MÂide Suresi 29. ayeti ne anlatıyor? MÂide Suresi 29. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...MÂide Suresi 29. Ayetinin Arapcası:اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓواَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
MÂide Suresi 29. Ayetinin Meali (Anlamı):“Doğrusu ben isterim ki, sen hem benim gunahımı hem kendi gunahını yuklenesin de ateş ehlinden olasın. ZÂlimlerin cezası işte budur.”
MÂide Suresi 29. Ayetinin Tefsiri:Bu Âyetlerde haset, hırs ve dunya sevgisi gibi nefsin son derece cirkin hastalıklarının insanın başına neler getirdiğinin ve onu nasıl yanlış bir yola suruklediğinin bir orneği verilmektedir. Ornek olarak ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ’in iki oğlu secilmektedir. Rivayetlere gore bunların ismi HÂbil ve KÂbil ’dir.
İnsan neslinin coğalabilmesi icin Hz. HavvÂ, bir batında birden cok cocuk dunyaya getirmekteydi. Aynı batında doğan cocuklar kardeş olmaktaydı ve birbirleriyle evlenmeleri harÂmdı. Ancak diğer bir batında doğanlarla evlenebiliyorlardı.
Rivayete gore KÂbil, kendisiyle aynı batında doğan kızkardeşini almak istedi. HÂbil ise, bunun şerîate uygun olmadığını, diğer zamanda doğan kardeşlerinden birini al­ması gerektiğini soyledi. KÂbil, bu îkÂzı dikkate almayarak, kendisinin yaptığı fiilin doğru bir davranış olduğu iddiÂsında bulundu. Bunun uzerine HÂbil, burada kimin doğru hareket ettiğinin anlaşılması icin Allah ’a birer kurban adamayı teklif etti. O zamanlar kurban, herkesin mesleği îcÂbı, elinde bulunan maldan verilirdi. Kurban verilen bu şeyler, bir dağ başına konur, bir muddet sonra gidip bakıldığında; gokten inen ateş tarafından yakılarak ortadan kaybolan kurban CenÂb-ı Hak tarafından kabul edilmiş sayılırdı. (bk. Âl-i İmrÂn 3/183) HÂbil ’in koyun suruleri vardı. Kurban vermek icin, iclerinden en semiz ve gosterişli olan bir kocu secti. KÂbil ise, ziraatle uğraşırdı. O da, cılız buğdaylardan oluşan bir demeti kurban olarak ayırdı. HÂbil ile KÂbil, bir muddet sonra bıraktıkları kurbanların akıbetini gormek icin gittiler. HÂbil ’in kurban ettiği koc, kabul edilmişti; KÂbil ’in cılız buğday demeti ise, olduğu gibi duruyordu. (İbn Sa‘d, et-TabakÂt, I, 36) Bu hÂdise karşısında KÂbil son derece ofkelendi ve Âyet-i kerîmede haber verildiği uzere kardeşi HÂbil ’i katletti.
İnsanlık tÂrihinde, ilk def meydana gelen adam oldurme ve kardeş kanı dokme hÂdisesi hakkında Resûlullah (s.a.s.) şoyle buyurmuştur:
“Zulmen oldurulen her insanın kanının gunahından Âdem ’in ilk oğluna da mutlak bir pay ayrılır. Cunku o insan oldurme cığırını ilk başlatan kişidir.” (BuhÂrî, Enbiy 1; Muslim, KasÂme 27)
29. Âyette yer alan “Doğrusu ben isterim ki, sen hem benim gunahımı hem kendi gunahını yuklenesin de ateş ehlinden olasın. ZÂlimlerin cezası işte budur” ifadesiyle alakalı olarak şu iki hususa temas etmek gerekir:
Birincisi, “…Hic kimse bir başkasının gunah yukunu cekmez ve onunla yargılanmaz.…” (İsr 17/15) buyrulduğu hÂlde kÂtil olan, oldurulenin gunahını nasıl yuklenir? Bu nokta birkac şekilde izah edilmiştir: Bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur: “Birbirine soven iki kişinin soyledikleri, zulme uğrayan haddi aşmadıkca başlayana Âittir.” (Muslim, Birr 69) YÂni mazlum haddi aşıp daha ileri gitmedikce, ilk başlayan hem aynen kendi gunahını, hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının gunahının bir mislini yuklenir. Burada da “benim gunahım” demek, şÃ‚yet sana karşılık vererek el uzatırsam, gireceğim gunahın bir misli demektir. Şu hÂlde biri haddi aşar, diğeri de karşılık verir, neticede her ikisi de olurlerse, başlatan, iki cinayet, diğeri de bir cinÂyet işlemiş olur. Beriki, karşılık vermeyecek olursa, bu bir cinÂyetten de kurtulur. Fakat kÂtil yine iki cinÂyet işlemiş ve iki gunah yuklenmiş olur ki, birisi mazlumu oldurmek, diğeri kendini cezaya lÂyık bulup ateşe atmak cinÂyetidir. Bundan başka “benim gunahım” demek “beni oldurmek gunahı”; “senin gunahın” da “daha once işlediğin gunahların” demek olur.
İkincisi ise, bir insan icin kendinin Allah ’a isyan etmesini istemek cÂiz olmadığı gibi, başkasının isyÂnını istemek de cÂiz değildir. O hÂlde boyle bir muttakî kimsenin diğeri hakkında iki gunah istemesi nasıl cÂiz olur? Buna da iki şekilde cevap verilebilir: Birincisi, bu sozden asıl maksat, diğerinin gunaha girmesini istemek değil; ne kendinin, ne de onun gunaha girmemesini istemek, gunahtan uzaklaştıracak bir nasihat vermektir. İkincisi, isyan istemek cÂiz değilse de isyan edenin cezalandırılmasını istemek cÂizdir. Bu itibar ile mÂna, “ben gunaha girmek istemem, sen ısrar edersen ben de senin Allah ’tan cezanı isterim”, demek de olabilir. (Fahreddin er-RÂzî, MefÂtîhu ’l-gayb, XI, 164; Elmalılı, Hak Dini, III, 1654)
Bir hadis-i şerifte şoyle buyrulur:
“İslÂm ’da iyi bir cığır acan kimseye, bunun sevabı vardır. O cığırda yuruyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hicbir şey eksilmez. Her kim de İslÂm ’da kotu bir cığır acarsa, o kişiye onun gunahı vardır. O kotu cığırda yuruyenlerin gunahından da ona pay ayırılır. Fakat onların gunahından da hicbir şey eksilmez.” (Muslim, ZekÂt 69; NesÂî, ZekÂt 64)
Bu nebevî beyÂn da gosteriyor ki; kim bir iyiliğe delÂlet ederse, kendisinden sonra devam eden o iyilikten; kim de bir kotuluğe sebep olursa kendisinden sonra te­selsul edecek o kotulukten hisse alır. Nitekim İmÂm GazÂli, bu hadisin acıklaması istikÂmetinde şoyle der: “Olen ve kendisi ile birlikte gunahları da olen kimseye ne mutlu! Olduğu hÂlde gunahları yuzlerce sene devam eden tÂlihsiz kimseye ise yazıklar olsun.”
Bu kıssada vahyin nûruyla aydınlanmış olan bir akıl ile nefsin sultasından kurtulamayıp bundan mahrum kalan aklın mukÂyesesi yapılmakta ve bunların yol actığı neticenin canlı bir misÂli sergilenmektedir. Aklın, vahyin icinde bir değeri vardır. Vahyin hizmetinde olan ve onu rehber kabul eden bir akıl, hikmetlere vÂkıf olur. Vahyin yol gostericiliğinden mahrum olan akıl ise insanı nefsin Âfetlerinden koruyamaz. Akıl, her turlu gÂye icin kullanılabilen keskin bir bıcak gibidir. Dileyen onunla faydalı bir şey kesebilir, dileyen de onunla cinÂyet işleyebilir. Nitekim Kābil ’in aklı, vahyî bilgiye muhÂlefet ettiği icin kendisini sapıklığa goturmuş ve Âhiretini mahvetmiştir. Takv ve ihlÂstan mahrum kimselerde akıl, hem kendilerine, hem de başkalarına karşı o kimsenin zulmunu artırır. KÂbil misÂlinde olduğu gibi, kardeşini katletmeye kadar bile gidebilir. Akıl nimetini vahyin istediği istikÂmette kulla­narak KÂbil ’e nasihatte bulunan HÂbil ise, ihlÂslı bir kul olduğu icin Allah korkusuyla hareket etmiştir.
HÂbil ’in sergilediği davranışın guzelliğini tasdik sadedinde Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şoyle buyurmuşlardır:
“İleride oyle fitneler olacak ki o vakitte oturan kimse ayakta durandan, ayakta duran yuruyenden, yuruyen koşandan daha hayırlı olacaktır.” Sa‘d b. Ebî VakkÂs (r.a.): “YÂ Resûlallah! Adam evime girip, oldurmek icin elini bana uzatsa ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?” deyince, Peygamberimiz (a.s.): “Âdem ’in oğlu HÂbil gibi ol!” buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten 29/2194)
İslÂm dîni, beş husûsun muhÂfaza ve mudÂfaasını emretmiştir. Bunlar: Can, akıl, din, nesil ve maldır. Kişi, bunlara yapılan herhangi bir taarruza karşı gerekli mucÂdeleyi yapmalıdır. Fakat, bu mucÂdeleyi yaparken şeriatın gosterdiği yolu tÂkip etmelidir. Ancak şu var ki, zÂlim veya mazlum olma durumunda kalınca Peygamber Efendimiz ’in tavsiyesi istikÂmetinde, zÂlim olmayı değil, mazlum olmayı tercih etmelidir.
Kıskanclık ve haset hastalığına yakalananlar, kendi uzerindeki nimeti gormeyip dÂim başkalarının elindeki nimetlere goz dikerler. Nefsin kotu sıfatlarından olan kıskanclık ve haset kimin uzerinde hÂkimiyet kurarsa, ona her turlu kotuluğu yaptırır. Hatt bu kişi, kardeşini bile oldurmekten cekinmez. Haset ve kıskanc kişiler, ilÂhî takdire rÂzı olmazlar. Bunun neticesinde, dunyada rezîl ve rusvÂy olarak buyuk bir vicdÂn azÂbı ve pişmanlığa dûcÂr olurlar. Onlar Âhirette de acıklı bir azÂb ile karşılaşacaklardır. Bu hastalığın cÂresi, nefsi terbiye ve tezkiye ederek, nefs-i emmÂreden kurtulmak ve nefs-i mutmainneye ulaşmak, husûsiyle Allah ’ın verdiğine rÂzı olmaktır.
HÂbil ve KÂbil kıssasından cıkarılacak netice şudur:
MÂide Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
MÂide Suresi 29. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan