
CenÂb-ı Hak, ayetlerle inkÂrcılara nasıl meydan okudu? Tehaddi ne demek? Tehaddi ayetleri nelerdir? Kısaca tehaddi nedir ve madde madde tehaddi safhaları...CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerîm ’i, hem Yuce ZÂtʼının hem de Sevgili Rasûlʼunun hak ve hakîkat olduğunu ispat eden bir mûcize kılmıştır. Muşrikler Allah TeÂl ’nın Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’e mucizeler vermesi gerektiğini soylediğinde Yuce Rabbimiz şoyle buyurdu:
“Kendilerine okunan bu kitabı sana gondermiş olmamız onlara yetmiyor mu? Elbette inanan bir topluluk icin onda rahmet ve ibret vardır.” (el-Ankebût 29/51)
TEHADDİ NE DEMEK? TEHADDİ AYETLERİ NELERDİR? KISACA TEHADDİ NEDİR? CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân ’ın bir beşer kelÂmı olmayıp Allah katından indirilmiş mûcize bir kitap olduğunu ispat etmek icin, inkÂrcılara meydan okuyarak onları musÂbakaya cağırdı (tehaddî

Safha: Bu ilk safhada, muşriklerden Kur ’Ân-ı Kerîmʼin tamamına benzer bir kitap meydana getirmeleri talep edildi. Allah (c.c) şoyle buyurdu: “De ki: Andolsun, bu Kur ’Ân ’ın bir benzerini ortaya koymak uzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini meydana getiremezler.” (el-İsr 17/88)[1]
Muşrikler bu meydan okumaya cevap vermek icin baştan beri gayret ediyorlardı. “Onun soylediği sozler gibi biz de soyleriz” diye iddialarda bulundular. Bunu defalarca denediler, ancak sonunda başaramayacaklarını anladılar. Careyi “Bu bir sihirdir” demekte buldular. Herkes sihir yapamayacağı icin bu yolla kendilerini mÂzur gorme yoluna gittiler.
Safha: Muşrikler, Kur ’Ân ’ın benzeri bir kitap getirmekten Âciz kalınca, ikinci safhada, saha daraltıldı. İnkÂrcıların işleri kolaylaştırılarak Kur ’Ân sûrelerine benzer on sûre getirmeleri talep edildi. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur: “Yoksa «Onu kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah ’tan başka cağırabildiklerinizi (yardıma) cağırın da, siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin!” (Hûd 11/13)
Fakat inkÂr edenler, bu dÂvete de herhangi bir mukÂbelede bulunamadılar.
Safha: Bu safhada Kur ’Ân ’ın herhangi bir kimse tarafından uydurulmuş bir soz olmadığı ve onun Âlemlerin Rabbi olan Allah TeÂl ’dan geldiğinde şuphe bulunmadığı te ’yid edildikten sonra inkÂr edenlerden Kur ’Ân ’ın sadece bir sûresinin benzerini getirme­leri istendi. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah ’tan başka, gucunuzun yettiklerini cağırın da (hep birlikte) onun benzeri bir sûre getirin!” (Yûnus 10/38)
Safha: İnkÂrcılar bir sûre kadarcık da bir soz getiremeyince, dorduncu safhada Kur ’Ân-ı Kerîm, onları ve butun insanlığı, tam misli olmasa da kısmen kendisine benzeyen bir soz getirmye dÂvet etti. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şupheye duşuyorsanız, haydi onun sûrelerinden birine (herhangi bir yonden) benzer bir sûre getirin, eğer iddiÂnızda doğru iseniz Allah ’tan gayri şÃ‚hitlerinizi (yardımcılarınızı) da cağırın!” (el-Bakara 2/23)
Son meydan okumanın devamındaki Âyet-i kerîmede ise, inkÂrcılar îkaz edilerek hicbir zaman Kur ’Ân-ı Kerîmʼe benzer bir soz getiremeyecekleri beyÂn edildi. Dolayısıyla da isyandan vazgecerek ilÂhî azaptan kurtulmalarının, kendileri icin en hayırlı yol olduğu haber verildi:
“Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Cunku o ateş kÂfirler icin hazırlanmıştır.” (el-Bakara 2/24)
Bu Âyetteki “وَلَنْ تَفْعَلُوا: ki elbette yapamayacaksınız”[2] ibÂresi, oyle bir eminlik ve kat‘îlik ifÂde etmektedir ki, boyle bir hukum, ancak ilmi ve kudreti sınırsız, tam ve kusursuz olan bir zÂt, yani Allah tarafından verilebilir. Hakîkaten Allah ’tan başka hic kimse, beşer acısından gayb, yani belirsiz ve kapalı olan istikbÂle dÂir, bu kadar kesin bir hukum veremez ve kat‘î ifÂdeler kullanamaz.
O gunku muşrikler, cÂhiliye taassubuyla hareket eden, gururuna son derece duşkun, hırslı ve inatcı insanlardı. Cok basit meselelerden buyuk savaşlar cıkarırlardı. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in meydan okuması ise, korkak ve cekingen insanları bile galeyÂna getirecek kuvvette idi. Buna rağmen muşrikler, herhangi bir cevap veremediler. HÂlbuki atalarından devraldıkları bÂtıl îtikadları ve mukaddes saydıkları butun hurÂfe inancları yerle bir edilmişti. Ustelik şiiri ve tesirli soz soylemeyi sanat edinmiş, bu husustaki mahÂretleriyle ovunup duruyorlardı.
Neticede ilÂhî beyan, her tarafa yayıldı ve boylece Kur ’Ân ’a benzer bir soz soylenemeyeceği, iyice anlaşılmış oldu. Bu Âyet, onların Âcizliklerini dilden dile dolaştırıp ufuktan ufuğa taşıdı, zaafiyetlerini tescil etti ve dillerini Âdeta muhurledi.[3]
Muşrikler, Kur ’Ân ’ın meydan okumasına cevap veremedikleri icin, onun yerine; yalanlama, kışkırtma, hakÂret ve iftir gibi saldırganca tavırlar takındılar:
“Bu ancak nakledilegelen bir sihirdir.”[4] “Suregelen bir sihirdir.”[5] “Bizzat kendisinin uydurduğu bir yalandır.”[6] “Oncekilerin masallarıdır”[7] gibi, hakîkate uymayan, Âcizliklerini ifÂde eden, ayrıca kendi kararsızlık ve tenÂkuzlarını sergileyen birtakım asılsız iftiralara yoneldiler. Boylece kendilerini mÂzur gostermek ve acziyetlerini ortmek istiyorlardı. Nihayet, “Bu Kur ’Ân ’ı dinlemeyin! Okunurken gurultu yapın, belki galip gelirsiniz!”[8] diyerek, her ne kadar inkÂr etseler de, aslında ilÂhî kudret karşısında tamamen mağlûp olduklarını ortaya koymuş oldular.[9]
Kur ’Ân-ı Kerîm karşısında acziyetleri yuzlerine carpılan Mekke muşrikleri başka bir bahaneye sığınarak, “Bu Kur ’Ân iki şehirden birinin buyuğune indirilmeli değil miydi?” dediler. (ez-Zuhruf 43/31)
Velîd bin Muğîre, “Kureyş ’in buyuğu ve efendisi olarak ben ve Sakîf ’in efendisi Ebû Mes ’ûd dururken Muhammed ’e mi vahiy indirilecek?! HÂlbuki biz bu iki şehrin buyuğuyuz!” dedi.[10]
Aslında bu bir itiraftı. Kur ’Ân-ı Kerîm ’i hak kitap olarak kabûl ettikleri hÂlde, kendilerine gelmediği icin kibirleri sebebiyle ona karşı geliyorlardı. CenÂb-ı Hak bu gibi bedbahtlara şu cevÂbı verdi:
“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?!.” (ez-Zuhruf 43/32)
Kur ’Ân ’ın mucize bir kitap olduğu o gun kabul edilmiş ve zamanımıza kadar onun bu meydan okumasına cevap verebilen cıkmamıştır. Zaman zaman bunu deneyenler olmuş ancak onlar da butun insanlığın huzurunda rezil olup fevkalÂde gulunc durumlara duşmuşlerdir. Yazdıkları şeyler insanları gulduren hezeyan yığınlarından oteye gecememiş, sadece ahmaklıklarını ortaya koymuştur. Neticede, kıyamete kadar kendilerinden ayrılmayacak bir utanc yuklenmişlerdir.[11] Artık Kur ’Ân ’ın, tesirinden hicbir şey kaybetmeden gunumuze kadar gelen mûcizevî bir kitap olduğunda hic şuphe yoktur. İlmî keşiflerin artmasıyla onun daha farklı mûcizevî yonleri de ortaya cıkmıştır.
Dipnotlar:
[1] Ayrıca bkz. el-Kasas 28/49; et-Tûr 52/34.
[2] Bkz. el-Bakara, 24.
[3] Mustafa SÂdık er-RÂfi ’î, İ ’cÂzu ’l-Kur ’Ân ve ’l-belÂğatu ’n-nebeviyye (Beyrut 2003), s. 142.
[4] el-Muddessir, 24.
[5] el-Kamer, 2.
[6] el-FurkÂn, 4.
[7] el-En‘Âm, 25; el-EnfÂl, 31, vb.
[8] Fussilet 41/26.
[9] Bkz. Murat Kaya, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de İlÂhî Azamet, s. 29-35.
[10] İbn HişÃ‚m, 1: 385.
[11] Bkz. Bûtî, RavÂi ’, s. 126, 129, 130; İsmail Karacam, Sonsuz Mûcize Kur ’Ân, İstanbul 1987, s. 159-175; Nasrullah Hacımuftuoğlu, Kur ’Ân ’ın BelÂğatı ve İ ’cÂzı Uzerine, Erzurum 2001, s. 58-62, 90.
Kaynak: Doc. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur ’Ân MuhtevÂsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
Kuran ı Kerime Karşı Gorevlerimiz Nelerdir?