Hak dos­tu M­ruf-i Ker­hî Haz­ret­le­ri ’nin şu kıs­sa­sı, ne muazzam bir hizmet ufku sergilemektedir.Yaş­lı ve muz­da­rip bir has­ta, M­ruf-i Ker­hî Haz­ret­le­ri ’ne mi­sa­fir ol­muş­tu. Adam­ca­ğız bî­c­rey­di; sa­cı do­kul­muş, yu­zu­nun ren­gi uc­muş­tu; ca­nı, vu­cû­du­nu bir cen­gel gi­bi p­re­le­mek­tey­di. M­ruf-i Ker­hî Haz­ret­le­ri, bir ya­tak ser­di ve has­ta­nın is­ti­ra­ha­ti­ni te­min et­ti.

"BU NASIL DERVİŞ!"

Has­ta, ız­tı­r­bı­nın şid­de­tiy­le inim inim in­li­yor ve fer­yÂd u fi­gÂn edi­yor­du. Ge­ce sa­ba­ha ka­dar ken­di­si bir ne­fes uyu­ma­dı­ğı gi­bi, fer­yat­la­rıy­la h­ne hal­kın­dan da hic kim­se­yi uyut­mu­yor­du. Us­te­lik git­tik­ce huy­suz­laş­tı ve ev hal­kı­na si­tem­ler yağ­dı­rıp on­la­rı ra­hat­sız et­me­ye baş­la­dı. Ni­h­yet onun bu hırcınlığına ve kaba dav­ra­nı­şına ta­ham­mul ede­me­yen ev­de­ki­ler, bi­rer-iki­şer baş­ka yer­le­re kac­tı­lar. Ev­de, has­ta ile M­ruf-i Ker­hî ve ha­nı­mın­dan baş­ka kim­se kal­ma­dı.

M­ruf-i Ker­hî Hazretleri, ge­ce­le­ri de uyu­mu­yor; bu huy­suz has­ta­nın ih­ti­yac­la­rı­nı gor­mek, ona hiz­met ede­bil­mek icin cır­pı­nıp du­ru­yor­du. An­cak bir ­gun uy­ku­suz­lu­ğu had saf­ha­ya ulaştı ve gayr-i ih­ti­y­rî uy­ku­ya dal­dı. Onun uyu­du­ğu­nu go­ren g­fil has­ta, ken­di­si­ne şef­kat ve mer­ha­met­le ku­cak acan bu s­lih z­ta te­şek­kur ede­ce­ği yer­de si­tem edi­yor ve ken­di ken­di­ne:

“–Bu na­sıl der­viş boy­le! Z­ten bu gi­bi­le­rin z­hir­de ad­la­rı-san­la­rı vardır, lÂkin, ha­kî­kat­te ri­y­cı­dır­lar. Her iş­le­ri gos­te­riş­tir. Bun­la­rın dış­la­rı te­miz ama ic­le­ri kir­li­dir. Baş­ka­la­rı­na tak­v­yı em­re­der­ler, ken­di­le­ri yap­maz­lar. Bu yuz­den şu adam da be­nim h­li­mi du­şun­me­den uyu­yor. Ken­di kar­nı­nı do­yu­rup uy­ku­ya dalan kim­se, sa­ba­ha ka­dar goz­le­ri­ni yum­ma­yan bi­c­re has­ta­nın h­lin­den ne anlar!..” di­ye soy­le­ni­yor­du.

ACI SOZLERE KARŞI SABIR VE KEREM

M­ruf-i Ker­hî Hazretleri ise, işit­ti­ği bu acı soz­le­re kar­şı da sa­bır ve ke­rem gos­ter­di. Duy­maz­dan gel­di. L­kin sab­rı ta­şan ha­nı­mı da­ha faz­la da­ya­na­ma­dı. M­ruf-i Ker­hî ’ye ses­siz­ce şun­la­rı soy­le­di:

“–Şu huy­su­zun ne­ler soy­le­di­ği­ni duy­du­nuz. Ar­tık onu bu ev­de ba­rın­dı­ra­ma­yız. Bi­ze da­ha faz­la ağır­lık ver­me­si­ne ve si­ze ce­f et­me­si­ne artık mu­s­ade edeme­yiz. Soy­le­yin bu­ra­dan git­sin de baş­ka yer­de ba­şı­nın c­re­si­ne bak­sın. İyi­lik, kıy­met bi­le­ne ya­pı­lır. Nan­kor­le­re iyi­lik yap­mak, ko­tu­luk­tur. On­la­rı da­ha da az­dı­rır. Al­cak kim­se­nin ba­şı al­tı­na yas­tık ko­nul­maz. Boy­le z­lim kim­se­le­rin baş­la­rı, taş us­tun­de ge­rek­tir!”

Ha­nı­mı­nın bu soz­le­ri­ni su­kû­net­le din­le­yen M­ruf-i Ker­hî Haz­ret­le­ri, mu­te­bes­sim bir şe­kil­de şoy­le bu­yur­du:

“–Ey ha­nım! Onun soy­le­di­ği soz­ler se­ni ni­ye in­ci­tir ki? Ba­ğır­mış ise ba­na ba­ğır­mış; ter­bi­ye­siz­lik yap­mış ise ba­na yap­mış­tır. Onun n­hoş go­ru­nen soz­le­ri, ba­na hep hoş ge­lir. Go­ru­yor­sun ki, o d­imî bir ız­tı­rap icin­de­dir. Bak­sa­na; za­val­lı bir ne­fes bi­le uyu­ya­mı­yor!.. Hem bi­le­sin ki asıl hu­ner, asıl şef­kat ve mer­ha­met, boy­le kim­se­le­rin ce­f­sı­na kat­la­na­bil­mek­tir...”HİZMETİN HAKİKATİNE VAKIF OLANLAR

Bu kıs­sa­yı nak­le­den Şeyh S­dî, şu na­si­hat­ler­de bu­lu­nur:

Hiz­met­te­ki fa­zî­let, ken­di­ni guc­lu-kuv­vet­li ve sıh­hat­te gor­du­ğun za­man, şuk­r­ne ol­mak uze­re za­yıf­la­rın yu­ku­nu cek­mek­tir.

Mu­hab­bet­le do­lan kalp, af­fe­di­ci olur. Eğer sen, yal­nız ku­ru bir sû­ret­ten ib­ret olur­san, ol­du­ğun za­man cis­min gi­bi is­min­le de olur­sun. Eğer ke­rem sahi­bi ve ehl-i hiz­met olur­san, om­run, fÂnî ce­se­din­den son­ra da fe­d­kÂr­lı­ğın ve go­nul­le­re gir­di­ğin ka­da­rıy­la de­vam eder. Gor­mez mi­sin ki, Kerh ’te bir­cok tur­be var. Fa­kat M­ruf-i Ker­hî ’nin tur­be­sin­den da­ha m­ruf ve zi­ya­ret­ci­si cok ola­nı yok­tur.”

Eh­lullah ne gu­zel soy­le­miş:

“Ta­sav­vuf, yÂr olup bÂr ol­ma­mak­tır.” Ya­ni her­ke­sin yu­ku­nu cek­ip kim­se­ye yuk ol­ma­mak­tır.

Hizmetin ha­kî­ka­tine vÂkıf olan­lar, hal­ka p­di­şah bi­le ol­salar ken­di­le­ri­ni de­vam­lı ola­rak bir h­dim, yani hiz­met­kÂr ola­rak ad­det­miş­ler­dir. Ko­ca Os­man­lı p­di­şÃ‚­hı Ya­vuz Sul­tan Se­lîm HÂn ’ın, mu­b­rek bel­de­ler, dev­le­ti­ne em­net edi­lip de hut­be­de ken­di­si hak­kın­da:

H­ki­mu ’l-Ha­re­mey­ni ’ş-Şe­rî­feyn (iki şerefli belde olan Mek­ke ve Me­dî­ne ’nin h­ki­mi)” de­ni­lin­ce yaş­lı goz­ler­le hatîbe iti­raz edip:

“Bi­l­kis H­di­mu ’l-Ha­re­mey­ni ’ş-Şe­rî­feyn (iki şerefli belde olan Mek­ke ve Me­dî­ne ’nin hiz­metkÂrı) deyiniz!” di­ye du­zelt­me­si de, hep ul­vî bir hiz­met anlayışının ve kul­luk­ta­ki asıl g­ye­yi id­r­kin bir te­z­hu­ru­dur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan