Şems Suresi 9. ayeti ne anlatıyor? Şems Suresi 9. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Şems Suresi 9. Ayetinin Arapcası:قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ
Şems Suresi 9. Ayetinin Meali (Anlamı):Nefsini maddî ve mĂ‚nevî kirlerden temizleyen kesinlikle kurtuluşa erecektir.
Şems Suresi 9. Ayetinin Tefsiri:Burada uzerinde durulması lĂ‚zım gelen gelen en muhim husus “tezkiye”dir. “Tez­ki­ye” kelimesinde iki muhim mĂ‚na vardır:
Birincisi; te­miz­le­mek, arın­dır­mak,
İkincisi; ar­tır­mak, ge­liş­tir­mek, be­re­ket­len­dir­mek ve fe­yiz­len­dir­mek.
Bu mĂ‚na cer­ce­ve­sin­de tez­ki­ye, esasen mĂ‚­ne­vî eği­ti­min bu­tun sey­ri­ni ifade eder.
Tezkiyenin zıddı olan اَلتَّدْسِيَةُ (tedsiye) ise اَلدَّوْسُ (devs) kokundendir. “Devs”, bir şey gelişip buyumeyerek bodur ve cılız kalmak ve gizlenmek mĂ‚nalarına gelir. “Tedsiye” ise, bir kimseyi hile ile ayartıp fesada duşurmek demektir. Bu kelimenin اَلدَّسُّ (dess) veya اَلدِّسِّسَةُ (dissise)den gelme ihtimalide vardır. Dess ve dissise, bir şeyi bir şeyin altına gomup gizlemek ve toprağa gommek mĂ‚nasınadır. Bizdeki “desîse” tabirinin aslı “dissise” mastarıdır. اَلدَّس۪يسُ (desîs), hicbir ilac ile giderilmeyen koltuk kokusuna, casusa ve kule gomulup kebap olmuş ete denir. اَلدَّسَّاسُ (dessĂ‚s) da bir tur pis ve kotu yılana denir. İşte tedsis ve tedsiye bu mĂ‚nalarla alakalı olarak bir şeyi iyice gommek ve hile yapmak, bir şeyi hile ile bozup fenalaştırmak ve iyice ortup gizlemek, gommek mĂ‚nalarını ifade eder. Buna gore nefsi tedsiye, ruhu faziletli ve erdemli şeylerle temizlemeyip kotu işler ve kotu ahlĂ‚k ile bozmak, sonunda kokuşup gomulmeye mahkum Ă‚dî beden kirleri, katı hayvĂ‚nî gayeler, gosteriş gibi şeytani ve karanlık hislerle curutup kokutarak maddiyata gommek ve Ă‚hirette, kule gomulmuş “kebap” gibi cehennem ateşine kapatmaktır. Bunun icin nefsi boyle bir duruma duşmekten kurtarabilmek icin onun tezkiyesi zaruridir.
Nef­si tez­ki­ye; on­ce­lik­le onu ku­fur, ce­hĂ‚­let, ko­tu his­ler, yan­lış inanclar ve fe­nĂ‚ huylardan te­miz­le­mek­tir. Onu İslĂ‚m ’a ay­kı­rı her tur­lu îti­kĂ‚­dî, ah­lĂ‚­kî ve ame­lî yan­lış­lık­lar­dan arın­dır­mak­tır. Onu te­miz­le­yip ko­tu­luk­ler­den ko­ru­duk­tan son­ra da, iman, ilim, ir­fĂ‚n, hik­met, iyi duy­gu­lar, gu­zel huy­lar gi­bi tak­vĂ‚ ozellikleriyle ter­bi­ye ede­rek, onu rû­hĂ‚­ni­yet­le dol­dur­mak­tır.
Tez­ki­yenin bir ust derecesi, nef­sin is­tek­le­ri­ni azal­ta­rak onun be­den uze­rin­de­ki hĂ‚­ki­mi­ye­ti­ni kır­mak ve bu sû­ret­le rû­hun hu­kum­ran­lı­ğı­na im­kĂ‚n sağ­la­mak­tır. Bu, an­cak nef­se kar­şı irade­yi guc­len­di­rmek yoluyla mumkun olabilir. İradeyi guclendirmek ise yi­yip ic­me, uyu­ma ve ko­nuş­mada olculu olmak gi­bi usûl­ler­le sağ­la­na­bi­lir. Bun­dan do­la­yı­dır ki, Kur ’an ve sunnetin ruhuna uygun olarak Ă‚limlerimiz tarafından “az ye­mek, az uyu­mak ve az ko­nuş­mak” nef­si diz­gin­le­me­nin metodu olarak belirlenmiştir. Cun­ku bun­lar, nef­se hĂ‚­ki­mi­ye­tin ilk adım­la­rı­dır.
Fa­kat her konuda ol­du­ğu gi­bi, bu metotları uygulamada da îti­dĂ‚­li el­den bı­rak­ma­mak ge­re­kir. Cun­ku be­den, Al­lah ’ın in­san­la­ra bir emĂ‚­ne­ti­dir. Bu sebeple kul, nef­si­ni tez­ki­ye eder­ken if­rat ve tef­rît­ten sa­kın­ma­lı, onun az­gın­lık­la­rı­na set ce­ke­yim der­ken, mucĂ‚dele ve mu­cĂ‚­he­de­de aşı­rı­lı­ğa duş­me­me­li­dir. Cun­ku din, bu­tun hĂ‚l ve dav­ra­nış­lar­da îti­dĂ‚­li em­re­der. İn­san­la­ra her tur­lu if­rat ve tef­rit­ten uzak durmayı oğut­ler. Us­te­lik nef­si, mut­lak sû­ret­te ber­ta­raf et­mek mum­kun ol­ma­dı­ğı gi­bi, bu, istenen bir şey de de­ğil­dir. Bu­na go­re nef­sin tez­ki­ye edil­me­si, nef­sĂ‚­nî arzu ve te­mĂ‚­yul­le­rin ilĂ‚­hî emir­ler cer­ce­ve­sin­de diz­gin­le­nip ter­bi­ye edil­me­si de­mek­tir.
Nef­si tez­ki­ye­ye ca­lış­ıp bu uğur­da cid­dî gay­retler gostermek, onemine ve zor­lu­ğu­na bi­nĂ‚­en “ci­hĂ‚d-ı ek­ber” kabul edil­miş­tir. Ni­te­kim Resûlullah (s.a.s.) pek zor­lu ge­cen Te­buk Gaz­ve­si ’nden do­nerken as­hĂ‚­bı­na:
“−Şimdi kucuk cihĂ‚ddan buyuk cihĂ‚da donuyoruz!” buyurdu. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m hayretler icinde:
“–YĂ‚ Rasûlallah! HĂ‚limiz meydanda! Bundan daha buyuk cihĂ‚d var mı?” dedikle­rinde Peygamberimiz (s.a.s.):
“–Şimdi buyuk cihĂ‚da, nefisle cihĂ‚da donuyoruz!” buyurdu­. (Suyûtî, CĂ‚miu ’s-Sağîr, II, 73)
Nefisle cihĂ‚d, ancak kalbî eğitim ve mĂ‚nevî terbiye ile gercekleşir. GĂ‚ye, ahlĂ‚kı yuceltmek ve insanı mĂ‚nen olgunlaştırarak “insĂ‚n-ı kĂ‚mil” hĂ‚line getirmektir. Bunun yolu da dinî gerceklerle yoğrulmuş bir akıl, îman ve guzel ahlĂ‚k ile suslenmiş bir kalp, Kur ’Ă‚n ve sunnetin rûhĂ‚niyetiyle taclanmış hĂ‚l ve davranışlarla “tevhîdin mîrĂ‚cına yukselerek” kemĂ‚le ermektir.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.):
“Akıl­lı, nef­si­ne hĂ‚­kim olup onu he­sĂ‚­ba ce­ke­rek olum ote­si icin ca­lı­şandır. Ah­mak da nef­si­ni he­vĂ‚­sı­na uydurduğu hĂ‚l­de Al­lah ’tan iyilik bekleyip durandır” (Tir­mi­zî, Kı­yĂ‚­met 25; İbn MĂ‚­ce, Zuhd 31) buyurarak­ nefsi terbiye ve tezkiye etmenin onemine dikkat ceker.
Bunun icindir ki, Allah Resûlu (s.a.s.) devamlı şoyle niyĂ‚zda bulunurdu:
“Al­lahım! Nef­si­me tak­vĂ‚­ nasip et ve onu her turlu gunahtan temizle. Zira onu en iyi temizleyecek olan sensin. Ona yardım edip eğitecek olan da sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, urpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırırm.” (Mus­lim, Zi­kir 73; NesĂ‚î, İstiĂ‚ze 13)
Nitekim in­fak, sa­da­ka, hiz­met gi­bi sĂ‚­lih amel­ler, zĂ‚­hi­ren baş­ka­la­rı­na fay­da­lı ol­mak biciminde go­run­se de, gercekte nef­se doğ­ru­yu, gu­ze­li ve iyiyi tel­kîn­dir. Cun­ku iyi­lik­ler bu yolla ben­lik­te yer eder ve rûh, bun­lar­la un­si­yet kazanır. Di­ğer bu­tun sĂ‚­lih amel­ler­le bir­lik­te soz­le­rin en gu­ze­li ve en doğ­ru­su olan Kur ’Ă‚n-ı Ke­rîm ’i oku­mak, oğutlerini can ku­la­ğıy­la din­le­mek ve hukumleriyle amel etmek de, nef­si eğitip duzeltecek en bu­yuk ve­sî­le­ler­den bi­ri­dir. Ha­ya­tı­nı bu­tu­nuy­le Kur ’Ă‚n ’ın oğrettiği şekilde duzenleyen bir kul, nef­si­nin kotuluğunden ve şey­ta­nın de­sî­se­le­rin­den kur­tu­lur ve yal­nız Hakk ’ın hoşnutluğunu isteyerek ya­şar. Kal­bi ilĂ‚­hî lu­tuf te­cel­lî­le­ri­ne maz­har olur. Bu du­ru­ma ge­len bir kul icin, ar­tık go­zun gor­du­ğu, ku­la­ğın işit­ti­ği zĂ‚­hi­rî ik­lî­min ote­si­ne mĂ‚­ne­vî bir pan­cur acıl­ır; kĂ‚inat, hik­met­li ve aza­met­li bir ki­tĂ‚b hĂ‚­li­ne gel­ir.
Tez­ki­ye­nin onemiyle ilgili olarak İb­rĂ‚­him Desû­kî (k.s.) şoy­le bu­yu­rur:
“– Evladım! Gun­duz­le­ri­ni oruc­la, ge­ce­le­ri­ni na­maz­la ge­cir­sen, te­miz bir ic Ă‚le­mi­ne ve Hak ile samimi bir kulluk ilişkisine sahip ol­san da, sa­kın ben­lik id­di­Ă‚sın­da bu­lun­ma! Sa­kın gu­rû­ra yenilip nef­sin kan­dır­ma­sı­na al­dan­ma. Zira ni­ce der­viş, nef­si­nin kotu arzularına ka­pı­lıp he­lĂ‚k ol­du.”
HĂ‚­tem-i Esamm (k.s.) da şoy­le bu­yu­rur:
“Muh­te­şem ko­nak­la­ra, ve­rim­li bağ ve bah­ce­le­re al­dan­ma. Cen­net­ten da­ha gu­zel bir yer yok­tur. Fa­kat Hz. Âdem ’in ba­şı­na ne gel­diy­se, cen­ne­tin o son­suz gu­zel­lik­le­ri icin­dey­ken gel­di. Nef­si ora­da ebe­dî kal­mak is­te­di. Ya­sak ağaca yak­laş­tı. İlĂ‚hî hikmet gereği, dunya­ya in­di­ril­mek­le ceza­lan­dı­rıl­dı.
İbĂ‚­det ve ke­rĂ‚­me­ti­nin cok­lu­ğu­na al­dan­ma. Zira sahib ol­du­ğu bun­ca ke­rĂ‚­me­te rağ­men, Al­lah TeĂ‚lĂ‚ ’nın ­kendi­si­ne ism-i Ă‚za­mı oğ­ret­ti­ği Bel ’am bin Ba­ura ’nın ba­şı­na ge­len ha­zîn Ă‚kı­bet, ne ka­dar ib­ret­li­dir.
Sen, sen ol; ilim ve amel cok­lu­ğu­na da al­dan­ma. Cun­ku on­ca ilim ve tĂ‚­ati­ne rağ­men İblîsin ba­şı­na ne­ler gel­di, bil­mi­yor mu­sun?! Nefs ve şey­ta­nın iğ­vĂ‚­sıy­la al­da­nan­lar­dan ol­ma!
Âbid­le­rin, zĂ‚­hid­le­rin ya­nın­da bu­lu­nu­yo­rum di­ye de ken­di­ne gu­ven­me. Zira ku­ru ku­ru­ya bir beraber­lik fay­da­sız­dır. SĂ‚­le­be, Pey­gam­berimiz (s.a.s.) ’in soh­be­tin­de duy­gu­suz­ca bu­lun­du­ğun­dan fe­cî bir Ă‚kı­be­te uğ­ra­dı.
Bir pey­gam­ber cocuğu ol­ma­sı­na rağ­men Hz. Nûh ’un oğ­lu, ba­ba­sı­nın davetin­e karşı ken­di­si­ni ihtiyacsız gor­mek gi­bi bir bed­baht­lı­ğa suruklendi. Ara­la­rın­da­ki kan ba­ğı bile ona bir fay­da sağlamadı. Ne­tî­ce­de, he­lĂ‚k edi­len­ler­den ol­du.
Hz. Lût ’un ka­rı­sı, kĂ‚­fir ve fĂ‚­sık­la­ra olan un­si­yet ve mu­hab­be­ti se­be­biy­le ya­nı­ba­şın­da­ki hi­dĂ‚­yet nû­run­dan na­sip­siz kal­dı ve gaf­let icer­isin­de kuf­run ka­ran­lık­la­rı­na dal­dı.
Hu­lĂ‚­sa; ilim, amel, mal, ev­lat ve dost gi­bi ne ka­dar da­ya­nak var­sa Ă‚hi­ret­te­ki kur­tu­lu­şun icin bun­la­ra cok gu­ven­me! Bun­lar­dan nef­si­ne as­lĂ‚ pay cı­kar­ma.”
HĂ‚sılı her mu­min, sık sık nef­siy­le ic he­sap­laş­ma­ya gi­re­rek, onu sî­ga­ya cek­me­li; mĂ‚­ne­vî durumuna cid­dî bir şe­kil­de ce­ki-du­zen ve­rip, gi­di­şĂ‚­tı­nı kont­rol al­tı­na al­ma­lı­dır. Bu­na “nefis mu­hĂ‚­se­be­si” de­nir. İn­san, hic ol­maz­sa ba­şı­nı yas­tı­ğa koy­du­ğu her yir­mi dort sa­at­te bir, o gu­nun mu­hĂ‚­se­be­si­ni yap­ma­lı ve ken­di­ni sî­ga­ya cek­me­li­dir. Bu­nu alış­kan­lık hĂ‚­li­ne ge­ti­ren­le­rin ha­tĂ‚­da ıs­rar il­le­tin­den kur­tu­la­bil­me­le­ ri ko­lay­la­şır.
Nefs tez­ki­ye­si ne­tî­ce­sin­de kalb, “se­lîm” hĂ‚­le ge­lir. Kalb-i se­lîm mer­ha­le­sin­de şu uc hĂ‚l mu­şĂ‚­he­de edi­lir:
Kim­se­yi in­cit­mez. Bu, takvĂ‚ eh­li­nin hĂ‚­li­dir. Kalb, nef­sin şer­rin­den ko­ru­nur. Gu­zel ah­lĂ‚k te­şek­kul eder.
Kim­se­den in­cin­mez. Bu da, mu­hab­bet eh­li­nin hĂ‚­li­dir. FĂ‚­nî­le­rin ovgu ve yer­me­le­ri bir ehem­mi­yet ifade et­mez. Gu­neş ışı­ğı kar­şı­sın­da ay­dın­lat­ma ve ka­rart­ma­la­rın bir one­mi ol­ma­ya­ca­ğı gi­bi.
ŞĂ‚­ir bu hĂ‚­li şoy­le ifade eder:
“Ci­hĂ‚n ba­ğın­da ey Ă‚şık bu­dur mak­sûd-ı ins u cin[1]
Ne kim­se sen­den in­cin­sin ne sen bir kim­se­den in­cin.”
Dunya men­fa­atiy­le Ă‚hi­ret kazancı kar­şı kar­şı­ya ge­lin­ce, Ă‚hi­re­ti ter­cih ede­rek Allah ’ın rızasını he­def­ler.
Onceki Ă‚yetlerde insan nefsinin mĂ‚hiyetine işaret edilerek, 9-10. Ă‚yetlerde de nefsi tezkiye edip kotuluklerden arındıranın kurtuluşa ereceği, onu temizlemeyip kotuluklere gomenin ise ziyana uğrayacağı bildirilmişti. Şimdi ise tarihten muşahhas bir misal verilerek bu kĂ‚ide izah edilir:
[1] Maksûd-i ins u cin: İnsanların ve cinlerin en buyuk gayesi.


Şems Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Şems Suresi 9. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan