Bakara Suresi 32. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 32. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...Bakara Suresi 32. Ayetinin Arapcası:قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Bakara Suresi 32. Ayetinin Meali (Anlamı):Melekler: “Seni tesbih ve her turlu noksanlıktan tenzîh ederiz! Senin oğrettiğinden başka hicbir bilgimiz yoktur. Elbette her şeyi hakkıyla bilen, her hukmu ve işi hikmetli ve sağlam olan ancak sensin!” dediler.
Bakara Suresi 32. Ayetinin Tefsiri:Âdem ’in[1] yeryuzunde Allah ’ın halîfesi olarak secilmesinin en muhim şartı, sahip olduğu pek cok istidatla beraber onun ilmî yonudur. Kendine lutfedilen duyu organları, kalp, akıl ve anlama kabiliyetiyle bilmediğini oğrenebilmekte ve varlığın hakikatini keşfedebilmektedir. Bu ozellik, yaratıklar icinde sadece insana aittir. Burada Allah TeÂlÂ, Âdem ’in meleklerden daha ustun kabiliyetlere sahip ve bu sebeple hilÂfete layık olduğunu acıkca ortaya koymak uzere bir imtihan yapmaktadır. Fakat henuz imtihan başlamadan once Cenab-ı Hak, butun isimleri Âdem ’e oğretti. Ya o isimleri bizzat kendi koyup Âdem ’in ruhuna nakş ve ilham etti. Veya Âdem ’e bunları gerektiğinde koyup kullanacak ozelliğe sahip bir ruh uflemeyi takdir buyurdu. Birinci mÂna acık, ikincisi de ihtimal dÂhilindedir.
Âdem ’e oğretilen “butun isimler”den maksadın ne olduğu hakkındaki goruşleri şu şekilde hulasa etmek mumkundur:
Bu isimler, insanların birbirleriyle tanışma ve anlaşmasına vesile olan butun isimlerdir. Bunlar; insan, hayvan, bitki, yer, gok, deniz, dağ, nehir, kuş, guvercin, deve, inek, koyun, hatta kamcı ve kapkacağa varıncaya kadar butun varlıkların isimleridir. Bundan kıyamete kadar olmuş ve olacak butun şeylerin isimleri mÂnasını anlamak da mumkundur.
Bu isimlerden maksat meleklerin veya Âdem ’in zurriyetinin isimleridir.
İsimlerden murat, eşyanın sûretleridir.
Allah, Âdem ’e sadece mahlûkatın isimlerini değil, kendi isimlerini de oğretmiştir. Âdem, mahlûkatın isimlerini bilmekle meleklerin secdesine lÂyık olmuştur. Hak TeÂl ’nın isimlerini bilmesiyle ne gibi yuksek derecelere lÂyık olacağı buna kıyÂs edilerek duşunulmelidir. Mahlukatın ismini bilmede Âdem ’le eşit seviyede olmayanların, Hakk ’ın isimlerini ve gaybın sırlarını bilmede ona yaklaşmaları nasıl mumkun olabilir?
İşte Yuce Rabbimiz, butun bu isimleri ve suretleri Âdem ’e oğretti. Sonra da bu isimlerin delalet ettikleri zÂtları meleklere gostererek, bunları isimleriyle kendisine haber vermelerini istedi. Halbuki Allah, onların bu işe guc yetiremeyeceklerini bilmekteydi. Allah ’ın Âdem ’e eşyÂnın isimlerini onceden oğretip, sonra meleklere arzetmesinin hikmeti, Âdem ’i taltîf etmek, bilmediği sırları ve gizli ilimleri ona oğretmek; diğer taraftan da meleklerin, sahip oldukları ozelliklerle Âdem ’e karşı gelmelerini onlemekti. Allah ’ın meleklere, “Haydi, doğru soyluyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” (Bakara 2/31) şeklindeki hıtÂbı, onları azarlamak, acizliklerini gostermek, onların gerceği gorerek işin aslını Hak TeÂl ’ya bırakmalarını sağlamak icindir. “Meleklerin sozun”den murÂd ise, Âdemoğullarının yeryuzunde fesat cıkaracaklarını, bu sebeple halîfe olma husûsunda kendilerinin onlardan daha ustun olduklarını iddi etmeleridir.
CenÂb-ı Hakk ’ın emrine uygun olarak isimleri haber vermekten aciz kalan melekler, Allah ’ı her turlu noksanlıktan pak ve uzak tutarak, kendilerine oğrettiklerinden başka hicbir şeyi bilemeyeceklerini ve cahillerin yaptığı gibi bilmedikleri şeyler hakkında da goruş ileri suremeyeceklerini soylediler. Âyet, aynı zamanda meleklerin onceki sualleriyle Allah ’a itiraz maksadı taşımadıklarını, bilakis bilmediklerini oğrenmeye calıştıklarını gosterir. Zira onlar, kendi Âlemlerine ve kabiliyetlerine uygun olmayan ilimlere sahip olmadıklarını, kabiliyetlerine uygun olan ilmi ise zÂten Allah ’ın kendilerine oğreteceğini soylemektedirler.
Şuphesiz Allah Alîm ’dir; herşeyi oylesine bilir ki, ona hicbir sır gizli kalmaz. Meleklerin, verdikleri cevaplarından Allah ’ın “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” (Bakara 2/30) sozunun mÂnasını kavradıklarını anlıyoruz. Hakîm ’dir; herşeyi hikmetle yaratır, hikmeti olmayan hicbir iş yapmaz. Yaptığını muhkem ve sağlam yapar. Hukum verenlerin en yucesi de O ’dur.
Meleklerin isimleri bilememesi ve Allah karşısında acziyet ve tezellullerini ortaya koymaları uzerine Cenab-ı Hak Âdem ’e hitap ederek, eşyanın isimlerini meleklere haber vermesini istemiştir. O da bu vazifeyi başarıyla yerine getirmiştir. İmtihan tamamlanmış, hikmet tecelli etmiş ve Âdem ’in meleklerden ustunluğu acık bir delille ispat edilmiştir. Meleklerin bilmediği, fakat Allah ’ın kesinlikle bildiği gerceklerden bir kısmı ortaya cıkmıştır. Bu sebeple Rabbimiz: “Size, «Goklerin ve yerin gaybını ben bilirim; ayrıca sizin acıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?” (Bakara 2/33)buyurmuştur.
Âyetin işaret ettiği muhim noktalar şunlardır:
İnsan, şerefli bir varlıktır.
İlim, ibÂdetten ustundur. Zira meleklerin ibÂdeti Âdem ’inkinden fazla olmasına rağmen, halîfeliğe lÂyık olamamışlardır.
Halîfe olabilmek icin aranan temel şartlardan biri, ilim sahibi olmaktır.
Âdem ilmi sebebiyle meleklerden ustundur. Zira Allah “Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zumer 39/9) buyurmaktadır. İlim, ozu itibariyle daha şerefli olmakla birlikte, ilimle beraber ibÂdet de gereklidir. Zira ilim ağac, ibÂdet meyve gibidir. Ağac asıl olduğu icin şerefli olmasına rağmen, faydalanılan kısım daldaki meyvedir.
MevlÂn Hazretleri ’nin anlattığına gore:
“Allah TeÂlÂ, Âdem (a.s.) ’ın temiz olan cismini topraktan yaratıp rûh ufleyince, CebrÂil (a.s.) ’a:
«- Benim kudret denizimden uc tane buyuk cevher al, nurdan yapılmış bir tabak icerisine koyup onu Âdem (a.s.) ’a arzet! O, bu uc cevherden birini secsin!» diye emretti.
Bunlardan biri akıl, ikincisi iman, ucuncusu de hay cevheri idi. CebrÂil (a.s.) tabağı Âdem (a.s.) ’a arzetti ve bu hÂli ona anlattı. Âdem (a.s.); «Mu ’min Allah ’ın nuru ile bakar» (Tir­mi­zî, Tefsir 15) hadîs-i şerifi mûcibince firaset nazarını kullandı ve aklı secti. CebrÂil (a.s.), iman ve hay cevheri bulunan tabağı kaldırıp tekrar kudret denizine goturmek istedi. Fakat CebrÂil bu kadar kudretine rağmen tabağı yerinden kaldıramadı. İman ve hay cevherleri ona:
«- Biz Allah ’ın sevgilisi olan aklın sohbetinden ayrılamayız, onsuz hicbir yerde karar ve mÂnamız kalmaz. Cunku biz ucumuz ezelden beri Allah ’ın şeref mÂdeni ve kudret denizinin cevherleriyiz, birbirimizden ayrılamayız» dediler. Bunun uzerine Allah TeÂlÂ, CebrÂil ’e:
«- Ey CebrÂil! Onları bırak gel!» emri geldi. Bu uc temiz cevher Âdemoğullarına kalmış mirastır.” (Ahmet EflÂkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 263)
Âyet-i kerîmede işaret edildiği uzere, burada CenÂb-ı Hakk ’ın Âdem ’e bir inÂyet ve rahmet tecellisi vardır. Zira meleklere, ozellikle hakkında bilgileri olmayan bir şeyi talep ederken “Bana haber verin!” buyruğuyla yurekleri sarsacak bir heybet hitabında bulunmuştur. Âdem ’e ise, heybet ve korkuya kapılmasını gerektirmeyecek şekilde “Onları meleklere haber ver!” buyurmuştur. (Kuşeyrî, LetÂifu ’l-işÃ‚rÂt, I, 36)
Duzenlenen imtihanla Âdem ’in meleklere ustunluğu ve hilÂfete liyakÂti tespit edilince, bu kez ilÂhî hikmetin ikinci adımı gercekleştirilmek uzere meleklere Âdem icin secde emri gelmektedir:
[1] “Âdem” kelimesi “yeryuzu” anlamındaki “edeme”den gelmektedir. Boylelikle Hz. Âdem ’e yaratıldığı asıldan gelen bir isim verilmiştir. Bu kelimenin “esmerlik veya beyazlık” anlamını taşıyan “udme”den geldiği de soylenir ki bu da Âdem ’in ve oğullarının rengini gosterir. (Kurtubî, el-CÂmi‘, I, 279-280)


Bakara Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
Bakara Suresi 32. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan