Fetih Suresi kac ayettir? Fetih Suresi ne anlatıyor? Fetih Suresi ’nin fazilet ve sırları nelerdir? Fetih Suresi Turkce, Arapca okunuşu ve anlamı… Fetih Suresi ’nin getirdiği mujdeler neler? Fetih Suresi ne zaman ve nerede indirilmiştir? Fetih Suresi ’nin iniş sebebi, nuzulu, yazılışı, okunuşu, anlamı ve fazileti.Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Bu gece bana, uzerine guneşin doğduğu her şeyden daha değerli ve guzel bir sûre indirildi” buyurmuş, sonra da Fetih sûresini okumuştur. (BuhĂ‚rî, Tefsir 48/1) Fetih Suresi, hicretin altıncı senesinde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hudeybiye ’den Medine ’ye donuşu esnĂ‚sında Mekke ile Medine arasında nĂ‚zil olmuştur. Genel taksime gore Medine ’de indiği kabul edilir. 29 Ă‚yettir. İsmini, Peygamberimize buyuk bir zafer olan Hudeybiye anlaşmasını mujdeleyen birinci Ă‚yetindeki فَتْحًا مُب۪ينًا (fethan mubînen) ifadesinden alır. Resmi tertîbe gore 48, iniş sırasına gore ise 109. sûredir. Fetih Suresi ile ilgili sizler icin hazırladıklarımız:
Fetih Suresi Arapca Fetih Suresi Arapca Yazılışı Fetih Suresi Turkce Okunuşu Fetih Suresi Anlamı Fetih Suresi Dinle (Fatih Collak) Fetih Suresi Dinle (Kabe İmamları) Fetih Suresi Neden Bahsediyor? Fetih Suresi'nin Fazileti Fetih Suresi İniş Sebebi Fetih Suresi Tefsiri Uzun (Prof. Dr. Omer Celik) Fetih Suresi'nin Getirdiği Mujdeler Fetih Suresi Kimlere Karşı Okunur? Ayetel Kursi ’nin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri Yasin Suresi Dinle (Arapca ve Turkce Okunuşu) FETİH SURESİ DİNLE (FATİH COLLAK HOCAEFENDİ)
FETİH SURESİ OKU (ARAPCA) Fetih Suresi 1. Sayfa
Fetih Suresi 2. Sayfa
Fetih Suresi 3. Sayfa
Fetih Suresi 4. Sayfa
Fetih Suresi 5. Sayfa
FETİH SURESİ TURKCE OKUNUŞU* (*Turkce okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun gorulmemektedir. Ayetler Turkce olarak arandıkları icin aramalarda cıkmak icin sitemize eklenmiştir.)
“BismillĂ‚hirrahmanirrahim.
1. İnnĂ‚ fetahnĂ‚ leke fethan mubînĂ‚(mubînen).
2. Li yagfira lekallĂ‚hu mĂ‚ tekaddeme min zenbike ve mĂ‚ teahhara ve yutimme ni ’metehu aleyke ve yehdiyeke sırĂ‚tan mustekîmĂ‚(mustekîmen).
3. Ve yansurakallĂ‚hu nasran azîzĂ‚(azîzen).
4. Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu ’minîne li yezdĂ‚dû îmĂ‚nen mea îmĂ‚nihim, ve lillĂ‚hi cunûdus semĂ‚vĂ‚ti vel ard(ardı), ve kĂ‚nallĂ‚hu alîmen hakîmĂ‚(hakîmen).
5. Li yudhilel mu ’minîne vel mu ’minĂ‚ti cennĂ‚tin tecrî min tahtihĂ‚l enhĂ‚ru hĂ‚lidîne fîhĂ‚ ve yukeffira anhum seyyiĂ‚tihim, ve kĂ‚ne zĂ‚like indallĂ‚hi fevzen azîmĂ‚(azîmen).
6. Ve yuazzibel munĂ‚fikîne vel munĂ‚fikĂ‚ti vel muşrikîne vel muşrikĂ‚tiz zĂ‚nnîne billĂ‚hi zannes sev ’i aleyhim dĂ‚iratus sev ’i, ve gadiballĂ‚hu aleyhim ve leanehum ve eadde lehum cehennem(cehenneme), ve sĂ‚et masîrĂ‚(masîren).
7. Ve lillĂ‚hi cunûdus semĂ‚vĂ‚ti vel ard(ardı), ve kĂ‚nallĂ‚hu azîzen hakîmĂ‚(hakîmen).
8. İnnĂ‚ erselnĂ‚ke şĂ‚hiden ve mubeşşiran ve nezîrĂ‚(nezîren).
9. Li tu ’minû billĂ‚hi ve resûlihî ve tuazzirûhu ve tuvakkırûhu, ve tusebbihûhu bukraten ve asîlĂ‚(asîlen).
10. İnnellezîne yubĂ‚yiûneke innemĂ‚ yubĂ‚yiûnallĂ‚h(yubĂ‚yiûnallĂ‚he), yedullĂ‚hi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemĂ‚ yenkusu alĂ‚ nefsihî, ve men evfĂ‚ bi mĂ‚ Ă‚hede aleyhullĂ‚he fe se yu ’tîhi ecran azîmĂ‚(azîmen).
11. Se yekûlu lekel muhallefûne minel a ’rĂ‚bi şegaletnĂ‚ emvĂ‚lunĂ‚ ve ehlûnĂ‚ festagfir lenĂ‚, yekûlûne bi elsinetihim mĂ‚ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallĂ‚hi şey ’en in erĂ‚de bikum darran ev erĂ‚de bikum nef ’Ă‚(nef ’en), bel kĂ‚nallĂ‚hu bi mĂ‚ ta ’melûne habîrĂ‚(habîran).
12. Bel zanentum en len yenkaliber resûlu vel mu ’minûne ilĂ‚ ehlîhim ebeden ve zuyyine zĂ‚like fî kulûbikum ve zanentum zannes sev ’i ve kuntum kavmen bûrĂ‚(bûran).
13. Ve men lem yu ’min billĂ‚hi ve resûlihî fe innĂ‚ a ’tednĂ‚ lil kĂ‚firîne saîrĂ‚(saîran).
14. Ve lillĂ‚hi mulkus semĂ‚vĂ‚ti vel ard(ardı), yagfiru li men yeşĂ‚u ve yuazzibu men yeşĂ‚u, ve kĂ‚nallahu gafûran rahîmĂ‚(rahîmen).
15. Se yekûlul muhallefûne izĂ‚ntalaktum ilĂ‚ megĂ‚nime li te ’huzûhĂ‚ zerûnĂ‚ nettebi ’kum, yurîdûne en yubeddilû kelĂ‚mallĂ‚h(kelĂ‚mallĂ‚hi), kul len tettebiûnĂ‚ kezĂ‚likum kĂ‚lallĂ‚hu min kablu, fe se yekûlûne bel tahsudûnenĂ‚, bel kĂ‚nû lĂ‚ yefkahûne illĂ‚ kalîlĂ‚(kalîlen).
16. Kul lil muhallefîne minel a ’rĂ‚bi se tud ’avne ilĂ‚ kavmin ulî be ’sin şedîdin tukĂ‚tilûnehum ev yuslimûn(yuslimûne), fe in tutîû yu ’tikumullĂ‚hu ecran hasenĂ‚(hasenen), ve in tetevellev kemĂ‚ tevelleytum min kablu yuazzibkum azĂ‚ben elîmĂ‚(elîmen).
17. Leyse alĂ‚l a ’mĂ‚ haracun ve lĂ‚ alĂ‚l a ’raci haracun ve lĂ‚ alĂ‚l marîdı haracun, ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennĂ‚tin tecrî min tahtihĂ‚l enhĂ‚ru, ve men yetevelle yuazzibhu azĂ‚ben elîmĂ‚(elîmen).
18. Lekad radiyallĂ‚hu anil mu ’minîne iz yubĂ‚yiûneke tahteş şecerati fe alime mĂ‚ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esĂ‚behum fethan karîbĂ‚(karîben).
19. Ve megĂ‚nime kesîraten ye ’huzûnehĂ‚, ve kĂ‚nallĂ‚hu azîzen hakîmĂ‚(hakîmen).
20. VaadekumullĂ‚hu megĂ‚nime kesîraten te ’huzûnehĂ‚ fe accele lekum hĂ‚zihî ve keffe eydiyen nĂ‚si ankum, ve li tekûne Ă‚yeten lil mu ’minîne ve yehdiyekum sırĂ‚tan mustakîmĂ‚(mustakîmen).
21. Ve uhrĂ‚ lem takdirû aleyhĂ‚ kad ehĂ‚tallĂ‚hu bihĂ‚, ve kĂ‚nallĂ‚hu alĂ‚ kulli şey ’in kadîrĂ‚(kadîran).
22. Ve lev kĂ‚telekumullezîne keferû le vellevûl edbĂ‚ra summe lĂ‚ yecidûne velîyyen ve lĂ‚ nasîrĂ‚( nasîran).
23. SunnetallĂ‚hilletî kad halet min kablu, ve len tecide li sunnetillĂ‚hi tebdîlĂ‚(tebdîlen).
24. Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba ’di en azferakum aleyhim ve kĂ‚nallĂ‚hu bi mĂ‚ ta ’melûne basîrĂ‚(basîran).
25. Humullezîne keferû ve saddûkum anil mescidil harĂ‚mi vel hedye ma ’kûfen en yebluga mahıllehu, ve lev lĂ‚ ricĂ‚lun mu ’minûne ve nisĂ‚un mu ’minĂ‚tun lem ta ’lemûhum en tetaûhum fe tusîbekum minhum maarratun bi gayri ilmin, li yudhılallĂ‚hu fî rahmetihî men yeşĂ‚u, lev tezeyyelû le azzebnĂ‚llezîne keferû minhum azĂ‚ben elîmĂ‚(elîmen).
26. İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul hamiyyete hamiyyetel cĂ‚hiliyyeti fe enzelallĂ‚hu sekînetehu alĂ‚ resûlihî ve alel mu ’minîne ve elzemehum kelimetet takvĂ‚ ve kĂ‚nû e hakka bihĂ‚ ve ehlehĂ‚ ve kĂ‚nallĂ‚hu bi kulli şey ’in alîmĂ‚(alîmen).
27. Lekad sadakallĂ‚hu resûlehur ru ’yĂ‚ bil hakkı, le tedhulunnel mescidel harĂ‚me inşĂ‚allĂ‚hu Ă‚minîne muhallikîne ruûsekum ve mukassırîne lĂ‚ tehĂ‚fûn(tehĂ‚fûne), fe alime mĂ‚ lem ta ’lemû fe ceale min dûni zĂ‚like fethan karîbĂ‚(karîben).
28. Huvellezî ersele resûlehu bil hudĂ‚ ve dînil hakkı li yuzhirahu alĂ‚d dîni kullihî, ve kefĂ‚ billĂ‚hi şehîdĂ‚(şehîden).
29. Muhammedun resûlullĂ‚h(resûlullĂ‚hi), vellezîne meahû eşiddĂ‚u alĂ‚l kuffĂ‚ri ruhamĂ‚u beynehum terĂ‚hum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallĂ‚hi ve rıdvĂ‚nen sîmĂ‚hum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zĂ‚like meseluhum fît tevrĂ‚t(tevrĂ‚ti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer ’in ahrace şat ’ehu fe Ă‚zerehu festagleza festevĂ‚ alĂ‚ sûkıhî yu ’cibuz zurrĂ‚a, li yagîza bihimul kuffĂ‚r(kuffĂ‚ra), vaadallĂ‚hullezîne Ă‚menû ve amilûs sĂ‚lihĂ‚ti minhum magfiraten ve ecren azîmĂ‚(azîmen).
FETİH SURESİ MEALİ 1. Doğrusu biz sana apacık bir fetih ihsĂ‚n ettik.
2. Boylece Allah senin gecmiş ve gelecek gunahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir.
3. Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.
4. İmanlarına iman katsınlar diye muminlerin kalplerine guven indiren O'dur. Goklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, herşeyi hikmetle yapandır.
5. Mumin erkeklerle mumin kadınları, icinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların gunahlarını ortmesi icindir. İşte bu, Allah katında buyuk bir kurtuluştur.
6. Ve o Allah hakkında kotu zanda bulunan munĂ‚fık erkeklere ve munĂ‚fık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi icindir. Kotuluk onların başlarına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lĂ‚netlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kotu bir yerdir!
7. Goklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah cok gucludur, hukum ve hikmet sahibidir.
8. Şuphesiz biz seni, şĂ‚hit, mujdeleyici ve uyarıcı olarak gonderdik.
9. Ki, Allah'a ve Resulune iman edesiniz, ve bunu takviye edip, O'na saygı gosteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz.
10. Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin uzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gosterirse Allah ona buyuk bir mukĂ‚fat verecektir.
11. yakında a'rĂ‚bilerden geri kalmış olanlar sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle soylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gucu yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
12. Aslında siz Peygamber ve muminlerin, ailelerine geri donmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gonullerinize guzel gorundu de kotu zanda bulundunuz ve helĂ‚ki hak etmiş bir topluluk oldunuz.
13. Kim Allah'a ve Rasulune iman etmezse şuphesiz biz, kĂ‚firler icin cılgın bir ateş hazırlamışızdır.
14. Goklerin ve yerin mulku Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Allah cok bağışlayan cok merhamet edendir.
15. Siz ganimetleri almak icin gittiğinizde geri kalanlar: "Bırakın biz de arkanıza duşelim." diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sozunu değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha once boyle buyurmuştur. Onlar size: "Bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.
16. A'rabilerin geri bırakılmış olanlarına de ki: Siz yakında cok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya cağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya musluman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size guzel bir mukĂ‚fat verir. Ama onceden donduğunuz gibi yine donecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.
17. Kore vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve peygamberine itĂ‚at ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.
18. Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, muminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara guven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mukĂ‚fatlandırmıştır.
19. Allah onları elde edecekleri bircok ganimetlerle de mukĂ‚fatlandırdı. Allah cok gucludur, hukum ve hikmet sahibidir.
20. Allah size, elde edeceğiniz bircok ganimetler vaad etmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden cekmiştir ki bu, muminlere bir işaret olsun ve Allah sizi doğru yola iletsin.
21. Bundan başka sizin guc yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin icin kuşattığı ganimetler de vardır. Allah herşeye kĂ‚dirdir.
22. Eğer kĂ‚firler sizinle savaşsalardı arkalarına donup kacarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.
23. Allah'ın oteden beri gelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
24. O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin gobeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan cekendir. Allah, yaptıklarınızı gorendir.
25. Onlar inkĂ‚r eden ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer kendilerini henuz tanımadığınız mumin erkeklerle, mumin kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı onlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek icin Allah boyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkĂ‚r edenleri elemli bir azaba carptırırdık.
26. O zaman inkĂ‚r edenler, kalplerine taassubu, cĂ‚hiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elcisine ve muminlere sukûnet ve guvenini indirdi. Onları takva sozu uzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.
27. Andolsun ki Allah, elcisinin ruyasını doğru cıkardı. Allah dilerse siz guven icinde başlarınızı tıraş etmiş ve saclarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan once size yakın bir fetih verdi.
28. Butun dinlerden ustun kılmak uzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gonderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.
29. Muhammed Allah'ın elcisidir. Onun yanında bulunanlar da kĂ‚firlere karşı cetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukûa varırken secde ederken gorursun. Allah'tan lutuf ve rıza isterler. Yuzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şoyledir: Onlar filizini yarıp cıkarmış, gittikce onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, govdesi uzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatcıların da hoşuna gider. Allah boylece onları coğaltıp kuvvetlendirmekle kĂ‚firleri ofkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve buyuk bir mukĂ‚fat vaad etmiştir.
FETİH SURESİ DİNLE (FATİH COLLAK HOCAEFENDİ)
FETİH SURESİ KONUSU Fetih suresi, hicretin altıncı senesinde muşriklerle imzalanan ve İslĂ‚m ’ın dunya uzerinde kabul gorup yayılmasına zemin hazırlayan buyuk bir zafer olma husûsiyeti taşıyan Hudeybiye anlaşmasından bahsederek soze başlar. Hudeybiye seferine katılıp, Mekke ’ye elci olarak gonderilen Hz. Osman ’ın oldurulduğu şayiası uzerine, eğer haber doğruysa kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dĂ‚ir Efendimiz ’e bey‘at eden AshĂ‚b-ı KirĂ‚m methedilir. Bu mu ’minlere cok parlak istikballer, zaferler ve ganimetler va‘dedilir. Diğer taraftan mal ve evlat engeline takılıp Hudeybiye seferine katılamayan munafıkların ic Ă‚lemlerinin karışıklığı, carpık duyguları ve bunların soz ve fiillerine akseden menfî goruntuleri birer ibret tablosu hĂ‚linde sergilenir. Son olarak Mekke fethinin mujdesi verilir ve bunun gercekleşme planları oğretilir. Allah ’ın dîninin mutlaka gĂ‚lip geleceği bildirilirken, bu hak dini dunyaya gĂ‚lip kılacak olan ve sahĂ‚be neslinde orneklenen kĂ‚mil mu ’minlerin, ornek İslĂ‚m cemaatinin başlıca vasıfları beyĂ‚n edilir.
FETİH SURESİ FAZİLETİ Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Bu gece bana, uzerine guneşin doğduğu her şeyden daha değerli ve guzel bir sûre indirildi” buyurmuş, sonra da Fetih Sûresi ’ni okumuştur. (BuhĂ‚rî, Tefsir 48/1)
[h=2]FETİH SURESİ TEFSİRİ[/h] 1. RahmĂ‚n Rahîm Allah ’ın ismiyle… Rasûlum! Gercekten biz sana, ardı ardına gelecek nice fetihlerin oncusu ve mujdecisi olacak apacık bir fetih ihsĂ‚n ettik.
Bu fetih, hicretin altıncı senesinde muşriklerle yapılan Hudeybiye anlaşmasıdır. Anlaşmanın birkac onemli maddesi şoyleydi:
Anlaşmanın suresi on yıldır. Bu sure zarfında iki taraf arasında savaş durdurulacak, bir taraf diğeri aleyhinde gizli ya da acık hicbir harekette bulunmayacaktır. Muslumanlar KĂ‚be ’yi bu yıl ziyĂ‚ret edemeyecekler; bu ziyĂ‚ret, bir sonraki yıl yapılacaktır. Gelecek yıl ziyĂ‚rete gelenler, Mekke ’de uc gun kalacak, o zaman icinde muşrikler Mekke dışına cıkacak, muslumanlarla temas kurmayacaklardır. Kureyşlilerden biri, musluman olarak da olsa, Medine ’ye sığındığı takdirde iĂ‚de edilecek, ama Medine ’den Mekke ’ye sığınanlar iĂ‚de edilmeyecektir. Diğer Arap kabileleri dilerlerse Muslumanların tarafına, dilerlerse Kureyşlilerin safına katılabileceklerdir. Rasûlullah, Hudeybiye ’nin buyuk bir fetih olduğunu bildirdiğinde ashĂ‚bdan biri: “BeytullĂ‚h ’ı tavaftan alıkonduk, kurbanlarımızın Harem ’de kesilmesine mĂ‚ni olundu. Musluman olarak bize gelip sığınan iki kişiyi (Ebû Cendel ve Ebû Basîr ’i) de Rasûlullah geri verdi. Bu nasıl fetihtir?” diyerek soylendi. Bu sozler kendisine ulaşan Rasûl-i Ekrem, bu anlaşmanın hangi yonden buyuk bir fetih olduğunu şoyle izah buyurdu: “−Evet! Bu anlaşma en buyuk fetihtir. Muşrikler sizin, kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi gormenize rĂ‚zı olmuş, gidip gelirken de emniyet ve selĂ‚met icinde bulunmanızı istemiştir. Onlar şimdiye kadar istemedikleri, hoşlanmadıkları İslĂ‚m ’ı, boylece sizlerden gorecek ve oğrenecekler. Allah sizi muzaffer kılacak, gittiğiniz yerden sĂ‚limen ve kazanclı olarak doneceksiniz. Bu ise fetihlerin en buyuğudur.” (Halebî, İnsĂ‚nu ’l-‘uyûn, II, 715)
İmam Zuhrî, Hudeybiye anlaşmasının neticelerini, Allah Rasûlu ’nun bu husustaki hadis-i şeriflerinden de istifade ile şu şekilde ozetler: “Daha onceleri Muslumanlarla muşrikler, karşılaştıkları her yerde savaşmış ve carpışmışlardı. Hudeybiye barışı olunca carpışma sona erdi. İki taraf arasında guven ortamı teşekkul etti. Birbirleriyle goruşup kaynaşma imkĂ‚nı buldular. HattĂ‚ ceşitli konularda yardımlaşmaya başladılar. Bu sırada kime İslĂ‚m ’dan soz acılsa, biraz duşundukten sonra hakîkati kavrıyor ve hemen Musluman oluyordu. Oyle ki, Hudeybiye ’den Mekke fethine kadarki iki sene zarfında Musluman olanların sayısı, Hudeybiye ’ye kadar ge­cen on dokuz senelik İslĂ‚mî dĂ‚vet netîcesinde Musluman olanların sayısından daha fazla ol­muştu.”
İbn HişĂ‚m, buna şu sozleri ilĂ‚ve eder: “Rasûlullah Hudeybiye ’ye giderken bin dort yuz kişiyle yola cıkmıştı. Bundan iki yıl sonra, Mekke ’nin fethinde ise yanında on bin, diğer bir rivĂ‚yete gore yolda katılan iki bin kişiyle birlikte on iki bin Musluman bulunmaktaydı. Bu rakamlar, Zuhrî ’nin tespitlerinin ne kadar isĂ‚betli olduğunu gostermektedir.” (Heysemî, Mecma‘u ’z-zevĂ‚id, VI, 170; İbn HişĂ‚m, es-Sîre, III, 372) Gercekten de Hudeybiye ’nin ne kadar muhteşem bir zafer olduğu, daha sonra gelişen olaylarla acığa cıkmıştır. Bunları hulĂ‚sa olarak tekrar ifade etmek istersek şunlar soylenebilir:
✓ Bu anlaşmayla birlikte Arabistan ’da İslĂ‚mî bir yonetimin varlığı ilk defa resmen kabul edilmiş oluyordu.
✓ Bu anlaşma sĂ‚yesinde, Mekkelilerin propagandası yuzunden Arabistan ’daki kabilelerin gonlunde İslĂ‚m aleyhine yerleşmiş olan kin ve nefret duyguları biraz olsun dinmişti.
✓ Sulh ortamı, Musluman toplumla muşrik toplum arasındaki ticĂ‚rî ve kulturel alışverişi canlandırdı. Bu vesileyle Muslumanlar Arabistan ’ın en uzak noktalarına dağılarak İslĂ‚m ’ı yaymaya başladılar. Kısa zamanda Muslumanların sayısı oncesine nazaran suratle arttı.
✓ Rasûlullah, savaşın durdurulmasından sonra Medine ’de İslĂ‚m devletini guclendirerek, ornek bir İslĂ‚m toplumu oluşturma imkĂ‚nı buldu.
✓ Bu anlaşma sĂ‚yesinde ulkenin guney sınırları emniyete alınınca, kuzey ve orta Arabistan ’daki kabileler İslĂ‚m devletinin hĂ‚kimiyetine girdiler. Bu Ă‚şikĂ‚r fetihle beraber oncelikle Rasûlullah ’a ve onun şahsında da tum Muslumanlara şu buyuk nimetlerin ihsĂ‚n edildiği beyĂ‚n buyrulur:
2. Boylece Allah senin gecmiş ve gelecek tum gunahlarını bağışlayacak, uzerindeki nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir yola eriştirecektir.
3. Şanlı, şerefli bir zaferle sana yardım edecektir.
Soz konusu edilen nimetler: Birincisi; Rasûl-i Ekrem ’in gecmiş ve gelecek tum gunahlarının bağışlanması: Peygamberler, bir beşer olarak hata ve kusurdan tamĂ‚men uzak değillerdir. Ufak tefek hatalar, ayak surcmeleri ve ictihada dayanarak verdiği kararlarda bazan isabet edememe durumları onlar icin de gecerlidir. Kur ’an- Kerîm ’de bunun pek cok misĂ‚li vardır. Allah TeĂ‚lĂ‚ hem bunları bağışlamış, hem de beşer olarak kendinde bulunan gunah işleme potansiyelinin fiiliyata gecmesinden onu koruma altına almıştır.
İkincisi; Peygamberimiz ’e olan nimetini tamamlaması: En buyuk nimet olan İslĂ‚m dini barış ortamında tamamlanarak yayılma ve yerleşme imkĂ‚nı buldu. Muslumanlar, kendi yurtlarında tehlike, endişe ve dış mudahaleden korunmuş bir halde tam olarak İslĂ‚m medeniyeti, ahlĂ‚kı ve İslĂ‚m kanunları ve hukumlerine uygun olarak yaşamaları icin buyuk bir hurriyet elde ettiler. Allah ’ın dînini ve kelime-i tevhidi yukseltebilme guc ve imkĂ‚nlarını artırdılar. Bundan itibaren peş peşe fetihler elde ettiler. Buyukluk taslayanlar onlara boyun eğmek ve zorbalar onlara itaat ermek mecburiyetinde kaldılar. Bununla birlikte; CenĂ‚b-ı Hakk ’ın Peygamberimiz ’i kendisine sevgili yapması, onun hayatına yemin etmesi, onu son peygamber olarak gondermesiyle evvelki şeriatlerin hukumlerini ortadan kaldırması, kendini miracta “kĂ‚be kavseyn”e kadar yukseltmesi, yine miracta gozunu saptırmamak ve kalbini MevlĂ‚sından bir an ayırmamak suretiyle mĂ‚sivĂ‚ya duşmekten koruması, kıyĂ‚mete kadar butun ins ve cinne peygamber olarak gondermesi, kendine ve ummetine ganimetleri helĂ‚l kılması, ona şefaati uzma vermesi, butun Âdemoğulları ’na seyyid yapması; teşehhudde, ezanda, Kur ’an ’ın pek cok Ă‚yetinde zikrini kendi zikrine, rızĂ‚sını ve itaatini kendi rızĂ‚ ve itaatine birleştirmesi, kelime-i tevhidin iki ruknunden birini ondan ibaret gostermesi de Efendimiz ’e ihsĂ‚n edilip tamama erdirilen nimetler cumlesindedir.
Ucuncusu; onu dosdoğru bir yola eriştirmesi: ZĂ‚ten Allah Rasûlu ve ona inananlar doğru yol uzere bulunmaktadırlar. Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara bu yolda azim, sebĂ‚t ve kararlılık lutfedecektir. Bundan asıl maksat ise, Peygamber ’e fetih ve zafer yolunu gostermiş olmasıdır. Nitekim Allah TeĂ‚lĂ‚ Hudeybiye ’de bahsedilen barış anlaşmasını yaptırarak, İslĂ‚m ’ın yayılmasına engel olan butun gucleri mağlup edebilecekleri en uygun ve en guzel yolu gostermiştir.
Dorduncusu; ona muhteşem bir zaferle yardım etmesi: Allah onlara, barış yoluyla duşmanlarını Ă‚ciz bırakacak buyuk bir yardımda bulunmuştur. Ayrıca Hudeybiye ’ye giderken yolculukta, barış muzakereleri yaparken ve donuşte Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın husûsî yardımları da olmuştur. İşte bu buyuk yardımlardan biri hatırlatılarak buyruluyor ki:
4. O Allah, imanlarına iman katmaları icin mu ’minlerin kalplerine sekînet, huzur ve itminĂ‚n indirdi. Goklerin ve yerin orduları yalnızca Allah ’ındır. Allah, her şeyi hakkiyle bilen, her hukmu ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
5. Boylece Allah mu ’min erkek ve mu ’min kadınların gunahlarını ortecek ve onları, ebediyen kalmak uzere, icinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Allah katında en buyuk başarı ve kurtuluş işte budur.
اَلسَّك۪ينَةُ (sekînet), sukûn ve huzur demektir. Kalbin, gorup idrak et­tiği acık deliller sebebiyle huzura ermesi boylece tum varlığıyla duşunce ve endişe sınırından kurtulup yakîn ve itminĂ‚n hĂ‚line erişmesidir. Bu makamda kalpteki ilimler kesinlik ifade eder. Sahibini korku ve endişelerden sĂ‚lim kılıp huzura eriştirir. İşte CenĂ‚b-ı Hak, umre niyetiyle yanlarına hicbir silah almaksızın Medine ’den cıkıp Mekke ’ye doğru yol alan ve Hudeybiye ’de başlangıcta hic de istemedikleri durumlarla karşılaşan mu ’minlerin kalbine bir ikram olarak sekînet indirmiş, onları mĂ‚nen takviye etmiştir. Bu ilĂ‚hî yardım olmasaydı, belki Hudeybiye buyuk bir fetih hĂ‚line gelemeyebilirdi: MeselĂ‚ Allah Rasûlu (s.a.v.), umre icin Mekke-i Mukerreme ’ye gitme arzusunu acıkladığında, muslumanlar korku ve endişeye kapılarak munafıklar gibi bunun apacık olume gitmek demek olduğunu duşunup sefere katılmak istemeyebilirlerdi. Hudeybiye ’de kĂ‚firler muslumanları umre yapmaktan alıkoyduğunda, Hz. Osman ’ın şehîd edildiği haberi geldiğinde veya Ebû Cendel o perişan hĂ‚liyle Muslumanların gozleri onunde cĂ‚nî muşriklere geri cevrildiğinde Muslumanlar tahrike kapılıp taşkınlık yapabilirlerdi.
Hele maddelerini bir turlu hazmedemedikleri anlaşmanın imzalanma sırasında bir itaatsizlik olabilirdi. Fakat CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, gonullerine indirdiği o sekînet, huzur ve itminĂ‚n sĂ‚yesinde mu ’minler her bakımdan Allah Rasûlu ’nun emrine teslimiyet gosterdiler. İmtihanı kazandılar. Boylece o son derece tehlikeli sefer, en buyuk bir zaferle neticelenmiş oldu. Kalplerindeki imansızlık hastalığı sebebiyle bir turlu itaat ve teslimiyet cizgisine gelemeyen munafıkların ve İslĂ‚m ’a acıkca cephe almış muşriklerin durumuyla ilgili şoyle buyruluyor:
6. Diğer taraftan, Allah hakkında kotu zan besleyen munafık erkeklerle munafık kadınları ve muşrik erkeklerle muşrik kadınları da cezalandıracaktır. Muslumanlar icin istedikleri kotuluk cemberi, kendi başlarına gecsin! Allah onlara gazap etmiş, onları rahmetinden kovmuş ve onlar icin cehennemi hazırlamıştır. Ne kotu bir donuş yeridir orası!
7. Goklerin ve yerin orduları yalnızca Allah ’ındır. Allah, kudreti dĂ‚imĂ‚ ustun gelen, her hukmu ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
Bu sûrenin 12. Ă‚yetinde de belirtildiği uzere Medine ve civĂ‚rındaki munafıklar, cıktıkları bu seferden Peygamberimiz ve beraberindeki mu ’minlerin sağ sĂ‚lim geri donmeyeceklerini, onları muşriklerin yok edeceklerini sanıyorlardı. Muşrikler de Efendimiz ’i ve mu ’minleri umre yapmaktan engellemek suretiyle onları kucuk duşureceklerini zannediyorlardı. Aslında her iki gurûh da, Allah ’ın Peygamber ’e yardım etmeyeceğini ve hakkın bĂ‚tıl karşısında yenileceğini duşunuyorlardı. Duşunduklerinin tam tersi oldu. Allah TeĂ‚lĂ‚, Rasûlu ’nu muzaffer kıldı, o din duşmanlarını ise dunyada gazabına uğrattı, rahmetinden uzaklaştırdı; Ă‚hirette ise onlar ebediyen cehennemde kalacaklardır. İşte bu hikmet gereğince:
8. Rasûlum! Şuphesiz biz seni bir şĂ‚hit, bir mujdeci ve bir uyarıcı olarak gonderdik.
9. TĂ‚ ki ey insanlar, Allah ’a ve Rasûlu ’ne iman edesiniz, O ’nun dinine ve Peygamberine yardım edesiniz, O ’na ve Peygamberi ’ne saygı gosteresiniz ve O ’nu sabah akşam tesbih edesiniz!
Rasûlullah ’a gosterilmesi gereken muhabbet ve bağlılığın bir numûnesi olarak Uhud savaşında yaşanan şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir: Uhud gunu Medine bir haberle calkalandı. “Rasûlullah olduruldu!” denilince şehirde cığlıklar koptu, feryatlar arşa dayandı. Herkes yollara duşerek gelenlerden bir haber almaya calışıyordu. EnsĂ‚r ’dan SumeyrĂ‚ HĂ‚tun ’a iki oğlu, babası, kocası ve kardeşinin şehîd olduğu haber verildiği halde, o mubĂ‚rek hanım, bunlara hic aldırmıyor, kendisini asıl kaygılandıran husûsu, yĂ‚ni Allah Rasûlu ’nun hĂ‚lini merĂ‚k ediyor: “–Ona bir şey oldu mu?” deyip duruyordu. SahĂ‚be-i kirĂ‚m cevĂ‚­ben: “–Allah ’a hamd olsun ki durumu iyidir. O, senin arzu ettiğin gibi hayattadır!” dediler. SumeyrĂ‚ HĂ‚tun: “–Onu gormeden gonlum huzur bulmayacak, bana Allah ’ın Rasûlu ’nu gosteriniz” dedi. Gosterdiklerinde derhĂ‚l gidip elbisesinin ucundan tuttu ve: “–Anam-babam sana fedĂ‚ olsun ey Allah ’ın Rasûlu! Sen sağ olduktan sonra, gayrı hicbir şeye aldırmam!” dedi. (VĂ‚kıdî, el-MeğĂ‚zî, I, 292; Heysemî, Mecma‘u ’z-zevĂ‚id, VI, 115)
Allah Rasûlu ’ne -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetin bedelini canıyla odeyen şehîd sahĂ‚bî Sa‘d b. Rebî (r.a.) ’in şu sozleri bir mu ’minin yureğine oyle işlemeli ki, Efendimiz ile Kevser havuzunun başında buluşuncaya kadar bir daha cıkmamalıdır: Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Uhud savaşı nihĂ‚yete erdiğinde, Sa‘d b. Rebî (r.a.) ’ı bulup ne durumda olduğunu oğrenmesi icin ashĂ‚bından birini gonderdi. SahĂ‚bî, Hz. Sa‘d ’i ne kadar aradıysa da bulamadı, ne kadar seslendiyse de cevap alamadı. NihĂ‚yet son bir umitle: “–Ey Sa‘d! Beni Rasûlullah gonderdi. Allah Rasûlu, senin diriler arasında mı, yoksa şehîdler arasında mı bulunduğunu kendisine haber vermemi emretti!” diye yaralı ve şehîdlerin bulunduğu tarafa doğru seslendi. O sırada son anlarını yaşayan ve cevap verecek mecĂ‚li kalmamış olan Sa‘d (r.a.), kendisini Allah Rasûlu ’nun merak ettiğini duyunca butun gucunu toplayarak ancak cılız bir inilti hĂ‚linde: “–Ben, artık oluler arasındayım!” diyebildi. Belli ki artık oteleri seyrediyordu. SahĂ‚bî, Hz. Sa‘d ’in yanına koştu. Onu, vucûdu kılıc darbeleriyle delik deşik olmuş bir vaziyette buldu. Ve ondan ancak fısıltı hĂ‚lindeki kısık bir sesle, Rasûlullah ’a duyduğu dĂ‚sitĂ‚nî muhabbeti dile getiren şu sozleri işitti: “–Vallahi gozleriniz kımıldadığı muddetce, Peygamberimiz (a.s.) ’ı duşmanlardan korumaz da başına bir musîbet gelmesine mahal verirseniz, sizin icin Allah katında ileri surulebilecek hicbir mĂ‚zeret yoktur!” (Muvatta, CihĂ‚d 41; HĂ‚kim, el-Mustedrek, III, 221/4906; İbn HişĂ‚m, es-Sîre, III, 47) Şu gercek asla unutulmasın ki:
10. Rasûlum! Sana bey‘at edenler, gercekte Allah ’a bey‘at etmektedirler. Allah ’ın eli, onların bey‘at icin uzanan elleri uzerindedir. Artık kim bey‘atini bozarsa ancak kendi zararına bozmuş olur. Kim de Allah ’a verdiği sozde durur, onun gereğini getirirse, hic şuphesiz Allah ona yakın bir gelecekte buyuk bir mukĂ‚fat verecektir.
Bahsedilen bey‘at, Hudeybiye ’de bir ağac altında mu ’minlerin Rasûlullah ile yaptıkları bey‘ata işaret eder. HĂ‚dise kısaca şoyle gercekleşmiştir: Hicretin altıncı senesinde Allah Rasûlu (s.a.v.), gorduğu bir ruyĂ‚ uzerine 1400 muslumanla beraber umre yapmak icin Mekke ’den Medine ’ye doğru yola cıkmıştı. Fakat muşrikler, muslumanları Mekke ’ye sokmak istemedikleri icin onlerine bir birlik cıkarmışlardı. Bu yuzden Efendimiz (s.a.v.) Hudeybiye ’ye gelip orada konaklamak mecburiyetinde kaldı. Savaşmak diye bir niyeti yoktu. Bu sebeple anlaşma yapmak uzere Hz. Osman ’ı Kureyş ’e elci olarak gonderdi.
Ancak Hz. Osman ’ın donuşu gecikince oldurulmuş olma ihtimali gundeme geldi. Bunun uzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), bir ağacın altına oturarak ashĂ‚bından, Osman oldurulmuş ise olunceye kadar savaşacaklarına dĂ‚ir soz aldı. Onlar da buyuk bir teslimiyet ve hoşnutluk ile Efendimiz ’e bey‘at edip soz verdiler. Henuz Hz. Osman ’ın şehîd olup olmadığı kesin olarak bilenmediği icin de, Rasûlullah (s.a.v.) bir elini Osman (r.a.) adına, diğer elini de kendi adına kullanarak birbiri uzerine koyup bey‘at yaptı. Boylece Hz. Osman ’ı bu bey‘ata ortak kılmak suretiyle ona buyuk bir şeref payesi vermişti. Hz. Osman sağ sĂ‚lim donunce ve Kureyşlilerle anlaşma yapılınca savaşa gerek kalmadı. Fakat sahĂ‚be-i kirĂ‚m boylece Allah ’ın rĂ‚zı olduğu muhim bir iş yapmış oldular. Nitekim 18. Ă‚yette tekrar bu hususa yer verilecektir. Şimdi ise, bir kısım bahaneler ileri surerek sefere katılmayan munafıkların ic dunyalarını deşifre edip orada saklanan kirli duşunceleri ortaya sermek uzere buyruluyor ki:
MALLARIMIZ VE EVLATLARIMIZ BİZİ ENGELLEDİ 11. Hudeybiye seferine katılmayıp geride kalan bedevîler sana gelip: “Mallarımız ve evlatlarımız bizi oyaladı, seferden alıkoydu; ne olur bizim icin Allah ’tan bağışlanma dile” diyecekler. Onlar, gonullerinde olmayanı dillerinin ucuyla soyluyorlar. De ki: “Eğer Allah size bir zarar vermek veya bir fayda sağlamak istese, O ’ndan size gelecek şeyi kim engelleyebilir? Doğrusu Allah butun yaptıklarınızdan haberdardır.
12. Aslında siz, Peygamber ’in ve mu ’minlerin muşrikler tarafından oldurulup bir daha ebediyen Ă‚ilelerine geri donmeyeceklerini sanıyordunuz. Ustelik bu kuruntu gonullerinizde iyice allanıp pullanmış ve pek kotu bir zanna kapılmıştınız. Boylece helĂ‚ki hak eden bir gurûh olup cıkmıştınız.
13. Kim Allah ’a ve Peygamberi ’ne iman etmezse, iyi bilsin ki, biz kĂ‚firler icin cılgın bir ateş hazırlamışızdır.
14. Goklerin ve yerin mutlak mulkiyeti ve hĂ‚kimiyeti Allah ’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah cok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Sefere katılmayanlar, Medine civarında oturan GifĂ‚r, Muzeyne, Cuheyne, Eşca‘, Nah‘ ve Eslem kabileleri idi. Rasûlullah (s.a.v.) umre niyetiyle sefere karar verince muşriklerin, KĂ‚be ’yi ziyĂ‚retlerine engel olmamaları icin Medine etrafındaki gocebe kabilelerin de sefere katılmalarını istedi. Fakat onlar bu seferden ganimet ummadıkları ve muşriklerin saldırıp muslumanların işini bitireceklerini sandıkları icin, işleri olduğunu bahane ederek sefere katılmadılar. İşte bu Ă‚yet-i kerîmeler, mûcizevî olarak, bu kabilelerin, muslumanların sağ sĂ‚lim Medine ’ye donduklerini gordukleri zaman, Peygamberimiz (s.a.v.) ’e gelip bahaneler ileri sureceklerini, kendileri icin istiğfar etmesini isteyeceklerini haber vermektedir.
Ă‚yette gecen اَلْبُورُ (bûr) kelimesi; ❖ Bozguncu, icinde fesat olan, hicbir hayırlı işe yaramayan, hayırsız adamlar, ❖ Mahvolan, sonu kotu, felĂ‚ket yolunda giden kimseler anlamına gelir. Ganimet umidi olmadığı icin sefere katılmayan bu insanların, bir de ganimet ihtimalinin artması karşısında nasıl ağızlarının sulandığına bakın:
15. Siz Hayber ’deki ganimetleri almaya gittiğinizde Hudeybiye seferinden geri kalanlar: “Bırakın, biz de sizin peşinizden gelelim” diyecekler. Onlar, Allah ’ın hukmunu değiştirmek istiyorlar. De ki: “Siz bizimle asla gelemezsiniz; cunku Allah daha once hakkınızda boyle buyurdu.” Bu kez: “Aslında siz bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler. Bilakis onlar, meselenin ozunu kavrayamayan anlayışı kıt kimselerdir.
Rasûlullah (s.a.v.) hicretin altıncı senesi Hudeybiye ’den dondukten sonra, yedinci senenin başlarında Hayber ’in fethi icin sefere cıktı. Bu sefere sadece Hudeybiye seferine iştirak eden sahĂ‚be-i kirĂ‚m katıldı. Mazereti olmaksızın Hudeybiye ’ye katılmayan kabileler ceza olarak Hayber ’in fethine iştirak ettirilmedi. Hayber fethedildi ve bu fetihten muslumanlara pek cok ganimet duştu. Ganimet hırsına kapılan bedeviler, gelip Peygamberimiz (s.a.v.) ’den talepte bulundularsa da, talepleri reddedildi. Cunku Allah ’ın emri bu şekilde idi ve Efendimiz (s.a.v.) ’in buna aykırı davranması mumkun değildi. İşte Ă‚yet-i kerîme bu olaya işaret etmektedir. Bahsedilen bedevi kabilelere İslĂ‚m ’a donup Peygamber ’in rızasını kazanmaları icin şoyle bir cıkış yolu gosterilmektedir:
16. Seferden geri kalan o bedevilere de ki: “Siz yakında cok kuvvetli ve savaşcı bir millete karşı savaşmaya cağrılacaksınız. Ya savaşı kazanıncaya veya olunceye kadar onlarla savaşırsınız yahut onlar kendiliğinden teslim olup boyun eğerler. Eğer emre itaat ederseniz, Allah size guzel bir mukĂ‚fat verecektir. Yok, eğer onceden donduğunuz gibi yine donerseniz, sizi can yakıcı bir azapla cezalandıracaktır.”
17. Savaşa katılmama hususunda kore gunah yoktur, topala gunah yoktur, hastaya da gunah yoktur. Kim Allah ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederse, Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Kim de yuz cevirirse onu da can yakıcı bir azapla cezalandıracaktır.
Bedevî kavimlerin genel ozelliği, dĂ‚imĂ‚ zor ve tehlikeli durumlardan uzak durmak, olabildiği kadar menfaatlerinin peşine koşturmak idi. Onlar icin en muhim şey menfaatleri idi. Bunun icin her kılıfa girmeye rĂ‚zı idiler. Yeter ki tehlike olmasın. Bu sebeple CenĂ‚b-ı Hak, imandaki samimiyetlerini olcmek icin onları, ganimet ihtimali duşuk ama oldurulme tehlikesi yuksek olan bir savaşa cağıracağını, burada imtihanı gecerlerse onları affedip mukĂ‚fatlandıracağını; yine onceki gibi yuz cevirdikleri takdirde ise onları can yakıcı bir azapla cezalandıracağını haber verir. Yalnız gozleri gormeyen, topal ve hastaların durumu farklıdır. Onlar icin savaşa katılma mecburiyeti yoktur. Boyle bir durumda onlara herhangi bir vebal ve sorumluluk terettup etmez. Aksine bunlar gibi ozurlu ve engelli olan kişilere toplumun bakması, kol kanat germesi ve her turlu ihtiyaclarını karşılaması gerekir. Dinimiz İslĂ‚m onlara lĂ‚zım gelen onemi vermiş ve bu hususta gerekli duzenlemeleri yapmıştır. Âyet-i kerîmede bahsedilen guclu kavim; HevĂ‚zin ve Sakîf kabileleri, yahut Museylimetu ’l-KezzĂ‚b ’ın kavmi olan Hanîf oğulları, yahut Rumlar veya Farslar olduğu hakkında rivĂ‚yetler vardır. Bir goruşe gore de Ă‚yet geneldir; belli bir kavim kastedilmemiştir. Allah Rasûlu (s.a.v.) ’e olumune bey‘at eden mu ’minlere gelince:
RIDVÂN BEY‘ATİ 18. Muhakkak ki Allah, Hudeybiye ’de o ağacın altında sana bey‘at ettikleri sırada o mu ’minlerden rĂ‚zı oldu. Onların kalplerindeki ihlĂ‚s, temiz niyet ve icten bağlılığı gordu; bu sebeple uzerlerine sekînet, huzur ve itminĂ‚n indirdi. Onları yakında gercekleşecek bir fetihle mukĂ‚fatlandırdı.
19. Onlara, elde edecekleri pek cok ganimetler de nasip etti. Allah, kudreti dĂ‚imĂ‚ ustun gelen, her hukmu ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
20. Allah size, elde edeceğiniz daha pek cok ganimetler va‘detti. Şimdilik size bu ganimetleri verdi ve duşman topluluklarının ellerini uzerinizden cekti ki, butun bunlar, Allah ’ın mu ’minlere olan vadinin doğruluğuna bir delil olsun ve sizi her konuda dosdoğru bir yola eriştirsin.
21. Henuz elde edemediğiniz daha nice ganimetler ve nimetler var ki, Allah onları ilmi ve kudretiyle kuşatmış ve bunları size vereceğini takdir buyurmuştur. Allah, her şeye hakkiyle guc yetirendir.
Sûrenin 10. Ă‚yetinde de işaret edildiği uzere Hudeybiye ’de bir ağac altında mu ’minler, Rasûl-i KibriyĂ‚ (s.a.v.) ’e Allah yolunda olunceye kadar savaşmaya soz verdiler. Efendimiz (s.a.v.) ’in mubĂ‚rek ellerini tutarak bey‘at ettiler. Bu bey‘ate, بَيْعَةُ الرِّضْوَانِ (Bey‘atu ’r-RıdvĂ‚n) ya da “Hudeybiye Bey‘ati” denildi. Âyet-i kerîmede de haber verildiği uzere, bu bey‘at, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yuce rızĂ‚sını kazanmalarına vesîle ol­du. Burada haber verilen “yakın fetih”ten maksadın, Hayber ’in fethi olduğu goruşu hakimdir. Gercekten muslumanlar kısa bir zaman sonra Hayber ’i fethettiler ve orada pek cok ganimet elde ettiler. Boylece Allah, muslumanlara va‘dettiği fetihlerin ilkini bahşetmiş oldu. Bununla Hayberlilerin muttefiki olan Esed ve Gatafan kabilelerinin de muslumanlara hucumlarını onledi.
Hudeybiye anlaşması ile de Mekkelilerin taarruzu onlenmiş oldu. Boylece muslumanlar bir taraftan duşman taarruzlarından emniyete kavuşturuldukları gibi, bir taraftan da onlara fetihlerin kapıları aralanmaya başlamış oldu. Bu sebepledir ki, muslumanlara ileride kıyĂ‚mete kadar daha cok fetihler yapacakları ve ganimetler elde edecekleri mujdelenmiş; bu yuzden Hudeybiye ’ye “Fetihlerin Anahtarı” unvanı verilmiştir. Mu ’minler Hudeybiye ’de o ağac altında Efendimiz (a.s.) ’a oylesine sağlam bey‘at etmişlerdi ki:
22. Eğer o kĂ‚firler, bey‘at sonrası Hudeybiye ’de sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını donup kacacaklardı; sonra da kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdi.
23. Allah ’ın oteden beri uygulanan kanunu boyledir. Allah ’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın!
Muşrikler, Hudeybiye ’de Rasûlullah (s.a.v.) ’in anlaşma teklifini reddedip savaşa girişselerdi, mağlup edileceklerdi. Allah muslumanlara yardım edecek ve onları bozguna uğratacaktı. Yine muslumanlar Hudeybiye ’de iken muşriklerden veya yahudilerden Medine ’ye saldırmak isteyen olsaydı, Allah onlara da muvaffakiyet vermeyecekti. Cunku, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın oteden beri uygulanan kanunu bu minval uzereydi: Butun samimiyetleriyle din yoluna baş koyan mu ’minler, sayı olarak az olsalar bile, kalabalık duşman ordularına gĂ‚lip gelecektir. (bk. Bakara 2/249) Allah ’ın Peygamberi ’ne karşı gelen kĂ‚firler rezil ve perişan olacaklardır. Nitekim Bedir savaşında bunun pek acık bir orneği yaşanmıştır. Oncelikle Hudeybiye anlaşmasını ve peşinden de Mekke ’nin fethini hazırlayan sebeplerin oluşmasındaki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmet tecellilerine ve mu ’minlere olan buyuk lutuflarına bir perde aralamak uzere buyruluyor ki:
24. O Allah ki, Mekke ’nin gobeğinde size o kĂ‚firlere karşı zafer nasip ettikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan cekti. Allah, butun yaptıklarınızı cok iyi gormektedir.
25. Mekkeli muşrikler, inkĂ‚rda direttiler ve sizi Mescid-i Haram ’ı ziyĂ‚ret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları da kesim yerlerine ulaşmaktan engellediler. Eğer Mekke ’de kendilerini henuz tanımadığınız mu ’min erkeklerle mu ’min kadınlar olmasaydı; bunları bilmeden ezmeniz ve bu yuzden uzuntu ve zarara uğramanız ihtimali bulunmasaydı Allah ellerinizi birbirinizden cekmez, savaşarak şehre girmenize engel olmazdı. Ancak dilediği kimseleri rahmetine eriştirmek icin Allah sizin elinizi onlardan cekmiştir. ŞĂ‚yet onlar birbirlerinden iyice secilip ayrılmış olsalardı, onların kĂ‚fir olanlarını elbette can yakıcı bir azaba uğratırdık.
Rasûlullah (s.a.v.), ashĂ‚bıyla birlikte Hudeybiye ’de bulunuyorlarken, muşriklerden seksen kişilik bir grup bir sabah namazı vakti uzerlerine hucum etti. Maksatları Allah Rasûlu (s.a.v.) ’i oldurmekti. Hicbir zarar veremeden yakalandılar. Peygamberimiz (s.a.v.) onları affedip serbest bıraktı. (Muslim, CihĂ‚d 133) Kureyşlilerin sonunda barış istemelerine bu olay sebep olmuştur. Âyetlerin bir diğer iniş sebebi de şudur: Hudeybiye anlaşması gereğince Mekkeliler ’den musluman olup Medine ’ye Rasûlullah (s.a.v.) ’in yanına gidenler Mekkelilere iĂ‚de edilecekti. Anlaşma imzalandıktan sonra Ebû Basîr isminde biri musluman olmuş, bir Mekkeli de Medine ’ye sığınmıştı. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.), şartnĂ‚meye gore onu muşriklere teslîm etmek zorunda kaldı. Ebû Basîr de once Allah Rasûlu ’nun bu hareketine bir mĂ‚na veremeyerek: “–Beni puta tapıcılığa mı dondurmek istiyorsun?” sozleriyle hayretini izhĂ‚r etti. Rasûlullah (s.a.v.) sĂ‚kin bir şekilde onu tesellî buyurdu: “–Ebû Basîr! Biz ahdimizi bozamayız. Ama sen biraz sabret; Allah TeĂ‚lĂ‚, sana ve senin gibilere elbette bir selĂ‚met yolu gosterecektir.” Bu sozlerden sonra Ebû Basîr, sesini cıkarmayarak Peygamberimiz (s.a.v.) ’in verdiği hukme boyun buktu. Umum muslumanların durumunu duşunerek muşriklere teslîm oldu.
Ancak o, Mekke ’ye değil, olume goturuluyordu. Bunu bildiğinden, yolda bir fırsatını bulup kendisini goturenlere hucûm ederek nefsini mudĂ‚faa etti. Yanındaki iki kişiden birini oldurdu, diğerini ise elinden kacırdı. Ebû Basîr, oldurduğu kişinin elbisesini, eşyĂ‚larını ve kılıcını aldı, Allah Rasûlu ’ne getirdi: “–YĂ‚ Rasûlallah! Bunların beşte birini ayır, kendin icin al!” dedi. Efen­dimiz: “–Ben bunun beşte birini aldığım zaman, onlarla yapmış olduğum anlaşmaya uymamış olurum. Fakat sen ayrı bir durumdasın. Senin davranışın da, oldurduğun adamın eşyĂ‚sı da seni ilgilendirir” buyurdu. (VĂ‚kıdî, el-MeğĂ‚zî, II, 626-627) FirĂ‚setle hareket eden Ebû Basîr, bir muddet sonra Medine ’den cıktı. Deniz kıyısında Mekke ile Şam arasında Îs denilen bir yere yerleşti. Kısa bir muddet sonra orası tarafsız bir bolge olarak bir ilticĂ‚ mekĂ‚nı hĂ‚line geldi. Benzeri durumda olan Ebû Cendel de zĂ‚limlerin elinden kurtularak Ebû Basîr ’e katıldı. Durumdan haberdar olan mazlum mu ’minler birer ikişer oraya toplanmaya başladılar. Boylece muslumanların sayısı cok gecmeden uc yuze ulaştı. Mekkelilerin Şam ticĂ‚ret yolu tehlikeye girdi. Bunun uzerine Mekkeli muşrikler, cĂ‚resiz kalarak Peygamber Efendimiz ’den bu husustaki maddenin kaldırılmasını taleb ettiler. YĂ‚ni Mekke ’den musluman olup da kacanların Medine ’ye kabul olunmasını ricĂ‚ ettiler. Peygamber Efendimiz de Ebû Basîr ’e mektup gondererek Medine ’ye gelmelerini bildirdi. Bunu uzerine Fetih sûresinin 24-26. Ă‚yetleri nĂ‚zil oldu. (bk. BuhĂ‚rî, Şurût 15)
Aslında, hem mu ’minlerin hem de kĂ‚firlerin butun yaptıklarını hakkiyle goren CenĂ‚b-ı Hak, Mekke dĂ‚hilinde iki grup arasında bir savaşın olmasını istemiyordu. Bunun iki hikmeti vardır: Birincisi; o donemde Mekke ’de imanlarını gizleyen ve gizlemeyen erkek kadın bircok musluman bulunmaktaydı. Onlar imkĂ‚nsızlık ve gucsuzluklerinden dolayı hicret edememişler, eziyet ve işkenceye maruz kalmışlardı. Hudeybiye ’ye kadar mu ’minlerin bundan haberleri yoktu. Boyle bir ortamda savaş olup muslumanlar kĂ‚firleri kovalayarak Mekke ’ye girselerdi, kĂ‚firlerle birlikte, tanınmadıklarından dolayı bu muslumanları da oldurebilirlerdi. Gerceğin farkına vardıklarında da bu durumdan acı ve uzuntu duyarlardı. Bu yuzden ayrıca muşrik Araplara: “Bu insanlar savaşta kendi din kardeşlerini bile oldurmekten cekinmiyorlar” deme fırsatı verilmiş olurdu. Dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hak, bir taraftan Mekke ’deki bu cĂ‚resiz muslumanlara merhamet etmek, onları koruyup kollamak; ote yandan da Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashĂ‚bını uzuntu ve lekelenmekten kurtarmak maksadıyla bu kritik noktada savaşa musaade buyurmadı. İkincisi; Yuce Allah, Kureyş ’in mağlup edilip Mekke ’nin fethedilmesinin boyle kanlı bir savaş sonucu olmasını istemiyordu. Belki de murĂ‚d-ı ilĂ‚hî, Mekkelilerin her yandan cembere alınması yoluyla cĂ‚resiz ve gucsuz hĂ‚le getirilmeleri, hic bir eziyete luzûm kalmadan mağlup olmaları ve nihĂ‚yet Kureyş kabilesinin topyekun İslĂ‚m ’ı kabul edip Allah ’ın rahmetine nĂ‚il olmalarına zemin hazırlamak idi.
Gercekten de Hudeybiye ’den sonra gecen iki sene bu maksat icin kĂ‚fi geldi. Mekke bu şekilde fethedildi. Soz arasında şunu belirtmek gerekir ki, fetihten sonra Efendimiz ’in Mekke-i Mukerreme ’ye girişi dunyada eşi gorulmemiş en buyuk tevĂ‚zû orneklerindendir. HĂ‚diseye şĂ‚hit olan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m bu hĂ‚li şoyle tasvîr ederler: “Rasûlullah (s.a.v.), Mekke ’yi fethe giden ordunun başında bulunuyordu. Zafer muyesser olup da devesinin uzerinde Mekke ’ye girerken, başını Yuce Rabbine karşı tevĂ‚zû ile o derece eğmişti ki, sakalının ucları neredeyse devenin semerine değmekteydi. Sanki bir şukur secdesindeydi. O esnĂ‚da devamlı olarak: «Ey Allahım! Hayat, ancak Ă‚hiret hayĂ‚tıdır!» diyordu.” (bk. BuhĂ‚rî, Rikãk, 1; VĂ‚kıdî, el-MeğĂ‚zî, II, 824) Muşriklerin, Peygamberimiz ve ashĂ‚bını Beytullah ’ı ziyĂ‚retten engellemelerinin gercek sebebi ise şoyle haber veriliyor:
26. O zaman inkĂ‚r edenler gonullerinde o taassubu; o cĂ‚hiliye taassup ve gururunu alevlendirirken, Allah da Peygamberi ’nin ve mu ’minlerin uzerine sekînetini, huzur ve itminĂ‚n duygusunu indirdi ve onların takvĂ‚ sozune tutunmalarını nasip etti. ZĂ‚ten onlar buna pek lĂ‚yık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkiyle bilendir.
Muşriklerin aslında hic kimseyi KĂ‚be ’yi ziyĂ‚retten men etme hakları yoktu. Bunu da cok iyi biliyorlardı. Fakat sırf cĂ‚hiliye taassubu ile hareket edip, muslumanların ziyĂ‚retine izin vermediler. Eğer Allah Rasûlu (s.a.v.) bu kadar kalabalık bir grupla Mekke ’de gorunurse, butun Arap yarımadasında şohretlerinin soneceğini ve gururlarının kırılacağını duşunuyorlardı. Onların son derece kışkırtıcı bu cĂ‚hiliye taasuplarına mukĂ‚bil, CenĂ‚b-ı Hak Rasûlu ’nun ve mu ’minlerin kalplerine huzur ve sukûn indirdi. Onlara sabır ve vakar verdi. Boylece ofkelenip şuursuzca hareket etmediler. Bilakis takvĂ‚ya sarıldılar. Aşırı davranışlardan kacındılar. Masum insanların kanına girmekten korundular. ZĂ‚ten onlar, iman ve ahlĂ‚kî kemalleri bakımından bu işe lĂ‚yık ve ehil kimselerdi. Allah ’ın yardımıyla boyle kritik bir noktada bu ağır imtihanı başarmış oldular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’in, muslumanlarla birlikte KĂ‚be ’yi ziyĂ‚ret ettiğini gorduğu ruyĂ‚ya gelince:
27. Şuphesiz Allah, Rasûlu ’nun gorduğu ruyĂ‚yı gercekleştirerek doğru cıkaracaktır. Allah ’ın izniyle siz, kiminiz başını tamĂ‚men tıraş ettirmiş, kiminiz saclarını kısaltmış olarak, korkmadan ve tam bir emniyet icinde Mescid-i Haram ’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi biliyor. Onun icin size Mekke ’nin fethinden once yakında gercekleşecek bir başka fetih daha nasip etti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Hudeybiye ’ye cıkmadan once ruyĂ‚sında kendisinin ve ashĂ‚bının başlarını tıraş ederek emniyet icerisinde Mekke ’ye girdiklerini gormuş ve bunu ashĂ‚bına haber vermişti. Onlar da cok sevinmişlerdi. NihĂ‚yet hazırlıklarını yapıp, kurbanlıklarını alarak sefere cıktılar. Fakat Hudeybiye ’de alıkonulup, kurbanları orada keserek geri donmek zorunda kaldılar. Bu durum onları gercekten cok uzdu. Bir kısım munafıklar da ileri geri konuşmalarıyla halkın moralini bozup, onları şupheye duşurmeye calışıyorlardı. İşte Ă‚yet-i kerîme, Peygamber (s.a.v.) ’in gorduğu ruyĂ‚nın doğru olduğunu ve ruyĂ‚da gosterildiği minval uzere muslumanların Mekke ’ye girip umre yapacaklarını mujdelemiştir. Daha once mujdelenen Hayber ’in fethinin gercekleşmesinin, bunun da gercekleşeceğine acık bir delil olduğu belirtilmiştir. Nitekim bir sene sonra Allah Rasûlu (s.a.v.), iki bin kişi kadar ashĂ‚bıyla birlikte gelip kaza umresini yapmıştır. Âyetin haber verdiği gaybî mûcize aynen tahakkuk etmiştir. Yuce Rabbimizin Peygamberimizle birlikte kıyĂ‚mete kadar tum mu ’minlere verdiği en muhim mujdelerden biri de şudur:
28. Rasûlu ’nu butun dinlere ustun kılmak uzere hidĂ‚yet ve hak din ile gonderen O ’dur. Buna şĂ‚hit olarak Allah yeter!
Butun bunlar Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in gercek peygamber, ona indirilen Kur ’an ’ın ilĂ‚hî kitap ve onun tebliğ ettiği dinin hak din olduğunu gostermektedir. Allah TeĂ‚lĂ‚ bu dini, butun dinler uzerine gĂ‚lip olması ve yeryuzunde tek hĂ‚kim din olması icin gondermiştir. Bu gĂ‚libiyet iki yonludur: Birisi ilmî bakımdan delillerin kuvvetliliğinde ustunluktur ki Ă‚yetteki “hidĂ‚yet”le buna işaret edilmiştir. Diğeri ise, amelî bakımdan fiiliyatta ustunlu