
Cum'a Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Cum'a Suresi 2. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Cum'a Suresi 2. Ayetinin Arapcası:هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
Cum'a Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):O Allah ki, ummîlere kendi iclerinden, onlara Âyetlerini okuyacak, onları her turlu gunah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti oğretecek bir peygamber gondermiştir. Oysa onlar, daha once apacık bir şaşkınlık ve sapıklık icindeydiler.
Cum'a Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:“Ummîler”den maksat, buyuk coğunluğu okuma yazma bilmeyen, kendilerine ait bir kitapları olmayan Araplardır. Allah TeÂl bunlar arasından Hz. Muhammed (s.a.s.) ’i secip Âhir zaman Peygamberi olarak gonderdi. Fakat o, yalnız Araplara gonderilmiş bir peygamber değil, onlarla beraber tum insanlığa gonderilmiştir. Onun tebliği, belirli bir donem ve belirli bir toplumla sınırlı değil, kıyamete kadar butun donemler ve toplumlar icin gecerlidir.
Nitekim şu rivayet 3. Âyetin kapsamı hakkında acık bir izahta bulunmaktadır:
Ebû Hureyre (r.a.) şoyle demiştir: Bir defasında biz Resûlullah (s.a.s.) ’in yanında otururken ona Cum‘a sûresi nÂzil oldu. Allah Resûlu (s.a.s.), “Allah o Peygamberi, henuz kendilerine katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da gondermiştir” (Cum‘a 62/3) Âyetini okuyunca, sahabîler, kendilerinden soz edilen bu kimselerin kimler olduğunu sordular. Efendimiz (s.a.s.) cevap vermeyince, soruyu soran kişi sorusunu uc kere tekrarladı. O sırada aramızda SelmÂn-i FÂrisî de bulunuyordu. Allah Resûlu (s.a.s.) elini onun omzuna koydu ve şoyle buyurdu: “Şunlardan oyle yiğitler vardır ki, iman Sureyya yıldızının yanında olsa bile, muhakkak ona ulaşır.” (BuhÂrî, Tefsir 62/1; Muslim, FezÂilu ’s-sahÂbe 230, 231)
Burada Peygamberimiz (s.a.s.) ’in uc muhim vazifesine dikkat cekilir:
Birincisi; Allah ’ın Âyet­le­ri­ni in­san­la­ra oku­mak:Pey­gam­ber­le­ri n um­met­le­ri­ni hak yo­lu­na daveti, ge­len vah­yin okun­ma­sıy­la baş­lar. An­cak bu va­zî­fe, in­san­la­rı umu­lan he­de­fe ulaş­tır­ma­da ilk mer­ha­le­dir ve bir ze­mîn teş­kîl eder.
İkincisi; tez­ki­ye et­mek:Tev­hîd daveti­nin mak­sa­dı­na ulaş­ma­sı, an­cak ne­fis­le­ri ku­fur, şirk ve gu­nah gi­bi m­ne­vî kir­ler­den te­miz­le­yip hu­şû ve hu­zû­ra er­dir­mek­le mum­kun­dur. Ni­te­kim m­zî­si c­hi­liy­ye in­sa­nı olan as­hÂb-ı ki­rÂm, hi­d­yet bu­lup Allah Resûlu (s.a.s.) ’in fe­yiz­li soh­be­ti ve m­ne­vî ter­bi­ye­siy­le go­nul­le­ri­ni arın­dır­dık­la­rı an­da dunya­nın en mum­taz in­san­la­rı h­li­ne gel­di­ler. On­la­rın, dil­ler­de ve go­nul­ler­de do­la­şan fazilet men­kı­be­le­ri cağ­la­rı ve ik­lim­le­ri aş­tı.
Fakat şunu belirtmek gerekir ki, Allah ile kul arasında en buyuk engel olan nefsi arındırmak, onun zararlı vasıflarını kazıyıp temizlemek dil ile soylemek kadar kolay bir hÂdise değildir. İşin hem tezkiye edeni hem de tezkiye edileni ilgilendiren yonu bulunup, her iki yondende buyuk zorluklar, cileli ve meşakkatli uğraşılar gerektirmektedir. Kulun kurtuluşu da, bu alanda gercekleştirilecek başarıyla doğru orantılıdır. Nitekim Hz. MevlÂnÂ, Kazvinli ’nin vucuduna arslan resmi doğdurmesi yaptırması hikayesiyle bakınız bu gerceği nasıl anlaşılır hÂle getirmektedir:
Kazvinlilerin adetine gore; bedenlerine, ellerine, omuzlarına, kendilerine zarar vermeyecek bir tarzda, iğne ucu ile mavi dovmeler doğdururlerdi. Kazvinlinin biri, hamamda tellağın yanına gitti:
“- Lutfen bana bir dov­me yap, ama tatlılıkla yap, canımı acıtma” dedi. Tellak:
“- Soyle yiğidim, ne resmi yapayım?” diye sorunca, Kazvinli:
“- Kukremiş bir arslan resmi yap” dedi, “Tali ’im arslan burcudur. Arslan resmi dov. Gayret et ki tam arslana benzesin. Rengi solgun olmasın.” Tellak:
“- Vucudunun neresine doveyim?” deyince, Kazvinli, “Omuzuma dov” dedi. Tellak, iğneyi batırınca, acısı adamın kurek kemiğine işledi. Kazvinli yiğit inleyerek:
“- Ey değerli usta, beni oldurdun; ne resmi ya­pıyorsun?” diye sordu. Tellak:
“- Arslan resmi yap demedin mi?” deyince, Kazvinli:
“- Neresinden başladın?” dedi. Tellak:
“- Kuyruğundan başladım” dedi. Kazvinli:
“- Ey iki gozum kuyruğu bırak” dedi, “Arslan kuyruğunun sızısı kuyruk sokumumu sızlattı; kuyruğu, boğazımı sıktı, nefesimi kesti. Ey arslan yapan, sen kuyruksuz bir arslan yap, cunku iğne acısından yureğime fenalık geldi, bayılacağım.”
Usta, Kazvinli ’ye acımadan, duyduğu acıları duşunmeden, arslanın bir başka tarafını yapmak icin iğneyi tekrar batırdı. Kazvinli:
“- Aman, bu arslanın neresi?” diye bağırdı. Tellak da; “Kula­ğı” dedi. Adam:
“- Bırak kulağı da olmasın ey usta, elini cabuk tut!” Tellak, bu defa iğneyi başka bir tarafa batırınca, Kazvinli, yine feryada başladı: “Bu ucuncu de arslanın neresi?” diye sordu. Tellak da, “Karnıdır, azi­zim” diye cevap verdi. Kazvinli:
“- Varsın arslan karınsız olsun, duyduğum acı arttıkca arttı, iğ­neyi cok batırma” dedi. Tellak, şaşırdı, hayli zaman parmağı ağzında kaldı. Sonra ofke ile iğneyi yere attı da:
“- Dunyada bu iş kimin başına gelmiştir?” dedi, “Kuyruksuz, başsız, govdesiz arslanı kim gormuştur? Allah bile boyle bir arslan yaratmamıştır.” (Mesnevî, 2982-3001. beyitler)
MevlÂn (k.s.) bu hikÂyeyi anlattıktan sonra şoyle nasihat eder:
“Ey kardeş, iğne acısına sabret ki, kendi kÂfir nefsinin iğnesi acısından kurtulasın. Varlıktan kurtulmuş olanlara, gokyuzu de secde eder, guneş de, ay da… Kimin bedenindeki kÂfir nefis oldu ise, guneş de onun buyruğuna gi­rer, bulut da... Gonlunde ilÂhî aşk ateşini uyandıran ve cevresini aydınlatmayı oğrenen kişiyi artık guneş bile yakamaz. Cenab-ı Hakkı yuceltmek, tÂzim etmek nasıl olur? Kendini hor, hakir bilmek ki, kendini toprak gibi ayak altında ciğnetmeye layık gormekle olur. Tevhid, Allah ’ı bilmek nedir? Kendini Vahid ’in, Bir ’in onunde yakıp yok etmektir. Eğer gunduz gibi aydınlanmak, parlamak istiyorsan, geceye benzeyen, gece gibi karanlık olan varlığını, benliğini yak. Bakırı kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında erit, yok et. Sen sıkı sıkıya, «Ben»e ve «Biz»e yapışmışsın. Yokluğa ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın butun bu bozuk duzen işler, butun bu perişanlıklar, bu yıkıntılar hep bu ikilikten meydana gelmektedir.” (Mesnevî, 3002-3012. beyitler)
Peygamberin ucuncu vazifesi ki­tap ve hik­me­ti oğ­ret­mek: Bu mer­ha­le­de ise uyul­ma­sı ge­re­ken kanun­la­rı ve hu­kum­le­ri be­yÂn eden ki­ta­bın, y­ni Kur ’Ân-ı Ke­rîm ’in t­li­mi ge­lir. Kur ’Ân-ı Ke­rîm ’in rû­hun­da de­rin­le­şe­bil­mek, kal­bî se­vi­ye­ye bağ­lı­dır. Kur ’Ân-ı Ke­rîm, asıl kalb ile oku­nup an­la­şı­lır. Goz­ler ise kal­be an­cak ba­sit bir va­sı­ta huk­mun­de­dir.
Âyet-i ke­rî­me­ler­de tez­ki­ye ile ki­tÂb ve hik­me­tin t­li­mi­nin bir ara­da zik­re­dil­me­si, tez­ki­ye olun­ma­mış kim­se­le­rin ilim el­de ede­me­ye­cek­le­ri­ ni, et­se­ler de bu il­min ken­di­le­ri­ne bir fay­da sağ­la­ma­ya­ca­ğı­n ı ifade et­mek­te­dir. Zira ilim ve hik­met oy­le bir nûr ve zî­net­tir ki bu­nu el­de et­mek icin, onun me­kÂn tu­ta­ca­ğı yer­le­rin, y­ni kal­bin, ev­ve­l lu­zûm­suz ve za­rar­lı şey­ler­den boşaltılması ge­rek­mek­te­dir. Bu ba­kım­dan Pey­gam­ber­ler on­ce Âyet­le­ri okur­, son­ra bu Âyet­le­re ina­nan ve go­nul ve­ren kim­se­le­rin, ne­fis­le­ri­ni aşı­rı­lık­lar­dan, cir­kin­lik­ler­den arın­dı­rı­ra­rak kalb­le­ri­ni m­ne­vî kir­ler­den tas­fi­ye eder­ler. Da­ha son­ra da tez­ki­ye ve tas­fi­ye olun­muş kim­se­le­re ki­tÂb ve hik­me­ti oğretir­ler. KÂinat­ta­ki sır ve kud­ret akış­la­rı­na da an­cak boy­le bir kal­bin sahip­le­ri Âşi­n olur ve bir hik­met men­baı h­li­ne ge­le­bi­lir.
Bu lutfa nÂil olabilmek icin Allah ’ın kitabını mÂnasını anlayarak okuma, hayatın her alanını onun rehberliğinde ve onun hukumlerine gore duzenleme zarureti vardır. Aksi takdirde, daha once Allah ’ın kitabına gore hareket etme imtihanını kaybeden yahudilerle aynı hazin Âkibeti paylaşmak kacınılmaz olacaktır:
Cum'a Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Cum'a Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan