Asr Suresi 3. ayeti ne anlatıyor? Asr Suresi 3. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Asr Suresi 3. Ayetinin Arapcası:اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Asr Suresi 3. Ayetinin Meali (Anlamı):Ancak iman edip sÂlih ameller yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabretmeyi oğutleyenler mustesnÂ!
Asr Suresi 3. Ayetinin Tefsiri:CenÂb-ı Hak “asr”a yemin ederek, insanın buyuk bir zarar ve ziyan icinde olduğunu haber verir. Buna gore “asr” ile “insanın ziyanı” arasında cok yakın bir munÂsebetin olduğu anlaşılır.
اَلْعَصْرُ (asr) kelimesi;
Mutlak zaman,
İkindiden guneşin batmasına kadar olan zaman,
Seksen veya yuz yıllık zaman, cağ,
İnsan omru,
Resûlullah (s.a.s.) ’in yaşadığı asr-ı saadet gibi mÂnalara gelir.
Âyet-i kerîme icin bu mÂnaların her biri gecerli olup, ona gore de bir tefsir yapılabilir. Ancak bunlar icinden “mutlak zaman” mÂnası tercih edildiği takdirde bu, diğer butun mÂnaları da şumûlune alır. Cunku zaman insan omrunun esasıdır. İnsan butun işlerini zaman icinde yapar. Gecen her an insan omrunu azaltır ve onu olume yaklaştırır. İnsan, kendisine tanınan zamanı değerlendirmesi icin imtihan edilir. Onu değerlendirip değerlendirmemesine gore de bir netice elde eder.
Bu gerceği şoyle bir misalle daha acık izah etmek mumkundur:
Bir imtihan sınıfında oğrencilere sorular verilmiştir. Zaman cok hızlı gecmektedir. Saatimizin durmadan akan saniye gostergesi, zamanın ne kadar hızlı gectiğine dair yeterli bir fikir verebilir. Burada bir saniyelik zaman bile uzun bir suredir. İşte omur dediğimiz sınırları belirli sure de bize dunyada bir fırsat olarak verilmiştir. Asıl sermayemizin cok hızlı gecen zaman olduğunu bir an once farketmek zorundayız. Bu sebeple gecen zamana yemin edilmesinin mÂnası, hızla gecen zamanın, soz konusu dort ozellikten yani “iman, sÂlih amel, hakkı tavsiye ve sabrı oğutleme”den mahrum insanın dunyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını boşa harcadığına ve zararda olduğuna şehÂdet etmesidir. KÂrlı cıkanlar ancak bu dort ozelliği taşıyanlar ve bu dunyada ona gore davrananlar olacaktır. Bu, misÂlin başında değindiğimiz uzere imtihan sınıfında kendisine belli bir sure tanınan oğrencinin, o sure icinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. Oğrenciye, yakınındaki saate işaret edilerek gecen zamanın zararına olduğu ve ziyana uğrayacağı belirtilir. Rabbimizin zamana yemin etmesi aslında bizim icin boyle bir jesttir. KÂrlı cıkacak oğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak icin kullananlardır.
Fahreddin er-RÂzî (r.h.) der ki:
“Buz satan birisi pazarda şoyle bağırıyordu:
«- Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!...»
Onun bu sozunu duyunca, «İşte bu soz Asr sûresinin mÂnasını izah etmektedir» dedim. Aslında insana verilen omur guneşin altında bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın husranına sebep olur.” (Fahreddin er-RÂzî, MefÂtîhu ’l-gayb, XXXII, 81)
Bilinmelidir ki, zamanı değerlendirmede ne kadar dikkatli olursa olsun insanın kendisini zarardan ve husrandan butunuyle kurtarması mumkun değildir. Şoyle ki:
İnsanın sermayesi omrudur. Omur ise her saniye, her nefes, her dakika, her saat harcanıp tukenmektedir. Her nefes gectikce bu nimetin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Omurden her gecen an, her harcanan nefes, ya bir iş icin harcanır veya boşa gecer. Boşa gectiyse bu elbette bir zarardır. Bir işe harcandıysa, o iş ya iyi ve guzel olan bir itaattir yahut kotu ve cirkin olan bir gunahtır. Ya da ne iyi ne kotu; ikisi ortası mubÂh olan bir iştir. Bir “mubah” ise, ona harcanan vaktin istikbÂlde faydalı bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna gecmiş gibidir. Bir “kotuluk” ise zaten kesin bir zarardır. Eğer yapılan, “bir ibÂdet ve itaat” ise, ona harcanan vakit icinde onu veya bir başka ibÂdeti ondan daha guzel, daha mukemmel bir şekilde yapabilmek elbette mumkundur. Cunku Allah TeÂl ’ya ihlas ve tevazu icinde kulluğun dereceleri sayısızdır. Zira Allah TeÂl ’nın yucelik mertebeleri ve mutlak guzellik tecellileri nihÂyetsizdir. Bu sebeple insanın Allah ’ı mÂrifeti ne kadar cok olursa korku ve muhabbeti de o nispette cok; CenÂb-ı Hakk ’a olan itaat ve kulluğu da o nispette daha tamam ve mukemmel olur. O halde her nefeste daha guzelini yapamayıp, daha duşuk seviyede kalmakta, zÂhiren kÂr gozukse bile, yine bir tur ziyan olduğu gorulur. Bu itibarla insanın her an bir şekilde ziyan icinde olduğu ve kendini ziyandan tamamen kurtarmasının mumkun olmadığı anlaşılır.
Ancak insan, husrandan kurtuluşun yolu olarak gosterilen şu dort hususu ne kadar kÂmil mÂnada yerine getirebilirse, o nispette zarar ve ziyandan kurtulma imkÂnı bulur:
Birincisi; iman etmek:Allah ’a, Âhirete, Kur ’Ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz (s.a.s.) ’in haber verdiği butun esaslara kÂmil mÂnada inanmak. Bunlar hakkında zerre kadar bir şuphe ve tereddut taşımamak. Cunku ancak boyle bir iman insanı, tum kotuluklerden alıkor, onu Allah ve Rasûlu ’ne itaata, Kur ’an ve sunnete uymaya sevk eder.
İkincisi; sÂlih ameller yapmak: İbadet, muamelÂt ve ahlÂk dair butun guzel ve hayırlı işler amel-i sÂlihtir. Dolayısıyla Allah TeÂl ’ya ibÂdet sÂlih amel olduğu gibi, muhtaclara iyilik, yardım, İslÂm ’ı tebliğ, Allah yolunda cihad, zulme ve zÂlimlere karşı mucadele etmek; hak, adÂlet, doğruluk, emÂnet, iyilik ve takv uzerinde yardımlaşmak; helÂl kazanmak; ailesine, akrabasına, komşularına ve topluma karşı vazifelerini yerine getirmek; insanlara faydalı olmak ve onlara guzel davranmak hep amel-i sÂlihtir. Bu sebepledir ki İmam Şafi (r.h.) şoyle buyurur:
“ŞÃ‚yet, butun bir Kur ’Ân-ı Kerîm yerine sadece Asr sûresi indirilmiş olsaydı, bu bile yeterdi. Cunku onda İslÂm ’ın butun esaslarını bulmak mum­kundur...”
Husrandan kurtuluş icin “iman ve sÂlih amel”, her fertte olmalıdır. Ancak husrandan kurtulmak icin bu iki esasa ilaveten luzumlu iki esas daha belirtilir. Bunlar, iman edip sÂlih amel işledikten sonra, mu ’minlerin birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridirr. Bunun iki hikmeti olabilir: Birincisi, iman edenler ve sÂlih amel işleyenler bunu ferdî olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mu ’min ve sÂlih bir toplum meydana getirmelidirler. İkincisi, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek icin her fert kendi mesuliyetini idrak etmelidir. Onun icin toplumunun butun uyelerine, birbirlerine hakkı ve sabrı telkin etmeleri farzdır:
Ucuncusu; hakkı tavsiyeleşmek: “Hak” gercek ve doğru demektir. Allah TeÂl ’nın guzel isimlerinden biridir. Hak, bÂtılın zıddıdır. Genellikle şu iki mÂnada kullanılır: Birincisi, doğruya, adÂlete uygun ve gercek sozdur. İster dinî, ister dunyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. Bu, Allah ’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir. “Hakkı tavsiye etme”nin mÂnası ise, mu ’minlerden oluşan İslÂm toplumunun, hakka karşı bÂtılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. İslÂm toplumunda ne zaman ve nerede bÂtıl baş kaldırsa, hakkın yanında olanlar seslerini yukseltmelidirler. Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adÂleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Zira bir toplumu ahlÂkî duşuş, cozulme ve yok olmaktan korumak ancak bu yolla mumkun olabilir. Eğer fert ve cemiyette bu ruh kaybolmuşsa toplum husrandan kurtulamaz. Şahsî olarak hak uzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalırlarsa, neticede kendileri de hak uzere devam edemezler. Husrandan kurtulamazlar.
Kur ’Ân-ı Kerîm bunun cÂlib-i dikkat misallerini verir. Toplumlarında yaygın olan gunah, kotuluk, haksızlık ve zulumlerden birbirlerini menetmemeleri sebebiyle İsrÂiloğulları Hz. DÂvûd ve Hz. İsa diliyle lanetlenmişlerdir. (bk. MÂide 5/78-79) Yine İsrÂiloğullarından Cumartesi yasağını ciğneyerek balık tutmaya başlayanlar uzerine azap inmiş, hepsi cezaya carptırılmış, bu azaptan sadece gunahı onlemeye calışanlar kurtulabilmiştir. (bk. A‘rÂf 7/163-166)
CenÂb-ı Hak bizleri şoyle ikaz buyurmaktadır:
“Oyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman icinizden sadece zulmedenlere dokunmaz, herkesi kuşatır. Yine bilin ki Allah ’ın cezalandırması cok şiddetlidir.” (EnfÂl 8/25)
Bu sebepledir ki iyilikleri emretmek ve kotulukleri yasaklamak ummete farz kılınmış (bk. Âl-i İmrÂn 3/104); bu farızÂyı yerine getiren bu ummete, bunu devam ettirmeleri şartıyla “en hayırlı ummet” denmiştir. (bk. Âl-i İmrÂn 110)
Dorduncusu; sabrı tavsiyeleşmek: Birbirlerine hakkı tavsiyenin yanı sıra, mu ’minlerin fert ve toplum olarak husrandan kurtulabilmeleri icin, birbirlerine sabrı da telkin ve tavsiye etmeleri şart koşulmuştur. Onlar hak ve onu koruma uğrunda karşılaştıkları butun zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine sabırlı olmayı ve sebat gostermeyi telkin etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat gostermesi icin diğerine cesaret vermelidir. Cunku zamanın fitneleri, dunyanın aldatması, nefislerin bÂtıl temÂyulleri, husrana uğrayanların cokluğu karşısında hayır yapmak, doğru soylemek, Hak yolunda gitmek mu ’minleri bir cok acılar cekmeye, zorluklara katlanmaya, mucÂdele etmeye mecbûr kılar. Bunları başarabilmek de butunuyle sabırlı olmaya dayanmaktadır. Nitekim LokmÂn (a.s.) ’ın oğluna nasihati soz konusu edilerek şoyle buyrulur:
“EvlÂdım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kotulukten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret. Cunku bunlar azim ve kararlılık gerektiren muhim işlerdir.” (LokmÂn 31/17)
Mu ’minler, zamanlarını bu dort guzel amelle doldurdukları nispette husrandan kurtulacak ve kendilerine ebedî kurtuluşun yollarını aralayabileceklerdir. Hem fert hem de toplum olarak kotuluklerden uzaklaşıp Allah ’ın rızÂsı istikÂmetinde mesafe alma imkÂnı bulacaklardır. Boylece insanlığı şefkat ve merhametle kucaklayacak, onlara hak ve adÂlet tevzi edecek, her din, ırk ve milletten insanların İslÂmla buluşmasına zemin hazırlayacak ve onları İslÂm ’ın ebedî huzur ikliminde buluşturacak mukemmel bir İslÂm toplumu inşÃ‚ edebileceklerdir. Mehmed Âkif ’in şu mısraları bu hakîkati ne guzel dile getiri:
HÂlık ’ın nÂ-mutenÂhî adı var, en başı: Hak.
Ne buyuk şey kul icin hakkı tutup kaldırmak!
Hani, AshÂb-ı KirÂm, ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sûre-i ve ’l-Asr ’ı okurmuş, bu neden?
Cunku meknûn o buyuk sûrede esrÂr-ı felÂh;
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salÂh,
Sonra hak, sonra sebÂt, işte kuzum insanlık.
Dordu birleşti mi yoktur sana husrÂn artık.[1]
Şimdi de, boylece iman edip sÂlih ameller işleyen, insanların iyiliği icin calışan, hakkı ve sabrı tavsiye eden mu ’minlerle alay edip eğlenenlerin fecî akibetini ve uğrayacakları husranın şiddetini haber vermek uzere Humeze sûresi geliyor:

[1] NÂ-mutenÂhî: Sayısız. Meknûn: Saklı, gizli. EsrÂr-ı felÂh: Kurtuluşun sırları, yolları. İman-ı hakikî: Gercek iman. Salat: Namaz. HusrÂn: Zarar, ziyan, kayıp.


Asr Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Asr Suresi 3. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan