
Asr Suresi 1. ayeti ne anlatıyor? Asr Suresi 1. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Asr Suresi 1. Ayetinin Arapcası:وَالْعَصْرِۙ
Asr Suresi 1. Ayetinin Meali (Anlamı):Asra yemîn olsun ki,
Asr Suresi 1. Ayetinin Tefsiri:CenĂ‚b-ı Hak “asr”a yemin ederek, insanın buyuk bir zarar ve ziyan icinde olduğunu haber verir. Buna gore “asr” ile “insanın ziyanı” arasında cok yakın bir munĂ‚sebetin olduğu anlaşılır.
اَلْعَصْرُ (asr) kelimesi;
Mutlak zaman,
İkindiden guneşin batmasına kadar olan zaman,
Seksen veya yuz yıllık zaman, cağ,
İnsan omru,
Resûlullah (s.a.s.) ’in yaşadığı asr-ı saadet gibi mĂ‚nalara gelir.
Âyet-i kerîme icin bu mĂ‚naların her biri gecerli olup, ona gore de bir tefsir yapılabilir. Ancak bunlar icinden “mutlak zaman” mĂ‚nası tercih edildiği takdirde bu, diğer butun mĂ‚naları da şumûlune alır. Cunku zaman insan omrunun esasıdır. İnsan butun işlerini zaman icinde yapar. Gecen her an insan omrunu azaltır ve onu olume yaklaştırır. İnsan, kendisine tanınan zamanı değerlendirmesi icin imtihan edilir. Onu değerlendirip değerlendirmemesine gore de bir netice elde eder.
Bu gerceği şoyle bir misalle daha acık izah etmek mumkundur:
Bir imtihan sınıfında oğrencilere sorular verilmiştir. Zaman cok hızlı gecmektedir. Saatimizin durmadan akan saniye gostergesi, zamanın ne kadar hızlı gectiğine dair yeterli bir fikir verebilir. Burada bir saniyelik zaman bile uzun bir suredir. İşte omur dediğimiz sınırları belirli sure de bize dunyada bir fırsat olarak verilmiştir. Asıl sermayemizin cok hızlı gecen zaman olduğunu bir an once farketmek zorundayız. Bu sebeple gecen zamana yemin edilmesinin mĂ‚nası, hızla gecen zamanın, soz konusu dort ozellikten yani “iman, sĂ‚lih amel, hakkı tavsiye ve sabrı oğutleme”den mahrum insanın dunyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını boşa harcadığına ve zararda olduğuna şehĂ‚det etmesidir. KĂ‚rlı cıkanlar ancak bu dort ozelliği taşıyanlar ve bu dunyada ona gore davrananlar olacaktır. Bu, misĂ‚lin başında değindiğimiz uzere imtihan sınıfında kendisine belli bir sure tanınan oğrencinin, o sure icinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. Oğrenciye, yakınındaki saate işaret edilerek gecen zamanın zararına olduğu ve ziyana uğrayacağı belirtilir. Rabbimizin zamana yemin etmesi aslında bizim icin boyle bir jesttir. KĂ‚rlı cıkacak oğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak icin kullananlardır.
Fahreddin er-RĂ‚zî (r.h.) der ki:
“Buz satan birisi pazarda şoyle bağırıyordu:
«- Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!...»
Onun bu sozunu duyunca, «İşte bu soz Asr sûresinin mĂ‚nasını izah etmektedir» dedim. Aslında insana verilen omur guneşin altında bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın husranına sebep olur.” (Fahreddin er-RĂ‚zî, MefĂ‚tîhu ’l-gayb, XXXII, 81)
Bilinmelidir ki, zamanı değerlendirmede ne kadar dikkatli olursa olsun insanın kendisini zarardan ve husrandan butunuyle kurtarması mumkun değildir. Şoyle ki:
İnsanın sermayesi omrudur. Omur ise her saniye, her nefes, her dakika, her saat harcanıp tukenmektedir. Her nefes gectikce bu nimetin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Omurden her gecen an, her harcanan nefes, ya bir iş icin harcanır veya boşa gecer. Boşa gectiyse bu elbette bir zarardır. Bir işe harcandıysa, o iş ya iyi ve guzel olan bir itaattir yahut kotu ve cirkin olan bir gunahtır. Ya da ne iyi ne kotu; ikisi ortası mubĂ‚h olan bir iştir. Bir “mubah” ise, ona harcanan vaktin istikbĂ‚lde faydalı bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna gecmiş gibidir. Bir “kotuluk” ise zaten kesin bir zarardır. Eğer yapılan, “bir ibĂ‚det ve itaat” ise, ona harcanan vakit icinde onu veya bir başka ibĂ‚deti ondan daha guzel, daha mukemmel bir şekilde yapabilmek elbette mumkundur. Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya ihlas ve tevazu icinde kulluğun dereceleri sayısızdır. Zira Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın yucelik mertebeleri ve mutlak guzellik tecellileri nihĂ‚yetsizdir. Bu sebeple insanın Allah ’ı mĂ‚rifeti ne kadar cok olursa korku ve muhabbeti de o nispette cok; CenĂ‚b-ı Hakk ’a olan itaat ve kulluğu da o nispette daha tamam ve mukemmel olur. O halde her nefeste daha guzelini yapamayıp, daha duşuk seviyede kalmakta, zĂ‚hiren kĂ‚r gozukse bile, yine bir tur ziyan olduğu gorulur. Bu itibarla insanın her an bir şekilde ziyan icinde olduğu ve kendini ziyandan tamamen kurtarmasının mumkun olmadığı anlaşılır.
Ancak insan, husrandan kurtuluşun yolu olarak gosterilen şu dort hususu ne kadar kĂ‚mil mĂ‚nada yerine getirebilirse, o nispette zarar ve ziyandan kurtulma imkĂ‚nı bulur:
Birincisi; iman etmek:Allah ’a, Ă‚hirete, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve Peygamberimiz (s.a.s.) ’in haber verdiği butun esaslara kĂ‚mil mĂ‚nada inanmak. Bunlar hakkında zerre kadar bir şuphe ve tereddut taşımamak. Cunku ancak boyle bir iman insanı, tum kotuluklerden alıkor, onu Allah ve Rasûlu ’ne itaata, Kur ’an ve sunnete uymaya sevk eder.
İkincisi; sĂ‚lih ameller yapmak: İbadet, muamelĂ‚t ve ahlĂ‚kĂ‚ dair butun guzel ve hayırlı işler amel-i sĂ‚lihtir. Dolayısıyla Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya ibĂ‚det sĂ‚lih amel olduğu gibi, muhtaclara iyilik, yardım, İslĂ‚m ’ı tebliğ, Allah yolunda cihad, zulme ve zĂ‚limlere karşı mucadele etmek; hak, adĂ‚let, doğruluk, emĂ‚net, iyilik ve takvĂ‚ uzerinde yardımlaşmak; helĂ‚l kazanmak; ailesine, akrabasına, komşularına ve topluma karşı vazifelerini yerine getirmek; insanlara faydalı olmak ve onlara guzel davranmak hep amel-i sĂ‚lihtir. Bu sebepledir ki İmam Şafi (r.h.) şoyle buyurur:
“ŞĂ‚yet, butun bir Kur ’Ă‚n-ı Kerîm yerine sadece Asr sûresi indirilmiş olsaydı, bu bile yeterdi. Cunku onda İslĂ‚m ’ın butun esaslarını bulmak mum­kundur...”
Husrandan kurtuluş icin “iman ve sĂ‚lih amel”, her fertte olmalıdır. Ancak husrandan kurtulmak icin bu iki esasa ilaveten luzumlu iki esas daha belirtilir. Bunlar, iman edip sĂ‚lih amel işledikten sonra, mu ’minlerin birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridirr. Bunun iki hikmeti olabilir: Birincisi, iman edenler ve sĂ‚lih amel işleyenler bunu ferdî olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mu ’min ve sĂ‚lih bir toplum meydana getirmelidirler. İkincisi, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek icin her fert kendi mesuliyetini idrak etmelidir. Onun icin toplumunun butun uyelerine, birbirlerine hakkı ve sabrı telkin etmeleri farzdır:
Ucuncusu; hakkı tavsiyeleşmek: “Hak” gercek ve doğru demektir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın guzel isimlerinden biridir. Hak, bĂ‚tılın zıddıdır. Genellikle şu iki mĂ‚nada kullanılır: Birincisi, doğruya, adĂ‚lete uygun ve gercek sozdur. İster dinî, ister dunyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. Bu, Allah ’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir. “Hakkı tavsiye etme”nin mĂ‚nası ise, mu ’minlerden oluşan İslĂ‚m toplumunun, hakka karşı bĂ‚tılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. İslĂ‚m toplumunda ne zaman ve nerede bĂ‚tıl baş kaldırsa, hakkın yanında olanlar seslerini yukseltmelidirler. Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adĂ‚leti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Zira bir toplumu ahlĂ‚kî duşuş, cozulme ve yok olmaktan korumak ancak bu yolla mumkun olabilir. Eğer fert ve cemiyette bu ruh kaybolmuşsa toplum husrandan kurtulamaz. Şahsî olarak hak uzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalırlarsa, neticede kendileri de hak uzere devam edemezler. Husrandan kurtulamazlar.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm bunun cĂ‚lib-i dikkat misallerini verir. Toplumlarında yaygın olan gunah, kotuluk, haksızlık ve zulumlerden birbirlerini menetmemeleri sebebiyle İsrĂ‚iloğulları Hz. DĂ‚vûd ve Hz. İsa diliyle lanetlenmişlerdir. (bk. MĂ‚ide 5/78-79) Yine İsrĂ‚iloğullarından Cumartesi yasağını ciğneyerek balık tutmaya başlayanlar uzerine azap inmiş, hepsi cezaya carptırılmış, bu azaptan sadece gunahı onlemeye calışanlar kurtulabilmiştir. (bk. A‘rĂ‚f 7/163-166)
CenĂ‚b-ı Hak bizleri şoyle ikaz buyurmaktadır:
“Oyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman icinizden sadece zulmedenlere dokunmaz, herkesi kuşatır. Yine bilin ki Allah ’ın cezalandırması cok şiddetlidir.” (EnfĂ‚l 8/25)
Bu sebepledir ki iyilikleri emretmek ve kotulukleri yasaklamak ummete farz kılınmış (bk. Âl-i İmrĂ‚n 3/104); bu farızĂ‚yı yerine getiren bu ummete, bunu devam ettirmeleri şartıyla “en hayırlı ummet” denmiştir. (bk. Âl-i İmrĂ‚n 110)
Dorduncusu; sabrı tavsiyeleşmek: Birbirlerine hakkı tavsiyenin yanı sıra, mu ’minlerin fert ve toplum olarak husrandan kurtulabilmeleri icin, birbirlerine sabrı da telkin ve tavsiye etmeleri şart koşulmuştur. Onlar hak ve onu koruma uğrunda karşılaştıkları butun zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine sabırlı olmayı ve sebat gostermeyi telkin etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat gostermesi icin diğerine cesaret vermelidir. Cunku zamanın fitneleri, dunyanın aldatması, nefislerin bĂ‚tıl temĂ‚yulleri, husrana uğrayanların cokluğu karşısında hayır yapmak, doğru soylemek, Hak yolunda gitmek mu ’minleri bir cok acılar cekmeye, zorluklara katlanmaya, mucĂ‚dele etmeye mecbûr kılar. Bunları başarabilmek de butunuyle sabırlı olmaya dayanmaktadır. Nitekim LokmĂ‚n (a.s.) ’ın oğluna nasihati soz konusu edilerek şoyle buyrulur:
“EvlĂ‚dım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kotulukten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret. Cunku bunlar azim ve kararlılık gerektiren muhim işlerdir.” (LokmĂ‚n 31/17)
Mu ’minler, zamanlarını bu dort guzel amelle doldurdukları nispette husrandan kurtulacak ve kendilerine ebedî kurtuluşun yollarını aralayabileceklerdir. Hem fert hem de toplum olarak kotuluklerden uzaklaşıp Allah ’ın rızĂ‚sı istikĂ‚metinde mesafe alma imkĂ‚nı bulacaklardır. Boylece insanlığı şefkat ve merhametle kucaklayacak, onlara hak ve adĂ‚let tevzi edecek, her din, ırk ve milletten insanların İslĂ‚mla buluşmasına zemin hazırlayacak ve onları İslĂ‚m ’ın ebedî huzur ikliminde buluşturacak mukemmel bir İslĂ‚m toplumu inşĂ‚ edebileceklerdir. Mehmed Âkif ’in şu mısraları bu hakîkati ne guzel dile getiri:
HĂ‚lık ’ın nĂ‚-mutenĂ‚hî adı var, en başı: Hak.
Ne buyuk şey kul icin hakkı tutup kaldırmak!
Hani, AshĂ‚b-ı KirĂ‚m, ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sûre-i ve ’l-Asr ’ı okurmuş, bu neden?
Cunku meknûn o buyuk sûrede esrĂ‚r-ı felĂ‚h;
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salĂ‚h,
Sonra hak, sonra sebĂ‚t, işte kuzum insanlık.
Dordu birleşti mi yoktur sana husrĂ‚n artık.[1]
Şimdi de, boylece iman edip sĂ‚lih ameller işleyen, insanların iyiliği icin calışan, hakkı ve sabrı tavsiye eden mu ’minlerle alay edip eğlenenlerin fecî akibetini ve uğrayacakları husranın şiddetini haber vermek uzere Humeze sûresi geliyor:
[1] NĂ‚-mutenĂ‚hî: Sayısız. Meknûn: Saklı, gizli. EsrĂ‚r-ı felĂ‚h: Kurtuluşun sırları, yolları. İman-ı hakikî: Gercek iman. Salat: Namaz. HusrĂ‚n: Zarar, ziyan, kayıp.
CenĂ‚b-ı Hak “asr”a yemin ederek, insanın buyuk bir zarar ve ziyan icinde olduğunu haber verir. Buna gore “asr” ile “insanın ziyanı” arasında cok yakın bir munĂ‚sebetin olduğu anlaşılır.
اَلْعَصْرُ (asr) kelimesi;
Mutlak zaman,
İkindiden guneşin batmasına kadar olan zaman,
Seksen veya yuz yıllık zaman, cağ,
İnsan omru,
Resûlullah (s.a.s.) ’in yaşadığı asr-ı saadet gibi mĂ‚nalara gelir.
Âyet-i kerîme icin bu mĂ‚naların her biri gecerli olup, ona gore de bir tefsir yapılabilir. Ancak bunlar icinden “mutlak zaman” mĂ‚nası tercih edildiği takdirde bu, diğer butun mĂ‚naları da şumûlune alır. Cunku zaman insan omrunun esasıdır. İnsan butun işlerini zaman icinde yapar. Gecen her an insan omrunu azaltır ve onu olume yaklaştırır. İnsan, kendisine tanınan zamanı değerlendirmesi icin imtihan edilir. Onu değerlendirip değerlendirmemesine gore de bir netice elde eder.
Bu gerceği şoyle bir misalle daha acık izah etmek mumkundur:
Bir imtihan sınıfında oğrencilere sorular verilmiştir. Zaman cok hızlı gecmektedir. Saatimizin durmadan akan saniye gostergesi, zamanın ne kadar hızlı gectiğine dair yeterli bir fikir verebilir. Burada bir saniyelik zaman bile uzun bir suredir. İşte omur dediğimiz sınırları belirli sure de bize dunyada bir fırsat olarak verilmiştir. Asıl sermayemizin cok hızlı gecen zaman olduğunu bir an once farketmek zorundayız. Bu sebeple gecen zamana yemin edilmesinin mĂ‚nası, hızla gecen zamanın, soz konusu dort ozellikten yani “iman, sĂ‚lih amel, hakkı tavsiye ve sabrı oğutleme”den mahrum insanın dunyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını boşa harcadığına ve zararda olduğuna şehĂ‚det etmesidir. KĂ‚rlı cıkanlar ancak bu dort ozelliği taşıyanlar ve bu dunyada ona gore davrananlar olacaktır. Bu, misĂ‚lin başında değindiğimiz uzere imtihan sınıfında kendisine belli bir sure tanınan oğrencinin, o sure icinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. Oğrenciye, yakınındaki saate işaret edilerek gecen zamanın zararına olduğu ve ziyana uğrayacağı belirtilir. Rabbimizin zamana yemin etmesi aslında bizim icin boyle bir jesttir. KĂ‚rlı cıkacak oğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak icin kullananlardır.
Fahreddin er-RĂ‚zî (r.h.) der ki:
“Buz satan birisi pazarda şoyle bağırıyordu:
«- Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!...»
Onun bu sozunu duyunca, «İşte bu soz Asr sûresinin mĂ‚nasını izah etmektedir» dedim. Aslında insana verilen omur guneşin altında bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın husranına sebep olur.” (Fahreddin er-RĂ‚zî, MefĂ‚tîhu ’l-gayb, XXXII, 81)
Bilinmelidir ki, zamanı değerlendirmede ne kadar dikkatli olursa olsun insanın kendisini zarardan ve husrandan butunuyle kurtarması mumkun değildir. Şoyle ki:
İnsanın sermayesi omrudur. Omur ise her saniye, her nefes, her dakika, her saat harcanıp tukenmektedir. Her nefes gectikce bu nimetin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Omurden her gecen an, her harcanan nefes, ya bir iş icin harcanır veya boşa gecer. Boşa gectiyse bu elbette bir zarardır. Bir işe harcandıysa, o iş ya iyi ve guzel olan bir itaattir yahut kotu ve cirkin olan bir gunahtır. Ya da ne iyi ne kotu; ikisi ortası mubĂ‚h olan bir iştir. Bir “mubah” ise, ona harcanan vaktin istikbĂ‚lde faydalı bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna gecmiş gibidir. Bir “kotuluk” ise zaten kesin bir zarardır. Eğer yapılan, “bir ibĂ‚det ve itaat” ise, ona harcanan vakit icinde onu veya bir başka ibĂ‚deti ondan daha guzel, daha mukemmel bir şekilde yapabilmek elbette mumkundur. Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya ihlas ve tevazu icinde kulluğun dereceleri sayısızdır. Zira Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın yucelik mertebeleri ve mutlak guzellik tecellileri nihĂ‚yetsizdir. Bu sebeple insanın Allah ’ı mĂ‚rifeti ne kadar cok olursa korku ve muhabbeti de o nispette cok; CenĂ‚b-ı Hakk ’a olan itaat ve kulluğu da o nispette daha tamam ve mukemmel olur. O halde her nefeste daha guzelini yapamayıp, daha duşuk seviyede kalmakta, zĂ‚hiren kĂ‚r gozukse bile, yine bir tur ziyan olduğu gorulur. Bu itibarla insanın her an bir şekilde ziyan icinde olduğu ve kendini ziyandan tamamen kurtarmasının mumkun olmadığı anlaşılır.
Ancak insan, husrandan kurtuluşun yolu olarak gosterilen şu dort hususu ne kadar kĂ‚mil mĂ‚nada yerine getirebilirse, o nispette zarar ve ziyandan kurtulma imkĂ‚nı bulur:
Birincisi; iman etmek:Allah ’a, Ă‚hirete, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve Peygamberimiz (s.a.s.) ’in haber verdiği butun esaslara kĂ‚mil mĂ‚nada inanmak. Bunlar hakkında zerre kadar bir şuphe ve tereddut taşımamak. Cunku ancak boyle bir iman insanı, tum kotuluklerden alıkor, onu Allah ve Rasûlu ’ne itaata, Kur ’an ve sunnete uymaya sevk eder.
İkincisi; sĂ‚lih ameller yapmak: İbadet, muamelĂ‚t ve ahlĂ‚kĂ‚ dair butun guzel ve hayırlı işler amel-i sĂ‚lihtir. Dolayısıyla Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya ibĂ‚det sĂ‚lih amel olduğu gibi, muhtaclara iyilik, yardım, İslĂ‚m ’ı tebliğ, Allah yolunda cihad, zulme ve zĂ‚limlere karşı mucadele etmek; hak, adĂ‚let, doğruluk, emĂ‚net, iyilik ve takvĂ‚ uzerinde yardımlaşmak; helĂ‚l kazanmak; ailesine, akrabasına, komşularına ve topluma karşı vazifelerini yerine getirmek; insanlara faydalı olmak ve onlara guzel davranmak hep amel-i sĂ‚lihtir. Bu sebepledir ki İmam Şafi (r.h.) şoyle buyurur:
“ŞĂ‚yet, butun bir Kur ’Ă‚n-ı Kerîm yerine sadece Asr sûresi indirilmiş olsaydı, bu bile yeterdi. Cunku onda İslĂ‚m ’ın butun esaslarını bulmak mum­kundur...”
Husrandan kurtuluş icin “iman ve sĂ‚lih amel”, her fertte olmalıdır. Ancak husrandan kurtulmak icin bu iki esasa ilaveten luzumlu iki esas daha belirtilir. Bunlar, iman edip sĂ‚lih amel işledikten sonra, mu ’minlerin birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridirr. Bunun iki hikmeti olabilir: Birincisi, iman edenler ve sĂ‚lih amel işleyenler bunu ferdî olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mu ’min ve sĂ‚lih bir toplum meydana getirmelidirler. İkincisi, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek icin her fert kendi mesuliyetini idrak etmelidir. Onun icin toplumunun butun uyelerine, birbirlerine hakkı ve sabrı telkin etmeleri farzdır:
Ucuncusu; hakkı tavsiyeleşmek: “Hak” gercek ve doğru demektir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın guzel isimlerinden biridir. Hak, bĂ‚tılın zıddıdır. Genellikle şu iki mĂ‚nada kullanılır: Birincisi, doğruya, adĂ‚lete uygun ve gercek sozdur. İster dinî, ister dunyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. Bu, Allah ’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir. “Hakkı tavsiye etme”nin mĂ‚nası ise, mu ’minlerden oluşan İslĂ‚m toplumunun, hakka karşı bĂ‚tılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. İslĂ‚m toplumunda ne zaman ve nerede bĂ‚tıl baş kaldırsa, hakkın yanında olanlar seslerini yukseltmelidirler. Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adĂ‚leti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Zira bir toplumu ahlĂ‚kî duşuş, cozulme ve yok olmaktan korumak ancak bu yolla mumkun olabilir. Eğer fert ve cemiyette bu ruh kaybolmuşsa toplum husrandan kurtulamaz. Şahsî olarak hak uzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalırlarsa, neticede kendileri de hak uzere devam edemezler. Husrandan kurtulamazlar.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm bunun cĂ‚lib-i dikkat misallerini verir. Toplumlarında yaygın olan gunah, kotuluk, haksızlık ve zulumlerden birbirlerini menetmemeleri sebebiyle İsrĂ‚iloğulları Hz. DĂ‚vûd ve Hz. İsa diliyle lanetlenmişlerdir. (bk. MĂ‚ide 5/78-79) Yine İsrĂ‚iloğullarından Cumartesi yasağını ciğneyerek balık tutmaya başlayanlar uzerine azap inmiş, hepsi cezaya carptırılmış, bu azaptan sadece gunahı onlemeye calışanlar kurtulabilmiştir. (bk. A‘rĂ‚f 7/163-166)
CenĂ‚b-ı Hak bizleri şoyle ikaz buyurmaktadır:
“Oyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman icinizden sadece zulmedenlere dokunmaz, herkesi kuşatır. Yine bilin ki Allah ’ın cezalandırması cok şiddetlidir.” (EnfĂ‚l 8/25)
Bu sebepledir ki iyilikleri emretmek ve kotulukleri yasaklamak ummete farz kılınmış (bk. Âl-i İmrĂ‚n 3/104); bu farızĂ‚yı yerine getiren bu ummete, bunu devam ettirmeleri şartıyla “en hayırlı ummet” denmiştir. (bk. Âl-i İmrĂ‚n 110)
Dorduncusu; sabrı tavsiyeleşmek: Birbirlerine hakkı tavsiyenin yanı sıra, mu ’minlerin fert ve toplum olarak husrandan kurtulabilmeleri icin, birbirlerine sabrı da telkin ve tavsiye etmeleri şart koşulmuştur. Onlar hak ve onu koruma uğrunda karşılaştıkları butun zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine sabırlı olmayı ve sebat gostermeyi telkin etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat gostermesi icin diğerine cesaret vermelidir. Cunku zamanın fitneleri, dunyanın aldatması, nefislerin bĂ‚tıl temĂ‚yulleri, husrana uğrayanların cokluğu karşısında hayır yapmak, doğru soylemek, Hak yolunda gitmek mu ’minleri bir cok acılar cekmeye, zorluklara katlanmaya, mucĂ‚dele etmeye mecbûr kılar. Bunları başarabilmek de butunuyle sabırlı olmaya dayanmaktadır. Nitekim LokmĂ‚n (a.s.) ’ın oğluna nasihati soz konusu edilerek şoyle buyrulur:
“EvlĂ‚dım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kotulukten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret. Cunku bunlar azim ve kararlılık gerektiren muhim işlerdir.” (LokmĂ‚n 31/17)
Mu ’minler, zamanlarını bu dort guzel amelle doldurdukları nispette husrandan kurtulacak ve kendilerine ebedî kurtuluşun yollarını aralayabileceklerdir. Hem fert hem de toplum olarak kotuluklerden uzaklaşıp Allah ’ın rızĂ‚sı istikĂ‚metinde mesafe alma imkĂ‚nı bulacaklardır. Boylece insanlığı şefkat ve merhametle kucaklayacak, onlara hak ve adĂ‚let tevzi edecek, her din, ırk ve milletten insanların İslĂ‚mla buluşmasına zemin hazırlayacak ve onları İslĂ‚m ’ın ebedî huzur ikliminde buluşturacak mukemmel bir İslĂ‚m toplumu inşĂ‚ edebileceklerdir. Mehmed Âkif ’in şu mısraları bu hakîkati ne guzel dile getiri:
HĂ‚lık ’ın nĂ‚-mutenĂ‚hî adı var, en başı: Hak.
Ne buyuk şey kul icin hakkı tutup kaldırmak!
Hani, AshĂ‚b-ı KirĂ‚m, ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sûre-i ve ’l-Asr ’ı okurmuş, bu neden?
Cunku meknûn o buyuk sûrede esrĂ‚r-ı felĂ‚h;
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salĂ‚h,
Sonra hak, sonra sebĂ‚t, işte kuzum insanlık.
Dordu birleşti mi yoktur sana husrĂ‚n artık.[1]
Şimdi de, boylece iman edip sĂ‚lih ameller işleyen, insanların iyiliği icin calışan, hakkı ve sabrı tavsiye eden mu ’minlerle alay edip eğlenenlerin fecî akibetini ve uğrayacakları husranın şiddetini haber vermek uzere Humeze sûresi geliyor:
[1] NĂ‚-mutenĂ‚hî: Sayısız. Meknûn: Saklı, gizli. EsrĂ‚r-ı felĂ‚h: Kurtuluşun sırları, yolları. İman-ı hakikî: Gercek iman. Salat: Namaz. HusrĂ‚n: Zarar, ziyan, kayıp.
Asr Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Asr Suresi 1. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan