
HucurÂt Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? HucurÂt Suresi 2. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...HucurÂt Suresi 2. Ayetinin Arapcası:يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
HucurÂt Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber ’in sesinden fazla yukseltmeyin. Birbirinizle yuksek sesle konuştuğunuz gibi onunla yuksek sesle konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan butun amelleriniz boşa gidiverir!
HucurÂt Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:Burada Allah Resûlu (s.a.s.) ’e gosterilmesi gereken edeplerden iki tanesine yer verilir:
Birincisi; Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ’in yanında başkalarıyla konuşurken, onun sesini bastıracak derecede yuksek sesle konuşmamak. Nitekim sahÂbenin en seckinlerinden olan Hz. Ebubekir ve Hz. Omer ’le ilgili şu hÂdise konuyu izahta dikkat cekici bir ehemmiyete sahiptir:
Temîm Oğulları ’ndan bir heyet, Peygamberimiz (s.a.s.) ile goruşme yapmak uzere gelmişlerdi. Goruşme esnÂsında Hz. Ebûbekir ile Omer (r.a.) de orada bulunuyorlardı. Bu iki guzîde sahabî, kabileye secilecek başkan hakkında anlaşmazlığa duşup, Efendimiz (s.a.s.) ’in huzurunda biraz da munakaşa yaptılar. Haklarında bu Âyet inince cok pişman oldular, uzulduler. Bundan boyle Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.) yanında o kadar alcak sesle konuşuyorlardı ki, coğu kere Peygamberimiz “İşitemedim, tek­rarlar mısın!” demek durumunda kalıyordu. (bk. BuhÂrî, Tefsir 49/1-2)
İkincisi; Allah Resûlu (s.a.s.) ile konuşurken, sıradan bir insanla konuşur gibi yuksek sesle, bağırıp cağırarak konuşmamak.
Bahsi gecen edep kaideleriyle, bizzat Efendimiz (s.a.s.) ’in hayatında onunla beraber bulunma saadetine eren sahÂbe-i kirÂma, Peygamber (s.a.s.) ’e gostermeleri gereken tÂzim ve hurmet oğretildiği gibi, onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olan mu ’minlere de Allah Resûlu (s.a.s.) ’in bıraktığı Kur ’an ve sunnet emÂnetlerine karşı aynı tÂzim ve hurmeti gostermeleri gerektiği bildirilmektedir. Zira Âlemlerin Efendisi ’ne gosterilmesi istenen hurmet, imanın bir gereğidir. Ona hurmetsizlik ise imansızlığın bir alÂmetidir. Bu sebeple Âyette yasaklanan hususlara dikkat etmeyenlere, “Allah ’ın Peygamberi ’ne karşı sergilenecek saygısız bir davranış yuzunden farkında olmadan amellerinin boşa gideceği” ikazı yapılır.
Kur ’an Âyetlerinin mu ’min gonullerde bıraktığı tesir ve Âyetlerin mucibince amel etme hassasiyeti bakımından şu misaller gercekten ders verici ve hayranlık uyandırıcıdır.
- “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber ’in sesinden fazla yukseltmeyin” (HucurÂt 49/2)Âyeti nÂzil olduğunda ashÂb-ı kirÂmdan SÂbit b. Kays (r.a.) evinde oturup ağlamaya başladı. Peygamberimiz (s.a.s.), SÂbit ’i bir muddet goremeyince nerede olduğunu sordu. Orada bulunanlardan biri:
“–Ey Allah ’ın Rasûlu! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve hemen gidip onu evinde oturmuş, başı onunde ağlıyor vaziyette buldu.
“–Neyin var, nicin ağlıyorsun?” diye sordu. O da:
“–Hic sorma, şer var! Sesim, Resûlullah (s.a.s.) ’in sesinin ustune cıkıyordu, butun amellerim boşa gitti, cehennemlik oldum” cevÂbını verdi. SahÂbî, SÂbit ’in bu sozlerini Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ’e haber verdi. Efendimiz:
“–Ona git ve soyle, sen cehennemlik değil, bilÂkis cennetliksin!” buyurdu. (BuhÂrî, MenÂkıb 25;Tefsir 49/1; Muslim, İman 187)
Gur sesli bir sahÂbî olan Hz. SÂbit, Allah ’ın emrine itaatsizlik ettiği duşuncesine kapılarak derin bir uzuntuye gark olmuş, Âdeta hayÂtı kararmıştı. Ancak, gur seslilik onun tabiî hÂli olduğundan ve samîmî bir kalbe sahip bulunduğundan onun durumu istisn teşkil etmiş ve haberi getiren sahÂbî, buyuk bir sevinc icinde donerek onu cennetle mujdelemiştir.
Şu misaller, Allah Resûlu (s.a.s.) ’e duyulan muhabbet, hurmet ve tÂzimin zirve noktalarına işaret eder:
✺ İmÂm MÂlik (r.h.), Resûlullah (s.a.s.) ile aynîleşmenin vecdi icinde yaşardı. Efendimiz ’in rûhÂniyetine hurmeten, Medine-i Munevvere ’de hayvan uzerine binmezdi, def-i hÂcete cıkmazdı. Ravza ’da imam iken hep kısık sesle konuşurdu. Devrin halîfesi Ebû CÂfer Mansur yuksek sesle konuşunca: “YÂ Halîfe! Bu mekÂnda sesini kıs! Allah ’ın ihtÂrı senden cok daha faziletli insanlar uzerine indi” buyurmuş ve bu Âyet-i kerîmeyi okumuştur.
✺ Osmanlı paşalarından meşhur Medine mudÂfii Fahreddin Paşa, Resûlullah ’ın rûhÂniyeti rencide olur endişesiyle Ravza ’nın tÂmirinde vazîfe alan ustalara, herhangi bir civi cakmak îcÂb ettiği takdirde mutlaka tahta cekic kullanılması ve cekic ile civi arasına da lastik bandaj konularak sukûnetin ihlÂl edilmemesini emretmiştir. Bu hususta onu boylesine bir edeb ve inceliğe sevkeden de yine bu Âyet-i kerîmeler olmuştur.
✺ Ahmed Han, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimizʼe, son derece Âşık bir gonle sahipti. Her gun Topkapı Sarayı ’ndaki “mukaddes emÂnetler”i ziyaret eder ve bilhassa Efendimiz ’in ayak izlerini yuzune-gozune surerek dakikalarca ağlardı. Bununla da iktif etmeyip, Peygamber Efendimiz ’in mubÂrek ayak izinin bir maketini yaptırmıştı. Onu kavuğunun uzerine asarak tedÂîsinden feyz almaya calışıyordu. I. Ahmed HÂnʼın yanık gonlunden dokulen şu mısrÂlar da, onun Efendimiz (a.s)ʼa duyduğu derin muhabbeti ne guzel aksettirmektedir:
N ’ola tÂcum gibi başumda gotursem dÂim,
Kadem-i pÂkini ol Hazret-i ŞÃ‚h-ı Rusulʼun…
Gul-i gulzÂr-ı nubuvvet o kadem sahibidur,
Ahmed durma yuzun sur kademine ol gulun!..
Yine sultan I. Ahmed, her gun sabahleyin bir kÂğıda buyuk bir hurmetle “Muhammed” ism-i şerîfini yazar ve sarığının kıvrımları arasına yerleştirirdi. Bununla şunu demek isterdi:
“Benim buyukluğum, tÂc sahibi olmakla değil, senin ism-i şerîfini her gun başımda taşımakladır y RasûlÂllah!”
Ve yine o Peygamber Âşığı sultan:
“−Resûlullah ’ın kabrinin kandillerinde zeytinyağının yanması muvÂfık değildir.” diyerek Ravza-i Mutahhara ’nın kandillerinde yakılmak uzere gul yağı vakfetmiştir.
✺ Sultan II. Mahmud doneminde ise, Ravza-i Mutahhara ’nın yıpranan kısımlarının tamiri ve Yeşil Kubbe ’nin yenilenmesi soz konusu olunca, işinin ehli mimar ve ustalar, PÂdişah emriyle derhal Medine-i Munevvere ’ye gonderilmiştir.
Bu muhendis ve mimarlar, kendilerine tevdî edilen bu nÂzik vazifeyi, Efendimiz (a.s.) ’ın rûhÂniyetini rahatsız edecek en ufak bir kabalığa veya edebe mugÂyir bir harekete mahal vermeden yerine getirebilmek icin, tÂmirat sırasında hic dunya kelÂmı konuşmamak uzere anlaştılar. Sonra da kendi aralarında şoyle bir dil geliştirdiler:
“Sen, «Bana tuğlayı uzat yerine; Allah!» de. Ben, «Su ibriğini uzat yerine; Bismillah!» diyeyim. Sen, «Cekici uzat yerine; LÂ ilÂhe illÂllah!» de…”
Boylece Yeşil Kubbe, Âdeta bir zikir meclisinin feyiz ve rûhÂniyet iklîmi icerisinde inşÃ‚ edildi. Bu şerefli hizmette bulunan ustalar, her taşı abdestli olarak ve besmeleyle yerine koydular.
✺ EcdÂdımızın Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ’e olan hurmet ve tÂzîminin sayısız misÂllerinden bir diğeri de şudur:
II. Abdulhamid HÂn, Peygamber Âşığı muʼminlerin, O Âlemler SultÂnıʼnın nurlu eşiğine yuz surerek muhabbetlerini arz edebilmelerini kolaylaştırmak icin İstanbul ’dan Medine-i Munevvere ’ye uzanan bir tren yolu yaptırmıştır. Oyle ki, tren yolunun istasyonlarını da sunnet-i seniyyeye uygun olması icin Peygamber Efendimiz ’in seferlerinde konakladığı yerlere inşÃ‚ ettirmiştir. Ayrıca Medine Tren İstasyonuʼnu Nebiyy-i Muhterem Efendimiz ’in rûhÂniyetini rahatsız etmemek duşuncesiyle Kubbe-i Hadr ’dan yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medine icerisinde bulunan butun raylar, -uzerinden vagonlar gectikce gurultu cıkarmasınlar diye- kece ile kaplatmıştır. Kece ile doşenen bu raylar da, Allah Resûlu ’ne duyulan hurmet ve muhabbet dolayısıyla gunun belli saatlerinde gulsuyu ile yıkanmıştır.
Dolayısıyla bu Âyet-i kerîmeler, oncelikle Peygamberimiz (s.a.s.) ’e, onun sunnetine, getirdiği dine, sonra onun izinden giden İslÂm Âlimlerine, yoneticilere, buyuklere gereken saygıyı gostermeyi, tum insanlara karşı nazik ve terbiyeli davranmayı oğretmektedir.
Devam eden Âyette bahsedilen şu ornek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:HucurÂt Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
HucurÂt Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan