Anadolu Platformu tarafından İstanbul Sozleşmesi uzerine yapılan calıştay raporu yayımlandı. 22 Ağustos 2020'de yapılan calıştayda Modern Hukuk, İslam Hukuku, Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Eğitim ve İslam Duşuncesi acısından İstanbul Sozleşmesi ele alındı.İstanbul Sozleşmesi'nde neler var? Modern Hukuk, İslam Hukuku, Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Eğitim ve İslam Duşuncesi acısından İstanbul Sozleşmesi...
GİRİŞ İstanbul Sozleşmesi ve 6284 sayılı Kanuna dair tartışmalar, son zamanlarda giderek buyumektedir. Toplumun farklı kesimlerinin Sozleşme imzalandıktan ve kanuni duzenleme yururluğe girdikten sonra mudahil olduğu bu tartışmalar, coğunlukla tarafların ideolojik yaklaşımlarına sahne olmaktadır. Kadın ve aile konusu, ideolojik bakış acısıyla ele alınan diğer meselelerden farklı olarak toplumun tum kesimleri tarafından karşılıklı iyi niyet ve empatiyle muzakere edilmek ve cozume kavuşturulmak durumundadır. Cunku ailelerin dağılması, cocukların ihmal edilmesi, şiddet ve istismar gibi sorunlar, aslında toplumdaki hemen her kesimi rahatsız etmekte ve cozum arayışına sevk etmektedir. Toplumsal yapımızın guclenmesi, ailenin korunması; kadının, erkeğin ve cocukların hak ettiği değeri gormesi, ancak sağduyulu yaklaşımlara dayanan cozumlerle mumkun olabilir.
İstanbul Sozleşmesi ve 6284 sayılı Kanun; kadına, kadın-erkek ilişkilerine ve aile kurumuna dair pek cok felsefi, siyasi, hukuki, toplumsal ve pedagojik imalar ve kabuller barındırmaktadır. Bu durum, her iki metnin, bircok disiplin tarafından ele alınmasını zaruri kılmaktadır. Bu amacla Anadolu Platformu ’nun teşvik ve himayesiyle başlatılan calışmalar uc aşamayı ongormuştur. Calışmanın birinci aşamasında Modern Hukuk, İslam Hukuku, Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Eğitim ve İslam Duşuncesi alanlarına mensup akademisyenlerin goruşlerine başvuruldu. Ayrıca kadınlara ve cocuklara dair faaliyetleriyle geniş bir saha tecrubesine sahip olan Anadolu Kadın ve Aile Derneği ’nin (Akadder) de goruş ve kanaatleri alındı. Calışma bir kitap huviyetine ulaşmadan once adı gecen akademisyen ve sivil toplum temsilcileriyle 22 Şubat 2020 tarihinde Anadolu Platformu ’nun Ankara Ofisi ’nde İstanbul Sozleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun Calıştayı tertip edildi. Gun boyu suren calıştay, farklı disiplinlere mensup akademisyenlerin meseleyi karşılıklı olarak muzakere etmelerine fırsat tanıdı. Calışmanın ikinci aşaması, calıştayda sunulan metinlerin mutekÂmil bir huviyete kavuşarak kitaplaşmasını ongoruyordu. Nitekim calıştayda sunulan metinler, titiz bir editoryal surecten sonra İstanbul Sozleşmesi Disiplinlerarası Bir Soruşturma kitabında birleştirildi ve kitap Tire Yayınları tarafından yayınlandı. Calışmanın ucuncu ve son aşaması, calıştayda serdedilen goruşlerin ve kitapta icerilen yaklaşımların hulasası olacak bir raporun hazırlanmasını hedefliyordu. Elinizdeki rapor, bu amac doğrultusunda hazırlanmıştır.
ANALİZLER 2014 yılında yururluğe girmiş olan 2011 tarihli Kadınlara Yonelik Şiddet ve Ev İci (Domestic) Şiddetin Onlenmesi ve Bunlarla Mucadele Hakkında Avrupa Konseyi Sozleşmesi (İstanbul Sozleşmesi), Turkiye ’nin de icinde yer aldığı Avrupa Konseyi uyesi 20 devlet tarafından onaylanmıştır. Turkiye tarafından hicbir cekince konmadan imzalanmış olan İstanbul Sozleşmesi, ic hukukumuzdaki normlar hiyerarşisinde anayasadan hemen sonra ikinci sırada ve kanunlardan once yer almaktadır. 2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Onlenmesine Dair Kanun ise İstanbul Sozleşmesi ’nin imzalanması ve onaylanmasını muteakiben donemin siyasal iktidarı ve yasama organı tarafından İstanbul Sozleşmesi ’nin uygulanmasına yonelik yasalaştırılmış olan ic hukuk duzenlemesidir.
İstanbul Sozleşmesi ’nde (m. 3/a) ve 6284 sayılı Kanunda (m. 2/1-c) kadına yonelik şiddet bağlamında yapılan tanımın ortak ozelliği, kadına karşı şiddetin sadece kadın cinsiyetinde bulunan kişilere yonelik olarak ve sadece kadın olmalarından dolayı uygulanan her turlu şiddeti kapsamasıdır. Dolayısıyla kadına karşı şiddet, bir şiddet turu olmaktan cok, şiddetin yoneldiği mağdurun cinsiyeti esas alınarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama, İstanbul Sozleşmesi ’nin tamamen kadın cinsiyetinin erkek cinsiyetine karşı korunması ve kadının sosyal hayatta erkekten tamamen bağımsızlaştırılması felsefesi uzerine inşa edildiğini acıkca gostermektedir. Oysa evrensel insan hakları metinlerinin tamamı, kadın-erkek, cocuk-yaşlı her kişinin bir insan olarak sahip olduğu insan haklarının aynı şekilde korunması ve cinsiyetin ve kişinin sosyal/medeni hÂlinin insan haklarının korunmasında ayırt edici bir unsur olmadığı felsefesi uzerine kurulmuştur. Bu acıdan İstanbul Sozleşmesi “toplumsal cinsiyet” kavramına dayalı olarak oluşturulan bir metindir.
Sozleşme ’nin 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39 ve 40. maddelerinde kadınlara karşı gercekleştirilecek şiddetin alanını oldukca genişletmek amacıyla şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadına yonelik şiddet, ev ici şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet, fiziksel şiddet gibi bir kısmı zorlama ve tekrar oluşturan bircok şiddet turune yer verilmiştir. TCK ’da şiddetin tanımı, cok daha basit ve net bir şekilde yapılmışken şiddet kavramının bu kadar ceşitlendirilmesi ve genişletilmesi, şiddetin onlenmesinden cok artmasının zeminini oluşturacaktır. Şiddet tanımının bu şekilde genişletilmesiyle insanlar arasında var olan guven ilişkisi ortadan kalkacak, toplumsal yaşamın yerini bireyleşme ve ilerleyen aşamada bencilleşme alacaktır. Ayrıca sozleşmenin 49. maddesinin 2. fıkrasında şiddetin tanımı zirveye ulaşmış “taraflar toplumsal cinsiyet temelli şiddet anlayışını goz onunde bulundurarak…” ifadesi ile bireye, hakime şiddetin tanımını dilediği gibi belirleme hak ve yetkisi vermiştir. İstanbul Sozleşmesi ’nde genel olarak şiddet kavramının tanımlanmamış olması ve şiddet turlerine yonelik tanımlamaların muğlak olması, hukuk uygulamasında keyfi ve aynı konuda birbirinden cok farklı uygulamalara neden olabilecektir.
İstanbul Sozleşmesi ’nde, sadece kadına karşı şiddetin, aile ici şiddetin ve kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yonelik hukumler bulunmakta olup, doğrudan ailenin korunması, ailenin devamlılığı ve ailenin korunmasına yonelik herhangi bir ifade veya hukum bulunmamaktadır. Sozleşme ’nin amacını duzenleyen hukum incelendiğinde, Sozleşme ’nin aileyi korumaya veya geliştirmeye yonelik hicbir amacının bulunmadığı acıkca gorulecektir. Aksine sozleşme metninde aile ve din gibi insanlığın bazı ortak değerleri salt muhtemel şiddet kaynakları olarak değerlendirilmiştir. Oysa aile sadece kadının değil, her iki cinsin de yaşam boyu ihtiyac duyduğu fizyolojik, psikolojik, guvenlik vs. butun hayati ihtiyaclarının karşılandığı en doğal ortamdır. Aynı şekilde din de insanı ve ozellikle zayıfı korumayı idealize eden bir kurumdur. Din adına yaşanan bazı istismar olaylarını gerekce gostererek bu ulvi muessesenin insanca bir yaşam icin onerdiği imkÂnları gormezden gelmek art niyetli bir yaklaşımdır. Nitekim sozleşme metninde aile, nikÂh, ahlaki değerler gibi unsurların korunması ve yaşatılmasının gerekliliğine ilişkin bir ifade yer almadığı gibi bu yapılar, tahfif edici bir uslupla ele alınmaktadır.
Tum dunyada olduğu gibi ulkemizde de kadına yonelik şiddet ve ayrımcılığın var olduğu inkÂr edilemez. Ancak ulkemizde kadına karşı uygulanan şiddet ve ayrımcılık vakalarının sayısı ile ulusal yasalarımız dikkate alındığında İstanbul Sozleşmesi ’ne ve 6284 sayılı Kanuna ihtiyac olmadığı rahatlıkla soylenebilir. Turkiye ’nin ulusal mevzuatı incelendiğinde, kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın meşru kabul edildiği hicbir norm bulunamaz. Ulusal mevzuatta kadına sağlanan guvencelerin tamamına yakını, İstanbul Sozleşmesi ’nin imzalandığı tarih ile 6284 sayılı Kanunun yasalaştığı tarihten once sağlanmıştır.
Sozleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayırım Gozetmeme başlıklı 4. maddesinin 3 no ’lu kararında, sozleşme hukumlerinin mağdur olarak kabul edilenlere herhangi bir ayırım yapılmaksızın uygulanması istenmiştir. Bu bağlamda “cinsel yonelim” temel bir “hak” olarak gorulmuş ve kişinin bu hakkı gercekleştirememesi bir “mağduriyet” sebebi olarak kabul edilmiştir. Zina kavramının suc olmaktan cıkarılmasının ardından eşcinsel birlikteliklerin yasal guvenceye kavuşturulmasının, birey ve toplum ahlakı ve sağlığını ne derece bozacağı uzerinde ozellikle durulmalıdır. Sozleşme ile tum kutsal metinlerde acık bir ahlaksızlık olarak tanımlanan eşcinsel birliktelikler; insanlık tarihinin suc, ayıp ve gunah olarak tanımladığı eylemler meşru hÂle getirilmektedir. Cunku İstanbul Sozleşmesi, onceki belgelere gore bir ileri aşamaya gecerek devletlerin bireylerin her tur cinsel kimliğini korumayı taahhut etmesini sağlamaktadır. Boylece İstanbul Sozleşmesi, “insan hakları” soyleminin gereği olarak, devlet eliyle, aile bileşenlerine eşcinsel, trans, interseks, queer gibi cinsel azınlık kimliklerini, ana unsur olarak dahil etmektedir.
Cinsiyetin Allah (c.c) tarafından yaratılmış değil birey tarafından tercih edilerek inşa edilmiş bir durum olduğunun kabulu, LGBTİ bireylerin cinsel yonelimlerinin onaylanması ve toplumsal meşruiyet kazanması, aile kurgusunun da, bireylerin tercihi ile inşa edilmiş cinsiyetlerin partnerliği sonucunun yasal koruma altına alınması soz konusu olmaktadır. Boylece hem cinsiyet tercihinde ve hem de partnerlik tarzı ve suresinde hicbir kısıtlama soz konusu olamayacak ve tartışmaya acılamayacak şekilde yasal koruma altına alınmaktadır.
İstanbul Sozleşmesi doğrultusunda hazırlanan 6284 sayılı Kanun, kadının şiddete karşı korunması icin kadının soyut beyanını yeterli gormektedir. Nitekim 6284 sayılı Kanunun şu an toplumu rahatsız eden en onemli maddelerinden birisi, 8/3 ’teki koruyucu tedbir kararı verilebilmesi icin,“şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz” hukmudur. Bu duzenleme, anayasal koruma altında olan savunma hakkının kutsallığına istisna getiren esaslı bir duzenlemedir. Cunku şiddeti uyguladığı iddia edilen kişinin savunması dahi alınmadan şekli olarak tedbir gibi gorunen uzaklaştırma kararı vermek, fiili bir cezalandırma ve cezanın infazından başka bir şey değildir. Bu kapsamda kadının beyanına dayanarak, mağdur veya mağdur olma tehlikesi bulunan kadın icin koruyucu tedbirlerin alınmasını ve fail olduğu ya da fail olma ihtimali olan kişi icin onleyici ve koruyucu tedbirlerin alınmasını mumkun hÂle getirmiştir. Ceza hukukunun evrensel bir ilkesi olan şupheden sanık yararlanır ilkesi, İstanbul Sozleşmesi ’nde ve ozellikle 6284 sayılı Kanunda “şupheden mağdur olma ihtimali bulunan yararlanır” ilkesi şeklinde uygulanmaktadır.
Bir sucun potansiyel failini cinsiyet temelinde peşinen kategorize etmek meşru değildir. Failine pişmanlık hakkı tanımayan her hukukî duzenleme ilkel ve kindar bir kabile toresinden esinlenmedir. Zira İstanbul sozleşmesinde erkek sadece erkekliğinden doğan nedenle butun sucların muhtemel tek failidir varsayımı soz konusudur ve kadın anlaşmazlık veya şiddet beyanından sonra pişman olsa bile İstanbul sozleşmesinden doğan hukuki duzenlemelerden kurtulamamaktadır. Aynı şekilde erkek de yaptığı eylemlerden derin bir pişmanlık duysa bile soz konusu sozleşmeye gore bunun hicbir anlamı yoktur. Bu gibi durumlar soz konusu hukuki sozleşmenin meşruiyetini ciddi bir şekilde yaralamaktadır.
Hukukta bir eylemin suc kabul edilebilmesi icin onun ceza yasasında suc olarak tanımlanmış, işlenmesinin hukuka aykırı, fÂilin fiilini sadece duşunce planında kalmayıp bir şekilde acığa vurmuş olması, iradî veya dikkatsizlikle yapılmış olması, yasa koyucu tarafından bu fiil icin ceza belirlenmiş bulunması gerekir. Oysa İstanbul Sozleşmesinin 3. maddesi ile henuz eyleme donuşturulmeyen niyetler ve duşunceler suc kabul edilip faili cezalandırılabilir.
Sozleşme ’nin 6. Bolumunde (49-59. maddeleri) duzenlenen hukumlerle kadına ve aile ici şiddete yonelik soruşturma ve kovuşturmalarda ceza muhakemeleri usulune kayda değer istisnalar getirilmiştir. Ozellikle kadının veya şiddete uğrayanın beyanı esas alınmakta, savunma hakkı dahi verilmeden, mağdur olduğunu iddia edenin beyanı ile koruma tedbirine karar verilmektedir. Mağdur olduğunu iddia eden birey, Sozleşmede tanımını bulan şiddet eylemlerinden birine muhatap olduğunu iddia ederek eşini veya birlikte yaşadığı kişiyi evden veya yakın cevresinden uzaklaştırma kararı alabilmektedir. Ulkemizde de son donemde bu uygulama yaygınlık kazanmakta, karar mercileri, beyan ile 6284 sayılı Kanun hukumleri gereğince eş hakkında koruma tedbiri kararı vermektedir. Turk Ceza Kanunu ’nda, ozellikle de son donemde yapılan değişiklikler ile uzlaşma ve arabuluculuk, bircok sucu kapsar hÂle getirilirken; aile icerisinde yaşanan tehdit, hakaret, basit şiddet eylemleri kapsam dışında tutulmaktadır. Bu durum da aile kurumunun devam etmesi yerine dağılıp parcalanmasına neden olmaktadır. İstanbul Sozleşmesine uyum yasası olan (6284 nolu kanun) duzenlemenin bir sonucu olarak kadının tek taraflı beyanı asıl kabul edilerek koca evden uzaklaştırılmaktadır. Oysa kocanın kalacak yeri, kalacak yeri bulamadığı durumlarda sığınacağı mekÂn ve ekonomik koşullarına dair herhangi bir duzenleme yapılmamıştır. Bu da kocanın daha fazla hukuksuz eylemlerde bulunmasına neden olmaktadır.
Sozleşmenin 48. maddesiyle aile ici problemlerde aile buyuklerinin veya mahkemelerde gorev yapan yetkili kimselerin devreye girerek tarafları barıştırması, bunun icin arabuluculuk yapmaları yasaklanmaktadır. Oysa ulkemizde mahkemelerin iş yukunu hafifletmek icin “arabulucuk” kanunu yururluğe konulmuştur. Geleneksel aile yapısına sahip tum inanc ve toplum gruplarında aile icerisinde cıkan ihtilaflar aile buyukleri, kanaat onderleri ve bireyler uzerinde soz soyleme hak ve yetkisi olan kişilerce nasihat, mahalle etkisi, sulh gibi yontemler ile cozumlenirken bu maddeyle bu uygulamalar yasaklanmakta, ailenin yaşatılması yerine dağıtılması ve yok edilmesi on plana cıkarılmaktadır. Aile hukuk ile kurulur ahlak ile surdurulur. Oysa İstanbul Sozleşmesinin hemen her maddesinde aile ici problemlerin cozumunde din, ahlak ve bu değerler doğrultusunda ortaya cıkan orf ve Âdetin devre dışı bırakılması emredilmektedir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği; tanımı gereği kadına ve erkeğe ilişkin cinsiyet algısının değiştirilmesini amaclamaktadır. Bunun sağlamak icin de “eğitim” başat bir faktor olarak değerlendirilmektedir. M. 14/1 ’deki “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri oğretim mufredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek icin gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” ifadesiyle devlete yuklenen gorev; cocuklar arasında cinsiyet farklarının ortadan kaldırılması, bunların yerine cinsiyetsizliği kabullendirmek anlamına gelen uygulamaların onunun acılması, ucuncu cinsiyetlere karşı hoşgorunun yerleştirilmesi hususlarını icermektedir. Bu yonde yapılacak eğitimler, gelecek nesillerin insana, aileye, birlikte yaşama ve nikÂh akdine bakışını olumsuz yonde etkileyecektir. Bu maddede “kadın erkek eşitliği” ve “toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet roller” uzerinde durulmuş ve bunların eğitim, oğretim mufredatına her seviyede konulması istenmiştir. Ancak toplumsal klişelerden arınmış cinsiyet rollerinin ne olduğu, bundan ne anlaşılması gerektiği belirtilmemiştir. Yine burada “klişe” kelimesi kullanılarak toplumun orf, adet, gelenek ve kabullerine işaret edilmiş, bir toplum muhendisliği uygulanması istenmiştir.
Gorunen o ki bu duzenlemeler kadına yonelik şiddeti engellemenin otesinde daha koklu ve etkisi daha geniş bir hedefe yonelmiş durumdadır. Bu eğitim tezgÂhından gecen yeni nesil artık her turlu cinsel eğilimi ve yonelimi masum gorecek, hatta cinsiyet farkını onemsiz bir ayrıntı olarak değerlendirecektir. Boylece İstanbul sozleşmesinin uzak hedefleri gercekleşmiş olacaktır. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulanan Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, bu amaca hizmet etmiş, ancak gelen tepkiler uzerine proje resmen olmasa da pratikte gozden uzak tutulmuştur.
İstanbul Sozleşmesine gore 18 yaşın altındaki kız cocukları da kadın olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla velayetindeki cocuklarına kendi değer yargıları doğrultusunda belirli bazı davranış kalıplarını tavsiye eden bir babanın uygulamaları (Madde-3/a) baz alınarak “ozgurluğun rastgele bir bicimde kısıtlanması” kapsamında değerlendirilebilir.
Sozleşme ’nin 58. maddesinde reşit olmayanların Sozleşme ’nin 36, 37, 38 ve 39. maddelerinde tanımlanan suclara muhatap olması durumunda zaman aşımının reşit olduktan sonra işletilmeye başlanması, hukum altına alınmıştır. İlgili maddelerde yazılı suclara bakıldığında delillerin kendiliğinden yok olması, mağdurun muhatap olduğu eylem sonrasında fiziksel olarak iyileşmesi, goz ardı edilmiştir. Bu madde ile ceza hukukunun temel ilkelerinden olan, “delilsiz suc olmaz”, “şupheden sanık yararlanır” gibi ilkeler yok sayılmıştır. Ayrıca her gecen gun kopan ve koparılan aile bağları ile bencilleşen genclerin ebeveynlerine şantaj yapma hak ve imkÂnı tanınmıştır.
İstanbul Sozleşmesi, modern insan hakları soylemlerinde benimsenen haliyle “rıza”yı bireysel veya toplumsal hakların tek meşruiyet olcutune donuşturmektedir. Kadın haklarıyla ilgili belgeler, cinsel suclarda rızayı tek kriter saymışlardır. Rıza bulunan nikÂh dışı birleşmeyi suc saymayan belgeler, nikÂh bulunan ilişkide bir tarafın rızasının bulunmayışını ise fiilin tecavuz sayılmasının sebebi kılmışlardır. Ayrıca aynı yaklaşımın bir yansıması olarak eşcinsel ilişkiler, aile ve insanlık turu bakımından tehdit oluşturduğu halde karşılıklı rıza ile gercekleşmesinden hareketle “cinsel eğilim” kavramı icerisinde normalleştirilebilmektedir.
Sozleşmede ailenin karşıt cinsler arasında nikah akdi ile kurulan bir toplum birimi olduğu ve tarafların akit ile kazandıkları hak ve ustlendikleri odevlerinin olduğu vurgusunu gucsuzleştiren bir yaklaşım sergilendikten sonra sozleşme, cinsel sucları nikah akdi dışında gercekleşen fiiller olmaktan cıkarmakta, rızanın bulunmadığı cinsel birlikteliklere donuşturmektedir. (Md. 36.1.a, b, c). Bu yaklaşımın doğal bir sonucu, evlilik ici rıza bulunmayan birleşmelerin de evlilik dışı rıza bulunmayan birleşmelerle tecavuz kavramında birleştirilmesi olmuştur. Nikah bağının tarafların cinsel acıdan birbirinden yararlanma hususunda baştan verilmiş bir rıza icerdiği itibara alınmamıştır. Gayrı meşru rızaya tanınan değer, hukuken tescil edilmiş rıza ile eşit hatta fiilen daha değerli sayılmıştır.
İnsanın iki ayrı cins olarak var edilmesinin temel hikmeti, yeni nesillerin meydana getirilmesi ve insanlık şerefine yakışır tarzda yetiştirilmesidir. Aile, insanlık vasfında eşit olan iki farklı cinsin kurduğu bir birliktir. Bu cercevede evlilik birliğinin kurulması ile taraflar, birbirlerinden cinsel acıdan yararlanma hakkına sahip olurlar. Evlilik ici gercekleşen kadının rızası bulunmayan cinsel temas, taraflar arasında evlilik hayatının selameti bakımından sorunların bulunduğunu gosterse de, İstanbul Sozleşmesinin 36/3 maddesinde ifade edilen şekliyle bir tecavuz sucu olarak değerlendirilemez.
Aslında Sozleşmede ailenin korunması şeklinde bir amac yer almamaktadır. Zaten Sozleşmenin kabullerine gore, ataerkil olan mevcut ailenin korunması değil, değiştirilmesinin oncelenmesi gerekmektedir. Sozleşme bunu kadının ailedeki konumunun değiştirilmesi yoluyla gercekleştirmeyi ummaktadır. Bu sebeple Sozleşmenin ana perspektifini, aile dışında veya icinde toplumsal cinsiyet temelli olarak kadına yonelmiş şiddet karşısında kadın ve erkek rollerinin değiştirilmesini, en somut şekliyle kadını ozel şekillerde himaye etmeyi, erkeği ise eğitim veya cezalandırma sistemi ile yeni rollere uygun hale getirmeyi amaclamaktadır.
İstanbul Sozleşmesi de dahil olmak uzere kadına ilişkin belgelerde aile ici rol paylaşımı eşitliğe aykırı gorulmuştur. Sozleşme metninde yer alan “aynı hak ve sorumluluklar” kavramı aile icerisinde hak ve sorumlulukların ortak olanlarının yanı sıra farklı olanlarının bulunabileceği duşuncesini goz ardı etmektedir. Bu yaklaşıma uygun olarak sozleşme, aile icinde rol paylaşımını ifade etmek icin nerdeyse butun dillerde karşılığı bulunan “karı ve koca” sozcuklerine yer vermemektedir. Cunku bu kavramların toplumsal cinsiyetin urettiği kavramlar olduğu duşuncesindedir.
Sozleşme aile ici şiddetin mahallini “aile icerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında” (md. 3/b) şeklinde belirlemektedir. Tanımda “aile icerisinde” ifadesiyle sonra saydıklarını ayrı bir kategori olarak gorduğu izlenimi verse de “aile ici şiddet” terimin gercekleştiği mahal arasında “partner”i koymuş olması aileyi mutlak olarak nikah bağı ile kurulan bir kurum olarak gormediğini gostermektedir. Bu bakımdan sozleşme aile kavramını, nikah bağı ile kurulan toplumsal birimin adı ile sınırlamamaktadır. Bu tutumuyla nikah akdi ile kurulan ailelerin yapısına mudahale ettiği gibi aile kavramının kendisine de mudahale ettiğini gostermektedir. Bu bakımdan partner kelimesiyle anlatılan hemcins veya karşıt cinslerin nikahsız birliktelikleri de aile kavramı icerisine dahil edilmiş olmaktadır.
İstanbul Sozleşmesinde modern Batı duşuncesinin ozgurluk telakkisi icinde gun yuzune cıkan ve arka planında liberal feminist duşuncenin olduğu yaklaşımlardan birisi de toplumsal cinsiyet eşitliğidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği Sozleşmenin, modernizmin radikal yorumlarından birini rahatlıkla benimseyebildiğini gostermesi bakımından dikkat cekicidir.
Sozleşmenin 3. maddesinin “c” bendinde toplumsal cinsiyet kavramı şoyle tanımlanır: “Belli bir toplumun kadınlar ve erkekler icin uygun gorduğu sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.” Giriş kısmında, kadına yonelik şiddetin yapısal niteliği, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olarak tanıtılmaktadır. Genel yukumlulukleri ifade eden 18. maddenin 3 no ’lu kararında kadınlara yonelik şiddet ve aile ici şiddetin tamamen toplumsal cinsiyet temelinde anlaşılacağı acıkca ifade edilmektedir. Buna gore İstanbul Sozleşmesi, kadına karşı şiddetin onlenmesi gibi oldukca masum ve haklı bir problemi, toplumsal cinsiyet gibi ideolojik anlamlara sahip bir kavram ile ilişkilendirmekte ve tamamen ona hasretmektedir. Zira toplumsal cinsiyet kavramı, kadına şiddetin otesinde bir muhtevaya sahiptir ve buyuk oranda Batı ’nın sekuler feminist kuramlarından beslenir.
Sozleşmede toplumsal cinsiyet kavramı icin uygun gorulen tanımın sosyal bilimler tarafından kullanılan anlamından kısmen uzak ve belirsiz olduğu soylenebilir. Bu tanım oldukca genel; notr, olumlu, olumsuz etkileri olan, cinsler arasında rol ayrımı yapmayan, nitelikten ne kastettiği pek anlaşılmayan veya yer yer belirsiz bir iceriğe sahip gorulmektedir. Sozleşme sınırlarını cizmeye calıştığı bu tanıma dayanarak kadına yonelik ortaya cıkan şiddeti onlemeyi hedeflemektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar, kadın ve erkek icin uygun gorulen rollerin değiştirilmesinin ya da reddedilmesinin soz konusu şiddetin onlenmesinde kilit bir oneme sahip olduğuna inanmaktadırlar. Bu duşunceye gore, kadına yonelik şiddeti onlemek icin, toplumsal cinsiyet eşitliği zorunludur. Bu zorunluluğun temel sebebi, kadına yonelik şiddetin başlıca nedeninin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğu yargısıdır. Bu duşunceye gore toplumdaki erkek egemen duşunceyi doğuran rol ve sorumluluklar değiştirilebilirse, şiddet buyuk oranda sona erecektir.
Oysa kadın ile erkek, toplumsal hayattan tamamen tecrit edilmiş bir zemin icinde duşunulemez. Toplumsal hayat ise, insanların huzur ve guven icinde bir arada bulunmasını gerektiren gorev ve sorumluklardan mustakil olarak ele alınamaz. Dolayısıyla kadın-erkek ilişkileri, toplumsal hayatın zorunlu kıldığı gorev ve roller icinde anlam bulur. Bu bağlamda İstanbul Sozleşmesi ’nin, toplumsal cinsiyet kavramından hareketle, toplumun kadına bictiği her turlu rol, gorev ve sorumluluğu butunuyle ortadan kaldırmayı şiddetle tavsiye eden yaklaşımının, gercek hayatta hicbir karşılığı bulunmamaktadır. Cunku toplumsal hayattan ve bu hayatın domine ettiği rol ve sorumluluklardan bağımsız bir yaşantı alanı bulunmamaktadır. Nitekim insan toplumları uzerinde yapılan antropolojik incelemelerin tamamı, icinde sayısız kulturel ceşitliliği barındırmakla birlikte, temelde insanın biyo-sosyo-kulturel olarak yapılanmış ‘cinsiyetli ’ bir varlık olduğunu gostermektedir. Dunyada cinsiyet farklılığını goz ardı eden, cinsiyet sosyalleştirmesini ve cinsel sosyalleşmeyi sağlamayan, cinselliği ve uremeyi kurallara bağlamayan kultur bulunmamaktadır. Bu gerceğin Sozleşme ’yi dayatan gucler tarafından bilinmediği duşunulemez. O hÂlde Sozleşme, bu gerceğin bilincinde olarak aslında, toplumsal hayatımız ve kadın-erkek ilişkileri uzerinde belirleyici etkisi devam eden dinî ve kulturel oğeleri hedef almış olmaktadır.
Sozleşme, siyaset kurumuna ve hukuk mercilerine, kadınlarla erkekler arasında belli gorev ve sorumluluklar tayin eden butun dini oğretileri toplumsal cinsiyet eşitliği duşuncesini esas alarak derhal ortadan kaldırmayı bir yukumluluk olarak yuklemektedir. Turkiye, Sozleşmeyi 2014 yılında yururluğe koymakla, bu hukmun gereğini yerine getireceğini taahhut etmiş olmaktadır. Sozleşme bu yonuyle Turkiye devleti ile toplumunu karşı karşıya getirmekle kalmamakta, devlet gucunu ideolojik bir amacın gercekleşmesi icin aracsallaştırmaktadır. Aslında kadına şiddetin onlenmesi icin toplumsal rol ve sorumlulukları reddetmeyi oneren toplumsal cinsiyet eşitliği, sucu din, gelenek ve kultur gibi değerlere atarak bir taraftan da hedef saptırmaktadır. Cunku yapılan araştırmalar, kadına şiddetin temelinde psikolojik sorunlar, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi hususların olduğunu gostermektedir. Dolayısıyla şiddetin temel nedenlerini yadsıyan her araştırma, kadına şiddetin devam etmesine neden olmuş olmaktadır.
İstanbul Sozleşmesinin, toplumsal bir kategori olarak 19. yuzyılda ortaya cıkan “feminist kadın” imgesi ve grameri uzerinden bize yeni bir kimlik dayatmaktadır. Daha acık bir ifadeyle İstanbul Sozleşmesi, kadın haklarına dayalı modern kulturun gercek iceriğini feminist bir anlayışla ele almaktadır. Buna bağlı olarak Batı dışı tum hukuki/orf, adet, gelenek ve din gibi normları mucadele edilmesi gereken riskli alanlar şeklinde tanımlamaktadır. Şiddeti sonlandırmayı hedefleyen bir metin şiddeti cağrıştıran bir dil kullanmayı sorun olarak gormemektedir. Buna karşın dini değerler, cinsiyet ozelliklerinin doğal ve meşru sınırlar icinde gercekleşmesinin en buyuk garantoru olarak gorulebilir. Bunun kurumsal anlamda en buyuk teminatını da aile oluşturur. Butun dinlerde ortak bir değer olarak cinsel hazzın tatmini ve neslin temiz olması icin ilişkinin nikÂhla tesis edilmesi zaruridir. Bir başka ifade ile kadın ve erkek birlikteliğinin tek meşru yolu nikÂhtır. Dolayısıyla nikÂh, ailenin kurucusudur. NikÂhsız birleşmelerin “zina” sayılarak cezasının ağır tutulması, ilahi dinlerin ortak tutumudur.
İstanbul Sozleşmesinde, Batı ’nın Batı dışı toplumlar veya Sozleşmeye taraf olan Batılı olmayan ulke halkları icin uygun gorduğu yakıştırmalar ve haksız yargılar bulunmaktadır. Sozleşmede “namus” kelimesi 4 yerde ve hepsinde de “sozde” takısıyla gecmekte; din 3 yerde; tore ve gelenek kelimeleri de 3 ’er yerde gecmekte ve buralarda sadece kadına şiddet bağlamında oluşturacakları olumsuz etkiye dikkat cekilmektedir. Namus kavramının, gectiği her yerde “sozde” takısıyla kullanılması, kavramı ve icerdiği butun değerleri itibarsızlaştırmak ve gozden duşurmek amacına matuftur.
Kadın sunneti dunyada sınırlı sayıda bazı bolgelerde uygulanmakta iken, Turkiye de dahil olmak uzere bu Sozleşme ’ye imza atan hicbir ulkede geleneksel olarak uygulanmamaktadır. Bu durum Sozleşme ’yi hazırlayanlar tarafından bilinmesine rağmen, hangi amac ile Sozleşme metni icerisine konulduğu, ayrıca uzerinde duşunulmesi gereken bir konudur.
Sonuc itibariyle; İstanbul Sozleşmesi dine, kulture, geleneğe veya orfe dayanan değer ve hukumleri, kadın karşıtı bir kategori icine sokan bir duşunsel zemine dayanmaktadır. Kadın, kadın-erkek ilişkileri, aile ve cinsiyet gibi konulardaki yaklaşımıyla butun insanlık tarihi icin yeni sayılabilecek bu paradigma, sadece İslam ’ı değil, insanlığı bugune kadar taşıyan butun kadim inanc ve değerleri ve bu değerlerin dayandığı fıtri yasaları, kadın karşıtı olmakla suclamaktadır. Bu bağlamda Sozleşme erkeği, kadın icin bir rakip, aileyi kadının ozgurluğu icin bir engel ve toplumsal rolleri de kadının kendini dilediği şekilde gercekleştirebilmesine mani olan bir yuk olarak gorduğu icin hedef haline getirmektedir. Dolayısıyla kadın icin erkeğin yanı sıra aile, toplumsal, kulturel, dini vb. gorev ve sorumluluklar aşılması gereken unsurlardır. Bu yonuyle Sozleşme ’nin taraf olan ulke halkları icin toplumsal ve kulturel anlamda yıkımla sonuclanacak gelişmeleri barındırdığı rahatlıkla soylenebilir. Batı toplumlarında bile kabul gormeyen pek cok duşunce ve yargıyı barındıran Sozleşme ’nin, muhafazakar bir toplumsal yapıya sahip Turkiye ’de guclu bir hukuki statu icinde işlerlik kazanması, gelecek adına kaygı vericidir.
İstanbul Sozleşmesi sıradan bir hukuk metni olmaktan ote din, inanc, namus, gelenek, orf, hayat, aile, kadın-erkek ilişkileri gibi pek cok alanda radikal hukumler ve kabuller barındırmaktadır. Turkiye ’nin devlet olarak tarafı olduğu bu sozleşmenin ic hukukta da guclu bir şekilde korunmuş olması, insanlık adına sorumluluk hisseden herkesi meşgul etmelidir.
İstanbul Sozleşmesi ’nde dile getirilen kadına yonelik şiddet evrensel bir sorundur. Ancak bu sorun cercevesinde cizilen kavramsal cerceve, yapılan tanımlar, onerilen cozum yolları evrensel duzeyde kabul edilebilecek kuşatıcılıkta ve doğrulukta değildir. Batı medeniyetinin kendi icinde yaşadığı tecrubeyi, celişkileri ve catışmaları yansıtan bu metinde, kadının maruz kaldığı şiddetin temel sebepleri ıskalanmış ve cozum olarak kadınıyla erkeğiyle butun insanlığı daha buyuk mağduriyetlere surukleyecek oneriler dile getirilmiştir. Kaldı ki sozleşme metninde ongorulen yaşam bicimini uygulayan Batılı ulkelerde de yuz ağartıcı bir sonuc elde edilememiştir. İnsanı insanın kurdu olarak goren bir anlayışın izlerini taşıyan bu yaklaşımla toplumsal bir barışı tesis etmek mumkun değildir. Batı medeniyetinin urettiği kavram, teori, model ve yapılar ile bulduğu cozumleri; toplumsal yapımıza, zihin dunyamıza, değerlerimize ve kulturumuze uygun olup olmadığına bakmadan alıp uygulamak tehlikeli sonuclar doğuracaktır.
Bu vesileyle yukarıda farklı disiplinlere ait verilerin de işaret ettiği uzere, Turkiye ’nin devlet olarak İstanbul Sozleşmesi ’nden tamamen cekilmesini talep ediyor, ailenin butun fertlerinin saygınlık, huzur ve esenliğini temin edecek duzenlemelerin toplumsal yapımız ve kulturel değerlerimiz dikkate alınarak acilen gercekleştirilmesini kacınılmaz goruyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Kaynak: anadoluplatformu.org.tr
İslam ve İhsan