin hesabının sorulacağı bildirilmiştir.
Bu nimetin şukru, O ’na ittib etmemizdir. Dunyada da Âhirette de insanı huzura kavuşturacak yegÂne vesile, Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i yakından tanıyabilmemiz ve O ’na benzemeye gayret etmemizdir. Şu hadîs-i şerîfi, butun hayatımıza şiar ve dustur edinmemizdir:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhÂrî, Edeb, 96)
O ’nun usve-i hasenesini ornek alarak, sunnet-i seniyye uzere yaşamak; en buyuk saÂdettir ve en muhteşem saltanattır.
Âyet-i kerîmede biz ummet-i Muhammed ’e verilen iki vazife var:
“…Sizi mûtedil (hayırhah) bir ummet kıldık ki;
Sizler insanlığa şÃ‚hitler olasınız; ➢(Yani yeryuzunde İslÂm ’ın şÃ‚hidi ve temsilcileri olasınız,
➢Numûne-i imtisal, ornek insanlar olasınız)
Rasûl de size şÃ‚hit olsun…
(Yani sizin Muslumanlığınız, Allah Rasûlu ’nun beğenip takdir edeceği bir guzellikte ve kıvamda olmalıdır.)” (el-Bakara, 143)
Yani Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in husn-i şahÂdetini kazanabilmek.
Bu nimete teşekkur mÂhiyetinde ecdÂdımız nice sevinc ve teşekkur tezÂhurleri sergilemiştir.
Bir anne-baba, evlÂdı askerden sağ sÂlim donunce sevinir, bayram eder.
Rasûlullah Efendimiz ’in VelÂdet Kandili, her yıl bize bu buyuk nimete nÂil oluşumuzu tekrar tekrar hatırlatıyor. Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in bu cihÂna teşrifleri, elbette cok sevinilecek ve tebrik edilecek bir mujdedir.
Efendimiz ’in mubÂrek doğumlarıyla sevinmenin bereketi hakkında şu kıssadan hisse almak lÂzımdır:
Ebû Leheb; Peygamberimiz ’in doğduğu haberini kendisine getiren cÂriyesi Suveybe Hatun ’u, sırf kavmî asabiyetten dolayı, yani sulÂlemize bir erkek cocuk daha geldi diye sevindiği icin ÂzÂd etti.
Ebû Leheb ’in kardeşi AbbÂs -radıyallÂhu anh- şunları nakleder:
“Ebû Leheb ’i olumunden bir sene sonra ruyamda gordum. Kotu bir hÂlde idi:
«−Sana nasıl muamele edildi?» diye sordum.
Ebû Leheb;
«−Muhammed ’in doğumuna sevinerek Suveybe ’yi ÂzÂd ettiğim icin pazartesi gunleri azÂbım biraz hafifletilmektedir. O gun başparmağımla işaret parmağım arasındaki şu kucuk delikten cıkan su ile serinlemekteyim.» cevabını verdi.” (İbn-i Kesîr, el-BidÂye, II, 277; İbn-i Sa‘d, I, 108, 125; Bkz. BuhÂrî, NikÂh, 20)
Bu kıssadan hareketle İbn-i Cezerî şoyle der:
“Kur ’Ân ’da zemmi / kotulenmişliği hakkında Âyet nÂzil olan ve cehennemde azap goren Ebû Leheb gibi bir kÂfire, Peygamberimiz ’in doğumuna sevindi diye bu lutufta bulunulursa;
Peygamber Efendimiz ’in mevlidiyle sevinip, O ’nun muhabbetiyle gucu yettiğince infakta bulunması hÂlinde, ummetinden muvahhid bir mu ’mine ne nimetler ikrÂm olunur, bir duşunmek lÂzımdır!
Elbette boyle bir mu ’minin; kerîm olan Allah ’tan nÂil olacağı mukÂfÂtı, Rabbimiz ’in geniş ihsanlarına ve naîm cennetlerine kavuşması olacaktır.” (İbn-i Cezerî, Arfu ’t-TÂrîf bi ’l-Mevlidi ’ş-Şerîf, s. 9-10; BÂkî, MeÂlimu ’l-Yakîn, s. 22)
İmam KastallÂnî de şoyle der:
“Ehl-i İslÂm; Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in doğduğu ay olan Rebîulevvel ’i ihy etmekte, yemekler vermekte, fakirlere her turlu yardımda bulunmakta, sevinc izhÂr ederek hayırlarını artırmaktadırlar. Yine mevlid-i şerif okumaya îtin gostererek bereketinden istifÂde etmektedirler.
Boyle yapanların, o yıl belÂlardan kurtulduğu ve ne dilekleri varsa yerine geldiği tecrube edilmiştir.” (KastallÂnî, MevÂhib-i Ledunniye, I, 147-148, Beyrut 2004)
Bu sevincle, Efendimiz ’in doğduğu ayda;
Sadakalar vermek ne guzel bir ihyÂdır, Bilhassa fakir-fukarÂya ikramlarda bulunmalıdır, Hediyeleşmelidir, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hayatını oğretmek, O ’nu sevdirmek ve insanlığa doğru bir şekilde tanıtmak icin bu vesileler ganîmet bilinmelidir. Anne-babalar evlÂtlarına, muallimler talebelerine, Mevlid vesilesiyle Peygamber muhabbetini aşılamalıdır. Kandillerde evlÂtlarımıza hediyeler almak, o gune mahsus ikramlarda bulunmak; evlÂtlarımızı, yaşadığımız memleketteki Eyup Sultan, Emir Sultan, Hacı Bayram ve benzeri feyizli mekÂnlara ziyaretlere goturmek, mÂnevî heyecanı ve muhabbeti onların temiz kalplerine AllÂh ’ın izni ve keremiyle nakşedecektir.
Osmanlı zamanında Medîne-i Munevvere ’de Mevlid Kandili;
Salevatların, mevlidlerin ve na‘t-ı şeriflerin okunması, Gul sularının, od ve amber gibi enfes kokuların ve şerbetlerin ikrÂmı, Hediyeleşme ve tebrikleşmelerle buyuk bir mÂneviyat ve saÂdet icinde ihy edilirdi. (Bkz. Derviş Ahmed PeşkÂrîzÂde, Tayyibetu ’l-EzkÂr) Osmanlı ’da Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mubÂrek velÂdetlerini son derecede duygulu ve lirik bir şekilde anlatan nice eserler yazıldı. Bunlardan Suleyman Celebi ’nin Mevlid-i Şerîf ’i ise bambaşka bir tecellîye mazhar olarak, asırlar boyunca milletimizin gonlunde taht kurdu. Suleyman Celebi, Rasûlullah Efendimiz ’i ne guzel tasvir eder:
Bir aceb nûr kim Guneş, pervÂnesi…
SemÂmızdaki koca guneş, Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hizmeti icin, Âdet O ’nun etrafında pervÂne gibi donen bir Âşıktır.
Âşık gonuller, ruzgÂrları da Habîbullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e doğru esiyor kabul etmiş ve şoyle demişlerdir:
Uğrarsa yolun, bÂd-ı sabÂ, semt-i Harameyn ’e,
TÂzîmimi arz eyle Rasûlu ’s-Sekaleyn ’e!
EcdÂdımız;
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e olan hasret ve iştiyakla, O ’nun hÂtıralarına da buyuk bir hurmet ve muhabbet gostermişlerdir. SahÂbe zamanından beri husûsî bir ihtirÂm icinde muhafaza edilen, bugun bircok tarihî camimizde bulunan «Sakal-ı şerif»ler, Mevlid Kandillerinde salevÂt-ı şerîfeler refÂkatinde ziyaret edilmiştir. Bu feyizli anlar, bizzat Peygamber Efendimiz ’i ziyaret ediyorcasına bir heyecan ve hissiyÂta guzel bir vesile gorulmuştur.
Peygamber Âşığı Sultan 1. Ahmed Han;
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in mescidindeki kandillerde zeytinyağının yanması muvÂfık değildir. (Temsilen gullerin şÃ‚hı olan Efendimiz ’in Ravza ’sına gul yağı yakışır!)” diyerek Ravza-i Mutahhara ’nın kandillerinde yakılmak uzere gul yağı vakfetmiştir.
Osmanlı Devleti, padişahından cobanına kadar butun halkının Peygamber muhabbetiyle temÂyuz ettiği bir devlettir.
EcdÂdımız;
Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mubÂrek isimleri zikredildiğinde; salÂt u selÂm getirmenin yanında, ihtiram ile elini kalbine koyardı. O ’nun menÂkıbı okunurken; doğum Ânını ifade eden mısraları, topyekûn ayakta dinlerdi. Padişahlar; Medîne-i Munevvere postası geldiği zaman, abdestini tazelemeden, oradan gelen kÂğıtları opup gozune surmeden ve ayağa kalkmadan okutturmazlardı. Mescid-i Nebevî ’nin tamiri icin gonderilen ustalar; her taşı, abdestli olarak ve besmele ile yerine koydular. Cekiclerine kece bağlayarak rûhÂniyet-i RasûlullÂh ’ı rahatsız kılmaktan teeddub ettiler. Medîne-i Munevvere ’ye vÂsıl olan Surre Alayı; şehre girmeden, yakın bir yerde konaklar, kendilerini Medine ’nin mÂnevî havasına hazırlayıp istihÂreden sonra mÂnevî işaretle huzûr-i RasûlullÂh ’a yaklaşırlar, ziyaretlerini îf ederlerdi. II. Abdulhamid Han; dunya muslumanlarının Harameyn ’e kolayca gidip gelmelerini temin icin, Hicaz Demiryolu Hattı ’nı inşÃ‚ ettirdi. Bu guzergÂhın sunnet-i seniyyeye uygun olması icin, Hazret-i Peygamber ’in seferlerinde dinlendiği noktalara istasyon yapılmasını emretmiş, boylece demiryollarını bile bir muhabbet akışı icinde Medine ’ye ulaştırmıştır. Medine İstasyonu ise, Ravza ’nın cok yakınına inşÃ‚ edilmemiş, mekÂn itibarıyla meydana gelebilecek gurultu ve dikkatsizlik ile Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in rûhÂniyeti rahatsız olmasın diye 2 kilometre kadar uzağına inşÃ‚ edilmiştir. Eskiden muhurlere bir vecîze yahut beyit işlenirdi. HayrÂtı ile meşhur olan Bezm-i Âlem VÂlide Sultan, CenÂb-ı Hakk ’ın, bu Âlemi Nûr-i Muhammedî muhabbeti vesilesiyle halk ettiğini ifade etmek uzere muhrune şu mısraları hakkettirmişti:
Muhabbetten Muhammed oldu hÂsıl,
Muhammed ’siz muhabbetten ne hÂsıl?!.
Zuhûrundan Bezm-i Âlem oldu vÂsıl.
Elbette;
Butun bu hurmet ve muhabbetten gaye, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ’in sunnet-i seniyyesine ittibÂdır.
O ’nun emÂnetlerine sahip cıkmayan, O ’nun sunnetine ittib etmeyen gafil bir kişinin, O ’na muhabbet iddiası ne kadar samimîdir?
İmÂm-ı RabbÂnî -rahmetullÂhi aleyh- şoyle buyurmuştur:
“…Butun lutufların sebebi; gelmiş ve gelecek butun insanlığın efendisi olan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e bağlanıp O ’nun mubÂrek izinden gitmektir…
İnsana bir şeyin azı veya tamamı nasîb olmamışsa bunun tek sebebi, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e tam olarak uyma husûsunda bir kusurunun olmasıdır.
Bir defasında gaflete duşerek abdesthÂneye sağ ayağımla girdim. (Sunnete uymayan bu davranışım sebebiyle) o gun bircok mÂnevî hÂlden mahrum kaldım.”
Yuzakı: –Muhterem Efendim!
Biz Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i ne kadar tanıyabiliriz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Necip Fazıl ’ın ifadesiyle;
O ki o yuzden varız!..
Nerede bir guzellik varsa, O ’ndan bir akistir. Âlemde bir cicek bile acılmaz ki, O ’nun nûrundan olmasın! O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin zirvesi… AllÂh ’ın habîbi, son elcisi…
O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir umman; bizim istîdatlarımız ise, ancak bir bardak mesÂbesinde…
Dolayısıyla hicbir kul; «Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in butun fazîlet ve kıymetini tam mÂnÂsıyla idrÂk ettim.» diyemez.
LÂkin kalplerin istîdÂdına genişlik lutfeden bir sır vardır ki o da takvÂdır.
O ’nu idrÂk edebilmek ancak takv nisbetinde mumkundur.
SahÂbe efendilerimiz de takvÂları nisbetinde Allah Rasûlu ’nu tanıdı. Hazret-i Ebûbekir Sıddîk Efendimiz zirve seviyede Efendimiz ’i tanıdı.
Habeşli Vahşî de kendi seviyesinde Allah Rasûlu ’nu tanıdı.
Hak dostları da her biri kendi ihlÂs ve takvÂsı seviyesinde Peygamberimiz ’in rûhÂnî dokusundan hisse aldılar.
O Hak dostları zihnî bilgileri, kalben hazmederek, gonullerine muhabbet tohumu ekmişlerdir. Bu muhabbetin neticesi olarak, Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in sunnetine, bir golgenin govdeye sadÂkati gibi riÂyet etmişlerdir. Boylece rûhen muhabbette seviye kazanarak, CenÂb-ı Hakk ’a dostlukta mesafe katetmişlerdir.
Bizler de ancak nÂil olabildiğimiz takv seviyesinde Peygamberimiz ’in rûhÂniyetinden nasip alabiliriz.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! «SahÂbe ve Hak dostları Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i, takvÂları nisbetinde yakından tanıdılar.» buyurdunuz. Bu tanımanın tezÂhurlerine misaller lutfeder misiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Sayısız misaller vardır.
Bilhassa Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Hakk ’a irtihallerinden sonra, bu hasret ve iştiyÂkın cok yanık tezÂhurleri oldu.
BilÂl-i Habeşî -radıyallÂhu anh-, mihrapta Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i goremeyince ezan okuyamadı. Bircok sahÂbî gibi tebliğ ve cihÂd icin serhatlere koştu.
Yıllar sonra bir kere Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in torunlarının ısrarıyla ezan okuyunca; ashÂb-ı kiram arasında, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hayata donmuş gibi bir heyecan ve vecd meydana geldi. Gozyaşları sel oldu.
Abdullah bin Zeyd -radıyallÂhu anh-, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in vefÂt haberini alınca şoyle dedi:
“–YÂ Rabbî!
Artık benim gozlerimi Âm kıl!
Ben, her şeyden cok sevdiğim Peygamberim ’den sonra artık dunyada bir şey gormeyeyim!..”
DuÂsı kabul olmuş, gozleri Âm olmuştu. Kendisini tesellî etmek icin gelenlere de şoyle dedi:
“–Ben o gozleri Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e bakmak icin istiyordum. O ’nun vefÂtından sonra dunyanın en guzel ceylÂnlarının gozune sahip olsam ne cıkar!” (İbn-i Sa‘d, II, 313)
Bir başka misal:
Buyuk hadis Âlimi İmam Nevevî; Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in karpuzu nasıl yediğini tespit edemediği icin, karpuz yemek ona tatlı gelmedi. RivÂyete gore hic karpuz yiyemedi.
Ahmed Yesevî Hazretleri, 63 yaşını gecince;
“Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in Hakk ’a irtihÂl ettiği yaşa geldim. Artık yeryuzunde dolaşamam!” dedi. Yerin altındaki cilehÂnesinde ikāmet ederek irşÃ‚da devam etti.
Rasûlullah Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e mustesn bir muhabbetle bağlı olan Sultan Ahmed Han, başı ustunde Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in na‘l-i şerîf denilen ayak izinin maketini taşırdı.
Osmanlı padişahları, Medine ’den gelen mektupları ayakta dinlerlerdi. O ’nun şehrine dahî boyle bir hurmetleri vardı. Abdulaziz Han bir gun hasta olduğu hÂlde; bu usûlu bozmamak icin, kollarına girilip ayağa kaldırılmasını istedi ve Medine mektuplarını yine ayakta dinledi.
Yanık na‘tlarını dinlediğimiz Yaman Dede; Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in muhabbeti yÂdına gelince, kendinden gecer, yuruyemez hÂle gelirdi. Âdet bir sonbahar gazeli gibi titrer, bahar şebnemleri gibi gozyaşı dokerdi.
DÂima;
“CemÂlinle ferah-nÂk et ki yandım y RasûlÂllah!” hÂli icinde olurdu.
Yine;
KÂinÂtı Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in aşkıyla doktuğu gozyaşlarıyla, umman ile kaplı goren Fuzûlî ve aşk ateşiyle cihanda baktığı her ciheti aşk ateşleri icinde temÂşÃ‚ eden Es‘ad Erbilî Hazretleri…
Her biri Allah Rasûlu ’nu, kendi takv ve ihlÂsları nisbetinde en guzel şekilde tanıyan mumtaz şahsiyetler…
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Takv nisbetinde tanıyabileceğimiz hakikatine gore; «Gercek takv nedir ve nasıl artırılabilir?» Bu hususta neler soylersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –TakvÂ, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in uzerinde en cok durduğu mefhumlardan biri. Ceşitli kalıplarıyla 258 defa gecmekte.
TakvÂ; nefsÂnî hoyratlıklardan kurtulup, rûhÂnî istîdatları inkişÃ‚f ettirerek, her an ilÂhî kameraların altında olunduğu idrÂki icinde yaşamak…
Boyle bir takv icin nefis terbiyesi şart. Once mefsedet / bozukluk giderilecek ki, sonra hayırlar ve faydalar celbedilebilsin.
Once; إِلٰهَ لَا
Sonra; اللّٰهُ إِلَّا
Once fucur bertaraf edilecek. Boylece rûhÂniyet artacak. Dunyaya ait fÂnî lezzetler gucunu kaybedecek.
Neticede;
Kalp, golgenin govdeye sadÂkati gibi, her hÂlinde Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile bir irtibat kuracak. Her an şu murÂkabe icinde olacak:
“–Rasûlullah Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
Benim bu hÂlimi gorse tebessum eder miydi? Yoksa mubÂrek yuzleri bulutlanır ve kederlenir miydi?” Bu tefekkur ve muhasebeler neticesinde, kalp, butun ÂzÂya hÂkim hÂle gelecek. Boylece takv nisbetinde CenÂb-ı Hakk ’a yakınlık meydana gelecek.
Gercek takv işte bu.
Bunun da ozu şu Âyettir:
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ
“Sen ’inle beraber tevbe edenlerle birlikte,
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! / İlÂhî talimatlara gore sadÂkat ve riÂyet goster!” (Hûd, 112)
Bu tÂlimÂta binÂen, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, omur boyu hem kendisinin hem de ummetinin istikamet uzere yaşamasının derdi icinde oldu. Oyle ki bu emre hakkıyla riÂyet husûsunda, saclarına ve sakallarına aklar duştu. Hatt kabrinde bile; «Ummetî!.. Ummetî!..» diyeceğini beyan buyurdu.
Bu hÂl;
O ’nun ardınca giden ummetine de aynı hÂl uzere olabilmek bakımından ne kadar muhteşem bir istikamet numûnesi ve ne muazzam bir takvÂ…
Bizlere de duşen, CenÂb-ı Hakk ’ın bu lutfuna karşı Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ile olan gonul rÂbıtamızı her an hassÂsiyetle ve gercek bir takv ile devam ettirebilmek.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hakkında gonullerimizi tenvir eden bu guzel îzahlarınız sebebiyle teşekkur ederiz.
Mevlid-i şerif rûhÂniyeti ile butun bir sene Efendimiz ’e aşk ve bağlılık uzere yaşamak gayesi etrafında bu mulÂkatımızı musaadenizle birkac sayı daha devam ettirmek mumkun mudur?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Ben de sizlere teşekkur ederim. Talebinize inşÃ‚allah derken şunu da ifade etmeli:
O ’nu ne kadar anlatsak az. Cunku O ’nun hakkında bilebildiklerimiz, belki de koca bir okyanusun icinden sadece terzi yuksuğu kadar bile değildir. Ancak bu da bambaşka bir mazhariyettir, mustesn bir ilÂhî lutuftur. Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in engin seviyesini ve derinliğini tefekkur husûsunda şu hadîs-i şerif pek mÂnidardır:
“AllÂh ’a yemin ederim ki; eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az guler cok ağlardınız, sahrÂlara duşerdiniz, evlerinize donemezdiniz.” (Bkz. İbn-i MÂce, Zuhd, 19)
Kalbî duÂmız şudur ki;
Yuce Rabbimiz, bizleri bu dunyada O ’nun sunneti uzere yaşayarak Âhirette O ’nun mubÂrek sîmÂsını tebessum ettiren ummetinden olabilmeyi cumlemize nasîb eylesin! Âmîn…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: EKİM, Sayı: 212
İslam ve İhsan
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Nasıl Bir İnsandı?
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ’i Oven Ayetler Nelerdir?
Peygamber Efendimiz Nasıl Konuşurdu?
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) Ozellikleri