Bakara Suresi 30. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 30. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Bakara Suresi 30. Ayetinin Arapcası:وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Bakara Suresi 30. Ayetinin Meali (Anlamı):Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryuzunde bir halîfe yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat cıkaracak ve kanlar dokecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni ovguyle tesbih ve takdîs ediyoruz” demişlerdi. Allah da onlara “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” buyurmuştu.
Bakara Suresi 30. Ayetinin Tefsiri:İnsanın en muhim yaratılış maksatlarından biri, onun yeryuzunde “halife” olmasıdır. Halîfe ’den maksat, Hz. Âdem ve onun daha sonra gelecek zurriyetidir. “Halîfe” hilÂfet kelimesinden gelmektedir. HilÂfet, “bir kimsenin diğerinin yerini alması, onu temsil etmesi, onun yetkilerini kullanması” mÂnasındadır. Dolayısıyla halîfe kelimesinde iki muhim mÂna vardır. Kur ’Ân-ı Kerîm, iki mÂnaya da yer vermektedir:
Birincisi; kendinden once bulunan bir kısım varlıklardan sonra gelen ve onların yerini alan kişi veya kişiler. Mesela “Sonra onların ardından, nasıl davranacak, neler yapacaksınız gorelim diye sizi yeryuzunde onların yerine gecirdik” (Yûnus 10/14) ayetinde “halÂif” bu mÂnadadır. Gercekten Hz. Âdem ve zurriyeti, yaratılış itibariyle diğer varlıklardan sonradır. Ondan once yeryuzunde pek cok canlı bulunmaktadır. İnsan nesli, duzen kurulup sistem tamamlandıktan sonra yeryuzune teşrif etmiştir.
İkincisi; bir yetkili tarafından kendi adına iş gormek uzere gorevlendirilen kişi. Dolayısıyla bu ayette halîfe, Allah ’ın iradesini yeryuzunde temsîl eden, O ’nun adına hareket eden, emir ve yasaklarını tatbîk eden kimse demektir. Bu mÂnada Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Ey DÂvûd! Biz seni yeryuzunde halîfe yaptık. Oyleyse sen de insanlar arasında hak ve adÂletle hukmet. Nefsinin arzu ve tamayullerine uyma ki, bunlar seni Allah ’ın yolundan saptırmasın...” (Sād 38/26)
“Allah, sizlerden iman edip sÂlih ameller işleyenlere yeminle şunları va‘detti: Kendilerinden onceki mu ’minleri kÂfirlerin yerine gecirip hÂkim kıldığı gibi onları da yeryuzune sahip ve hÂkim kılacaktır.…” (Nûr 24/55)
Son olarak zikredilen Âyette bu um­meti yeryuzunde halife kılmak, onlara “hilÂfet yetkisi vermek” mÂnasındaki “istihlÂf” va‘di, iman ve amel-i sÂlih şartına bağlanmıştır. Dolayısıyla bu, Allah adına bir sorumluluk sahibi olma mÂnası taşımaktadır.
Melek­lerin, ileride insan neslinin neler yapacağına dair bildiklerini ortaya koyarak buna rağmen Âdem ’in halife olarak yaratılmasının hikmetini sormaları, Allah TeÂl ’nın da Âdem ’in buna lÂyık olduğunu onlara anlatmak uzere yaptığı imtihan, Âdem ’e verdiği bilgi ve kabiliyet buradaki hilÂfetin Allah ile ilgili olduğunu, Âdem ’in ve zurriyetinin yeryuzunde Allah ’ın halifesi olacaklarını gostermektedir. Gercekten de insan, ilÂhî bir sanat hÂrikası olup sahip bulunduğu aklî melekeleri, sıfat, istidat ve kabiliyetleri ile halîfeliğe en uygun varlıktır. Yaratıklar icinde bu vazifeyi ustlenecek ve yerine getirebilecek en mukemmel varlık odur. An­cak insanoğlunun bu mÂnadaki halifeliği, kendi mÂhiyeti ve sıfatlarına uygun ola­rak kısıtlı ve mahduttur. Bu halifelik, Allah ’ın mulku bulunan yeryuzunde O ’nun iradesine uygun yaşamak ve talimatı doğrultusunda tasarrufta bulunmaktan ibarettir. İnsanoğlu Allah ’a kul ol­sun diye yaratılmış, yeryuzundeki ceşitli nimetler de bu maksadı gercekleştirsin diye ona tahsis edilmiştir. İnsanoğlu kendisine verilen imkÂn ve nimetlerin Al­lah ’ın mulku olduğunu, bir maksada ve şarta bağlı olarak kendisine emanet edildiği­ni, bunlar uzerinde sahibinin irade ve rızÂsına uygun bir şekilde tasarruf etmekle yukumlu bulunduğunu bilecek ve bu şuur icinde davranacaktır. (bk. Kur ’an Yolu, I, 101)
“Melek” kelimesi, “elcilik” ve “kuvvet” mÂnasına gelen koklerden turemektedir. Coğulu “melÂike”dir. Melekler, Allah TeÂl ’nın buyruklarını yerine getirmekle, O ’ndan aldıkları emirleri yerlerine ulaştırmakla gorevli oldukları ve bunu if edecek kuvvete sahip oldukları icin bu ismi almışlardır. Kur ’Ân ayetlerinin işaretine gore melekler, hem ilmî ve kelÂmî bir rûhî tebliğ yapmakta, hem de bir fiil, ilÂhî kudret ve yaratmanın da tebliğcisi olmaktadırlar. Peygamberlere ve hatta yine meleklere ilÂhî emirleri tebliğ eden melekler bulunduğu gibi cihad ve diğer hususlarda fiilen kuvvet ve yardım getiren melekler de bulunmaktadır. Hatta kendisine “Rûh” denilen ozel bir melekten bile bahsedilir. Şunu bilmek gerekir ki Âlemde vuku bulan her hadise ile ilÂhî kudretin ozel bir ilişkisi vardır. Şu halde melekler topluluğunun, ilÂhî kudret ve yaratmanın vahdetten kesrete dağılmasını ve onun pek cok değişik nevilerde şekillenip ortaya cıkmasını ifade eden “mebÂdi-i fÂile: yapıcı temel gucler” olarak değerlendirilmesi gerekir. Dolayısıyla kÂinatta boyle bir elcilikle vuku bulmayan hicbir olay, hicbir fiil ve hareket duşunulemez. (bk. Elmalılı, Hak Dini, I, 303-304)
Resûlullah (s.a.s.), “Melekler, nûrdan yaratılmışlardır...” (Muslim, Zuhd 60) buyurmuştur. Meleklerin mÂhiyet ve hakikatlerinin nasıl olduğu hususunda farklı değerlendirmeler soz konusudur. Kelamcıların pek coğunun savunduğu goruşe gore melekler mekan tutan varlıklardır. Bunlar, gokyuzunde bulunan, ceşitli şekillere girebilen havÂî ve latîf cisimlerdir. Zira peygamberler bunları şekilleriyle gormuşlerdir. Şekiller ise cismanî olup boyutları vardır. Bunlara gore cisimden arınmış maddesiz soyut kuvvet, sadece ilÂhî kudrete aittir. İslÂm filozoflarının goruşune gore ise melekler nefisleriyle kaim cevherler olup yer tutan varlıklar değillerdir. Onlar, insan ruhu gibi soyut cevherlerdir fakat mÂhiyetce bunlardan farklıdırlar.
Melekler, sayı bakımından cokturlar. Bunların cokluğunu ifade etmek icin Resûlullah (s.a.s.) ’in: “Gok gıcırdamaktadır. Gıcırdamakta da haklıdır. Zira gokte ayak basacak hicbir yer yoktur ki orada secde veya rukû eden bir melek bulunmasın” (Tirmizî, Zuhd 9) hadisini zikretmek yeter.
Bu Âyet-i kerîmede, CenÂb-ı Hakk ’ın meleklerle bir ceşit istişaresinden bahsedilir. Allah TeÂl bir halîfe yaratacağını soylediğinde melekler Âdeta kendilerinin buna daha lÂyık olduklarını sezdirmeye calışarak: “Halbuki biz seni ovguyle tesbih ve takdîs ediyoruz” (Bakara 2/30) derler. YÂni biz seni şÃ‚nına lÂyık olmayan şeylerden pak ve uzak tutuyoruz. Bize verdiğin pek cok nimet sebebiyle sana hamdediyoruz. Tesbih, celÂl sıfatlarını acığa cıkarmak, hamd ise nimet verici sıfatlarını hatırlatmak icindir. “Biz seni takdîs ederiz” ifadesi, “Seni yucelik, izzet, şeref gibi sana yakışan sıfatlarla vasfeder; sana lÂyık olmayanlardan da seni tenzih ederiz” demektir. Bir başka yoruma gore tesbih; Allah ’a lÂyık olmayan şeyleri O ’ndan uzak tutmak, takdîs ise O ’n şanına lÂyık olan şeylerle anmaktır.
Meleklerin, Âdem ’in hilÂfeti hususunda CenÂb-ı Hakk ’a suÂl sormalarının bir takım hikmetleri şoyle izah edilebilir:
Melekler, insanın yaratılış hikmetinin ne olduğunu oğrenmek istemişlerdir. Yoksa bunu îtiraz olsun diye veya Âdem ’e hasetlerinden dolayı yapmamışlardır. Zira nasların bildirdiğine gore meleklerde Allah ’a isyan ve îtiraz etme ozelliği, haset ve kin gibi kotu huylar bulunmaz.
Meleklerin, insanın yeryuzunde fesat cıkarıp kan dokeceğini levh-i mahfuzdan oğrenmiş olabilecekleri ihtimÂli bulunmaktadır. Bu yuzden boyle bir suÂl sormuş olabilirler. Nitekim bÂzı kelÂm Âlimleri, meleklerin levh-i mahfûzu gorup okuyabildiklerini soylemişlerdir. (bk.Fahreddin er-RÂzî, MefÂtîhu ’l-gayb, XXXI, 114)
Hak TeÂl daha once bu durumu onlara bildirdiği icin boyle bir suÂl sormuş da olabilirler.
Bir başka goruşe gore de melekler, cinlerin bozgunculuk ve fesad cıkardıklarını daha onceden bildikleri icin bu suÂli sormuşlardır.
Meleklerin bu ifadelerine karşılık CenÂb-ı Hak, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” (Bakara 2/30) buyurarak bir bakıma onların bu tesbih ve tenzih ozelliklerinin halifelik icin yeterli gelmediğini, kendisinden bir sır yÂni rûh uflenmesi keyfiyetinin ve isimleri oğretmesinin buna vesîle olacağını ifade etmiştir. “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” (Bakara 2/30)buyruğunda ayrıca şu işaretler yer almaktadır:
“Meleklerin teşbihinde, yaptıkları işlerini ve faziletlerini ortaya koyma vardır. Allah ’ın insanoğlunun gunahlarını affetmesinde ise Cenab-ı Hakk ’ın ona olan kerem ve rahmetinin tecellisi vardır. Allah, itaatkÂrların itaatinden mustağnidir; O ’nun kimsenin itaatine ihtiyacı yoktur. Meleklerin tesbihinde kendilerinin ovguye hakları olduğu anlaşılırsa, gunahları affetmede yaratıcının kulunu ovmesi vardır. Ben, siz bilmediğiniz halde mu ’min kullarımın bana olan sevgilerinde ne kadar temiz bir gonle sahip olduklarını; kulluk sozlerini yerine getirmede sırlarının ne kadar berrak olduğunu bilirim. Her ne kadar zaman zaman dış yuzleri isyan kirleriyle kirlense de ozleri boyledir. Benim onlara olan sevgimi ben bilirim, fakat siz bilmezsiniz. Siz halinizi ifşa etmeye calışıyorsunuz. Ben ise Âdem ve neslinin taşıdığı sırları gizliyorum. Gunah işledikleri zaman onların kalplerinde oluşan kırıklığı da, tesbih ve takdisinizi ortaya koyarken sizin kalbinizde oluşan kabarma ve gurur da siz bilmiyorsunuz fakat ben biliyorum. Siz yaptıklarınızın guzelliği bakımından -kendinizce- yuksek bir rutbede bulunuyorsunuz. Onlar ise sahip oldukları duygular itibariyle gonulleri alcak ve kalpleri kırık bir durumdadırlar. Şu bir gercek ki kalbi kırık kulların benim katımda cok buyuk kıymeti vardır. Benim lutfum olmasa sizin tesbihinizin ne onemi, affettiğim takdirde kulların gunahlarının ne zararı olabilir? Size taat, insanoğluna rahmet elbisesi giydirdim. Dolayısıyla siz taat elbisesi, tesbih ve takdis ortusu icindesiniz. Onlar ise affımın ve rahmetimin ortusu icindedirler. Onlara kerem elbisemi giydirdim ve onları af ortume sardım.” (Kuşeyrî, LetÂifu ’l-işÃ‚rÂt, I, 34)
Gelen Âyetlerde bir bakıma Âdem ’in hangi ozellikleri sebebiyle halifeliğe layık gorulduğunu beyÂn etmek uzere şoyle buyrulur:
Bakara Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Bakara Suresi 30. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan