MunÂfikûn Suresi 6. ayeti ne anlatıyor? MunÂfikûn Suresi 6. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...MunÂfikûn Suresi 6. Ayetinin Arapcası:سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
MunÂfikûn Suresi 6. Ayetinin Meali (Anlamı):Onlar icin bağışlanma dilesen de dilemesen de onlar icin birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Cunku Allah, busbutun yoldan cıkmış bir toplumu asla doğru yola erdirmez.
MunÂfikûn Suresi 6. Ayetinin Tefsiri:Munafıkların gercek kimliklerini ortaya koyan şu hÂdise bu Âyet-i kerîmelerde bahsedilen hususları anlamakya yardımcı olacaktır:
Rivayete gore Benî Mustalik se­ferinden donuleceği sı­ralarda biri muhÂcirlerin diğeri EnsÂr taraftarı iki adam arasında su yuzunden kav­ga cıktı. Bunlardan biri “Ey EnsÂr, yetişin!” diye, diğeri de “Ey MuhÂcirler, yetişin!” diye kendi taraflarını yardıma cağırdılar. Resûlullah (s.a.s.) bunu işitince, onları yatıştırdı. Yaptığı tesirli konuşmada bu nevi tefrika cıkarıcı soz ve faaliyetlerden hoşnut olmadığını ve bunun cÂhiliye Âdeti olduğunu belirtti. HÂdise munafıkların reisi Abdullah b. Ubey ’in kulağına gidince hemen bunu fırsat bilip muslumanlar arasında fitne cıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şoy­le dedi:
“- MuhÂcirler bizim beldemizde bize kafa tutuyor, ustunluk taslı­yorlar. Onlarla bizim durumumuz, «Besle kargayı, oysun gozunu!» sozundekine don­du. Hele Medine ’ye varalım, goreceksiniz ki guclu olan zayıf olanı oradan cıkara­cak! Aslında bunu kendiniz yaptınız; onlara beldenizde yer verip imkÂnlarınızı paylaştınız. Muhammed ’in yanındakilere yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler!”
Bu sozleri işiten ve o sırada henuz cok genc olan Zeyd b. Erkam (r.a.), yapılan konuşma­dan dolayı rahatsızlığını dile getirip tepki gosterince Abdullah onu azarladı. Zeyd durumu amcasına, o da Peygamberimiz (s.a.s.) ’e aktardı. Hz. Omer derhal o munÂfığın boynu­nun vurulmasını teklif etti. Resûlullah (s.a.s.) bunu kabul etmedi. Hatta henuz normal hareket vakti gelmediği halde hemen yola koyulma talimatı verdi. Uzun bir sure mola ver­medi; mola verdiğinde herkes yorgunluktan uyuyakaldı. Boylece soylentilerin ar­tıp işin alevlenmesini onledi. Efendimiz (s.a.s.) o arada munafıkların reisi Abdullah ’ı cağırtıp:
“- Bana şoyle şoyle bir soz ulaştı; bu sozun sahibi sen misin?” diye sordu. O:
“- Sana kitabı indiren Allah ’a yemin ederim ki boyle şeyler soylemedim” dedi. Bunun uzerine Resûlullah (s.a.s.) onun hakkında bir işlem yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna duştuğu icin cok uzul­muştu. Medine ’ye donunce Allah TeÂl Munafıkûn sûresini indirdi. Peygam­berimiz (s.a.s.) Zeyd ’in kulağını tutup:
“- Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi” di­ye ona iltifat etti.
Bir kısım insanlar munafıkların reisine, kendisi hakkında sert ifadeler iceren Âyetler indiğini soyleyerek Resûlullah (s.a.s.) ’e gidip kendisi hakkında Allah ’tan bağışlama di­lemesi icin ricada bulunmasını tavsiye ettiler. O ise başını cevirip:
“- İman et, dediniz ettim. ZekÂt ver, dediniz verdim. Geriye bir tek Muhammed ’e secde etmediğim kal­dı!” diyerek itiraz etti. (bk. BuhÂrî, Tefsir 63; Tirmizî, Tefsir 63; Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 370, 373)
Hikmet-i ilÂhî, Abdullah b. Ubey ’in Abdullah isminde bir oğlu vardı. Samîmî bir mu ’mindi. Resûlullah (s.a.s.) ’e son de­rece bağlıydı. O, babasının yaptıklarına cok uzuluyor, sabredemiyordu. Son hÂdiseler de gonlundeki bu kederi iyice artırdığından Allah Resûlu (s.a.s.) ’e geldi:
“–Ey Allah ’ın Rasûlu! Eğer arzu edersen, babamı oldureyim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.) buna musaade etmedi ve:
“–Hayır! BilÂkis ona yumuşak davranırız. Aramızda kaldığı muddetce, kendisiyle iyi geciniriz!” buyurdu. Bunun uzerine Abdullah, İslÂm ordusunun icindeki babasının yanına koştu ve devesinin yularını tutarak haykırdı:
“–İzzet ve kuvvetin Allah ’a ve Rasûlu ’ne Âit olduğunu soyleyinceye kadar seni ye­rinden kıpırdatmayacağım!..”
Munafıkların başı şaşkınlaştı. Bunca insanın ortasında oğlunun kendisine yaptığı bu hareketi gurûruna yediremedi:
“–Şimdi sen beni bu kadar insan icinde Medine ’ye bırakmayacak mısın?” dedi. Oğlu, buyuk bir îman celÂdeti icinde:
“–Evet, bugun insanlar arasında en rezîl ile en azîzin kim olduğunu sana oğretin­ceye kadar seni bırakmayacağım. Hakîkati îtirÂf etmezsen kelleni ucuracağım...” dedi.
HÂin munÂfığın Âdeta eli kolu bağlanmıştı. Oğlunun, dediğini yapacak kadar ciddî olduğunu anlayınca urperdi. Daha evvel soylediklerini geri alarak istemeye istemeye de olsa hakîkati dile getirip:
“–ŞehÂdet ederim ki, izzet ve kuvvet Allah ’a, Rasûlu ’ne ve mu ’minlere Âittir” de­mek zorunda kaldı. Peygamberimiz (s.a.s.) Abdullah ’a:
“- Allah seni Rasûlu ’nden ve mu ’minlerden dolayı hayırla mukÂfatlandırsın!” diyerek dua etti ve babasının yolunu acmasını emir buyurdu. (İbn HişÃ‚m, es-Sîre, III, 334-337; İbn Sa‘d, et-TabakÂt, II, 65; Heysemî, Mecma‘u ’z-zevÂid, IX, 317-318)
Oyleyse:MunÂfikûn Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
MunÂfikûn Suresi 6. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan