
Kalem Suresi 27. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 27. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Kalem Suresi 27. Ayetinin Arapcası:بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
Kalem Suresi 27. Ayetinin Meali (Anlamı):Cok gecmeden gerceği anladılar: “Yoo, doğrusu biz felÂkete uğradık, mahsulumuz elden gitti!” diye feryat ettiler.
Kalem Suresi 27. Ayetinin Tefsiri:“Bahce sahipleri” kıssasında anlatılan esas mevzu, Allah ’a karşı nankorluk yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyÂndır. Bu kıssada dinleyicilerin veya seyircilerin ilgilerini cekecek pek canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:
Birinci sahne: Bu sahnede “bahce sahipleri”nden soz edilmektedir. Bununla ilgili bilinen rivayetlerin ozeti şudur: Yemen ’de San ’a ’ya yakın Savran denilen yerde sÂlih bir adamın guzel bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu bağ da cocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve uzerlerine duşen Allah hakkını odemediler. Neticesi de Allah TeÂl ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-RÂzî, MefÂtîhu ’l-gayb, XXX, 77)
Şimdi karşımızda bahce sahipleri var. Bunlar bir takım basit ve bedevi ruhlu insanlar. Duşunce ve hareketleri bakımından sade ve saf koylu takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları henuz cok fazla karmaşık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke muşriklerini yansıtıyorlar. Belli ki bunların devşirilmeye hazır bir bahceleri var. Bu bahce hakkında aralarında fısıldaşıyorlar, gizli gizli konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hic duşunmuyorlar: “Yarın muhakkak bahcemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah ’ı da hic hesaba katmıyorlar, “İnşÃ‚allah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Veya bahcenin butun urununu sadece kendileri icin devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabahleyin yapacakları işlerini boylece kararlaştırdıktan sonra uykuya dalıyorlar. Onları şimdi, her gafil kimsenin yaptığı gibi, Allah ’tan ve O ’nun azabından emniyet icinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.
İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar ama Allah TeÂl uyanık bulunmaktadır. Onu asla bir uyku ve uyuklamanın tutması mumkun değildir. Allah TeÂl onların, akşam yatmadan once aralarında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan hoşnut olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahcelerini yakıp yok etmeyi murad ediyor. Şuphesiz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Vakit gece ve biz o guzelim bahcenin yanındayız. Gorebildiğimiz kadar onu goruyoruz. Bir de bakıyoruz bahceye bir afet geliveriyor. Bahcenin bulunduğu vadiden bir ateş cıkıyor ve bahcenin her tarafını sararak kokunden yakıp kavuruyor. Biz şimdi o bahcenin meyveleri kesilmiş, mahsulatı bicilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hicbir faydası olmayan kumluk bir araziye donduğunu yakînen goruyor ve biliyoruz. Ama bahce sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri yok. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım sonuc ne olacak?
Ucuncu sahne: Evet, gece sona eriyor, sabah oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gozlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değişiklik yok. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından sonra yorgunlukları gitmiş; dinclikleri ve neş ’eleri de yerinde. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona doğru duşman uzerine gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Hemen yerlerinden fırlıyorlar. Şimdi onların, bahcelerine doğru hızlı adımlarla koşar gibi yuruduklerini goruyoruz. Yururken de aralarında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Ama ne konuştuklarını anlamak pek zor. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde oldukca yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını anlamak icin sozlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ki şoyle diyorlar: “Sakın bu gun karşınıza hicbir yoksul cıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahcenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek hızlı ve neş ’eli bir şekilde cekip gidiyorlar. Halbuki gucleri ancak kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Fakat bunu yakında bileceklerdi.
Dorduncu sahne: Şimdi biz, o bahce sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o gizli ve gorunmez eli gorduk. Bahcenin butun meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O korkunc ve soluk kesici kudret elinin birdenbire meyveleri kokunden kesip attığını gorduk. Adamlar hırsla ve inatla yuruyorlar. Nihayet bahcelerinin yanına ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah kesilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Oncelikle: “Bizim meyve yuklu bahcemiz bu olmasa gerek. Yolu yitirdik, yanlış geldik herhalde!” diyorlar. Sonra donup iyice bakıyorlar. Hayır, hayır! Yanlış gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Fakat bahceleri yanıp kul olmuştu. Boylece mahrum bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları hile ve oyunlarının kotu akıbetine uğradıklarını iyice anlıyorlar. Hayalleri suya duşuyor, umitleri kesilip ye ’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.
Beşinci sahne: Bu kişilerin arasında aklı erer insaflı biri var. Belli ki o, bunların goruşunde değil. Fakat goruşunde yalnız olunca onlara uymak zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara onceden nasihat ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah TeÂl ’nın yuceliğini taNisÂnız, O ’nun noksandan munezzeh bir subhÂn bulunduğunu, hÂkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alcaklığı, haksızlığı, tahakkumu sevmediğini bilseniz, hakkı gozetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Fakat o zaman onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Fakat o zat şimdi, daha once onlara soylediklerini yeniden hatırlatarak intibaha gelmelerini arzu ediyor. Oyle de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gordukten sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah ’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin haksız olduğunu; duşuncesiz yemin, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine yazık ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler hakikaten azgınlar imişiz. Cezayı hak etmişiz. Butun kusur bizim. Rabbimiz ise butun kusurlardan munezzeh. Biz de O ’nun kuluyuz. Boyle bir Rabbimiz varken, biz de O ’nun kuluyken nicin umidimizi keselim, nicin tevbe ile O ’na yuz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahceyi elimizden cıkardık ise, biz ihlas ile O ’na yuz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah ’tan daha iyi bir bahce hatta her turlu bela ve felaketten azade olan Âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, butun varlıklarıyla Allah ’a yoneldiklerini; butun rağbetlerini munhasıran O ’na cevirdiklerini; sadece O ’nun rızÂsına ermek, bundan boyle hep O ’nun icin calışmak iştiyakında olduklarını ifade ediyorlar: “Biz artık Rabbimizi, O ’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz ancak O ’nun rızÂsını isteriz” diyorlar.
Son sahne: Dunya azabı boyledir. Bilenleri, bilmek ve anlamak kabiliyetinde olanları boyle dunyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha buyuk tehlikeden korunmasına ve daha buyuk hayra ermesine sebep olur. Allah TeÂl ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha buyuktur. Âhiret azabı mala değil canadır. Gecici değil ebedîdir. O bir kere başa geldikten sonra intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkca onun şiddeti artar. Âhiret azabı sondur, o tecrubeye gelmez, artık butun tecrubeler onda tukenmiş, neticesini vermiş olur. Keşke insanlar bu gerceği bilip uyansalar, Allah ’a donseler, O ’na gercek anlamda kulluk etseler. Bu bahce sahiplerinin, ancak felaket geldikten sonra intibaha geldikleri gibi, bunlar boyle bir akibete uğramadan ve hatta Âhiret azabıyla yuz yuze gelmeden intibaha gelseler kendileri icin cok daha hayırlı olacaktır.
Cunku:Kalem Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Kalem Suresi 27. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan