
Nis Suresi 100. ayeti ne anlatıyor? Nis Suresi 100. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Nis Suresi 100. Ayetinin Arapcası:وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟
Nis Suresi 100. Ayetinin Meali (Anlamı):Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryuzunde barınacak pek cok guzel yer ve maddî-manevî genişlik ve bolluk bulur. Kim de evinden Allah ve Rasûlu ’ne hicret etmek niyetiyle cıkar, sonra da hedefine varmadan kendisine olum yetişirse, artık onun mukÂfatı şuphesiz Allah ’a aittir. Allah cok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Nis Suresi 100. Ayetinin Tefsiri:Şartlar gerektirdiği zaman dinin emirlerini kolaylıkla yaşayabilmek ve yasaklarından sakınabilmek icin musait bolgelere hicret etmek, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in yer yer temas ettiği muhim bir ilÂhî emirdir. Zira Allah TeÂl insanı, sadece yemesi, icmesi ve elinden geldiği kadar dunyanın bir kısım imkÂnlarından istifade etmesi icin değil, kendine kulluk yapması icin yaratmıştır. Dolayısıyla o, geniş olan yeryuzunde Allah ’a en guzel şekilde kulluk edebileceği yerleri aramak ve bulmakla da mukelleftir. Ancak bunu başarabilmesinin onunde iki muhim engel vardır:
Birincisi; insan, icinde doğup buyuduğu ve yaşadığı vatanını sever; orada huzur ve refahının daha cok olduğunu duşunur. Hicret etme mecburiyetinde kalınca, “Eğer vatanımı terk edersem, sıkıntıya, zorluğa ve maişet darlığına duşerim” diye endişe eder. İşte Âyet-i kerîmenin “Kim Allah yolunda hicret ederse yeryuzunde barınacak pek cok guzel yer ve maddî-manevî genişlik ve bolluk bulur” (Nis 4/100) kısmı, boyle bir endişenin yersiz olduğunu beyÂn buyurmaktadır.
İkincisi; hicrete mani olacak ikinci sebep ise şudur: Hicret etmek isteyen kişi, “Eğer ben şoyle bir hedefe ulaşmak ve daha guzel şeyler elde etmek icin vatanımı terk edersem, onu ya elde ederim veya edemem. Dolayısıyla elde edip edemeyeceğim şupheli olan bir şey yuzunden, elimde mevcut olan imkÂnlarımı ve huzurumu zayi etmemek daha evladır” diye duşunebilir. İşte Âyet-i kerîmenin “Kim de evinden Allah ve Rasûlu ’ne hicret etmek niyetiyle cıkar, sonra da hedefine varmadan kendisine olum yetişirse, artık onun mukÂfatı şuphesiz Allah ’a aittir” (Nis 4/100) kısmı da boyle bir endişenin gereksiz olduğuna, her halukÂrda CenÂb-ı Hakk ’ın, niyetine gore kula mukafatını vereceğine vurgu yapmaktadır. Nitekim Allah Resûlu (s.a.s.) şoyle buyurur:
“Yapılan işler niyetlere gore değerlendirilir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine gore alır. Kimin niyeti Allah ’a ve Rasûlu ’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline gececek sevap da Allah ’a ve Rasûlu ’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dunyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak icin yola cıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye gore değerlendirilir.” (BuhÂrî, Bed ’u ’l-vahy 1; Muslim, İmÂret 155)
Âyet-i kerîmenin iniş sebebi olarak zikredilen şu hÂdise de guzel bir niyetle hicrete yonelmenin fazilet ve değerini ortaya koymaktadır:
“Melekler, dininin emirlerini yerine getirmeyerek kendilerine yazık ederlerken canlarını aldıkları kimselere… (Nis 4/97)Âyet-i kerîmesi nÂzil olun­ca, muslumanlardan hasta olan bir kişi şoyle dedi: “Allah ’a yemin ederim, be­nim mazeretim yoktur. Cunku ben, yolu da bilen birisiyim, varlıklı da biri­siyim. Haydi beni bineğime bindiriniz.” Onu bineğine bindirdiler. Yola devam ederken Ten‘im denilen yerde eceli yetip vefat etti. AshÂb-ı kirÂm: “Eğer hicret edip bize ulaş­abilmiş olsaydı ecrini eksiksiz olarak hakeder ve alırdı” dediler. Oğulları gelip olayı Peygamber Efendimiz ’e haber verdiler. Bunun uzerine “Kim de evinden Allah ve Rasûlu ’ne hicret etmek niyetiyle cıkar da…” (Nis 4/100)Âyeti nÂzil oldu. (bk. Taberî, CÂmi‘u ’l-beyÂn, V, 323-325; Kurtubî, el-CÂmi‘, V, 449)
Bu Âyetten hareketle UftÂde Efendi (k.s.), nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi yaparak tasavvufî bir terbiye ve terakkî yoluna girenlere mujde mÂhiyetinde şu acıklamayı yapmaktadır:
“Seyr u sulûk yoluna giren bir kimse, kemÂle ermeden olurse, kabirde murÂdına erişir ve sulûkunu tamamlar. Nitekim hac icin KÂbe yolunu tutup, o yolda olen kimseye de iki hac sevabı verilir.” (Bursevî, Rûhu ’l-BeyÂn, II, 330)
Kufur diyarından yani musluman olmayanların kultur ve duzenlerinin hÂkim bulunduğu ulkeler ve toplumlardan İslÂm diyarına hicret etme farziyeti kıyamete kadar gecerlidir. Peygamberimiz (s.a.s.) ’in “Mekke fethinden sonra hicret mecburiyeti kalkmıştır; lÂkin cihad ve iyi ni­yetle yurdundan ayrılmanın gerekliliği devam eder; bu sebeple savaşa cağırıldığı­nız zaman hemen katılın” (BuhÂrî, Cihad 1) beyÂnı, sadece Peygamber Efendimiz ’in bulunduğu yere hicret etme mecburiyetini kaldırmıştır. (bk. Kurtubî, el-CÂmi‘, V, 350) Cunku İslÂm ’ı oğrenmek ve yaşamak icin musait olmayan hatta insanları dinden dondurmek uzere baskı yapılan bir bolgede oturmaya devam etmek, kişinin imanını ve dinî hayatını tehlikeye atacaktır.
Şimdi de cihad ve hicret icin yola cıkanlara seferde, korku halinde, duşman karşısında, hatta hastalık ve yağmur gibi zaruri durumlarda bir kolaylık ve bir merhamet tecellisi olarak namazı kısaltmalarına musaade eden beyÂnlar gelmektedir:
Nis Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Nis Suresi 100. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan