
Aclığın ve sade yaşamanın ustunluğu hakkında ayetler.Aclığın ve sade yaşamanın ustunluğu ile ilgili ayetler:
“Nihayet onların peşinden oyle bir nesil geldi ki bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yuzden ileride sapıklıklarının cezasını cekecekler. Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapanlar, onlar cennete girecekler ve hic haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Meryem sûresi, 59-60) TÂbiîn doneminin onde gelen mufessirlerinden mucÂhit, bu Âyette bahsedilen namazsız ve nefislerinin arzularına uyan nesillerin kıyamete yakın bir zamanda ortaya cıkacağını, Muhammed ummetinin iyi ve guzel işler yapan sÂlih kişilerinin gittikce azalacağını soyler. Bu Âyetle Yahudilerden sonra gelen Hristiyanların kastedildiğini soyleyenler de olmuştur. Âyet, namazı terketmenin buyuk gunahlardan biri olduğuna ve boyle bir kimsenin Allah tarafından cezalandırılacağına delil teşkil eder. Cunku namaz kılmamak ve nefislerin arzusuna uymak sapıklık ceşitlerinden biridir. Peygamberimiz ’in bir hadislerinden acıkca anladığımız gibi, kişinin Allah huzurunda hesaba cekileceği ilk ibadeti namazı olacaktır. Cunku gercek anlamda kılınan namaz kulluğun olcusu olduğu gibi, insanı her turlu kotuluk ve cirkinliklerden alıkoyan odur. İyi terbiye edilmemiş bir nefis insanı coğu kere kotuluk ve cirkinliklere, şehevî ve hayvÂnî duygulara uymaya yoneltir. Bu sebeple nefsin arzu ve isteklerine boyun eğmemek, dinimizin oncelikle uzerinde durduğu terbiye unsurlarının başında gelir. İnsan ibadetlerini ihmal etmiş, nefsinin arzularına uymuş olsa bile, hatasını anladığı anda Allah ’a yonelip tovbe eder. Allah, kullarının samimiyetle yaptıkları tovbeleri kabul eder ve hicbir kuluna en kucuk bir haksızlık yapmaz.
“Derken, KÂrûn, ihtişamı icinde kavminin karşısına cıktı. Dunya hayatını arzulayanlar: Keşke KÂrûn ’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o cok şanslı, dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şoyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara gore Allah ’ın mukÂfatı daha ustundur.” (Kasas sûresi, 79-80) KÂrûn, Hz. Mûs aleyhisselam zamanında yaşadı; hatta onun amcazÂdesi olduğu rivayet edilir. Once Hz.Mûs ’ya iman ettiği halde hırsı ve kıskanclığı yuzunden munafıklığa duştu. Son derece zengin ve zengin olduğu kadar da cimri biri olduğu ve bu zenginliği icinde nasıl helÂk olup gittiği bir ibret tablosu olarak insanlığın hafızasına nakşolunmuştur. Onun, kavmi Benî İsrÂil ’in karşısına cıktığında beraberinde eğerleri altından yapılmış ve her birinin uzerinde kırmızı kadifeden ortuler bulunan dort bin binit hayvanı, bin katır, katırlar uzerine bindirilmiş uc yuz cÂriye ve pek cok zinet eşyası ile ceşitli zenginlikleri olduğu nakledilir. Bazı rivayetlerde bu sayılanlardan cok daha fazlasına yer verildiğini de gormekteyiz. Dunyaya ve dunyalıklara duşkun olanlar, bu ihtişamı gorunce, imrenmişlerdi. Ama onlar, KÂrûn ’un bu hesapsız serveti icinde helak olup gittiğini, malının, mulkunun ve zenginliğinin kendisini kurtarmadığını, aksine yok olmasının temel sebebi olduğunu da gozleriyle gorduler.
Kendilerine ilim verilenler, yani İsrÂiloğulları icinde Allah ’ın emrini bilenler ve inananlar ise, boyle bir tercihin yanlış olduğunu onlara hatırlatarak uzuntulerini ortaya koydular. Cunku Benî İsrÂil Âlimleri, her milletin icindeki benzerleri gibi, insanların ozendikleri bu dunya nimetlerinin gecici olduğunu biliyorlardı. Bu sebeple, Allah ’ın rızÂsının ve sevabının daha kalıcı ve insanı ebedî mutluluğa kavuşturucu olduğunu onlara haber verdiler.
“Sonra, o gun, size verilen nimetten elbette hesaba cekileceksiniz.” (TekÂsur sûresi, 8) Nimet, bu dunyada kendisinden lezzet alınan ve hoşlanılan her şeydir. Hayat, sıhhat, Âfiyet, icilen bir yudum tatlı ve soğuk su dahi bu nimete dahildir. Buna gore, yeryuzunde nimete sahip olmayan kimse yoktur. O halde kimler, hangi nimetlerden hesaba cekilecektir? Allah ’ın nimetlerine karşı nankorluk yapanlar, bu dunyada butun cabaları, gayretleri ve himmetleri zevk ve safa icinde yaşamak, yemek icmek, gezip eğlenmek, şehvetlerini tatmin, nefislerinin dunyalık arzularını yerine getirmekten ibaret olanlardır. Onlar, dinden tamamen gÂfil olan kÂfirler ve dînî sorumluluklarını yerine getirmeyen fÂsık mu ’minlerdir. Her turlu nimetin Allah ’tan geldiğini bilen, bunun karşılığında şukreden, ilme, iyi ve guzel işlere yonelen kimseler, Allah ’a karşı vazifelerini yerine getirmiş olurlar. Boyle olanlar sorumluluklarını yerine getirmiş, Allah ’ın huzuruna yuzu ak olarak cıkmayı hak etmiş olurlar.
“Her kim bu carcabuk gecen dunyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dunyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.”(İsr sûresi, 18) İnsanlardan bazısı sadece bu dunya icin calışır, calışmasının karşılığını da olmeden bu dunyada almak isterse, Allah ona karşılığını burada, bu dunyada peşin verir. Fakat herkese, aynı seviyede ve kişinin istediği kadar değil, CenÂb-ı Hak kendi dilediği kadar verir. Cunku herhangi bir işin kıymeti o işi yapanın isteği ile değil, calıştıranın kabulu ile karara bağlanır. Bununla beraber herkesin yaptığı işin karşılığı tam olarak verilir ve hicbirinin hakkı yenilmez, hic kimseye zulmedilmez. Aceleci olmak ve her şeyin karşılığını bu dunyada almak başlangıcta hoş gorunse de, sonu oldukca acıklıdır. Bu acıklı sonu hak edenlerin munÂfıklar olduğu ifade edilir. Dunyada kendilerine nimet verilenlerin bir kısmı bunları kotu ve cirkin, haram olan yollarda sarfetmek suretiyle kendi elleriyle cehenneme hazırlık yapmış olurlar. Fakat Allah ’a hakkıyla inananlar ve imanlarının şuurunda olanlar verilen her nimetin kıymetini bilir, onu yerli yerine harcar ve bir hesap gununun olduğuna, her şeyin hesabının orada sorulacağına inanırlar. Ayrıca mu ’minler, dunya hayatının gecici, Âhiretin ise ebedî olduğunun bilinci icinde hareket ederler.
Kaynak: Riyazus Salihin, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan