
MÂide Suresi 117. ayeti ne anlatıyor? MÂide Suresi 117. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...MÂide Suresi 117. Ayetinin Arapcası:مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يدًا مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
MÂide Suresi 117. Ayetinin Meali (Anlamı):“Ben onlara ancak bana emrettiğin şeyi soyledim: «Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah ’a kulluk edin» dedim. Aralarında bulunduğum muddetce onların hallerine, ne durumda olduklarına şÃ‚hit idim. Fakat beni vefat ettirip aralarından cıkardıktan sonra onları gorup gozetleyen sadece sen kaldın. ZÂten sen her şeyi hakkiyle gorensin.”
MÂide Suresi 117. Ayetinin Tefsiri:Burada yer alan azarlama hitabından, Hz. İsa ’nın ulûhiyet makamına karşı nasıl bir acizlik ve kulluk mevkiinde bulunduğu anlaşılmaktadır. O, ilÂh değil sadece bir kuldur. Bu azarlamanın asıl hedefi ise Hz. İsa değil, onu ilÂh edinen kimselerdir. Dolayısıyla bu yanlış inanc sahiplerinin kıyamette nasıl dehşetli bir hesap ile karşılaşacakları haber verilmek istenmektedir. Bu Âyetlerden anlaşıldığına gore, Hıristiyanlardan Hz. İsa ’yı ilÂh edinenler olduğu gibi, annesi Hz. Meryem ’i de ilÂh kabul edenler vardı. Nitekim tarihî bilgiler Arabistan ’da Collyridienler ismiyle anılan sapık bir Hıristiyan grubunun Hz. Meryem ’i tanrıca olarak kabul ettiğini gostermektedir. Ayrıca onlar, “Meryem bir insan doğurmadı, o bir ilÂh doğurdu” dediklerine gore ve anne ile cocuk arasındaki mevcut munÂsebet sebebiyle, annenin de doğurduğu kişi mesÂbesinde olması gerektiğini kabul etmek zorundadırlar. Bunu kabul etmek zorunda oldukları takdirde ise, Hz. Meryem hakkında bu sozu bizzat soylemiş gibi olmaktadırlar.
CenÂb-ı Hakk ’ın bu dehşete duşuren ve titreten azarına karşılık Hz. İsa ’nın soyledikleri, kulun Allah karşısında takınması gereken edebi en ince noktalarıyla ortaya koyan bir guzellik ve keyfiyettedir:
İs (a.s.) ilk olarak Allah TeÂl ’yı, kendisinden başka ilÂh olması, dengi ve ortağı bulunması, cocuk edinmesi gibi şÃ‚nına yaraşmayan noksan sıfatlardan tenzih edip temiz ve pÂk olduğunu belirterek soze başlıyor. “Senden başka ilÂh edinilmesini soylemiş olmamdan veya boyle bir sozun soylenmiş olmasından sana sığınır, seni sana layık bir şekilde tenzih ederim” diyor. Allah ’ın yuce izzeti ve sonsuz kudreti karşısında boyun eğerek O ’nun azametinden korkuyor. Kendisinin hakkı olmayan, kul olmasının gereklerine uymayan bir sozu soylemesinin mumkun olmadığını belirtiyor. Fakat bu konuda da fazla ısrarcı olmuyor, nefsini temize cıkarmıyor. “Eğer boyle bir şey soyledimse mutlaka sen onu bilmektesin. Cunku sen benimle ilgili her şeyi bilirsin; gizlediğimi, acıkladığımı, ne istediğimi, gonlumden gecip benim farkında olmadığım şeyleri de bilirsin. Fakat ben seninle ilgili her şeyi, gizlediklerini ve sırlarını bilemem. Şu halde soylemediğimi bildiğim halde, bana bu soruyu sormaktaki ilÂhî hikmetini de bilemem. Şuphesiz sen butun gizlilikleri hakkiyle bilensin” diyerek buna CenÂb-ı Hakk ’ın ilmini şÃ‚hit getiriyor. Sonra kavmini, ilÂhî emir gereği sadece Allah ’a kulluğa davet ettiğini, aralarında bulunduğu muddetce de onları murakabe ettiğini, durumlarını denetlediğini, onları ilÂhî emirlere itaata teşvik yasaklarından men etmeye calıştığını beyÂn ediyor. Fakat aralarından ayrıldıktan sonraki hallerini bilmediğini, bunu da en iyi yine Allah TeÂl ’nın bildiğini ikrar ederek işi yine O ’na havale ediyor. Neticede sozunu bir niyaz makamında şoyle bağlıyor: “Onlara azap edersen, şuphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen kudreti dÂima ustun gelen, her işi ve hukmu hikmetli ve sağlam olansın!” Yani sen her şeye kadirsin; cezalandırmaya da bağışlamaya da gucun yeter. Cezalandırman hikmet gereği olduğu gibi bağışlayıp mukafatlandırman da hikmet gereğidir. GunahkÂrı bağışlamanın guzel bir şey olduğu bellidir. Eğer azap edersen bu senin adÂletin gereğidir; eğer bağışlayacak olursan bu da senin fazlu kereminden, ihsan ve comertliğindendir. Şu da var ki ne azap etmende bir haksızlık, ne de bağışlamanda bir duşukluk, bir isabetsizlik duşunulebilir. Yaptığın her şey hikmetin ve doğrunun ta kendisidir. Hukmune karışılmaz, hikmetine karşı gelinmez. Her korkunun kaynağı sen, her umidin mercii de yine sensin. HÂsılı ilÂhlık ve hukumranlık ancak senindir. Tek ilÂh sensin, senden başka ilÂh yoktur.
Hz. İsa ’nın bu 118. Âyette yer alan yakarışı Allah Resûlu (s.a.s.) ’i derinden etkiler ve dua olarak tekrar ederdi. Birgun Efendimiz, Hz. İbrÂhim ’in “ Rabbim! Bu putlar, insanların pek coğunun yoldan cıkmasına sebep olmaktadır. Bundan boyle kim bana uyarsa şuphesiz o bendendir” (İbrÂhim 14/36) sozunu ve Hz. İsa ’nın da “Onlara azap edersen, şuphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen kudreti dÂima ustun gelen, her işi ve hukmu hikmetli ve sağlam olansın!” (MÂide 5/118) duasını okudu. Akabinde ellerini kaldırdı ve:
“Allahım, ummetimi koru, ummetime merhamet et!” diye yalvararak ağladı. Bunun uzerine CenÂb-ı Hak:
“– Ey CebrÂil! Rabbin herşeyi daha iyi bilir ya, git, Muhammed ’e nicin ağladığını sor” buyurdu. CebrÂil (a.s.) geldi. Resûlullah Efendimiz ona, ummeti icin duyduğu endişeden dolayı ağladığını soyledi. CebrÂil ’in donup durumu haber vermesi uzerine Allah TeÂlÂ:
“– Ey CebrÂil! Muhammed ’e git ve ona: «Ummetin konusunda seni rÂzı edeceğiz ve seni asla uzmeyeceğiz» mujdemizi ulaştır” buyurdu. (Muslim, İman 346)
Mahşerde vuku bulacak bu sorgulamanın dehşetinden sarsılan gonullere su serpmek, heyecanlarını teskin etmek ve doğruların kurtuluşa ereceklerini haber vermek uzere şoyle buyruluyor:
MÂide Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
MÂide Suresi 117. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan