A'rÂf Suresi 176. ayeti ne anlatıyor? A'rÂf Suresi 176. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...A'rÂf Suresi 176. Ayetinin Arapcası:وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
A'rÂf Suresi 176. Ayetinin Meali (Anlamı):Eğer dileseydik, onu Âyetlerimiz sÂyesinde yuceltirdik; fakat o dunyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hÂli, kopeğin hÂline benzer ki, uzerine varıp kovalasan da dilini cıkarır solur, kendi hÂline bıraksan da solur. İşte Âyetlerimizi yalanlayan bir toplumun hÂli boyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki uzerinde duşunurler.
A'rÂf Suresi 176. Ayetinin Tefsiri:Bu ayetlerde şoyle bir insan tipinden bahsedilmektedir: O insana Allah TeÂl ayetlerini veriyor; tevhidinin delillerini gosteriyor, kendi keremiyle donatıyor, ilmiyle hilafet bahşediyor, hidÂyet ve yucelmenin butun yollarını, en mukemmel fırsatlarını ona ihsan ediyor. Fakat o bunların hepsini tamamen bir kenara bırakıyor, koyunun derisinin yuzulmesi gibi hepsinden sıyrılıp cıkıyor. Şeytan onu kendine uyduruyor, boylece sapıklardan oluyor. Allah dilese onu, kendisine verdiği bu ayetlerle, bilgilerle yukseltmeğe kadirdir. Fakat o zelil kişi bu delillere itibar etmiyor, kendisini yuce ufuklara yukseltecek butun vesileleri elinin tersiyle bir tarafa itiyor, nefsinin arzularına uyuyor ve yere saplanıyor, camurlara batıyor.
Bahsedilen bu kimsenin Hz. Mûs zamanında İsrÂiloğulları Âlimlerinden Bel‘am b. Ebr veya Kenanîlerden Bel‘am b. Ba‘ûra isminde birisi olduğuna yahut Araplardan Umeyye b. Ebî Salt Sekafî olduğuna; bu ayetin de bunlardan biri hakkında indiğine dair bazı rivayetler vardır. Bel ’am bir kısım ilÂhî kitaplar hakkında bilgisi olan duası kabul olunur bir veli iken Arz-ı Mukaddes ’e girerken Hz. Mûs ’nın veya Yuşa ’nın karşısında dunya sevgisiyle zalimlere tarafdarlık etmişti. Mekke ’nin onde gelen şairlerinden olan ve şiirlerinde sıkca mÂnevî hususlara temas eden Umeyye de bir kısım ilÂhî kitapları okumuş, bir peygamber geleceğine kanaat getirmiş ve fakat onun kendisi olabileceğini duşunmuş, o sırada Resûlullah (s.a.s.) gonderilince hasedinden kufre sapmıştı. Diyebiliriz ki asıl kıssa, Bel ’am ’ın olduğu halde ayetin iniş sebebi Umeyye b. Ebi Salt olmuştur. (Fahreddin er-RÂzî,MefÂtîhu ’l-gayb, XV, 54) Fakat ayetin nuzûl sebebi hususi olsa da mÂnası, bu durumda olan herkese şamildir.
Allah TeÂl boyle bir insanın durumunu cok dikkat cekici bir misalle şoyle canlandırmaktadır:
Karşımızda yere saplanmış, camura batmış, ustu başı camurla iyice sıvanmış perişan bir adam bulunmaktadır. Camurun icinde kıvranıyor, kıvrandıkca batıyor, battıkca perişanlığı artıyor. Sonra bir de bakıyoruz ki bu adam şekil değiştiriyor, kopek suretine giriyor. Şimdi karşımızda her tarafı pis ve kirli adi bir kopek dilini sarkıtmış soluyor. Kovduğunuz zaman da soluyor, kovmadığınız ve kendi haline bıraktığınız zaman da soluyor. İşte Allah ’ın ayetleri kendilerine verildiği, gozlerine, iz ’an ve idraklerine sunulduğu halde ondan uzaklaşan, yeryuzunun camurlarına saplanıp ilÂhî ayetlerden sıyrılan, heva hevese tabi olan, ne ilk ahdi tutan ne de doğru yolu gosteren ayetlere bağlanan, dolayısıyla şeytanı dost edinip Allah ’ın muhafazasından kovulan herkesin durumu işte bu soluyan kopeğin durumu gibidir. Bunlar hicbir zaman rahat yuzu gormezler, huzur nedir bilmezler, sukûnet ve karara eremezler. (Seyyid Kutub, Fî ZılÂl, III, 1396-1397)
Dikkat edilirse, benzetmenin butun kopeklere değil sadece soluyan kopeklere yapıldığı gorulur. Bu benzetmeden maksat şoyle izah edilebilir:
Soluyan her canlı ya yorgunluğundan veya susuzluğundan dolayı soluduğu halde soluyan kopek boyle olmayıp, yorgun veya rahat, susuz veya değil her halukarda solur. Cunku bu onun huyudur; bir ihtiyactan dolayı değil, o adi huyundan dolayı solur. İşte Allah, kendisine ilim ve din nasip ettiği bir kimseyi, insanların mallarının kirlerine bulaşmaktan zengin kılmış olur. Sonra o kimse kalkar, dunya peşine duşer, kendisini onun icine atarsa bunun durumu, aynen ihtiyac ve zaruretten dolayı değil de sırf kotu nefsinden, adi huyundan oturu cirkin işlere devam eden o soluyucu kopeğin durumu gibi olur.
Bir Âlim, Allah rızÂsını bırakıp ilmi vasıtasıyla sırf dunya malı elde etmeğe yonelirse, bu, insanlara ceşitli ilimlerini oğretmek ve kendisinin faziletlerini, şan ve şohretini ortaya koymak icin olmuş olur. Hic şuphesiz bu kimse, o sozleri anlatıp ifade ederken dilini sarkıtır ve dunyalık elde etmeğe karşı olan kalbindeki aşırı susuzluğu ile hırsının hararetinden oturu dilini cıkarır, sarkıtır. Boylece bu kimsenin durumu, bir ihtiyac ve zaruret olmadığı halde, sırf adi huyundan oturu, dilini hep sarkıtan bir kopeğin haline benzer.
Soluyan kopeğin soluması hic sona ermediği gibi, hırslı olan insanın hırsı da boyle hic tukenmez. Kopek kovsan da kovmasan da, yorsan da rahat bıraksan da soluduğu gibi hırslı insan da boyledir. Ona nasihatta bulunsan da bulunmasan da o sapıklığını surdurur. Zira sapıklık artık onun karakteri olmuştur. (Fahreddin er-RÂzî, MefÂtîhu ’l-gayb, XV, 56-57; Ebussuûd, İrşÃ‚d, III, 293)
Hz. MevlÂn (k.s.), Bel ’am orneğinde olduğu gibi hic kimsenin nefsin duşmanlığından emin olmaması ve nefsin gorunmez zararlı yonlerine karşı son derece uyanık olunması uyarısında bulunmak uzere şu ibretli misali anlatır:
Bir yılancı, efsunları ile yılan tutmak icin dağlık yerlere gitti. O, karda kışta, dağlarda iri bir yılan arayıp durmada idi. Orada pek buyuk bir ejderha gordu. Ejderha olmuştu ama, şeklinden, yılancının gonlu korku ile doldu. Yılancı, halkı hayrete duşurmek icin o ejderhayı aldı, Bağdat ’a getirdi. Zavallı, birkac kuruş kazanmak icin o direk gibi olan ejderhayı suruk­leyip duruyordu. “Ben size olu bir ejderha getirdim ama, onu yakalamak icin cok zah­metler cektim” diyordu. Yılancı onu olmuş sanıyordu. Halbuki ejderha diri idi. Dikkatle bakıp onun canlı olduğunu anlayamamıştı. O soğuktan, kardan donmuş, kaskatı kesilmişti. Olu gibi gorunuyordu ama diri idi. Onu Bağdat ’a kadar getirdi. Carşıda dort yol ağzında bir gurultu ko­parmak, halkı başına toplamak istiyordu.
Sonunda o yılanı aldı, Dicle nehri kıyısında bir peykenin ustune koy­du ve kocaman bir ejderhanın getirilmiş olduğu haberi Bağdat icinde calkalanmaya başladı. “Bir yılancı” diyorlardı, “Gorulmemiş, kocaman bir ejderhayı avlayarak Bağdat ’a getirmiş!” Yuzbinlerce ahmak toplandı. Onlar ahmaklıklarından onun gibi don­muş bir yılana av oldular. Ejderhayı gormeye gelen kişiler de, yılancı da, şehirde işini gucunu gormek icin dağılmış olan halkın toplanmasını bekliyorlardı. Yılancı, seyre gelen halk coğalsın da, eline gececek para daha da artsın” diye duşunuyordu. Yuzbinlerce meraklı kişi toplandı. Onlar halka olmuşlardı. Herkes ayak parmaklarının uclarına basarak boyunu yukseltiyor, ejderhayı gor­mek istiyordu. Kalabalıktan, heyecandan erkeğin kadından haberi yoktu. KıyÂmet gunu gibi, halkın ileri gelenleri ile cÂhil ve avamdan olanları birbirine karışmıştı. Yılancı yılanı sardığı kilimi kımıldattıkca, toplanan halk boyunlarını uzatıyordu.
Soğuktan donmuş, uyumuş olan ejderha, bir takım pacavraların, kili­min altında idi. Yılancı ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle, halatlarla bağlamıştı. Fakat, halkın toplanması beklenirken iyice zaman gecmiş ve Irak gu­neşi yılanın ustune vurmuştu. Sıcak memleketin guneşi ejderhayı ısıtınca, onun bedenindeki soğuk­luk, uyuşukluk gitmişti. Olu sanılan ejderha dirilmiş, kımıldanmaya başlamıştı. Ejderhanın kımıldanışı yuzunden de, halkın şaşkınlığı bir iken yuzbin oldu. Seyirciler, şaşkınlıktan naralar attılar. Ejderhanın kımıldanışını gorunce, hepsi de bağırışarak kacışmaya başladılar. O bağırışmalar arasında yılan iplerini, bağlarını kopardı. Kopan iplerin catırtısı her taraftan duyuluyordu. O cirkin ejderha, kukremiş arslan gibi bağlarını kopardı ve ortulerinin altından sıyrılıp cıktı. Ejderhanın korkusundan kacışan seyirciler arasında, bir cok kişi ayaklar altında kaldı, ezilip oldu. Yere yıkılıp kalanlardan, olenlerden yı­ğınlar meydana geldi. Yılancı, “Ben; dağlardan, kırlardan ne getirmişim?” diye korkusundan olduğu yerde kaskatı kaldı, kacamadı. Ejderha yılancıyı yuttuktan sonra, kendisini bir direğe sardı ve direği sıkarak yuttuğu yılancının kemiklerini kırdı.
Bu hikÂyedeki yılancı; nefsin heva ve hevesine uyan, dunyalıktan başka bir şeyi du­şunmeyen gÂfil kişiyi gostermektedir. Ejderha ise; Hz. MevlÂn ’nın buyurduğu gibi “nefs-i emmare”yi gostermektedir.
MevlÂn bu misali verdikten sonra, bundan alınacak dersler hakkında şoyle der:
“Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Olmuş gorunse bile olmemiştir; gunah işlemek icin eline fırsat gecmediğinden oturu, gamdan uyuşmuş bir hÂlde, donmuş gibi beklemektedir! Nefis guclense, fırsat bulsa hemen Firavunluğa başlar; yuzlerce Mûs ’nın, yuzlerce HÂrûn ’un yolunu keser! Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe duşerse, kucuk bir kuv­vet hÂline girer. Fakat mal mulk, yuksek mevki yuzunden nefis sivrisi­neği caylak kesilir. Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu guneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hÂlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! Onu mat et de, mat olmaktan, mÂnen olmekten emin ol! Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir! Cunku ustun şehvet guneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanat­lanır ucar! Onunla yiğitce savaşa giriş de, buna karşılık Allah, sana mÂnen kendisiyle buluşmayı ihsan etsin! Sen o nefse cef etmeksizin, riyÂzatlar ve mucahede cektirmeksizin, onu uslu, vefÂlı bir hÂlde tutmayı mı umuyorsun? Her soysuz ve aşağılık kişiye nefsi zabtetmek nasib olur mu? Ej­derhayı oldurmek icin Mûs olmak gerek!” (bk. MevlÂnÂ, Mesnevî, 994-1066 beyitler)
İşte Allah ’ın ayetlerini yalanlayan ve onları hice sayan kimselerin orneği budur. Bu cok cirkin ve kotu bir ornektir. Bundan ibret alıp, bu gibilerden ve bunlar gibi olmaktan Allah ’a sığınmak gerekir. Cunku hidÂyet ve dalÂlet Allah ’ın dilemesine bağlı olup, neticede cehennem de insan ve cinlerden nasibini alacaktır:
A'rÂf Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
A'rÂf Suresi 176. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan