
İnsanı, hizmet ve dÂv yolunda muhabbet ve neşeyle koşturan, işte bu bir avuc heyecandır. Bu heyecanı sondurmek, buyuk vebaldir. Zira heyecansız yurekler, bedeni ve imkÂnları harekete geciremez, harikalar meydana getiremez. Heyecan biterse, kişi et ve kemik yığınına donuşuverir.Bir gonulde heyecan, aşk ve vecd dalgaları cırpınır durursa, o gonul sahibinin hayatı bir başkadır. Hizmetten, vazifeden ve koşturmaktan zevk alır. Yorulmak, uşenmek ve bıkkınlık onun lugatinde yer bulamaz. Belki hizmet erlerine en luzumlu azıklardan birisi, bu heyecanın zinde tutulabilmesidir. Bu itibarla onde bulunanların, ekiplerine karşı en buyuk sorumluluklarında birisi bu heyecanı diri tutmalarıdır.
İMAN HEYECANI
“Preveze deniz zaferinin mujdesini dortnala at uzerinde getiren levent, Topkapı Sarayı ’na girince, atının dizginini cekmesi ile at bir muddet iki ayak uzerinde donmuştu. Bu manzarayı seyreden KÂnûnî Sultan SuleymÂn ’ın, levende:
“Ne azgın bir kuheylÂnla gelmişsin evladım!” demesi uzerine levendin:
“HunkÂrım, Akdeniz boyle azgın bir kuheylÂndı.. Biz onu bile uslandırdık!” cevabını vermesi, îmÂn heyecanı ile şahlanıştan doğan ozguveni gostermesi bakımından onemlidir.”[1]
[1] Osman Nuri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Muesseseleriyle Osmanlı, s. 174.
Kaynak: Dr. Adem Ergul, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan