KurʼÂn-ı Kerîmʼe karşı vazifelerimizde, şu uc hususa bilhassa dikkat etmemiz lÂzım. Birincisi; duzgun bir kıraatimizin olması. İkincisi; KurʼÂnʼın bildirdiği hudutlara, emir ve nehiylere riÂyet. Ucuncusu ise KurʼÂn ahlÂkıyla ahlÂklanmaktır.BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri buyurur: “Sûfî; Kur ’Ân-ı Kerîm ’i bir eline, Sunnet-i Seniyye ’yi diğer eline alan; bir gozuyle Cennetʼe, obur gozuyle Cehennemʼe bakan; dunyayı alt tarafına, Âhireti de ustune dolayarak ihrÂma giren ve ikisinin arasından; «Lebbeyk AllÂhumme lebbeyk! / Buyur AllÂh ’ım! Emrine teslim ve hazırım!» diye MevlÂʼsına koşan kişidir.” [1]

Dunyadan ukbÂya yolculuğumuzda en buyuk rehberlerimiz; KurʼÂn-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyyeʼdir. Hayat yolculuğunu rızÂ-yı ilÂhî hedefinden sapmadan tamamlayabilmek icin, KurʼÂn ve Sunnetʼin tÂlimatlarına titizlikle uymamız zarûrîdir.

KurʼÂn-ı Kerîmʼe karşı vazifelerimizde, şu uc hususa bilhassa dikkat etmemiz lÂzımdır:

Birincisi; duzgun bir kıraatimizin olması. (Zira kıraatsiz bir namaz olmaz.)

İkincisi; KurʼÂnʼın bildirdiği hudutlara, emir ve nehiylere riÂyet.

Ucuncusu ise KurʼÂn ahlÂkıyla ahlÂklanmaktır.

MU'MİNLER KENDİLERİNİ KUR'ÂN OLCULERİYLE MİZÂN ETMELİMuʼmin, hayatının her safhasında kendisini KurʼÂn olculeriyle mîzÂn etmeli; “Allah benim bu hÂlimden rÂzı mı?” suÂlinin tefekkuruyle, hÂl ve davranışlarına istikÂmet vermelidir.

KurʼÂn-ı Kerîmʼin en buyuk tefsîri ise, 23 senelik nebevî hayatı ile Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir. Nitekim CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmelerde şoyle buyurmaktadır:

“Kim Rasûlʼe itaat ederse AllÂhʼa itaat etmiş olur…” (en-NisÂ, 80)

“O (Rasûl), hevÂsına (nefsinin arzusuna) gore konuşmaz. O (bildirdikleri), vahyedilenden başkası değildir.” (en-Necm, 3-4)

(Rasûlum!) Onu Rûhuʼl-Emîn (CebrÂil), uyarıcılardan olasın diye, apacık Arap diliyle, Senʼin kalbine indirmiştir.” (eş-ŞuarÂ, 193-135)

Dolayısıyla Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi tanımadan, Oʼnun gonul dokusundan hisse almadan, sunnetleriyle yaşamadan; ne KurʼÂn-ı Kerîmʼi tam olarak idrÂk edebiliriz, ne de kulluğumuz tam bir kulluk olur.

MU'MİNİN KEMÂLE ERMESİ NASIL MUMKUNDUR?Muʼminin kemÂle ermesi, ancak farzlara ilÂveten sunnetlere de riÂyet etmesiyle mumkundur. Zira Abdullah bin Deylemî -rahmetullahi aleyh- buyuruyor ki:

“…Dînin kaybolmasının başlangıcı, Sunnet ’in terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lif lif cozulup nihÂyetinde kopması gibi, din de sunnetlerin bir bir terk edilmesiyle ortadan kalkar.” (DÂrimî, Mukaddime, 16)

Dolayısıyla bugun ummet-i Muhammed olarak, Peygamber Efendimizʼi ve dolayısıyla Sunnetʼi hafife alan, hatt dışlayan “din projeleri”ne karşı son derece dikkatli ve uyanık olmalıyız. Zira sunnetleri gozden duşurmeye calışan din Âlimi etiketli bÂzı din tahrifcilerinin, bir adım sonraki hedefinin farzlar olacağı muhakkaktır.

Dolayısıyla bu Âhir zamanda sunnetlere daha bir gayretle sarılmamız elzemdir. Zira hadîs-i şerîflerde buyrulduğu uzere:

“Oyle bir zaman gelecek ki o vakit şu uc şeyden daha kıymetli bir şey olmayacak:

HelÂl para, cÂn u gonulden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir Sunnet-i Seniyye.” (Heysemî, I, 172)

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız muddetce asl dalÂlete duşmezsiniz: AllÂh ’ın KitÂbı ve Rasûlʼunun Sunneti.” (Muvatta ’, Kader, 3)

KurʼÂn ve Sunnetʼin feyzinden uzaklaşıldıkca, kalplerdeki îman nûru zayıflar, -Allah korusun- bir mum ışığı gibi, kucuk bir ruzgÂrla sonuverir.

AMEL EDİLMEYEN HİKMETLİ SOZ, ODUNC ALINMIŞ SUSLU ELBİSE GİBİDİRBÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri de butun Hak dostları gibi, Sunnet-i Seniyye ’yi buyuk bir şevk ile îfÂya gayret ederdi. Ondan zerre kadar tÂviz vermezdi. Her hÂlini Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hÂliyle mîzÂn ederdi. Nitekim onun muhim nasihatlerinden biri de şoyledir:

“Kim Kur ’Ân-ı Kerîmʼin kıraatini ve zuhd hayatını terk eder, cemaate devam etmez, cenÂzelere katılmaz, hastaları ziyaret etmez de sûfî olduğunu iddi ederse, o ancak bir gÂfildir.” [2]

Yani KurʼÂn-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyyeʼnin feyz ve rûhÂniyetinden uzak bir hayatta hayır yoktur. Bu nevî bir hayata dalmış olanların dillerinden tasavvufî hikmet ifÂdeleri dokulse bile, onların peşinden gitmemek îcÂb eder. Zira dilin kemiği yoktur. Papağan bile bazı sozleri ezberleyip soyleyebilir. Fakat Hazret-i MevlÂnÂʼnın buyurduğu gibi: “Amel edilmeyen hikmetli soz, odunc alınmış suslu elbise gibidir!..”

Yani yaşanmayan, irfÂna donuşmeyen, şahsiyet ve karakterin bir parcası hÂline gelmeyen bilgiler, Peygamber Efendimizʼin ifÂdesiyle; “kendisinden AllÂhʼa sığınılması îcÂb eden faydasız ilim”[3] cumlesindendir.

Dolayısıyla, gucumuz nisbetinde Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi ornek alma gayreti icinde olmalıyız. Hayatımızın her safhasında ve karşılaştığımız her hÂdisede, hÂl ve davranışlarımızı dÂim nebevî ahlÂk olculeriyle mîzÂn etmeliyiz. Duşunmeliyiz ki:

“Acaba Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu an yanımızda olsaydı, o gul yuzuyle bizim hÂlimize tebessum eder miydi? Yoksa mubÂrek yuzunun rengi değişir, ciceklerden zarif gonlu incinir, nurlu alnındaki damarı kabarır, «Bana ne oluyor ki sizi şoyle şoyle goruyorum!..» şeklinde, ince sitemlerine mi muhÂtap olurduk?..”

İşte bu nevî duşuncelerle, hayatlarını Âlemler SultÂnı -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe muhabbetin, bağlılığın, itaatin tecellîgÂhı kılabilen ummet-i Muhammedʼe ne mutlu!..]



[1] Sehlegî, en-Nûr, s. 124; AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 71.

[2] Beyhakî, Şuab, III, 305; İbnu ’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, s. 151.

[3] Bkz. Muslim, Zikir, 73.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, BÂyezîd-i BistÂmî, Erkam Yayınları

Kuran ı Kerime Karşı Gorevlerimiz Nelerdir?
İslam ve İhsan