
Kureyş Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Kureyş Suresi 2. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Kureyş Suresi 2. Ayetinin Arapcası:ا۪يلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَٓاءِ وَالصَّيْفِۚ
Kureyş Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):Onları ticÂret yapmak uzere kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı, başkalarıyla ısındırıp yakınlaştırdığı icin,
Kureyş Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:Kureyş, Resûlullah (s.a.s.) ’in kabîlesidir. Mekke ’de Kur ’Ân-ı Kerîm ’e ilk muhatap olan kimselerdir. Aralarından Peygamberimiz (s.a.s.) gibi bir insanın cıkmış olması aslında onlar icin en buyuk bir şereftir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Sen, once yakın akrabanı uyar!” (Şuar 26/214) Âyeti nÂzil olunca ilk defa once kendi akrabaları olmak uzere bu kabileyi İslÂm ’a davet etmiştir. Fakat bir kısmı iman etmekle birlikte, coğu Efendimiz (a.s.) ’ın davetini reddettiler, ona inanmadılar. Hatta neticesi kanlı savaşlara varan cok şiddetli bir mucÂdeleye giriştiler. Bu mucÂdele Mekke ’nin fethine kadar surdu. Mekke ’nin fethiyle birlikte Kureyş ’in duşmanlığı da tamamen ortadan kalktı. Bundan itibaren, İslÂm ’ın dunyaya yayılması icin Kureyş hep on saflarda mucadele vermiştir.
İşte CenÂb-ı Hak bu sûreyi indirip, Kureyş ’e olan buyuk ihsanlarını hatırlatarak, risÂletin henuz ilk zamanlarında onları şirki terk edip yalnız kendine kulluğa davet etmektedir.
Burada Kureyşe verilen dort buyuk nimete dikkat cekilir:
Birincisi; Allah, Kureyşi bir araya getirip anlaştırmış, birbirine ulfet ettirip sevdirmiştir. Âyette ا۪يلَافٌ (îlÂf) kelimesi kulanılır. “ÎlÂf”, “ulfet etmek, ısınmak, alışmak, unsiyet etmek, uyuşup kaynaşmak, anlaşmak, antlaşmak, ahitleşmek” gibi mÂnalar taşıyan şumullu bir kelimedir. Burada ise “Kureyşi alıştırmak, ısındırmak; Kureyşin birbiriyle veya başkalarıyla ahidleşmesi, antlaşması, anlaşması, îtilÂf etmesi veya ettirmesi” mÂnalarını da ifade eder. Nitekim tarihî bilgilerden oğrendiğimize gore Kureyş, dedeleri Kilab oğlu Kusay zamanında Hicaz ’ın her yerinde dağınık durumdaydılar. İlk defa Kusay onları Mekke ’de topladı. Geldiler, Beytullah ’ın hizmetini ellerine aldılar. Kusay ’a bu hizmetinden dolayı “toplayıcı” lakabı verilmiştir. Bu şahıs Mekke ’de bir şehir devleti kurmuş, Arabistan ’ın her yanından gelen hacılara hizmet icin en iyi idareyi tesis etmişti. Bundan dolayı Kureyş, Arap kabileleri arasında ve her yerde guven sağlamıştır. Daha sonra KÂbe ’nin de insanlar nezdindeki itibarını kullanarak Kureyş cevre bolge ve ulkelerle munÂsebetlerini geliştirmiştir. Cevredeki kabileler ve devletler, kendileriyle olan bu yumuşak, sıcak ve uyumlu ilişkilerinden dolayı Kureyşlilere اَصْحَابُ الإيلَافِ (ashÂbu ’l-îlÂf) yani “ulfet eden, ulfet edilen guzel insanlar” diyorlardı. CenÂb-ı Hak oncelikle onlara bu nimetini hatırlatıyor. Eğer isteseydi onları bir araya getirmez, aralarına fitne fesat girer, kendi aralarında boğuşurken cevrede hicbir itibarları kalmaz ve dunya ile bu ulfet ve anlaşma hÂli gercekleşmezdi.
İkincisi; ozellikle ticaret yapıp gecimlerini sağlamak icin onlara kış ve yaz yolculuklarını kolaylaştırmış, onları buna alıştırıp ısındırmıştır. Mekke dağlık ve colluk bir şehirdi. Gecimlerini sağlayacak ne ziraat, ne hayvancılık, ne de başka bir şeye musaitti. Kureyş kış ve yaz yaptıkları ticaret kervanlarıyla gecimlerini sağlıyorlardı. Onların kervanları kış aylarında guneydeki Yemen ’e, Kızıl Deniz ’in karşı yakasındaki Somali ve Habeşistan ’a; yaz aylarında da kuzeyde bulunan Şam ’a, Mısır ’a, hatta Irak ’a ve İran ’a gidiyorlardı. Buralardan ticarî eşya ve erzak getirip Hicaz bolgesinde satıyorlardı. Bir kısım Kureyş tuccarları, komşu ulkelerden ticÂret serbestisi almışlardı. Oralara rahatlıkla giderler, kendilerine engel olunmazdı. Yolda kendilerine karşı koyan olursa: “Biz Allah ’ın hareminin halkıyız” derler; artık kimse onlara dokunmazdı. Ozellikle K­be ’yi yıkmaya gelen Fil ordusunun mûcizevî bir felÂkete maruz kalarak KÂbe ’yi yık­ma teşebbuslerinin başarısızlıkla sonuclanması uzerine Kureyşlilerin hem cevre kabileler, hem de bu mûcizevî hÂdiseyi duyan tum bolge halkları nezdindeki saygınlıkları iyice arttı. Hatta emirler, krallar, sultanlar onlara saygı gosterir olmuşlardı. Bu sebepledir ki, başkaları collerde haydutların saldırılarına uğrarken, Kureyşliler buyuk bir emniyet icinde yukarıda bahsedilen seferlerini ve ticaretlerini yaparlardı.
Ucuncusu; onlar ac idi, Allah TeÂl onları doyurdu. Mekke bir zamanlar kuş konmaz kervan gecmez dağlar arasında suyu, toprağı, bitkisi, ziraati olmayan kurak bir şehir iken, Hz. İbrÂhim ’in duası ve KÂbe ’nin hurmeti ile bereketlendi. O dua Âyet-i kerîmelerde şoyle bildirilir:
“Rabbimiz! Ben zurriyetimden bir kısmını senin her turlu hurmete lÂyık Mukaddes Evin ’in yanında ekin bitmeyen bir vÂdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye boyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gonlunu onlara yonlendir ve onları ceşitli urunlerle rızıklandır ki sana şukretsinler.” (İbrÂhim 14/37)
“Bir de İbrÂhim: «Rabbim! Burayı emniyetli bir belde kıl; halkından Allah ’a ve Âhiret gunune iman edenleri de ceşit ceşit mahsullerle rızıklandır!» diye yalvarmıştı.” (Bakara 2/126)
İbrÂhim (a.s.) bu dualarının bereketi ve BeytullÂh ’ın hurmeti ile yukarıda arz edildiği gibi Allah TeÂl Kureyşi, yaz ve kış ticaret seferlerine alıştırmış, ısındırmış, boylece onları, o muhitte tabiî olması lazım gelen aclıktan korumuştur.
Dorduncusu; onlar buyuk bir korku icinde idiler; Allah onları emniyete kavuşturdu. Bundan da maksat, ilk olarak Fil ashÂbının kendilerinden defedilmiş olan korkusudur. Bununla beraber CenÂb-ı Hak Mekke ’yi emniyetli bir bolge kılmıştı. Bu bolgeye “Harem” denmekteydi. Mekke ’nin ismi اَلْبَلَدُ الأم۪ينُ (el-Beledu ’l-Emîn)di. Etraftaki şehirler, bolgeler anarşi ve terorle sarsılırken, insanlar haksız yere yakalanıp oldurulurken, malları gasp edilirken Mekke ’de Kureyş buyuk bir emniyet icinde yaşıyorlardı. Âyet-i kerîmede bu durum şoyle haber verilir:
“Cevrelerindeki insanlar yakalanıp goturulurken ve malları yağma edilirken, yaşadıkları Mekke ’yi can ve mal emniyeti bakımından guvenilir ve mukaddes bir Harem bolgesi kıldığımızı gormezler mi? Buna rağmen onlar hÂla sacma ve asılsız inanclar peşinde koşarak, Allah ’ın nimetlerine karşı nankorluğe devam mı edecekler?” (Ankebût 29/67)
CenÂb-ı Hak onlara lutfettiği bu buyuk nimetlere bir şukur olmak uzere Kureyşi, cok iyi bildikleri, hurmet ve bereketinden faydalandıkları Beytullah ’ın Rabbi sıfatıyla yalnızca kendisine kulluğa davet etmektedir. Putperestliği terk edip tevhidi kabule cağırmaktadır. Peygamber (s.a.s.) ve Kur ’an ’a itaat davet etmektedir. Onlardan, BeytullÂh ’a ve Belde-i Emîn ’e layık insanlar olabilmeleri icin Allah ’ın birliğini tanıyarak onun yolunda ve onun emirlerini yerine getirme uğrunda mucahede etmelerini, O ’na layık kul olmaya calışmalarını, tevhid dini olan İslÂm ’a kamil iman, sıdk u sadakatle sarılmalarını istemektedir. Zira şimdi gelmekte olan MÂûn sûresinde de acıklanacağı uzere, tam bir teslimiyet ve samimiyet icinde yapılmayan, icerisinde merhametsizlik, cimrilik ve gosteriş gibi hakiki imana aykırı manevî hastlıklar barındıran bir kuluk insana faydadan cok zarar getirecektir:
Kureyş Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Kureyş Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan