
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi bu haftaki sohbetlerinde muslumanın mesuliyetinin oneminden bahsediyor.
Bir musluman, dunyanın gidişinden kendisini mes ’ul gorur. İşte bunlar, hayırlı ummetin yetiştirdiği ornek şahsiyetlerdir. O ornek şahsiyetler, hayatın her alanında İslĂ‚m şahsiyetini sergilediler.
O hayırlı ummet, mîmĂ‚rîde bir İslĂ‚m şahsiyeti sergiledi:
MeselĂ‚ bir Suleymaniyeʼye baktığımız zaman, ellerini semĂ‚ya acmış, duĂ‚ eden bir insan silueti goruyoruz. Bu, taşa aksetmiş bir gonul yapısıdır… Maddeyi mĂ‚nĂ‚ ile mezceden kendi medeniyetimizin bir şĂ‚heseridir.
O hayırlı ummet, kimsenin evini golgede bırakacak, Guneşʼine mĂ‚nî olacak bir ev inşĂ‚ etmezdi. Manzarasını kapatmazdı. Bugun ise yuksek binĂ‚lar, hattĂ‚ gokdelenler, sanki, rûhuna olu toprağı serpilmiş şehirlerin ruhsuz mezar taşları gibi...
Nasıl bir mîmĂ‚rî şĂ‚heserin her hattı, her cizgisi, her unsuru, onun mukemmelliğinden bir nasip ve tecellî taşırsa, bir medeniyetin her cuz ’u de aynen boyledir. Bizim medeniyetimizin merkezi “insan” olduğundan, ondaki mukemmelliklerin sertĂ‚cı da, ortaya koyduğu insan tipidir.
Hayırlı ummet, insanlıkta bir İslĂ‚m şahsiyeti sergiledi:
Bir evde hasta olduğu zaman, cumbanın onune, balkonun onune kırmızı bir saksı konurdu. Seyyar satıcılar bile oradan sessizce gecer, mahallenin cocukları da rahatsız etmemek icin diğer mahallelerde oynarlardı.
Onların bu gonul terbiyesi, nasıl bir eğitim sisteminin eseriydi? Bu terbiyeyi bugun hangi pedagog, hangi psikolog, hangi sosyal antropolog verebilir?..
Maalesef, bugun duğunlerde, kutlamalarda atılan havĂ‚î fişeklerle, maytaplarla bir zumrenin eğlencesi icin, o gurultuden rahatsız olan bebek mi var, hĂ‚mile kadın mi var, hasta mı var, mĂ‚temi olan bir yuva mı var; duşunulmeden, butun bir toplumun hakkına giriliyor.
HĂ‚lbuki bizim ecdĂ‚dımız, o hayırlı ummet, bir karıncayı bile incitmekten cekinen, hassas ruhlu insanlardı.
Zikrine mĂ‚nî olmamak icin bir ciceği bile koparmaya kıyamayan rakik kalpli HudĂ‚yîlerimiz vardı. Bir karıncaya bile ulu nazarla bakan, “Yaratılanı Yaratanʼdan dolayı severiz” diyen, duygulu Yûnuslarımız vardı.
Bizim Sinanlarımız, KarahisĂ‚rîlerimiz, Fuzûlîlerimiz vardı. Dunyaya muslumanın gonul dunyasının guzelliğini, estetiğini, zarĂ‚fetini, ihtişĂ‚mını yansıtan Ă‚bide şahsiyetlerimiz vardı.
EcdĂ‚dımız, her gittiği yerde huzur kaynağı oldu.
HattĂ‚ Lehistan ’da:
“Osmanlı atları Vistul Nehri ’nden su iciyorsa, Lehistanʼda hak vardır, hukuk vardır, adĂ‚let vardır.” bir darb-ı mesel hĂ‚line geldi.
İstanbul ’un fethinde Bizans asillerinden olan Granduk Notaras ’ın, şu ifĂ‚deleri de meşhurdur:
“İstanbul ’da Romaʼnın kardinal şapkası gormektense, Turkler ’in sarığını gormeyi tercih ederim!..”
Fatih Sultan Mehmed Han, bir Hristiyan mimarla mahkemeye cıktı. Mahkemede Hızır Bey, arkadaşı… Fatih mahkemede gitti sandalyesine oturdu. Maznun sandalyesine oturdu. Hızır Bey:
“–Şer murĂ‚faası uzeresin, ayağa kalk!” dedi.
CelpnĂ‚mede de; “es-SultĂ‚n ibnuʼs-SultĂ‚n el-GĂ‚zî Ebûʼl-Feth Muhammed HĂ‚n-ı SĂ‚nî” diye yazmadı. “Murad oğlu Mehmed” diye yazdı. Tebaanın bir vatandaşı… Ve mahkeme aleyhe karar verdi. Hristiyan mimar:
“–Boyle bir adĂ‚let dunyada yoktur.” dedi. “Ben Muslumanım!” dedi.
Gayr-i muslimlere karşı bile son derece hassas olculer ve sağlam temeller uzerine oturtulan İslĂ‚m adĂ‚leti, lĂ‚yıkıyla tatbik edildiği zaman butun beşeriyeti kendisine hayran bırakacak derecede yuksek bir ihtişam sergiledi.
Nitekim 1789 Fransız ihtilĂ‚linin fikrî temellerini hazırlayanlardan biri olan feylesof Lafayet, meşhur insan hakları beyannĂ‚mesi yayınlanmadan once butun hukuk sistemlerini tedkik etmiş ve İslĂ‚m hukukunun ustunluğunu gorerek:
“–Ey Muhammed! Sen ’in adĂ‚leti gercekleştirmek husûsunda ulaştığın seviyeye daha şimdiye kadar hic kimse ulaşamadı!..” demiştir. Bu bir hristiyanın takdîridir.
Yine İngiliz yazar Thomas Carlyle de:
“Başında tac bulunan hicbir imparator, kendi eliyle yamadığı hırkayı giyen Muhammed kadar sevgi ve saygı gormemiştir.” demiştir.
Vakıflar toplumu bir ağ gibi ordu. Topluma rahmet oldu. Hamalların dinlenmesi icin yollara mola taşları yapıldı.
Semtlerin bĂ‚zı yerlerine alan-verenin mechul olması icin sadaka taşları konuldu.
Bugunku insanın ufkunun varamayacağı; Bezm-i Âlem VĂ‚lide Sultan Şamʼda bir vakıf kurdu. Kurduğu vakfın bir maddesi; Şamʼın tatlı suyu Mekkeʼye, Medîneʼye taşınacak; atşĂ‚n olan, susuz olan hacılara, bunlar Allah yolunda geliyorlar, bunlara Şamʼın tatlı suyu dağıtılacak.
İkincisi cok daha muhim:
Bir muʼmin kalbine diken batırmamak… Calışan mustahdemlerin, hizmetkĂ‚rların kırdıkları eşyĂ‚ dolayısıyla onlar azarlanmayacak. Ve bu vakıf, o kırılan eşyĂ‚ları tazmin edecek. Onların, insanlık haysiyeti korunacak.
İşte bu, bizim medeniyetimiz…
İnsanlara hizmetten sonra kuşların yuvası yapıldı. Hayvanata dahî hizmetler nasib oldu.
İslĂ‚m şahsiyetinin gonle nakşettiği bu engin merhamet, lisĂ‚na ve nezĂ‚kete intikĂ‚l etti. Akıl hastalarına “Muhterem Ă‚cizler” denildi. Deliler denmedi, akılsızlar denmedi. “Muhterem Ă‚cizler” denildi.
Velhasıl bu millet, MevlĂ‚nĂ‚ların, Yûnusların, GeylĂ‚nîlerin, Nakşibendlerin, HudĂ‚yîlerin, FĂ‚tihlerin, Akşemseddinlerin, Yavuzların neslidir. Bizim medeniyetimiz, fazîletler medeniyetidir. Biz de o medeniyetin bugunku devamı olmak mecburiyetindeyiz.
Arif Nihat Asya ne guzel bu hasreti ifÂde eder:
Yureklerden taşsın
Yine îmanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr ’ini;
EvliyĂ‚, okusun Kur ’Ă‚n ’lar!
Ve Kur ’Ă‚nʼı goz nûruyla coğaltsın
KayışzĂ‚de Osman ’lar!
Na‘tini GĂ‚lip yazsın,
Mevlid ’ini Suleyman ’lar!
Sutunları, kemerleri, kubbeleriyle,
Geri gelsin Sinan ’lar!..
İşte tarihteki o hayırlı ummet devam ettiği muddetce dĂ‚imĂ‚ toplumda huzur vardır ve saĂ‚det vardır. Hayırlı bir nesil, hayırlı bir ummet yetiştirebilmek…
MevlĂ‚nĂ‚ bunun bir derdindedir. Bir misal olarak, mucerredi muşahhas hĂ‚le getirir. Der ki:
Baktım der, gece der, karanlıkta tarlada birisi el feneriyle dolaşıyordu der. İndim:
“–Ne arıyorsun dedim bu gece vakti bu tarlada? Bu zifiri karanlıkta kimi arıyorsun?” dedim. Dedi ki bana:
“–Bırak ne olursun dedi beni. Yalnız başıma dolaşayım.”
“–Ne arıyorsun?” dedim.
“–İdeal insan hasreti, keyfiyetteki insan hasreti… Onu bulmaya calışıyorum.”
Dedim ki ona:
“–Vazgec dedim, ben cok aradım, bulamadım. Sen de yorulma.” dedim. Bana acı acı baktı:
“–Ne olursun beni yalnız bırak. Ben de biliyorum bulamayacağımı ama, onun hasreti bile bana bir lezzet veriyor.”
İşte bugun bize de hakikaten bir ashĂ‚b-ı kirĂ‚m hasreti, Efendimizʼin hasreti, evliyĂ‚ullĂ‚hʼın hasreti… Onları bile duşunmemiz bile, o kıssaları nakletmemiz, bize bir lezzet veriyor.
Bugun ise Liberal sistemin; “bırakınız yapsın, bırakınız gecsin, altta kalan ne olursa olsun” anlayışının neticesinde, nefsĂ‚niyete prim veren, Ă‚hiretsiz bir dunya hayatı gelişti. Yani Ă‚hireti kabul etmeyen bir cĂ‚hiliye devrine girmiş bulunuyoruz.
Dunyevî imkĂ‚nların zirvede olduğu bir asırda yaşıyoruz. Fakat ruhlar ac, ruhlar hasta! MĂ‚nevî aclık sebebiyle bugun insanlık bunalımda!.. Toplumlar, mĂ‚nevî bakımdan sanki bir sahrĂ‚ hastanesi durumunda.
HĂ‚lbuki asr-ı saĂ‚dete baktığımız zaman, dunyevî imkĂ‚nsızlıklara rağmen, bir rûhî buhranla karşılaşmıyoruz.
Cunku onlar, gercek huzur ve saĂ‚detin mĂ‚nĂ‚sını idrĂ‚k etmişlerdi. Asıl hayatın, Ă‚hiret hayatı olduğunun idrĂ‚ki icinde yaşıyorlardı.
Olumu guzelleştirmek, yani bir “şeb-i arûs”, olumu bir “duğun gecesi” yapmanın gayreti icinde yaşıyorlardı.
Bugun yine bir “asr-ı saĂ‚det” ummeti gibi hayırlı bir ummet olmanın gayreti icinde olmamız zarûrî...
Onlar, esas hayatın Ă‚hiret hayatı olduğunun bir idrĂ‚ki icindelerdi.
Efendimiz buyuruyor -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Benim ummetim bir yağmura benzer, onu mu sonu mu hayırlıdır bilinmez.” buyurdu. (Tirmizî, Edeb, 81)
Demek ki bugun hayırlı bir ummet olabilmek, hayırlı ummetin dokusundan hisseler alabilmek... Bugun de bir bereketli bir yağmur olma durumundayız.
Allah cumlemize bu bereketli yağmurun hayırlı bir damlası olabilmeyi nasîb eylesin.
CenĂ‚b-ı Hak ibadette bile bizden bir şahsiyet istiyor. Bize namazın her rekĂ‚tında okuttuğu FĂ‚tihaʼda;
صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“Bizi doğru yola, kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” [el-FĂ‚tiha, 6-7]) diyoruz. Yani biz, kimlere benzeyeceğiz? Kimlerin hĂ‚linden bir (hisse alabilmek icin) duĂ‚ ediyoruz? Nebîler, sıddîklar, sĂ‚lihler ve şehidler. Onlar gibi olmamızı duĂ‚ ediyoruz.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
Diğerlerinden, bunun dışındakilerden olmaktan CenĂ‚b-ı Hak uzaklaşmamızı istiyor. Zira zihnî beraberlik, -GazĂ‚lîʼnin buyurduğu gibi- kalbî beraberlik meydana getirir.
HattĂ‚ Rasûlullah Efendimiz, Benî İsrĂ‚ilʼe ibadette bile benzememek icin, 10 Muharrem orucuna bile bir gun ilĂ‚ve etti; 9-10ʼu olarak yahut 10-11 olarak tutun, buyurdu.
Bugun ise maalesef global captaki kultur istîlĂ‚sı, kapitalizm, materyalizm, liberalist zihniyetin mĂ‚nevî değerlerimiz ve şahsiyetimiz uzerinde yaptığı buyuk tahribat, herkesin mĂ‚lûmu…
BĂ‚zı televizyonların nefsĂ‚niyeti tahrik eden telkinleri, internetin yanlış adresleri, kandırıcı reklĂ‚mlar, modaların menfî şartlandırması; neslimizi, global kulturun parmağında oynattığı bir robot hĂ‚line getiriyor Ă‚deta. Bizim insanımızı alıyor, ic dunyasını boşaltıyor, kendi değerlerini sinsice empoze ediyor, başka dunyaların insanlarına donuşturuyor.
İnsanımız, egoist ve menfaatperest bir toplum hĂ‚line geliyor. Îmanlar zaafa uğruyor; ahlĂ‚k ve fazîletler zĂ‚yî oluyor; merhamet, şefkat ve insanlığa vedĂ‚ edilerek tıpkı bir robot gibi duygusuz ve nĂ‚dĂ‚n bir insan tipi oluşturuluyor. Toplumda mĂ‚nevî huzur ve saĂ‚detin yolları, Ă‚deta cam kırıklarıyla doluyor. MĂ‚nevî huzurumuza zehir serpiliyor.
Bugun maalesef toplum, mĂ‚nen bir sahra hastahanesi gibi. Dunya toplumundan bahsediyorum ben. Her toplum derece derece. Bu salgın hĂ‚ldeki ifsĂ‚dı bertaraf edebilmek, bu tehlikeli gidişe direnebilmek, dĂ‚imĂ‚ İslĂ‚m şahsiyetini muhafaza ederek muslumanca bir duruş sergileyebilmek icin; bugun gonul Ă‚lemimizi inkişĂ‚f ettirerek mĂ‚nevî değerlerimize daha sıkı sarılmamız zarûrîdir.
İşte Erkam Radyo da Rabbimizʼin lûtfuyla boyle bir ihtiyaca cevap vermek, bu mĂ‚nevî boşluğu doldurmak icin gayret sarf ediyor. Bereketi verecek olan, CenĂ‚b-ı Hakʼtır. Allahʼtan muvaffakıyetler diliyoruz.
Salonda, -şoyle nazar ettiğim zaman- ekseriyetle bir gencleri goruyorum. Bu gencler, -elhamdu lillĂ‚h- sînelerinden rahmet taşıracak, vatanımızın, milletimizin kaderinde hizmet edecek genclerimizin filiz verdiğini gorebilmek, bizler icin en muhteşem bir saĂ‚dettir.
Rabbimize hamd olsun. Hayırlı olsun, mubĂ‚rek olsun. SelĂ‚mun aleykum!..
İslam ve İhsan