
Hiz­met­te bu­lu­nan kim­se­ler, iş­le­ri sa­de­ce baş­ka­la­rı­na yap­tır­mak şek­lin­de­ki bir us­lûptan zi­y­de, te­s­hub (sahip­len­me) duy­gu­suy­la hiz­me­te biz­zat gonul ve guc ver­me­li­dir­ler. İşin bir ucun­dan tut­ma­dan, sırf otur­duk­la­rı yer­den et­ra­fa emir­ler yağ­dı­ra­rak hiz­met yap­tı­ğı­nı zan­ne­den­ler, me­se­le­nin ozu­nu kav­ra­ya­mayan kişi­ler­dir.
Hiz­me­tin ba­şın­da­ki kim­se, em­ri al­tın­da­ki­ler­den da­ha faz­la gay­ret­li ve ak­tif bir şe­kil­de hiz­me­te sa­rıl­ma­lı­dır ki or­nek ola­bil­sin. Boy­le bir dav­ra­nış, kar­deş­le­ri­nin heyeca­nı­nı ar­tı­ra­cak ve on­la­rın hiz­me­ti şevk­le îf ede­bil­me­le­ri­ni sağ­la­ya­cak­tır. Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in hayÂtın­da bu­nun bir­cok mi­s­li­ni gor­mek mum­kun­dur. Ni­te­kim Ku­ba Mes­ci­di ve Mes­cid-i Ne­be­vî in­şÃ‚­sın­da, as­h­bı­nın ara­sın­da biz­zat taş ta­şı­ma­sı, Hen­dek Gaz­ve­si ’nde on­lar­la bir­lik­te hendek kazması, gazvelerde ashÂbının onunde duşmanla mucÂdele etmesi ve hat­t za­man za­man as­h­bı­na hiz­met et­me­si, bu husûsa dair sadece birkac misÂldir.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in hizmette ornek oluşunu gosteren şu hÂdise ne muthiştir:
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ashÂbıyla birlikte Bedir ’e doğru yola cıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla uc kişi biniyordu. Fahr-i KÂinÂt Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû LubÂbe -radıyallÂhu anhumÂ- ile nobetleşe biniyordu. Yurume sırası Peygamber Efendimiz ’e gelince arkadaşları:
“–YÂ RasûlÂllah! Lutfen siz binin! Biz, Siz ’in yerinize de yururuz.” dediler. Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buna rÂzı olmadı:
“–Siz yurumeye benden daha tahammullu değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha mustağnî değilim.” buyurdu. (İbn-i Sa ’d, II, 21; Ahmed, I, 422)
Medîne ’den Bedir ’e kadar yaklaşık 150 km. mesÂfeyi deveye sırayla binerek gittiler.
Fahr-i K­inÂt -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efen­di­miz ’in:
“Bir kav­min efen­di­si, on­la­ra hiz­met eden­dir.”[1] if­de­si de, hiz­me­tin ba­şın­da bu­lu­nan kim­se­le­rin hiz­met bek­le­yen de­ğil, hiz­met ve­ren bir gonul kı­v­mı­na sahip ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni or­ta­ya koy­mak­ta­dır.
Yuksek mevkîlerde bu­lu­nan­la­rın biz­zat hiz­me­te ka­tıl­ma­la­rı, di­ğer­le­ri­ni de m­nen tak­vi­ye ede­cek ve boy­le­ce bir “grup rû­hu” olu­şa­cak­tır. Ay­nı duygu ile omuz verilen nice zor hizmetler, kolayca îf edilebilecektir. Tarih, bunun sayısız misÂlleriyle doludur:
Dev­rin­de­ki sa­yı­sız se­ferlerin co­ğu­nu biz­zat ku­man­da et­miş bu­lu­nan K­nû­nî, son se­fe­ri olan Zi­get­var ’a cı­ka­ca­ğı za­man Sad­r­zam So­kul­lu, hu­zû­ru­na ge­le­rek:
“–Sult­nım, um­me­te sa­yı­sız za­fer­ler he­di­ye et­ti­niz! Yo­rul­du­nuz! Om­ru­nu­zu Âlem-i İs­lÂm ’a vak­fet­ti­niz! Bu se­fe­rin me­şak­ka­ti­ne bu yaş­ta kat­lan­ma­nız muşkuldur. Bu se­bep­le siz, İs­tan­bul ’da ka­lıp id­re­ye de­vam edi­niz. Ben, ve­zir­ler ve pa­şa­lar se­fe­re iş­ti­rÂk ede­lim. Go­zu­nuz ar­ka­da kal­ma­sın!..” de­di.
HARBİ KAZANDIRAN ASIL SAİK MANEVİ KUVVETTİR
Ulu Ha­kan K­nû­nî, So­kul­lu ’ya de­di ki:
“–İyi din­le So­kul­lu!.. Bu va­si­ye­ti­mi, ben­den son­ra ge­le­cek nes­le de ak­tar! Bir p­di­şah, d­im as­ker­le­riyle bir­lik­te se­fe­re cık­ma­lı­dır. As­ker, p­di­şÃ‚­hı­nı ya­nın­da go­run­ce şe­ca­ati ar­tar. Duş­man ise, p­di­şah se­fe­re iş­ti­rÂk et­ti­ği icin kar­şı­sın­da­ki or­du­yu cok da­ha guc­lu go­rur. Kuv­ve-i m­ne­viyye­si bo­zu­la­rak ce­sa­re­ti kı­rı­lır. Har­bi ka­zan­dı­ran asıl s­ik, m­ne­vî kuv­vet­tir!
Bizim, co­cuk yaş­tan be­ri dev­let id­re­sin­de sa­yı­sız tec­ru­be­miz var­dır. Se­fer­ler­de bu tec­ru­be­ye ih­ti­yac hissedilen du­rum­lar mey­da­na ge­le­bi­lir. An­lar, da­ki­ka­lar cok za­man ka­de­rin akı­şı­nı t­yin eder. Bu se­bep­le, yaş­lı ol­ma­ma rağ­men se­fe­re iş­ti­rÂk ede­ce­ğim!.. Sa­ray­da ka­lıp, baş yas­tık­ta olur­sem, ya­rın rûz-i mah­şer­de f­tih ced­le­ri­min hu­zû­ru­na na­sıl cı­ka­bi­li­rim?!..”
P­di­şah, iler­le­yen ya­şı se­be­biy­le, at sır­tın­da ay­lar su­ren bir yol­cu­lu­ğu na­sıl ta­mam­la­ya­bi­le­c ek­ti?.. Bu­nun icin, at us­tun­de dik du­ra­bil­sin ve as­ker­le­re dinc go­ru­ne­bil­sin di­ye sır­tı­na ku­şak gi­bi ur­gan sar­dı­lar.
Se­fe­re baş­lan­dı. Mev­sim ya­ğış­lıydı. Bir ara top ara­ba­la­rı ba­tak­lı­ğa sap­lan­dı. Hay­van­la­rın fi­zi­kî gu­cu, top­la­rı ba­tak­lık­tan kur­tar­ma­ya k­fî gel­me­di. Or­du iler­le­miş­ti; o ci­var­da az sayıda as­ker ve b­zı pa­şa­lar var­dı. Sul­tan emir ver­di:
“–Bu­tun yuk­sek rut­be­li er­kÂn, pa­şa­lar d­hil, her­kes ba­tak­lı­ğa gir­sin, top ara­ba­la­rı­na omuz ver­sin!..”
Hep­si pa­ca­la­rı­nı sı­va­yıp ba­tak­lı­ğa gir­di­ler. Top ara­ba­la­rı o m­ne­vî heyecan ile ba­tak­lık­tan cı­ka­rıl­dı. Sul­tan, vak ’a-nuvise[2] donup dedi ki:
“–Yaz! Ge­le­cek ne­sil ib­ret­le oku­sun ve tat­bik et­sin!.. K­nû­nî ’nin pa­şa­la­rı ve ve­zir­le­ri ba­tak­lı­ğa gir­di. Top ara­ba­la­rı­na omuz ver­di­ler. Bir f­cia Al­lÂh ’ın iz­niyle boy­le­ce at­la­tıl­dı.”
Tarih bo­yun­ca id­re­ci­le­rin yuk­sek se­vi­ye­de bu­lun­du­ğu za­man­lar­da halk da zir­ve­de ol­muş­tur. Cun­ku id­re­ci­ler­le id­re edi­len­ler ara­sın­da bir ay­nî­leş­me olur. Me­se­lÂ; Omer bin Ab­du­la­ziz ba­şa gec­ti­ğin­de ul­ke­sin­de b­tıl­lar ve men­fî­lik­ler kol gez­mek­tey­di. Onun id­re­ci­lik yap­tı­ğı iki bu­cuk se­ne­de bir­cok b­tıl yı­kıl­dı, pek cok şey de­ğiş­ti. Mad­dî ve m­ne­vî bu­yuk fe­tih­ler ger­cek­leş­ti. Yani top­lu­mun onun­de­ki id­re­ci­nin ya­şa­yı­şı, teb ’ası­na da in ’ikÂs et­ti. Bu ba­kım­dan hiz­met­te bulunanların bu husûsiyetlerle mucehhez olması zarûridir.
[1] Beyhakî, Şuab, I, 334; VI, 334; Deylemî, Musned, II, 324; Ali el-Muttakî, Kenz, no: 24834.
[2] Vak ’a-nuvis: Osmanlı Devleti ’nde, zamanın hÂdiselerini kaydetmekle vazifeli olan resmî devlet tarihcisi.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan