CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerîm ’i inişi esnasında cin ve şeytan saldırılarından, indikten sonra azılı muşriklerin tahrifinden koruduğu gibi, kıyÂmete kadar da bu korumasına devam edeceğini şu ayetle mujdelemiştir: “Şuphesiz o Zikr ’i (Kur ’Ân ’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (el-Hıcr 15/9)Kur ’Ân-ı Kerîm cinlerin ve insanların tahrifinden korunmuş yegÂne ilÂhî kitaptır. Onun membaının tamamen ilÂhî olduğu ve onda hicbir beşer izi bulunmadığı Âyet-i kerîmelerde şoyle ifade edilir:
“Sen bundan once ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun; oyle olsaydı gerceği curutmeye calışanlar şupheye duşerlerdi.” (el-Ankebût 29/48)
“O Allah ki, ummîlere kendi iclerinden, onlara Âyetlerini okuyacak, onları her turlu gunah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitÂbı ve hikmeti oğretecek bir peygamber gondermiştir. Oysa onlar, daha once apacık bir şaşkınlık ve sapıklık icindeydiler.” (el-Cuma 62/2)
CenÂb-ı Hak onceki kitapları korumayı taahhud etmemiş, onları koruma vazifesini o ummetin Âlimlerine ve zÂhidlerine bırakmıştı.[1] Âyet-i kerimede şoyle buyrulur:
“Şuphesiz Tevrat ’ı biz indirdik. İcinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah ’a) teslim olmuş nebiler onunla yahudilere hukum verirlerdi. Kendilerini Rabb ’e adamış kimseler ile Âlimler de oylece hukmederlerdi. Cunku bunlar Allah ’ın kitabını korumakla vazifelendirilmişlerdi. Onlar Tevrat ’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu halde siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah ’ın indirdiği ile hukmetmeyenler kÂfirlerin ta kendileridir.” (el-MÂide 5/44)
Bu Âyet-i kerimeden, kendisini Allah ’a vermiş olan rabbÂnîler ve Âlimlerin, kitabullahın muhafazasına memur, onun uzerine gozcu ve murÂkıb tayin edildiğini anlıyoruz. Ancak onlar bu vazifede kusur gostermişler ve ilÂhî kitapları tahrif edilmiştir. Son ilÂhî kitap ise kıyamete kadar bÂkî kalacağı icin Allah TeÂl onun muhafazasını kullarına bırakmamış, bizzat kendi uzerine almıştır.
Allah TeÂl Kur ’Ân-ı Kerîm ’i nÂzil olmadan once, inzÂl buyururken ve indikten sonra dÂima muhafaza etmiştir. Değerli, tertemiz, emîn ve kuvvetli meleklerine yazdırmış, yine aynı vasıflara sahip olan Cebrail (a.s) vÂsıtasıyla Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’e indirmiştir. NÂzil olmadan evvel Kur ’Ân, “şerefli ve sÂdık yazıcı meleklerin elindeki yuksek, tertemiz ve cok değerli sahifelerde”[2] idi. Levh-i Mahfûz ’da, lÂyık olmayan her turlu şeyden korunuyordu.[3] Oradan yeryuzune inerken nasıl korunduğunu da şu Âyetlerde goruyoruz:
“Biz onu (Kur ’Ân ’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak mujdeci ve uyarıcı olarak gonderdik.” (el-İsr 17/105)
“Biz yakın semayı yıldızların guzelliğiyle bezedik. Ve (onu) her turlu isyankÂr şeytanî guce karşı koruduk. Onlar artık o yuce topluluğu dinleyemezler, (bolgeden) uzaklaştırmak icin uzerlerine her yonden atış yapılır; ayrıca onlar (Âhirette de) bitmez bir azaba carptırılacaklardır. Ancak, (o yuce topluluktan) bir bilgi kırıntısı kapan olursa onu da delip gecen bir ışık topu kovalar.” (es-SÂffÂt 37/6-10)
“Hakikaten biz (cinler), goğu yokladık, onu guclu muhafızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk. HÂlbuki biz (daha once, goğu) dinlemek icin onun oturulabilecek yerlerinde otururduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gozetleyen bir alev topuyla karşılaşıyor.” (el-Cin 72/8-9)
“Gaybı O bilir, gizlisini kimseye acmaz; ancak elci olarak sectiği başka. Allah, bu elcilerin her turlu durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayısını belirlediği halde, Rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini ortaya cıkarmak icin onların onlerinden ve arkalarından gozculer gonderir.” (el-Cin 72/26-28. Bkz. el-Mulk 67/5)
CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerîm ’i inişi esnasında cin ve şeytan saldırılarından, indikten sonra azılı muşriklerin tahrifinden koruduğu gibi, kıyÂmete kadar da bu korumasına devam edeceğini mujdelemiştir:
“Şuphesiz o Zikr ’i (Kur ’Ân ’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (el-Hıcr 15/9)
“…Onun kelimelerini değiştirecek hicbir kimse yoktur. Ondan başka bir sığınak da bulamazsın.” (el-Kehf 18/27)
“Kur ’Ân kendilerine geldiğinde onu inkÂr edenler mutlaka cezalarını goreceklerdir. Şuphesiz o cok değerli ve sağlam bir kitaptır. Ona ne onunden ne de ardından batıl gelemez. O hukum ve hikmet sahibi, ovulmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet 41/41-42)
Allah TeÂlÂ, KitÂb-ı Kerîm ’ini mucizevî bir kelÂm kılmak sûretiyle de muhafaza altına almıştır. Boylece insanlar ve cinler onda herhangi bir tahrif ve ilave yapamadıkları gibi ona benzer bir soz de getirememişlerdir. Boyle bir şeyi yapmış olsalar onların ifadeleri Kur ’Ân ’ın mucizevî ifadelerinden derhal ayrılacağı icin aklı başında kimse buna inanmayacaktır. Kur ’Ân ’ın muhteşem uslûbu, muhkem bir kale gibi kuşatarak onu beşer mudahalesinden korumuştur.
HÂsılı bugune kadar KurʼÂn-ı Kerîmʼe yonelik hicbir şeytÂnî ve beşerî mudÂhale teşebbusu maksadına ulaşamadığı gibi, kıyÂmete kadar da bu tur teşebbusler, dÂim neticesiz kalmaya mahkûmdur. Hicbir insan ve cin şeytanı onu değiştiremez, tahrif edemez, ona herhangi bir bÂtıl karıştıramadığı gibi ondan herhangi bir hakkı da eksiltemez.
Bu ilÂhî muhafazanın yakın zamandaki bir tecellîsini nakledelim:
asırdan beri Avrupalılar, kendi dinlerinin kitabındaki buyuk farklılıkları gorunce bundan rahatsız oldukları icin bu psikoloji icinde Kur ’Ân uzerinde calışmaya başladılar. Hatt bazı musteşrikler Kur ’Ân nushaları uzerinde de benzeri bir calışmanın yapılmasını universitelerine teklif ettiler. Munih Universitesi bu teklifi kabul etti ve onun bunyesinde Kur ’Ân Araştırmaları Enstitusu kuruldu. Gayeleri dunyadaki mevcut butun Kur ’Ân nushalarının fotoğraflarını imkÂn nisbetinde toplamak idi. Toplama işini gercekleştirdikten sonra nushaları karşılaştırdılar. Bu iş yaklaşık altmış yıl kadar surdu. Bu enstitunun faaliyetlerini bilen ve bazı uyeleri ile goruşen Muhammed Hamîdullah, bu konuda şu bilgileri vermektedir: “Ben Fransa ’da oğrenci iken 1934 yılında adı gecen Enstitunun muduru Kur ’Ân nushalarının sûretlerini almak icin Paris ’e gelmişti. Paris ’deki Millî Kutuphane ’de (Bibliotheque Nationale) Hicrî ikinci asırdan kalan en az iki Kur ’Ân nushası mevcuttur. Bu zatı ziyaret etmiş ve meşgul oldukları iş hususunda kendisiyle konuşmuştuk. 1934 yılına kadar toplamış oldukları nusha sayısının 42 bin olduğunu soyledi. Bu buyuk rakam dunyanın ceşitli yerlerinden alınmış muhtelif asırlara ait tam veya noksan nushaların fotoğraflarını ihtiva ediyordu. 1934 yılında nushaları karşılaştırmaya devam ediyorlardı. Enstitunun kutuphanesinde Kur ’Ân tefsirlerini ve kıraat ilmine dair kitapları da toplamışlardı. Zira bunlarda sık sık diğer kırÂatlar da zikrolunur. Mesela Fatiha Sûresi ’ndeki MÂlik ve Melik kırÂatları gibi. Onların gayeleri bu bilgileri de toplamaktı.
Daha sonra İkinci Dunya Harbi başladı. Harp sırasında, bir Amerikan bombası Munih Universitesi ’ndeki bu enstituye isabet etti. Binanın icinde bulunan şahıslarla birlikte toplanan malzeme de mahvoldu. Fakat bu imha hadisesi, benzer bir teşebbusu imkÂnsız hale getirmiş değildir. Zira Munih ’te ortadan kalkan nushalar, Kur ’Ân nushalarının asılları değil fotoğrafları idi. Prof. Pretzl, bu enstitunun ucuncu muduru oluyordu, kendisi de bombardımanda olmuştu. Enstitude buyuk Âlimler ile onların bircok yardımcıları vardı. Bunlardan biri Jeffery adlı Amerikalı bir Âlim idi. Bu şahıs, Kur ’Ân ’daki rivayet farklarını bulmaya calışırdı. Nitekim İbn Ebî Davud ’un bu konu ile ilgili “KitÂbu ’l-MesÂhif”ini neşretmişti. Jeffery ’nin Abdulmuîd Han adlı benim de arkadaşım olan bir talebesi vardı. Jeffery İkinci Dunya Harbi ’nden az once, enstitunun calışmaları hakkında bazı notlar yayınlamıştı. Ben bu notları goremedim. Bu sıralarda Abdulmuîd Han da vefat etmişti. Yalnız onun bana şifahi olarak naklettiğine gore Jeffery notlarında acıkca şoyle diyordu:
“Biz, şimdiye kadar rivayet farkı goremedik; gorduğumuz, kÂtib hatasından ileri gelmiş olan istinsah farklarıdır.”
Biz de mesel bir mektup yazdığımızda, farkında olmadan hata yaparız. Bazı kÂtipler de Kur ’Ân ’ı istinsah ederken yanılarak hatalar yapmışlardır. Buna dair bir misÂl verelim: Kur ’Ân ’da “BismillÂhirrahmÂnirrahîm” yerine “bismillÂhirrahman” gorduğumuzde bu, rivayet hatası da olabilir, kÂtip hatası da. Bu durum bir tek sûrede ve sûrenin başında vÂkî olursa kÂtibin hatası olduğuna hukmederiz. Fakat butun sûrelerde gorulurse rivayet hatası sayılır. Bu enstitunun bombardıman edilişine (hatırladığıma gore 1946 senesine) kadar Jeffery, sadece istinsah hatası bulduklarını, rivayet hatası muşahede etmediklerini soyluyor. Bu calışma sonuclanmamıştı; muhtemelen karşılaştırmadıkları nushalar da vardı…
Bu enstitunun calışması altmış sene devam etmişti; bu calışmayı butun Hristiyan ve Yahudi Âlemi biliyordu. Calışmaya cok sayıda Âlim katılmıştı. Onların ellerinde olan veya gorebilecekleri yerlerde bulunan cok nusha vardı. Kur ’Ân ’da ihtilaf olsaydı, bu Âlimlerin incelemelerinin bunu ortaya koyması gerekirdi. Bunu gostermenin, kendilerince ciddî sebepleri de vardı. İncil ’de iki yuz bin varyant bulmuşlardı; Kur ’Ân ’da da fark bulmaya muhtac idiler. Kur ’Ân ’da bu farkları bulsalardı “İşte bakın! Kur ’Ân ’a da guvenilmez, onda da ihtilÂflar var” der gibilerden, farkları ifşa etmeleri gerekirdi.[4]
CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerîm ’i muhÂfaza etme vaʻdini gercekleştirmek icin once onun okunup ezberlenmesini kolaylaştırmış,[5] onu en gelişmiş dilde indirmiş, onun icin hÂfızası ve anlayışı kuvvetli, niyeti sağlam, istikÂmet uzere guclu bir ummet yaratmıştır. Her devirde mevcut olan bu insanlar Kur ’Ân ’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması ve matbaada tab edilmesi esnÂsında Âzamî hassÂsiyeti gostermişlerdir. Mesel Emevîler zamanında devlet; Âsım el-Cahderî, NÂciye bin Rumh ve Ali bin Asmaʻı insanların okumak icin kopyaladıkları şahsî Mushafları inceleyerek icinde hat bulunanları imha etmekle vazifelendirmiştir.[6] Daha sonra da muhtelif heyetler kurularak Mushafların okunması, yazılması ve coğaltılması kontrol edilmiştir. Mesela son olarak Turkiye ’de “Mushaflar ve Dîni Eserler Tedkîk Heyeti” nÂmı ile ilmî, resmî bir muessese kurulmuştur ki başlıca vazifesi, Kur ’Ân ’da yazım hatasının zuhuruna fırsat vermemek­tir. Bu sebeple, her asırda yuz binlerce hÂfızın ezberlediği ve milyonlarca matbu ve yazma nus­haları bulunan Kur ’Ân-ı Kerîm ’in velev bir harfinin olsun değiştirilmesine ihtimal yoktur. Bazı Mushaflarda matbaa hatası olsa bile bunun derhal tashih edileceği şuphesizdir. Bir de İslÂm Âleminde “İlmu Resmi ’l-Kur ’Ân” ismiyle bir ilim tedvin edilmiştir. Bu ilim, Mushaflara mahsûs hatt-ı ıstılÂhî ile kıyÂsî olan resm-i hat arasında hangi kelimelerde muhalefet bulunduğunu ve bunun hikmetini gostermektedir. Bu ilmin gÂyesi ve faydası pek yuksek olduğundan oğretilmesi ve oğrenilmesi farz-ı kifÂye kabul edilmiştir.[7]
4.1. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in Ezberlenmesi Kur ’Ân ’ı telakkîde aslolan, ilk gunden beri hep onu ezberlemek olmuştur. Allah TeÂl sÂlih kullarının kalplerini kelÂmı icin bir kap, sadırlarını da onu ezberlemeleri icin mushaf kılmakla ummet-i Muhammed ’e cok buyuk bir lutuf ve ikramda bulunmuştur. Âyet-i kerimede şoyle buyrulur:
“Fakat o (Kur ’Ân) kendilerine ilim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan parlak Âyetlerdir ve bizim Âyetlerimizi ancak zÂlimler inkÂr eder.” (el-Ankebût 29/49)
Bu Âyetten anlaşılacağı gibi Kur ’Ân ’ın asıl vasfı sadırlarda parlamaktır. Allah TeÂl bir hadîs-i kudsîde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’e şoyle buyurur:
“Seni imtihan etmek ve seninle diğer insanları imtihan etmek icin seni peygamber olarak gonderdim. Sana bir kitap indirdim ki onu su yıkayamaz! Onu uyurken ve uyanıkken okursun!”[8] Kur ’Ân ’ı su yıkayamaz, cunku sadırlarda korunmaktadır. Uyurken de uyanıkken de Kur ’Ân mu ’minin kalbinde durur ve onu istediği zaman kolayca okur.[9] Zira CenÂb-ı Hak onu okuma, ezberleme ve oğut alma icin kolaylaştırdığını kuvvetli tekitlerle beyan buyurmuştur.[10] Bu sebeple Kur ’Ân ’ın tamamını ezberleyemeyen bir mu ’min, kolayına geldiği kadarını ezberlemelidir.
Kur ’Ân-ı Kerîm dunya uzerinde en fazla ezberlenen kitaptır. Başka bir benzeri de yoktur. Onun kısım kısım nÂzil olan Âyet ve sûrelerini herkesten evvel Rasûlullah (s.a.v) ezberliyordu. Cebrail (a.s), vahyi Allah Rasûlu ’ne okuduğunda, Âyetlerin nazmı ve mÂnaları Efendimiz ’in kalbine iyice yerleşiyordu. Rasûlullah (s.a.v) bu şekilde aldığı Kur ’Ân vahiylerini ezberliyor ve ezberden okuyordu.[11] Nitekim Âyet-i kerimede şoyle buyrulur:
“Sana okutacağız ve Allah dilemedikce unutmayacaksın.” (el-A‘l 87/6-7)
Allah TeÂlÂ, diğer Âyetlerde de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’e Kur ’Ân ’ı ezberleteceğini, okutacağını ve mÂnasını oğreteceğini va‘detmişti.[12] Daha sonra da şoyle buyurmuştu:
“Sana vahyi tamamlanmadan Kur ’Ân ’ı okumada aceleci davranma ve “Rabbim! İlmimi arttır” de.” (TÂh 20/114)
Bu Âyetler, daha once inen KıyÂme sûresinin 17-19. Âyetlerini hem tefsir hem de tekid etmektedir. Zira orada Allah Rasûlu ’ne dilini kıpırdatmaması soylenirken bunun ne kadar sureceği acıklanmamıştı. Daha sonra inen bu Âyet ise, Rasûlullah (s.a.v) ’e, CebrÂil ’in getirdiği vahyin tamamını dinledikten sonra okumaya başlamasını emretmiştir.
Bu Âyetlerde Kur ’Ân ’ı ezberleme metoduyla ilgili muhim esaslara temas edilmektedir:
- Oncelikle hocayı duzgun bir şekilde dinlemek emredilmiştir. Zira ancak bu sÂyede doğru bir ezber yapılmış olur.
- Dikkatli olmak, zihni toplamak, ezberi engelleyici hal ve hareketlerden uzak durmak gerekmektedir.
- Allah ’a tevekkul ederek, O ’nun kendi kitabını ezberlemeye calışanlara yardım edeceğini bilmelidir.
- Bir de ilmimizi artırması icin Allah ’a dua etmelidir.
Rasûlullah (s.a.v) Kur ’Ân-ı Kerîm ’i her vesileyle devamlı ezberden okurlardı. Bu durum sahabenin Kur ’Ân ’ı ezberlemesini kolaylaştırırdı. Rasûlullah (s.a.v) kıldırdığı namazlarda bize gore uzun sayılabilecek sûreler okurlardı. Hele gece namazlarında kıyÂm ve kıraati gercekten uzun olurdu. Cuzlerle ifade edilecek derecede Kur ’Ân tilÂvet ederlerdi. Şu rivÂyet bu acıdan ne kadar dikkat cekicidir:
Bir gun nÂfile namaz kılmakta olan Efendimiz ’e iktid ederek namaza duran Huzeyfe (r.a) şoyle anlatıyor:
“Bir gece Allah Rasûlu ’yle beraber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben icimden, «Yuzuncu Âyete gelince rukûya varır» dedim. Yuzuncu Âyete geldikten sonra da okumasını surdurdu. «Herhalde bu sûre ile iki rekÂt kılacak» diye zihnimden gecirdim. Okumasına devam etti. «Sûreyi bitirince rukûya varır» diye duşundum. Ancak yine devam etti.”
Rasûlullah (s.a.v) bu şekilde Âl-i İmrÂn ve en-Nis sûrelerini de okumuşlar. Huzeyfe (r.a) onun bu esnadaki kıraatini de şoyle tavsif ediyor:
“Ağır ağır okuyor; tesbih Âyetleri geldiğinde «سُبْحَانَ اللّٰهِ» diyor, du Âyeti geldiğinde du ediyor, istiÂze Âyeti geldiğinde de AllÂh ’a sığınıyordu. Sonra rukûya vardı, «سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ» demeye başladı. Rukûu da kıyÂmı kadar surdu. Sonra, «سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ» diyerek doğruldu. Rukûda kaldığına yakın bir muddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede, «سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى» diyordu. Secdesi de kıyÂmına yakın uzunlukta surdu.”[13]
Allah Rasûlu (s.a.v) ’in ve ashÂbının her gun duzenli bir şekilde Kur ’Ân-ı Kerîm ’in yedide birini okuma Âdeti vardı.[14] Boylece Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte sahÂbe-i kirÂm da durumlarına gore Kur ’Ân-ı Kerîm ’i ezberliyorlardı. Bu şekilde Kur ’Ânı ezberleyen pek cok sahÂbînin ismi gecmektedir. Bunların bir kısmı Kur ’Ân ’dan bazı sûreleri ezber bildikleri gibi, iclerinden Kur ’Ân ’ı başından sonuna kadar ezberleyen “hÂfız”lar da vardı.[15]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Âyetler ve sûreler nÂzil oldukca onları hemen ashabına ezberletmeye cok buyuk ihtimam gosterirlerdi. “Sizin en hayırlınız, Kur ’Ân ’ı oğrenen ve oğretendir”[16] buyurmak sûretiyle buna teşvik ederlerdi. Sahabe-i kirÂm, inzÂl edilen Âyetleri bizzat yazmak veya yazmayı bilmiyorsa birisine kendisi icin yazdırıvermek icin gucleri yettiğince koşar, Kur ’Ân ’ı indiği gibi ezberlemek maksadıyla sabah akşam Allah Rasûlu ’ne okurlardı. Oyle ki bu gayrete şaşıran kÂfirler, ileri geri konuşmaya başlamışlardı. Kur ’Ân ’da bu durum şoyle ifade edilir:
“İnkÂr edenler; «Bu (Kur ’Ân), olsa olsa onun uydurduğu bir yalandır. Başka bir zumre de bu hususta kendisine yardım etmiştir» dediler. Boylece onlar hic şuphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır. Yine onlar dediler ki: «(Bu Âyetler), onun, başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta olan, oncekilerin masallarıdır».” (el-FurkÂn 25/4-5)
Civar kabilelerden Medine ’ye gelen heyetler ve kalacak yeri olmayan muhacirler, Allah Rasûlu ’nun gozetimi altında Mescid-i Nebî ’nin sofasında barınır, orada devamlı Kur ’Ân ’ı okur, birbirlerine dinletir ve muzÂkere yaparlardı. Bu esnada mescidi arı vızıltısı gibi bir uğultu kaplardı. Nitekim, “Sabah akşam Rablerine, O ’nun rızasını dileyerek ibadet edenlerle birlikte candan sebat et!”[17] Âyeti onlar hakkında nÂzil olmuştur. Suffe ismi verilen bu mubarek mekÂn, serî bir şekilde Kur ’Ân muallimleri yetiştiren ve dışarıdan İslÂm ’ı oğrenmek icin gelerek bir muddet orada kalan insanların en kaliteli eğitimi tatbikî olarak aldığı bir medrese huviyetinde idi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) onları bir muddet sonra muhtelif kabilelere hoca olarak veya kendi kabilelerine tebliğci olarak gonderirlerdi. Bunlardan 70 hÂfız Bi ’r-i Maûne fÂciasında pusuya duşurulup şehid edildiğinde Rasûlullah (s.a.v) buna cok uzulmuş ve bir ay boyunca hainlere beddua etmişlerdi.[18] Bu hadiseden sonra sahabenin Kur ’Ân hıfzı konusunda gosterdiği ihtimam daha da artmıştı.[19]
Bu sebeple Allah Rasûlu (s.a.v) vefat edip vahiy tamamlandığında pek cok kişi Kur ’Ân-ı Kerîm ’in tamamını ezberlemiş, namazlarda okuyordu. Zira Muzzemmil sûresinin başında emredildiği uzere gecenin yarısından fazlasını namaz ve Kur ’Ân tilavetiyle gecirebilmek icin en azından Kur ’Ân ’ın buyuk bir kısmını ezberlemeleri gerekiyordu.
Daha sonra gelen İslam ulemÂsının en muhim esası da Kur ’Ân ’ı ezberlemeden diğer ilimlere başlamamak olmuştur. Âlimlerin hayatlarını okuduğumuzda hep kucuk yaşta Kur ’Ân ’ı ezberledikleri, sonra ilim talebine başladıkları kaydedilmektedir. İmam Nevevî ilim tÂlibinin ÂdÂbından bahsederken şoyle der: “Ezberlemeye, tekrar ve mutalaaya en muhimlerinden başlamalı ve onem sırasına gore gitmelidir. İlk başlayacağı şey Kur ’Ân-ı Azîz ’i ezberlemek olmalıdır. Zira o, ilimlerin en muhimidir. Selef, hadisi ve fıkhı ancak Kur ’Ân ’ı ezberleyen kimseye oğretirlerdi.”[20]
İlim yoluna girmeyen nice insan da Kur ’Ân ’ı ezberlemeyi hayatının ideali hÂline getirmiş ve bunu gercekleştirmiştir. Butun bunlar gosteriyor ki tarih boyunca hicbir millet, kendilerine gonderilen ilÂhî kitaba, Ummet-i Muhammed ’in Kur ’Ân ’a gosterdiğinden daha fazla itina gostermemiştir. Muslumanlar, ilk gunden beri Kur ’Ân-ı Kerim ’le uzaktan yakından alÂkası olan her şeyi muhafaza, mutÂlaa ve tedvin konusunda diğer ummetleri geride bırakmışlardır. Hicbir ummetin kendilerine gelen kitabı kucuğuyle buyuğuyle, genciyle yaşlısıyla, şehirlerde, koylerde asırlar boyunca ezberleyerek muhafaza ettiğine tarih şahitlik etmemiştir. Merkezlerden en uzak koşelerde bile Kur ’Ân ’ı okuyan biri, bir kelimesinde veya harfinde hata edecek olsa kendisine doğruyu gosterecek kimseler mutlaka bulunur. Kur ’Ân-ı Kerim ’den başka hicbir kitap bu itinaya nÂil olamamıştır.[21]
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in korunup en sağlam bir şekilde gunumuze kadar gelmesinde “ezber” kadar “yazı”nın da buyuk bir rolu olmuştur:
4.2. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in Yazıya Gecirilmesi Kur ’Ân-ı Kerîm, okuma ve yazmanın cok az olduğu ummî bir topluma inmeye başladı. Bu sebeple ilk inen Âyetlerde hemen okumanın, yazmanın, kalemin, kitabın ve satırların ehemmiyetine dikkat cekildi. Ummî bir toplumu ilim ve irfan sahibi medenî bir toplum hÂline getirmek icin okumanın, araştırmanın ve kalemle yazmanın şart olduğuna vurgu yapıldı. İlk inen Âyetlerde şoyle buyruldu:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alÂktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) oğreten, (boylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” (el-Alak 96/1-5)
İkinci vahiyde ise şoyle buyruldu:
“Nûn. Kaleme ve kalem ehlinin satır satır yazdıklarına yemin olsun!” (el-Kalem 68/1)
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in başta gelen isimlerinden birinin “kitap” olması ve sık sık tekrarlanması da, zımnen onun yazılması gerektiğini hatırlatıyordu.
Bu Âyetlerin mÂnÂsını en iyi anlayan kişi hic şuphesiz Allah Rasûlu (s.a.v) idi. Bu sebeple O, kalb-i şerîflerine inen Âyetleri bir taraftan hemen insanlara tebliğ ederken, bir taraftan da hic ara vermeden yazdırıyorlardı. Efendimiz ’in pek cok vahiy kÂtibi vardı. RivÂyetlere bakıldığında bunların sayısının altmış beşe (65) kadar cıktığı gorulur. Âyetler indikce Sevgili Peygamberimiz, kÂtiplerden musait olanları cağırır ve onlara vahyi yazdırırdı. Onlar da, inen Âyetleri zamanın yazı malzemeleri uzerine yazarlardı. Bu malzemeler hurma ağacının yaprakları, kabukları, kurek ve kaburga kemikleri, işlenmemiş deri, ince deri (rakk), canak comlek, parşomen, tahtadan yapılmış levhalar ve bezler idi. Yazma işlemi bittikten sonra Rasûlullah (s.a.v), vahiy kÂtiplerine yazdıklarını okutur ve hataları varsa duzeltirdi.[22] Bu hususta meşhur vahiy kÂtibi ve hÂfız sahÂbi Zeyd b. SÂbit (r.a) şoyle der:
“Rasûlullah (s.a.v) bana vahyi yazdırıyor ve bitirince de yazdığım vahyi okutuyorlardı. Eğer herhangi bir yanlış veya noksan bulurlarsa bunu hemen tashih ediyorlardı. Ben de ancak ondan sonra kalkıp soz konusu vahyi insanlara bildiriyordum.”[23]
Kısım kısım inen Âyet ve sûrelerin Kur ’Ân ’ın neresine yerleştirileceği CenÂb-ı Hak tarafından bildiriliyor, CebrÂil (a.s) bunları Allah Rasûlu ’ne tarif ediyor, Efendimiz (s.a.v) de kÂtiplerine yazdırıyorlardı.[24] Sağlam bir şekilde yazılmış olan bu sahife Allah Rasûlu ’ne teslim edilip hÂne-i saadete konuyordu. AshÂb-ı kiramdan isteyenler, sonra kendileri icin şahsî nushalar istinsah edebiliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) de inen Âyetleri once erkek sonra da kadın sahÂbîlere tebliğ ediyorlardı. Muslumanlar da gelen vahyi ezberliyor, bir kısmı da yazarak yanında muhafaza ediyordu.[25] Hatta cok sayıda sahabînin yanında Kur ’Ân, yazı malzemelerine kaydedilmiş halde bulunuyordu. Cunku ilk gunden beri sahabilerin gelen vahiyleri yazdıkları veya bilenlere yazdırdıkları malumdur.[26] Ancak Allah Rasûlu ’nun son Ânına kadar vahiy devam ettiği ve bazı Âyet ve hukumlerin neshedilmesi muhtemel olduğundan Kur ’Ân sûrelerinin yazıldığı sayfalar, iki kapak arasına toplanıp kitap haline getirilmemişti.[27]
AshÂb-ı kiramın bir kısmı hadis-i şerifleri de yazıyordu. Allah Rasûlu (s.a.v) birbirine karışmaması ve Kur ’Ân ’a olan ilginin azalmaması gibi sebeplerle ilk zamanlar sahabe-i kiramın kendisinden Kur ’Ân ’dan başka bir şey yazmasını yasakladıkları rivayet edilir.[28] Ancak bunun gecici bir sure icin olduğu anlaşılmaktadır.
NÂzil olan butun Âyet ve sûreler, Allah Rasûlu ’nun hayatında bu şekilde yazıyla kaydedildi. Allah Rasûlu ’nun ve ashÂb-ı kiramın bu ihtimamına bakarak, ihmal edilip yazılmayan veya kaybolan bir Âyetin olduğunu duşunmek mumkun değildir. CenÂb-ı Hakk ’ın kıyÂmete kadar kalmasını takdir buyurduğu ve neshetmediği butun Âyetler ve sûreler, Allah ’tan geldiği şekilde sağlam olarak kayıt altına alınmıştır. Bu hakikate işaret eden birkac delili burada zikredelim:
- Abese sûresinin 11-16. Âyetlerinde, bir tefsire gore, Kur ’Ân ’ın ilk senelerde mevcut cok sayıdaki yazılı metinlerinden ve nushalarından bahsedilmektedir:
“Hayır! Şuphesiz bu Âyetler birer oğuttur. Dileyen ondan oğut alır. O, mukaddes sayfalardadır; yuce makamlara kaldırılmış, tertemiz sayfalarda. Seckin ve erdemli elcilerin ellerinde.” (Abese 80/11-16)
- Şu Âyet-i kerimeler, bir tefsire gore Kur ’Ân ’ın yazılı olduğunu ve ona dokunmak icin abdestli olmak gerektiğini haber verir:
“Şuphesiz o, cok değerli, pek şerefli bir Kur ’Ân ’dır. Korunmuş bir kitapta bulunur. Tertemiz olanlardan başkası ona dokunamaz.” (el-VÂkıa 56/77-79)
- “Allah tarafından, tertemiz sayfalar okuyan bir rasûl…”[29] Âyeti de Kur ’Ân ’ın yazıldığını acıkca gostermektedir.
- Hz. Omer (r.a), biʻsetin ilk yıllarında kız kardeşi ve eniştesinin evlerinde okudukları ve TÂh sûresinin baş tarafındaki Âyetlerin yazılı bulunduğu sayfayı gormuş ve onu okuyarak iman nimetine erişmiştir.[30]
- RÂfi b. MÂlik (r.a) Akabe Bey ’atı ’na katıldığında, Rasûlullah (s.a.v) o zamana kadar vahyedilmiş tum Âyet ve sûrelerden oluşan bir Kur ’Ân metnini ona teslim etmişlerdir. RÂfi, Medine ’ye donduğunde kendi mahallesinde inşÃ‚ ettirdiği ve İslÂm Âleminde ilk cÂmi diye bilinen mescidde toplanan muslumanlara bu Âyet ve sûreleri tilÂvet ederdi. Yûsuf Sûresi ’ni de Medîne ’ye ilk def RÂfi (r.a) getirmiştir.[31]
4.3. Allah Rasûlu ’nun Kur ’Ân ’ı CebrÂil ’e Arzı Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), her sene ramazan ayında Cebrail (a.s) ile Kur ’Ân ’ı birbirlerine karşılıklı olarak arz ederlerdi. Yani o vakte kadar inmiş olan Âyetleri iki defa okumuş olurlardı. Son sene bunu iki defa yaparak 4 hatim yapmışlardı.[32] Bu hadiseden vefatının yaklaştığını anlayan Rasûlullah (s.a.v), sahabeyi toplayarak Kur ’Ân ’ı onlara son bir kez daha arzetmişlerdi. Buna “Arza-i Ahîra” denir.[33] Arza-i ahîra ’ya “Cemʻ-i Nebevî: Nebiyy-i Ekrem Efendimiz ’in Kur ’Ân ’ı toplaması” ismi de verilir.[34]
İbn Mesûd (r.a) şoyle der: “Rasûlullah ve CebrÂil birbirlerine Kur ’Ân okumayı bitirdiklerinde ben de Allah Rasûlu ’ne okuyordum ve Efendimiz benim okuyuşumun son derece guzel olduğunu soyluyordu.”[35]
Yine bir rivÂyete gore CebrÂil (a.s) ’la yapılan son mukabelenin ardından; Rasûlullah (s.a.v), Zeyd b. SÂbit ve Ubey b. Ka‘b, Kur ’Ân ’ı birbirlerine okudular. Hatta Allah Rasûlu (s.a.v), Ubey ’e iki kez okudu.[36]
İslÂm Âleminde asr-ı saadetten gunumuze kadar devam edegelen “mukÂbele” geleneği, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in CebrÂil (a.s) ve ashÂbıyla yaptığı bu karşılıklı arzdan bize kadar gelen guzel bir sunnettir. Bu faaliyetler Kur ’Ân ’ın korunup nesilden nesile nakledilmesine hizmet etmektedir.
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in muhafazası ve tebliği hususunda Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in vefatından sonra HulefÂ-i RÂşidîn ’in de cok buyuk hizmetleri olmuştur:
4.4. Hz. Ebû Bekir ’in Kur ’Ân ’a Hizmetleri Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, hayatta oldukları muddetce vahyin gelmesi devam ettiği icin Kur ’Ân-ı Kerîm derlenip tek Mushaf haline getirilmemişti. Efendimiz ’in vefÂtından sonra, Hz. Omer ’in de teşvikleriyle Ebû Bekir (r.a) Kur ’Ân-ı Kerîm ’i cem ettirmiştir. Bu muhim iş icin cok zeki, dikkatli, muttakî, emin, Âlim, hÂfız, vahiy kÂtibi ve arza-i ahîrede bulunmuş, Efendimiz ’in CebrÂil ’le olan mukÂbelesini başından sonuna kadar dinlemiş ve elindeki yazılı nusha ile karşılaştırmış olan Zeyd b. SÂbit (r.a) ’ı vazifelendirdi. O, Kur ’Ân ’ı sağlam bir metotla cemʻ ederek Muslumanların Kur ’Ân hakkında ihtilafa duşmesini onledi, onların dinî ve kulturel birliğini temin etti.[37]
Hz. Ebû Bekir zamanındaki cemʻ ile ilgili en meşhur rivayet Zeyd b. SÂbit ’ten şu şekilde nakledilmiştir: Ebû Bekir (r.a), murtedlere (dinden donenlere) karşı yapılan YemÂme savaşı esnasında beni cağırdı. Gittim. Yanında Omer (r.a) oturuyordu. Hz. Ebû Bekir bana şoyle dedi: “Bak! Omer bana gelip; «Kurr ’nın (Kur ’Ân Âlimlerinin) de katılmış bulunduğu YemÂme savaşları şiddetlendi. Ben hÂfızların şehit olarak tukenmelerinden, onlarla birlikte Kur ’Ân ’ın da zayi olmasından korkuyorum.[38] Bu sebeple Kur ’Ân ’ın cemʻ edilmesini emretmeni uygun goruyorum!» dedi. Ben bu teklifi; «Rasûlullah ’ın yapmadığı bir işi nasıl yaparım?» diye kabul etmek istemedim.[39] Ancak Omer; «Bunda hayır var!» diye ısrar etti. Ben her ne kadar bu meseleye yanaşmak istemediysem de Omer, bunu ısrarla istedi. Sonunda Allah TeÂlÂ, Omer ’in dediklerine aklıma uygun gosterdi. Ben de meselenin luzumuna aynen Omer gibi inanmaya başladım.”
Sonra Ebû Bekir (r.a) bana yonelerek şunları soyledi: “Sen genc ve akıllı bir kimsesin, hic bir hususta sana karşı bir itimatsızlığımız yok. Ustelik sen Allah Rasûlu ’ne vahiy kÂtipliği yaptın, nÂzil olan vahiyleri yazdın. Şimdi Kur ’Ân Âyetlerini araştır ve onları iki kapak arasına topla!” Allah ’a yemin ederim ki, Hz. Ebû Bekir bana dağlardan birini taşıma vazifesi verseydi bu teklif ettiği işten daha ağır gelmezdi. Kendisine itiraz ettim; “Siz, Rasûlullah ’ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız?” dedim. Ebû Bekir (r.a) beni ikna icin; “Vallahi bu hayırlı bir iştir!” dedi, talebine ısrarla devam etti. Oyle ki sonunda Allah TeÂlÂ, Ebû Bekir ’in kabul ettiği bu iş hakkında benim kalbime de itmi ’nan verdi, bu iş aklıma yattı. Bunun uzerine ben de Kur ’Ân ’ı toplamaya başladım. Gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, ince taş levhalardan ve hafızların ezberlerinden topladım. Nihayet Tevbe sûresinin sonunu Ebû Huzeyme el-Ensarî ’nin yanında buldum. O Âyeti ondan başka kimsenin yanında (yazılı olarak[40]) bulamadım. Bu Âyet, «Le kad cÂekum rasûlun min enfusikum azîzun aleyhi m anittum...» sozlerinden BerÂe sûresinin so­nuna kadar devam eden iki Âyet idi.[41] Neticede toplanan bu sahifeler, vefat edinceye kadar Hz. Ebû Bekir ’in yanında kaldı. Sonra hayatı muddetince Hz. Omer ’in yanında kaldı. Bundan sonra onun kızı Hz. Hafsa ’nın yanında kaldı.[42]
Bu en muhim vazife icin Zeyd b. SÂbit ’in tercih edilmesi bilincli bir karardır. Zira o, gayreti ve kabiliyeti sebebiyle Rasûlullah (s.a.v) tarafından beğenilip takdir edilen ve kendisine muhim vazifeler verilen bir şahsiyettir. O kucuk yaşta pek cok sûreyi ezberlemiş, buna memnun olan Rasûlullah (s.a.v) ondan yahudilerin diliyle yazmayı oğrenmesini istemiş o da on beş gun gecmeden onların yazısını oğrenmişti. Yahudiler Rasûl-i Ekrem ’e mektup yazdıklarında onu kendisine okuyuveriyor, bu mektuplara cevap yazdırmak istediğinde de onun adına yazıveriyordu.[43]
Bir muddet sonra Zeyd, vahiy kÂtipliği yapmaya başladı.[44] Allah Rasûlu (s.a.v) Zeyd ’in Kur ’Ân bilgisini daima methetti. Onun Kur ’Ân ’ı diğer bir kısım sahabeden daha cok ezberlediğini soyledi.[45] O, Rasûl-i Ekrem ile CebrÂil ’in Ramazan ’da yaptığı Arza-i Ahîra ’ya katıldı ve vefat edinceye kadar insanlara buna gore Kur ’Ân oğretti. Bunlara ilaveten o genc, zekî ve mukemmel bir ahlÂka sahipti. İşte bu sebeple Kur ’Ân ’ı cem etme vazifesi ona verildi. Hz. Osman zamanında da Mushaf coğaltan kÂtiplerin başına tayin edildi.[46]
Zeyd (r.a), Kur ’Ân ’ın cem ’i icin teşekkul ettirilecek heyete başkanlık yapacak, bu calışmayı teklif eden Hz. Omer de ona tam destek verecekti. Halifenin ferman ve talimatını muteakiben Hz. Omer mescidin kapısında durup; “Kim Rasûl-i Ekrem ’den Kur ’Ân Âyetleri telakkî ettiyse onu getirsin!” dedi. Zira sahÂbîler Kur ’Ân Âyetlerini sahifelere, levhalara ve hurma dallarına yazıyorlardı.[47] Bilal b. RebÂh da Medine sokaklarını gezerek ilanda bulunuyor ve elinde Rasûl-i Ekrem ’in bizzat yazdırdığı Âyetler bulunan sahÂbîlerin onları getirmesini soyluyordu.[48] Yani bu ilmî calışma tam anlamıyla bir toplum gayretiyle buyuyup gelişiyordu. Zaten calışma, merkezî bir toplanma yeri olan Mescid-i Nebevî ’de yapılıyordu.[49]
Zerkeşî ’ye gore Âyetler dağınık kaynaklardan toplanarak hÂfızların ezberleriyle karşılaştırılmış, boylece herkesin bu işten haberi olmuş, yanında yazılı bir Âyet bulunan hic kimse bu işin haricinde kalmamış, boylece kimse Mushaf ’a konulan Âyet ve sûreler hakkında herhangi bir şuphe duymamış ve Kur ’Ân ’ın seckin belirli kişilerden toplandığı gibi bir şikÂyette bulunmamıştır.[50]
Daha evvel deri, hurma dalları gibi yazı malzemeleri uzerine yazılmış olan Kur ’Ân, Hz. Ebû Bekir ’in emriyle neticede sahifeler uzerine yazılarak cemʻ edilmiş oldu.[51] Ashab-ı kiram Kur ’Ân ’ın gunumuze kadar gelen bu cemʻi uzerinde o gun ittifak ettiler. Bu da Kur ’Ân ’ın ummet icinde bekasını sağlayarak Allah ’tan kullarına bir rahmet ve kolaylık oldu ve Allah ’ın Kur ’Ân ’ı koruma vaʻdi boylece tahakkuk etti.[52]
Bu nushada Âyetler ge­liş sırasına gore değil, Rasûlullah ’ın bildirdiği nihaî sıralamaya gore ve ait olduk­ları sûrelere yazılmıştır. Burada kaydedilen tum Âyetlerin tevÂtur yoluyla bize kadar intikal etmiş olduğunda ummetin icmaı vardır.
Kur ’Ân, Rasûl-i Ekrem ’in vefatından altı ay sonra toplanmıştır. O zaman bizzat Rasûl-i Ekrem ’den Kur ’Ân dinleyenlerin hemen hepsi hayatta idi. Allah Rasûlu ’nden Kur ’Ân ’ı alarak ezberleyen ashab-ı kiram, Kur ’Ân ’ın toplanmasına nezaret ediyorlardı.[53] Sonunda butun sûrelerin Âyetleri, Zeyd b. Sabit tarafından sahabenin coğunluğunun kontrolu altında husûsî sayfalarda toplandı. Sonra da bu sayfalardan yuzlerce mushaf yazıldı.[54] Hz. Ebû Bekir zamanındaki cemʻ ameliyesi yaklaşık bir sene surdu.[55]
4.5. Hz. Osman (r.a) ’ın Kur ’Ân ’a Hizmetleri Hz. Osman (r.a) zamanında İslÂm coğrafyası iyice genişlemiş ve Arap olmayan pek cok insan İslÂm ’a girmişti. Kıraat ve harf farklılıkları sebebiyle insanlar arasında zaman zaman ihtilaflar cıkmaya başlamıştı. Bunun uzerine Osman (r.a), bazı sahabilerin teşvikiyle cok muhim ve şerefli bir hizmete karar verdi. Hz. Ebû Bekir zamanında Kur ’Ân ’ı tek Mushaf haline getiren Zeyd b. SÂbit başkanlığında bir heyet kurdu. Bu heyet Mushaf ’ı istinsah edip coğalttı. Aralarında lehce bakımından herhangi bir ihtilaf ortaya cıkınca, Kureyş lehcesini esas aldılar. Hz. Osman da bu nushaları muhtelif merkezlere gonderdi.
Bazı rivayetlere gore on iki kişilik bu heyet, Hz. Osman ’ın emriyle Mushaf ’ı yeniden cemʻ etmiştir. Ellerindeki Mushaf ’ı Hz. Ebû Bekir zamanında cemʻ edilen Mushaf ile karşılaştırmış ve aralarında hicbir fark olmadığını gormuşlerdir.[56]
Osman (r.a) merkezî şehirlere birer Mushaf gonderip şahsî Mushafları yaktırmak sûretiyle insanları bir araya toplamış, onları Kur ’Ân hakkında ihtilafa duşmekten korumuştur. Hz. Osman, Mushafların doğru okunup anlaşılmasını sağlamak uzere onlarla birlikte kurr sahÂbîleri de merkezî şehirlere gondermiştir. Boylece Kur ’Ân, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in ağzından nasıl cıktıysa harfi harfine aynen diğer insanlara oğretilmiş, bu konuda cok buyuk bir titizlik gosterilmiştir. Bir kimsenin kendi başına yazılı bir malzemeden Kur ’Ân oğrenmesine musaade edilmemiş, mutlaka yazıyla birlikte ehil bir hocanın ağzından oğrenmesi istenmiştir. Nitekim bu hususta, Kur ’Ân ’ın en kucuk ses hareketlerine kadar nasıl okunacağını oğreten Tecvîd ismiyle bir ilim dalı teşekkul etmiştir ki bu ancak bir hocadan tatbikat yoluyla oğrenilebilir. Bu, “Kur ’Ân ’ı bir fem-i muhsinden alma” yani duzgun bir ağızdan oğrenme geleneği, ilk gunden zamanımıza kadar aynen tatbik edilegelmiştir.
Mushaf ’a yaptığı bu şerefli hizmet, Hz. Osman ’ın en buyuk faziletlerinden biridir. Butun sahabe bu konuda ona muvafakat etmiştir. İbn Mesʻûd ’un, vazife kendisine verilmediği icin baştan biraz kırıldığı ancak daha sonra diğer sahabeye muvafakat ettiği rivayet edilir.[57] Hz. Ali bu hususta; “Bunu Osman yapmasaydı ben mutlaka yapardım!” demiştir.[58] Dort imam Hz. Ebû Bekir, Omer, Osman ve Ali (r.a), Kur ’Ân ’ın cemʻinin, dinin maslahatlarından biri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir ki onlar, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in haklarında: “Benim ve benden sonraki hidÂyet uzere olan RÂşit Halifeler ’in sunnetine sımsıkı sarılın!”[59] buyurduğu Halifeler ’dir.[60]
CenÂb-ı Hak, “Şuphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir”[61] Âyet-i kerimesinin zımnında Kur ’Ân ’ın Mushaflarda cemʻ edileceğini, toplanacağını haber vermiştir.[62] Bu Âyetteki Kur ’Ân ’ın cemʻinden murad, onun bir butun halinde toplanması ve Âyetlerinin tertibidir.[63]
Kur ’Ân ’ın muhafaza edileceğini ifade eden Âyetler,[64] dolaylı olarak onun cemʻ edileceğine de işaret etmektedir. Diğer taraftan CenÂb-ı Hak bir kudsî hadiste; “(Ey Rasûlum) sana suyun yıkayamayacağı bir kitap indirdim” buyurmuştur.[65] Bu hadis, Benî Âdem ’in Kur ’Ân ’ı yok etmek icin ortaya koyacağı gayretlerin başarıya ulaşamayacağından kinayedir. Allah onu koruyacaktır. Onu koruma yolu ise Mushaflarda cemʻ edilmesi, insanların kalplerinin onu tilavete ve tefsir etmeye yonlendirilmesidir.[66] Bu hususta HulefÂ-i RÂşidîn ’in takdire şÃ‚yan gayretleri olmuştur. Kur ’Ân iki kapak arasına toplanmış, Âlimler onun uzerinde ittifak etmiş, mutevatiren gelen nakiller de buna şahitlik etmiştir. Boylece Kur ’Ân ’ın korunması vaʻdi, halifelerin eliyle gercekleşmiştir. Bu da onların faziletleri cumlesindendir.[67]
KıyÂme sûresindeki “kur ’Ân”, “cemʻ” ve “beyÂn”[68] kelimelerini yakın mÂnalara hamletmek belÂgat acısından doğru gorulmemiştir. Âyetteki “Onun cemʻi bize aittir” ifadesi, “onu mushaflarda toplama vaʻdimi yerine getirmek bana aittir” demektir. Âyetin “onu okutmak bize aittir” kısmı, “tevatur silsilesinin kopmaması icin ummetin kıraat Âlimlerini ve avamını Kur ’Ân tilÂvetine muvaffak kılarız” demektir. Bir sonraki “Sonra şuphen olmasın ki, onu acıklamak da bize aittir” Âyeti ise “Âlimlerin bir kısmını Kur ’Ân ’ın garib kelimelerini, sebeb-i nuzûlunu acıklamaya, boylece ahkÂmını doğru bir şekilde beyan etmeye muvaffak kılarak her asırda Kur ’Ân ’ın mÂnalarını acıklamak bana aittir” demektir. Âyette “cemʻ” ile “kur ’Ân” kelimeleri arasında “vav” harfi kullanılırken, “kur ’Ân” ile “beyan” kelimesi arasında “summe” edatı kullanılmıştır. Bu da Kur ’Ân ’ın tilavetinin, cem‘i ile birlikte olacağına, tefsir ilminin ise daha sonra ortaya cıkacağına işaret etmektedir. VÂkıada da boyle olmuştur. CenÂb-ı Hak bu vaʻdini Şeyhayn ’in eliyle tahakkuk ettirmiştir. Bu da “HilÂfet-i HÂssa”nın[69] gereklerindendir.[70]
HÂsılı Kur ’Ân-ı Kerîm bize “yazı”, “ezber” ve “bir ustad” yanında tÂlim gorme gibi uc sağlam yol ile tam ve kÂmil bir şekilde ulaşmıştır. İlk muslumanlar kısa bir muddet sonra, bol miktarda bulunan ve ucuz fiyata satın alınabilen “kÂğıt”ın uretim yolunu keşfettiler. Boylece parşomen, papirus gibi nadir ve pahalı yazı malzemelerinden kurtuldular. İşte bu durum, butun orta cağ boyunca Kur ’Ân-ı Kerîm ’in bol miktarda yazılıp dağıtılması yanında her ceşit ilmin muslumanlar arasında cıkıp yaygın hale gelmesine de hizmet etmiştir.[71]
Kur ’Ân ’ın muhafaza edilip bir harfi bile değişmeden bize kadar naklini sağlayan muhim bir sebep daha vardır ki o da Muslumanların Kur ’Ân ’ın hukumleri ile amel etmeleri, onu yaşayarak kendilerinden sonra gelen nesillere aktarmalarıdır. Bir bilgiyi oğrenmenin en iyi yolu onu hayata gecirmek ve tatbik sahasına koymaktır. Kur ’Ân-ı Kerîm ’i yaşayabilmek icin muslumanlar onunla ilgili butun ilimleri oğreniyor, uzerinde calışıyor ve mÂnÂlarını anlamaya gayret ediyorlardı. Âdet kılı kırk yararcasına Kur ’Ân ’ı butun incelik ve tafsîlÂtıyla inceliyor, bir harfinden, hatta bir harekesinden bile hukumler cıkarıyorlardı. Tecvid ve kıraat Âlimleri onun en ince ses ozelliklerini, en kucuk ses hareketlerini dahi oğrenip talebelerine naklediyorlardı. Bu faaliyetler de Kur ’Ân ’ın nokta nokta oğrenilip ezberlenmesini ve boylece muhafaza edilmesini sağlıyordu.
Dipnotlar:
[1] Ebu ’l-KÂsım CÂrullah Mahmûd b. Omer ez-Zemahşerî, el-KeşşÃ‚f an hakÂiki gavÂmızı ’t-Tenzîl ve uyûni ’l-ekÂvîl fî vucûhi ’t-te ’vîl (Beyrut: DÂru ’l-Kutubi ’l-Arabî, 1407), 1: 636-637.
[2] Abese 80/13-16.
[3] el-VÂkıa 56/77-79.
[4] Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, “The Practicability of Islam in This World”, Islamic Cultural Forum (Tokyo, Nisan 1977), s. 15; a.mlf., Kur ’Ân-ı Kerim TÂrihi Ders Notları (Erzurum 1978), s. 10-11; A. Jeffery, Materials, Preface (Leiden 1937), s. 1; Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Kur ’an Tarihi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2006), s. 260; CelÂl Kırca, Kur ’Ân ve Bilim (İstanbul 1997), s. 114-116.
[5] el-Kamer 54/17.
[6] İbn Kuteybe, Tevîlu muşkili ’l-Kur ’Ân (Beyrut, DÂru ’l-Kutubi ’l-İlmiyye, ts.), s. 37.
[7] Bkz. Omer Nasûhi Bilmen, Buyuk Tefsir Tarihi, İstanbul 1973, I, 27.
[8] Muslim, Cennet, 63; Ahmed, 4: 162.
[9] Ebû Zekeriyy Yahy b. Şeref en-Nevevî (o. 676/1277), el-MinhÂc fî şerhi Sahîhi Muslim b. HaccÂc (Beyrut: DÂru İhyÂi ’t-TurÂsi ’l-Arabî, 1392), 17: 198; Ahmed (Arnaût), 29: 34-35.
[10] el-Kamer 54/17, 22, 32, 40.
[11] el-Bakara 2/97; eş-Şuʻar 26/192-195.
[12] el-KıyÂme 75/16-19.
[13] Muslim, MusÂfirîn, 203. Krş. Ebu ’l-Fadl Ahmed b. Ali b. Hacer el-AskalÂnî (v. 852/1449), el-MetÂlibu ’l-Âliye bi-zevÂidi ’l-mesÂnîdi ’s-semÂniye, haz. Saʻd b. NÂsır b. Abdilaziz eş-Şesrî (DÂru ’l-Âsıme - DÂru ’l-Ğays, 1419-1420), 4: 389/585.
[14] Bkz. Muslim, MusÂfirîn 142; Ahmed b. Hanbel, Musned, 4: 9; İbn MÂce, SalÂt 178.
[15] Abdurrahman b. Ebî Bekir, CelÂluddin es-Suyûtî, el-İtkÂn fî ulûmi ’l-Kur ’Ân, thk. Muhammed Ebu ’l-Fadl İbrahim (el-Hey ’etu ’l-Mısrıyyetu ’l-Âmmetu li ’l-Kutub, 1394), 1: 72.
[16] BuhÂrî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 21; Ebû DÂvud, Vitr, 14; Tirmizî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 15; İbn MÂce, Mukaddime, 16; DÂrimî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 2; Ahmed, 1: 153.
[17] el-Kehf 18/28.
[18] Bkz. Ahmed, 3: 235, 137; BuhÂrî, CenÂiz, 41, CihÂd 9, Vitr 7, MeğÂzî 28; Muslim, İmÂre, 147.
[19] Kevserî, MakÂlÂt, s. 25.
[20] Ebû Zekeriyy Yahy b. Şeref en-Nevevî, el-Mecmû‘ şerhu ’l-Muhezzeb (DÂru ’l-Fikr, ts.), 1: 38.
[21] Muhammed ZÂhid el-Kevserî (v. 1952), MakÂlÂtu ’l-Kevserî, el-EnvÂr, 1373, s. 23. Bkz. Itır, Cemʻu ’l-Kur ’Âni ’l-Kerîm, s. 43-51; Murat Kaya, Hz. Ebû Bekir (r.a) ’ın Kur ’Ân ’a Hizmetleri ve Tefsirdeki Yeri, İstanbul: Erkam Yayınları, 1440/2018, s. 160-162; a.mlf., Ebedî Yol Haritası İslÂm, İstanbul: Erkam Yayınları, 1430/2009, s. 223-228.
[22] Bkz. BuhÂrî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân 4; Tirmizî, MenÂkıb 74/3954.
[23] Heysemî, Mecma ’u ’z-zevÂid, 1: 152; 8: 257.
[24] BuhÂrî, Tefsîr 2/45; Ebû DÂvûd, SalÂt 120-121/786; Tirmizi, Tefsir 9/3086.
[25] Bkz. M. M. el-A ’zami, Kur ’Ân Tarihi, s. 106-107; Muhammed Hamîdullah, Kur ’Ân-ı Kerîm Tarihi, trc. Salih Tuğ (İstanbul: İfav Yayınları, 2000), s. 42.
[26] Bkz. Abese 80/13; el-Beyyine 98/2; BuhÂrî, EzÂn, 54, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 6; Beyhakî, Şuab, 4: 8/2108; İbn Hacer, Fethu ’l-BÂrî, 9: 12-13; Aʻzamî, Kur ’Ân Tarihi, s. 105-116.
[27] Ebû Abdillah Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşî (v. 794), el-BurhÂn fî ulûmi ’l-Kur ’Ân, thk. Muhammed Ebu ’l-Fadl İbrahim (DÂru İhyÂi ’l-Kutub, 1376/1957), 1: 235; İbn Hacer, Fethu ’l-BÂrî, 9: 12; Aʻzamî, Kur ’Ân Tarihi, s. 117.
[28] Ahmed, 3: 12, 21, 39, 56; Muslim, Zuhd, 72.
[29] el-Beyyine 98/2.
[30] İbn HişÃ‚m, Sîret, 1: 368-371.
[31] İbn Kesîr, el-BidÂye, 3: 152; İbnu ’l-Esîr, Usdu ’l-ĞÂbe, 2: 157.
[32] BuhÂrî, Bed ’u ’l-Vahy, 5, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 7, MenÂkıb, 25; Muslim, FedÂilu ’s-SahÂbe, 98-99; İbn MÂce, CenÂiz, 64; Ahmed, 1: 405, 6: 282; Kevserî, MakÂlÂt, s. 26.
[33] Kevserî, MakÂlÂt, s. 26.
[34] Kevserî, MakÂlÂt, s. 42.
[35] Taberî, CÂmi ’u ’l-beyÂn, 1: 28. Krş. Ahmed b. Hanbel, Musned, 1: 405.
[36] MukaddimetÂn, s. 74, 227; TÂhir el-CezÂirî, et-TibyÂn, s. 26.
[37] Ekrem Ziy Omerî, Asru ’l-hilÂfeti ’r-rÂşide -muhÂveletun li-nakdi ’r-rivÂyeti ’t-tÂrîhiyye vifka menÂhici ’l-muhaddisîn-, RiyÂd, 1432, s. 74.
[38] Kur ’Ân ’ı binlerce kişi ezberlemiş, tedÂrus etmiş ve Arap Yarımadası ’nın her tarafına taşımıştı. Bu sebeple Kur ’Ân ’ın eksilmesinden korkulmuyordu. Hz. Omer ’in korktuğu şey, Hurûf-i Sebʻa ’dan bazı şeylerin ve Allah Rasûlu ’nun huzurunda yazılan sayfaların kaybolmasıyla onların yazılış şekillerinin bilinememesi idi. Yani o, Rasûlullah (s.a.v) tarafından hususî olarak takrir edilen Resm-i Mushaf ’ın kaybolmasından korkmuştu (FermÂvî, Abdulhay Huseyn, Resmu ’l-Mushaf ve naktuhû, Mekketu ’l-Mukerreme: DÂru Nûri ’l-MektebÂt, 1425/2004, s. 93, 105).
[39] Kevserî ’ye gore Hz. Ebû Bekir, Kur ’Ân ’ın yazıya gecirilmesini gunah saydığı icin değil, Kur ’Ân sayfalara yazıldığında, onun muhafazasını herkesin başkasından bekleyeceği ve ezberlenmesi konusunda tembelliğe yol acabileceği mulahazasıyla başlangıcta bu işte tereddut etmiştir. (MakÂlÂt, s. 28)
[40] Sahabiler tevÂtur halinde bu Âyetleri ezbere biliyorlardı ama Zeyd (r.a) işi sağlama almak istiyor, yazı ve iki şahit de talep ediyordu.
[41] et-Tevbe 9/128-129. Yani Zeyd bu Âyeti, Nebiyy-i Ekrem ’in vahiy kÂtiplerinden bi­rinin yanında yazılmış olarak bulamamıştır. Yoksa bu Âyeti ondan başkası ez­berlememişti demek değildir. Zira bu Âyeti pek cok kimse ezberlemiş, namaz icinde ve namaz haricinde tilavet etmekte idi. Diğer rivayetlere bakarak Hz. Zeyd ’in bu ifadesini, “Bu Âyetleri ilk anda sadece Ebû Huzeyme ’nin yanında buldum, daha sonra HÂris b. Huzeyme de onları yazılı olarak getirdi” şeklinde anlamak da mumkundur (Bkz. Zerkeşî, el-BurhÂn, 1: 239; İbn Hacer, Fethu ’l-BÂrî, 9: 15). Nitekim Ubey b. Kaʻb ’ın bu Âyetleri, Rasûlullah ’ın kendisine okuttuğunu soyleyerek onlara imla ettirdiği rivayet edilir. (Ebû Bekr Abdullah b. Ebî DÂvûd (v. 316/929), KitÂbu ’l-MesÂhif, thk. Muhammed b. Abduh (KÂhire: el-FÂrûk el-Hadîse, 1423/2002), s. 56 [isnÂdında ınkıtÂʻ vardır]; Ebu ’l-Hasen Alemuddîn Alî b. Muhammed es-SehÂvî (v. 643/1245), CemÂlu ’l-kurr ’ ve kemÂlu ’l-ikr ’, thk. MervÂn el-Atıyye - Muhsin HarÂbe (Beyrut: DÂru ’l-Me ’mûn, 1418/1997), s. 163) Neticede Allah tarafından adaleti ve durustluğu teyit edilen sahabiler, bu Âyetleri bize tevaturen nakletmişlerdir. Hz. Zeyd ’in bu ifadesi aynı zamanda, Kur ’Ân ’ın cemʻi esnasında Zeyd ’in kendi yazı ve ezberinin yeterli gorulmeyip işin cok sıkı tutulduğunu ve sağlam yapıldığını gostermektedir. (İbn Hacer, Fethu ’l-BÂrî, 9: 13)
[42] Buharî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân 3, 4, Tefsir, 9/20, AhkÂm 37; Tirmizî, Tefsir, 9/3103; Taberî