Tûr Suresi 44. ayeti ne anlatıyor? Tûr Suresi 44. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Tûr Suresi 44. Ayetinin Arapcası:وَاِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ
Tûr Suresi 44. Ayetinin Meali (Anlamı):Onlar, kendilerini helÂk etmek uzere gokten bir parcanın uzerlerine duşmekte olduğunu gorseler bile inatlarından: “Bu, ust uste kumelenmiş bir bulut yığını!” derler.
Tûr Suresi 44. Ayetinin Tefsiri:CenÂb-ı Hak peş peşe ferman buyurduğu bu suallerle muşrikleri Allah ’ın varlığını, birliğini, Hz. Muhammed (s.a.s.) ’in peygamberliğini ve Kur ’an ’ın gercekliğini kabule yonlendirmektedir. Cunku bu sualler muhatabı her yonden kuşatmakta, ona kacıp kurtulabileceği en kucuk bir delik bırakmamakta ve onu gerceği itirafa mecbur kılmaktadır. Kısaca ozetlemek gerekirse:
Oncelikle kendi yaratılışlarına dikkat ceker. Bu kadar mukemmel ve olculu bir yaratılış, bir yaratıcı olmaksızın tesadufen kendiliğinden mi ortaya cıktı? Bunu belli bir takdir ve olcuye gore var eden bir Rab, bir Yaratıcı yok mudur? Onceleri yokken sonradan yaratıldıklarına gore, şayet akılları varsa, kendilerini bir yaratanın olabileceğini duşunmeleri gerekmez mi? Yoksa onları bir yaratıcı yarattı da başıboş mu bıraktı? Yoksa onlar Allah ’a kulluktan başka bir maksat icin mi yaratıldılar? Yoksa yaratıcı onlar da, kendilerini ve eşyayı yine kendileri mi yarattı? Yoksa Yaratan ’ı hicbir şey yerine koymadıkları icin mi O ’nun kudretini hesaba katmıyor, cezasından korkmuyor ve imansızlık ediyorlar?
İkinci olarak, goklerin ve yerin yaratılışına ibretle bakmayı ister. Yoksa gokleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır onlar yaratmadılar. Cunku onlar, kendilerine sorulduğu zaman “Gokleri ve yeri yaratan Allah ’tır” derlerdi. Fakat yine de şuphe icinde dolaşır, O ’nun mantıklı sonuclarını tatbik edecek kesin bir kanaat ile hareket etmez, emir yasak tanımaz, mûcizelere inanıp, peygamberi tasdik etmek istemezler. Hakikati anlayıp ona teslim olmak işlerine gelmez. Sadece peygamberin, zamanın felaketlerine carpılmasını bekler dururlar.
Ucuncu olarak, Allah TeÂl ’nın maddi manevî hazineleri soz konusu edilir. Yoksa Rabbin hazineleri onların yanında mıdır? Nimetleri onlar mı dağıtıyorlar? Boyle bir hakları varsa peygamberliği istediklerine verebilir, o yuce rutbenin Hz. Muhammed (s.a.s.) ’e verilmesini engelleyebilirler. Fakat onların boyle bir hak ve salahiyete sahip olmadıkları acık bir gercektir
Dorduncu olarak, hÂkimiyete dikkat cekilir. Yoksa her şeyi hÂkimiyetleri altına alan onlar mıdır? Bu hÂkimiyetle -hÂşÃ‚- Allah ’a bile galip gelmişler, hazinelerini ele gecirmişler de onun vermek istediğini verdirmek istemiyor; yahut da Allah ’ın verdiğini zorla geri almak istiyorlar, oyle mi?
Beşinci olarak, vahyi ve ilÂhî bilgileri alma yollarına bakılması istenir. Yoksa onların bir merdivenleri var; Allah ’ın Mele-i A ’la ’ya gonderdiği emirleri, vahiyleri ve diğer butun ilÂhî sozleri o merdivenle goğe yukselip dinliyorlar; boylece kimin kimden once oleceğini ve Kur ’Ân ’ın Allah tarafından gonderilmeyip uydurularak O ’na isnat edildiğini biliyorlar, oyle mi? Oyleyse bu bilgileri dinleyenlerin acıklayıcı, kuvvetli bir delil getirmeleri, dinlediklerini ispat etmeleri gerekmez mi?
Altıncı olarak, Kur ’an ve Peygamber ’in getirdiği tÂlimatlara uygun davranmadıkları icin icine duştukleri itikadî yanlışlara yer verilir. Bunların başında Allah TeÂl ’ya cocuk isnat etmeleri gelir. Cocuklardan da, kendileri icin yuz karası ve utanc sebebi saydıkları kızları Allah ’a tahsis ediyorlar. Mesel onlar, meleklerin Allah ’ın kızları olduğunu ileri suruyorlar ve onların adına bir takım putlar yapıp, LÂt, Uzza, MenÂt gibi dişi isimler vererek tapıyorlar, sonra da, “Biz bunları Allah ’a ortak koşmuyoruz, Allah ’ın kızları oldukları icin bize şefaat etsinler diye onlara tapıyoruz” diyorlardı. Ancak kendilerine gelince kız evladını hor goruyor ve oğlan istiyorlardı. Bundan daha gulunc inanc ne olabilir? Bu ceşit acık cehalet karanlıklarında yuvarlanıyorlar da, Allah tarafından ilim ışığını kendilerine getiren kimseye can duşmanı oluyorlar.
Yedinci olarak, tebliğe karşılık ucret meselesine dikkat cekilir. Yoksa Peygamber (s.a.s.) onlardan bir ucret istiyor da bu yuzden onlar ağır bir borc altında mı kalıyorlar? Âyette gecen اَلْمُغْرَمُ (mağrem) kelimesi esasen “sucsuz bir insanın malından vermesi gereken zarar karşılığı” anlamına gelir. Bu yuzden kefil olmak gibi acık yahut yardımlaşma gibi zımnen bir soz verme ya da cebri bir sorumluluk neticesi meydana gelen zarara da “mağrem” denilir. Yani onlar, zorba hukumetlerin baskıları altında ağır vergilerle ezilmekte olan halk gibi midirler ki Peygamber (s.a.s.) ’in davetinden yuz ceviriyor, onun icin felaketler bekliyorlar?
Sekizinci olarak, gayb konusu gundeme getirilir. Yoksa gayb onların yanında da, onlar istediklerini yazıyor, istediği kararı veriyor; mutlak mÂnada neyin faydalı neyin zararlı olduğunu biliyor, insanların faydasına olacak şekilde uymaları gereken kanun ve kaideleri belirliyor; kimin once oleceğini Levh-i Mahfuz ’dan alıp halka onlar haber veriyorlar, oyle mi?
Dokuzuncu olarak, muşriklerin Resûlullah (s.a.s.) ve mu ’minler icin kurdukları tuzaklar soz konusu edilir. Onlar Peygamberimiz ve muminlere kotu bir plan hazırlamak istiyorlardı. Bu Âyet muşriklerin DÂru ’n-Nedve ’de tertip etmek istedikleri su-i kastı haber vermektedir. Fakat Âyetin verdiği habere gore o kufredenlerin kendileri aldanacak, kurdukları tuzağa kendileri duşeceklerdi. Nitekim oyle olmuş; Allah Resûlu (s.a.s.) sağ sÂlim hicret ederken Ebû Cehiller Bedir ’de yakalanıp oldurulmuşlerdir. Boylece soz konusu Âyet, gaybı onceden haber vermiş ve bunu onların değil, Allah ’ın bilip peygamberine haber verdiğini gozler onune sermiştir.
Son olarak muşriklerin Allah ’tan başka taptıkları putlara dikkat cekilir. Onların Allah ’tan başka ilÂhları vardı. Bunların kendilerini Allah ’ın azabından kurtaracaklarını zannediyorlardı. Halbuki Allah onların koştukları ortaklardan uzaktır. Daha doğrusu Allah ’tan başka hicbir ilÂh yoktur.
Butun bu sualler gerceği acık olarak ortaya koyacak kuvvette ve netliktedir. Nitekim Cubeyr b. Mut‘im, Bedir savaşından sonra Kureyşli esirlerin serbest bırakılmaları icin Mekkeli muşrikler tarafından konuşmak uzere Medine ’ye gonderilmişti. Medine ’ye geldiklerinde Peygamberimiz (s.a.s.) akşam namazını kıldırıyor, namazda da Tûr sûresini okuyordu. Cubeyr ’in kendisi şoyle anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s.) sûrenin bu bolumune geldiğinde, heyecandan kalbim goğsumden dışarı fırlayacak zannettim.” (BuhÂrî, Tefsir 52) O gun bu ayetleri işitmesiyle İslÂm onun kalbine kok saldı, daha sonra musluman olmasının onemli sebeplerinden biri oldu. Fakat umûmen kÂfirler bu gerceklere inanmak istememişler, Peygamber (s.a.s.) ’den ısrarla mûcize talep etmişlerdir. Mesel onlar “Eğer doğru soyleyenlerden isen, haydi uzerimize goğu parca parca duşur!” (Şuar 26/187) diye istekte bulunuyorlardı. Bu isteklerine binÂen o kÂfirler, o kadar inatcı bir hÂle gelmişlerdi ki, gokten bir parcanın duşmekte olduğunu gorseler, artık azabın tepelerine inmekte olduğuna şÃ‚hit olsalar bile yine inanmayacak, bunun hakkında “ust uste kumelenmiş bir bulut yığını” diyecek kadar buyuk bir gafletin icinde idiler. Fiilen başlarına gelmedikce kabul etmezlerdi. Onların bu inkÂr hÂllerini anlatmak uzere Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Şu bir gercek ki, haklarında Rabbinin azap sozu kesinleşmiş olanlar iman etmezler. Kendilerine her turlu delil ve mûcize gelmiş olsa bile inkÂrda diretirler. Ta o can yakıcı azabı gozleriyle gorunceye kadar!” (Yûnus 10/96-97)
“Eğer onlara istedikleri gibi melekleri indirseydik, oluler dile gelip kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp şÃ‚hit olarak karşılarına getirseydik, Allah dilemedikce yine de onlar iman edecek değillerdi; fakat onların coğu bilmezler.” (En‘Âm 6/111)
Oyleyse:Tûr Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Tûr Suresi 44. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan