Şeyh SÂdî Hazretleri buyurur: “Hak TeÂlÂ, kimseye iyilik kapısını kapamamıştır. Şunu da bil ki, herkesin iyiliği kendi kudretine goredir. Bir zenginin hazinesinden bir kantar altın vermesi, bir fakirin el emeğinden bir kırat vermesi kadar olamaz. Cekirge ayağı, karıncaya ağır yuktur.”
ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK

Bir gun Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Bir dirhem, yuz bin dirhemi gecmiştir.” buyurmuşlardı.

AshÂb-ı kirÂm:

“–Bu nasıl olur, ey AllÂh ’ın Rasûlu?” diye sorduklarında, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şu cevÂbı verdi.

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yuz bin dirhem cıkardı ve onu tasadduk etti.” (NesÂî, ZekÂt, 49)

Yani Allah katında değerli olan; infÂk edilen malın miktÂrından ziyÂde, infÂk edenin fedakÂrlık derecesidir. Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:

“O (Allah) ki, olumu ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha guzel olduğunu imtihan etmek icin yaratmıştır…” (el-Mulk, 2)

DAHA GUZEL AMEL

CenÂb-ı Hak bu Âyet-i kerîmede; “اَكْثَرُ عَمَلًا” değil “اَحْسَنُ عَمَلًا” buyuruyor. Yani kimin “daha cok amel” edeceğine değil, “daha guzel amel” edeceğine ehemmiyet verdiğini bildiriyor.

Bu itibarla, yalnızca bir hurması olan, onun yarısını infÂk etmekle bile Cennetʼi kazanabilirken, buyuk servet sahibi bir muʼmin, tonlarca hurma infÂk etse de, servetine kıyasla muhim bir yekûn tutmadığı takdirde, o yarım hurmanın ecrini kazanamaz.

FukarÂ-i sÂbirîn” yani hÂline rız gosterip sabreden yoksullar da, “ağniyÂ-i şÃ‚kirîn” yani şukredip infÂk eden zenginler de, Allah katında makbul kullardır. Her iki grup muʼminler de, insanlık şerefinde ve ilÂhî rızÂda beraberdirler.

MU'MİNLERE EN GUZEL MİSÂL

CenÂb-ı Hakkʼın, emsalsiz bir ornek şahsiyet olarak insanlığa armağan ettiği Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, her iki gruptaki muʼminlere de en guzel misaldir. Nitekim, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ganimetler geldiğinde buyuk bir zenginliğe kavuşuyor, fakat eşsiz bir sehÂvet deryÂsı olan gonlu, o malı-mulku bitirinceye kadar muhtaclara infÂk etmeden huzur bulamıyordu. Bu sebeple mubÂrek hÂnelerinde uzun muddet ocak yanmadığı, yemek pişmediği, hurma ve sudan başka yiyecek-iceceğin bulunmadığı zamanlar oluyordu. Fakat O, her zaman hamd, şukur, sabır ve rız hÂlinde bulunarak ummetine ornek oluyordu.

HERKES GUCU NİSPETİNDE MES'UL

Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere:

“Allah her şahsı, ancak gucunun yettiği olcude mukellef kılar…” (el-Bakara, 286)

Dolayısıyla herkes gucu nisbetinde fedakÂrlıktan mesʼuldur. Cok malı olan cok, az malı olan az, fakat mutlak vermekle bu mesʼûliyetin gereğini yerine getirmelidir.

KUR'ÂN'DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA COK GECİYOR

Unutmayalım ki zekÂt, dînen zengin sayılanlara; comertlik ve infÂk ise zengin-fakir her muʼmine ilÂhî bir emirdir. Nitekim KurʼÂn-ı Kerîmʼde infÂka teşvik, asgarî bir veriş olan zekÂttan cok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her muslumanın mukellefiyetidir.

"RASÛLULLAH BANA KOMŞULARA İNFAK ETMEMİ EMRETTİ"

SahÂbe-i kirÂmın fakirlerden olan Ebû Zer GıfÂrî Hazretleri der ki:

“Bana Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, yemek pişireceğim zaman suyunu fazla koymamı, ondan komşuma infÂk etmemi emir buyurdular…” (İbn-i MÂce, Et ’ime, 58)

Duşunmek îcÂb eder ki, Ebû Zer -radıyallÂhu anh-, sahÂbenin en fakirlerindendi. Demek ki, sahÂbe icin infÂk emrini îf hususunda, yoksulluk dahî mÂzeret değildi.

"DARLIKTA DA İNFÂK EDERLER"

Nitekim sahÂbe-i kirÂmın, infaktan muaf olacak derecede imkÂnı bulunmayanları bile, infÂk ecrine nÂil olabilmek icin, kimisi dağdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su cekerek tasaddukta bulunmuşlardır.

Zira Âyet-i kerîmede CenÂb-ı Hak şoyle buyurmaktadır:

“O (takv sahipleri) ki, bollukta da darlıkta da Allah icin infÂk ederler (harcarlar)…” (Âl-i İmrÂn, 134)

Yani takv olculerine gore; zekÂta muhtac olan, dardaki bir muʼminin de vermesi gerekir. O hÂlde, varlıklı bir insanın ne kadar vermesi lÂzım geldiğini, bu hakîkat onunde mîzÂn etmek îcÂb eder.

Yine CenÂb-ı Hak, diğer bir Âyet-i kerîmede:

“…(Rasûlum!) Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. «İhtiyac fazlasını.» de…” (el-Bakara, 219) buyuruyor.

Demek ki bir muʼmin, şahsî yaşantısında da iktisÂda riÂyet etmeli, kifÂyet miktarıyla yetinmeli ve ihtiyacından artanı infÂk etmelidir.

MÛSÂ EFENDİ'NİN İNFÂK HAKKINDA TAVSİYELERİ

Bu hususta Mûs Efendi -rahmetullÂhi aleyh- buyururlardı ki:

“EvlÂdım! Mutlak riyÂzat hÂlinde yaşayın ve AllÂhʼın verdiklerini, yine Allah icin infÂk edin! RiyÂzat hÂliniz sadece uc aylara mahsus olmasın. RiyÂzatı yalnızca Ramazanlara da hasretmeyin. Onu hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyac fazlasını Allah yolunda infÂk edin! Şunu iyi bilin ki; Dolmabahce veya Topkapı Sarayıʼnda bile yaşasanız, yine riyÂzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun icin, malı da mulku de ancak kalbinizin dışında taşıyın. Eğer ihtiyac fazlasını Allah yolunda infÂk etmezseniz, AllÂhʼın verdiği nîmetlere karşı nankorluk etmiş olursunuz. Unutmayın ki, infÂk edilmeyen nîmetler, ziyÂn edilmiş demektir. ZiyÂn edilen nîmetler de hesabı cok ağır birer Âhiret vebÂlidir.”

CenÂb-ı Hak, verdiği nîmetlerin hesabını kolay verebilmeyi cumlemize nasîb eylesin. Hepimizi, sevip rÂzı olduğu, comert, fedakÂr, gayret-i dîniyye sahibi, hizmet ehli kulları arasına lûtf u keremiyle ilhÂk eylesin.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı: 359, Sayfa: 032
İslam ve İhsan