ZÂriyÂt Suresi 17. ayeti ne anlatıyor? ZÂriyÂt Suresi 17. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...ZÂriyÂt Suresi 17. Ayetinin Arapcası:كَانُوا قَل۪يلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
ZÂriyÂt Suresi 17. Ayetinin Meali (Anlamı):Geceleri pek az uyurlardı.
ZÂriyÂt Suresi 17. Ayetinin Tefsiri:Cennetlerde, pınar başlarında bulunup Rablerinin ihsan ettiği sayısız nimetleri hoşnutlukla kabul edip razı olacak kullar, şu hususiyetlere sahiptirler:
Birincisi; bunlar takv sahipleridir. Allah ’tan korkan, O ’na karşı muhabbete dayalı derin bir saygı duyan, bu sevgi ve saygının sevkiyle ilÂhî emirleri yerine getirip yasaklardan titizlikle kacınan kimselerdir. Onların yaşadıkları bu takv hayatından bir iki misal vermek gerekirse:
İkincisi; onlar dunyada iyilik ve ihsan sahibi idiler. DÂim sÂlih ameller yapar ve yaptıklarını da en guzel şekilde yapmaya calışırlardı. Butun işlerini Allah ’ı gorurcesine yaparlardı. Bu sebeple en guzel mukafata ve sevaba layık olmuşlardır.
Ucuncusu; geceleri pek az uyurlardı. “Geceleyin kalk, az bir kısmı dışında geceyi ibÂdetle gecir!” (Muzzemmil 73/2) Âyetinin mÂnasına gore amel ederlerdi. Allah TeÂl ’ya olan şevk ve muhabbetleri, Âhiretle alakalı korku ve endişeleri sebebiyle gozlerine uyku girmez, ibÂdet eder, vazife yaparlardı. Âyette gecen اَلْهُجُوعُ (hucû‘) kelimesi, az uyku, ozellikle gece uykusu demektir. ما (mÂ) edatının olumsuzluk icin alınması durumunda Âyet: “Bazı gece biraz bile uyumazlar, hepsini ihya ederlerdi” (ZÂriyÂt 51/17) mÂnasını taşımaktadır. Seher vakitleri de onlar istiğfar ederlerdi. Geceleri ibÂdet etmekle birlikte, sanki gunah ile vakit gecirmiş gibi seher vakitleri de yatmaz, kusurları icin af dilerlerdi.
Resûlullah (s.a.s.), gece ibÂdetine teşvik ederek şoyle buyurur:
“Ey insanlar! Birbirinize selam verin, yemek yedirin, akrabanızla ilginizi ve onlara yardımınızı devam ettirin. İnsanlar uyurken geceleyin namaz kılın. Boyle yaparsanız, selÂmetle cennete girersiniz.” (Tirmizî, Et‘ime 45; İbn MÂce, İkÂmet 174)
Gecenin sukûn ve bediî manzarasının cÂzibesi ve sırları, onu ibÂdet ve tefekkurde derinleşerek gecirenlere Âittir. Bu sırra sahip olan kulların kalbî Âlemleri, ulvî hasletlerle yerler ve gokler kadar genişleyip nice ilÂhî tecellîlere ma‘kes olur ve mÂrifetullÂh libÂsına burunur.
Hasan Basrî Hazretleri ’ne: “Gece namazı kılanların yuzleri nicin guzel ve nûrlu olur?” diye sordular. Şoyle buyurdu:
“Cunku onlar, RahmÂn ile başbaşa kalmışlardır...”
Bu beraberlik dolayısıyla Âşıklar, gecenin nasıl gectiğini anlayamadan iştiyak ve muhabbetleri artmış bir vaziyette sabaha ulaşırlar.
Veysel Karanî Hazretleri hic uyumazdı. Gecelerini uce taksim etmişti. Bir gece kıyÂm, bir gece rukû, bir gece de secde hÂlinde sabahlardı. Sordular:
“–Y Veysel! Geceleri aynı hÂl uzere, mesel secdede sabaha kadar bir hÂl icinde nasıl gecirebiliyorsun?”
Şoyle cevap verdi:
“–Biliyorsunuz ki secdede uc defa «SubhÂne Rabbiye ’l-a ’l» demek sunnettir. Ben daha bir kere diyemeden sabah oluyor!..”
İmam Rabbani ’nin torunu Şeyh Seyfuddin (r.h.), her gece iki rekat namazda bir hatim indirir ve:
“Ya Rabbi! Geceler ne kadar da kısa. Duzgun bir şekilde iki rekat namaz kılamadan sabah oluyor” derdi.
MevlÂn ’nın DîvÂn-ı Kebîr ’inden nazmen dilimize cevrilen şu ifadeler, Âdet Hak Âşıklarının bu hÂline tercuman olmaktadır:
“Doldur o şerÂbdan, yine doldur, yine bir sun,
Dursun gece, ey dost onu durdur, ne olursun!..
Vur uykumu zincirlere vur, gecmesin Ânlar.
Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar...”
Dorduncusu; onların mallarında اَلسَّٓائِلُ (sÂil) ve اَلْمَحْرُومُ (mahrûm) icin odemek mecburiyetinde oldukları bir hak vardır. “SÂil”, ihtiyacını dile getiren, isteyen ve dilenen kimsedir. “Mahrum” ise, iffetinden dolayı zengin zannedildiği icin sadakadan dahi mahrum bulunan muhtac demektir. Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.) bu hususta şoyle buyurur:
“Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, muhtac olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.” (BuhÂrî, ZekÂt 53; Muslim, ZekÂt 101)
“SÂil”in ihtiyacını dile getiren insanlara, “mahrum”un ise ihtiyac sahibi diğer canlılara işaret ettiği de soylenmiştir. Bu tefsir, insanların yanı sıra diğer canlıların, ozellikle hayvanların haklarını koruma bakımından onem arz etmektedir. Nitekim Allah Resûlu (s.a.s.): “Ciğer taşıyan her canlıdan oturu, ona verilen rızık sebebiyle bir ecir vardır.” (BuhÂrî, MûsÂkÂt 9; Muslim, SelÂm 153)
“Hak” ifadesi zahiren verilecek miktarın vacip olduğunu ifade eder. Bu sebeple bir kısım Âlimler bunun zekÂt olduğunu soylerler. Fakat bu sûrenin Mekkî olması, zekÂtın ise Medine ’de farz kılınmış olması dolayısıyla cokları tarafından bu nafile sadaka olarak anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu, zekÂttan ayrı olarak mal sahibi muttakîlerin vermeyi taahhut ettikleri miktardır. Aslında bu ilÂhî buyruğun ozu şudur: Gercekten takv sahibi bir insan hicbir zaman: “ZekÂtımı vermek suretiyle fakirlerin benim malım icinde olan haklarını odedim ve bu mesuliyetten tamamen kurtuldum. Artık her fakirin, ac olanın, felakete uğrayanın yardımına koşmaya mecbur değilim” şeklinde yanlış bir duşunceye saplanamaz. Aksine o, her zaman gucunun yettiği her iyilik icin can u gonulden hazırdır. Hayırlı ve sevaplı bir iş icin kendisine duşen fırsatları hicbir zaman elden kacırmaz. Yapacağı iyiliğe kendisinin daha cok muhtac olduğunu duşunerek butun imkÂnlarını bu yolda seferber eder. Boyle bir anlayışın, İslÂm kardeşliğinin kuvvetlenmesi, ictimÂî nizam ve ahengin sağlanıp toplumun yukselmesi acısından cok buyuk ehemmiyet taşıdığında şuphe yoktur.
Bu gibi salih amellerin uhrevî Âlemde de acılımları şuphesiz muhteşem olacaktır. Bu sebeple soz kıyamete getiriliyor; kıyÂmetin, oldukten sonra dirilişin ve hesabın olacağına ve bunun da gerekli olduğuna dair uc alandan deliller arz ediliyor:ZÂriyÂt Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
ZÂriyÂt Suresi 17. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan