Kur ’Ân-ı Kerîm insanlara gonderilmiş olan peygamberlerin bir kısmından bahseder. Kur ’Ân ’da gecen bu peygamber kıssalarının ibret verici yonleri nelerdir?Kur ’Ân-ı Kerîm insanlara gonderilmiş olan peygamberlerin bir kısmından bahseder. Onların faziletlerini, kendilerine verilen bu yuksek vazifeyi nasıl başardıklarını ve bu uğurda yaptıkları fedÂkÂrlıkları anlatır. Gecmiş umetlere Âit en ibretli hÂdiseleri ve tÂrihî vÂkıÂları ozlu bir şekilde naklederek insanları bunlardan ibret almaya dÂvet eder. Bunun yanında inkÂrcıların korkunc Âkıbetlerini bildirerek insanları inkÂr ve isyÂndan sakındırır.
KUR ’ÂN ’DA GECEN PEYGAMBER KISSALARININ İBRET VERİCİ YONLERİ Kur ’Ân ’da genişce yer verilen peygamber kıssalarının ibret verici yonlerini kısaca nakletmek istiyoruz:
13.1. Hz. Âdem (a.s) Yuce Rabbimiz meleklere, “Ben yeryuzunde bir halife yaratacağım” buyurmuştu. Onlar, “Biz seni ovgu ile tenzih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat cıkaracak ve kan dokecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şuphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.
CenÂb-ı Hak, Hz. Âdem ’i topraktan yaratıp ruh ufledikten sonra ona butun isimleri oğretti. Sonra mahlûkÂtı meleklere gosterip “Sozunuzde doğru iseniz şunların isimlerini bana soyleyin” buyurdu. Onlar, “Seni tenzih ederiz! Bize oğrettiğinden başka hicbir bilgimiz yoktur. En kÂmil ilim ve hikmet sahibi şuphesiz sensin” cevabını verdiler. Allah TeÂlÂ, “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Hz. Âdem mahlûkÂtın isimlerini onlara bildirince de “Size ben goklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin acıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.
Boylece insanın ilimle ustunluk kazandığı ve hilÂfete lÂyık hÂle geldi gosterilmiş oldu. Allah (c.c) meleklere, “Âdem ’e secde edin” diye emir buyurdu. İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o ise direndi, buyuklendi ve kÂfirlerden oldu. Kendisinin ateşten, Hz. Âdem ’in ise topraktan yaratıldığını soyleyerek kendini ustun gordu.
Daha sonra Allah TeÂlÂ, Hz. Âdem kendisiyle huzur bulsun diye eşi Havv ’yı var etti. Ona, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatca yiyip icin ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” buyurdu.[1]
İblis, bir şekilde Hz. Âdem ile Havv ’nın yanına sokuldu. Onlara vesvese verip, “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hukumranlığın yolunu gostereyim mi?”[2] “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi. Bir de “Ben gercekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye kuvvetle yemin etti. Boylece onları aldattı[3], ayaklarını kaydırdı, icinde bulundukları nimet deryasından cıkardı. Allah (c.c) onlara, “Birbirinize duşman olmak uzere inin! Bir zamana kadar sizin icin yeryuzunde kalacak bir yer ve ihtiyac maddeleri vardır” buyurdu. Onlar cennette ne aclık biliyorlardı ne cıplaklık, ne susuzluk cekiyorlardı ne de sıcaklık. Allah ’a verdikleri sozu unutup O ’nun emrini terkedince bu rahattan mahrum kaldılar, dunya kulfet ve meşakkatine duştuler. Rızık temini icin sıkıntı ve yorgunluk cekmeye başladılar.[4]
Hz. Âdem ile HavvÂ, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine gorundu. Allah ’tan ve birbirlerinden hay ederek hemen cennet yapraklarıyla uzerlerini ortmeye başladılar. Derhal hatalarını anlayıp pişman oldular, tevbe ve istiğfara sarıldılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apacık bir duşman olduğunu soylemedim mi?” diye seslendi. Daha sonra Hz. Âdem ’e Rabbinden bazı sozler ulaştı, bunlarla tevbe ettiler, buyuk bir mahcûbiyet icinde:
رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” dediler.[5] Allah da onların tevbelerini kabul buyurdu. Şuphesiz O, tevbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır. Sonunda affedildiler ama yine de dunya sıkıntısını cekmekten kurtulamadılar. Demek ki insanın edep yerlerini ortmesi, buraları acılınca hay etmesi fıtratında vardır. İslÂm ’ın belirlediği şekilde giyinip ortunmek insanlık îcÂbıdır.
Rivayete gore Allah TeÂlÂ, Hz. Âdem ’e:
“–Sana, cennette bol bol ihsanda bulunduğum ve kendisinden istediğin gibi istifade ettiğin bunca nimet yetmedi mi ki haram kıldığım şeyden tattın?” buyurmuş. Âdem (a.s) da:
“–Evet, nimetlerin yeterliydi Rabbim, fakat izzetine yemin ederim ki ben bir kimsenin yalan yere senin ismine yemin edebileceğini hic sanmıyordum” demiş.[6] Hz. Âdem, Allah adına yalan yere yemin etmenin, yalan soze Allah ’ı şÃ‚hit tutmanın ne buyuk bir cur ’et olacağını biliyor ve hicbir akıllı varlığın bunu duşunebileceğine ihtimal vermiyordu. Ama boyle bir şeyi yapabilecek boyutta bir cehÂlet ve dalÂlet icinde kimselerin olabileceğini ilk defa acı bir şekilde tecrube etmiş oldu. Bu tecrubeyi hicbir zaman unutmamak gerekir.
Yeryuzune inerken Allah TeÂl onlara şoyle buyurmuştu: “Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir. Kim benim gonderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de uzuleceklerdir. İnkÂr eden ve Âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.”[7]
“Size benden bir hidayet geldiğinde bilesiniz ki hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur. Kim de beni anmaktan yuz cevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet gunu kor olarak haşrederiz. O, «Ey Rabbim! Beni nicin kor olarak haşrettin? HÂlbuki daha once goren biriydim» der. Allah (c.c), «İşte boyle! Sana Âyetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bu gun de aynı şekilde sen unutuluyorsun!» buyurur. Haktan sapan ve Rabbinin Âyetlerine inanmayanları işte boyle cezalandırırız. Hic şuphesiz Âhiretteki ceza daha şiddetli ve daha kalıcıdır.”[8]
Yeryuzune indirilmiş olan insana duşen artık Allah ’tan kendisine gonderilen hidayete uyarak tekrar aslî vatanına donebilmek icin butun gucuyle calışmaktır.
13.2. Hz. İdris (a.s) Hz. Âdem ve Şîs (Şît) ’ten sonra yoldan sapan, gunahlara dalan ve putlara tapmaya başlayan insanoğlunu uyarmak uzere İdris (a.s) peygamber olarak vazifelendirildi. Allah TeÂl onun hakkında şoyle buyurur:
“KitÂb ’da İdrîs ’i de zikret! Cunku O, cok sÂdık bir peygamberdi. Biz onu yuksek bir mekÂna kaldırdık!” (Meryem 19/56-57)
Onun yuce mekÂna kaldırılmasıyla ilgili muhtelif rivayetler vardır:
- İsa (a.s) gibi semÂya kaldırılmış ve olmemiştir.
- Dorduncu kat semÂya kaldırılmıştır.
- Altıncı kat semÂya kaldırılmış ve orada vefat etmiştir.
- Cennete kaldırılmıştır.[9]
Allah TeÂl şoyle buyurur:
(Ey Habîbim!) İsmÂîl, İdrîs ve Zulkifl hakkında anlattığımızı da hatırla! Onların her biri sabredenlerdendi. Onları rahmetimize dÂhil ettik! Cunku onlar, sÂlih kimselerdendi.” (el-Enbiy 21/85-86)
İbn Abbas ’tan gelen bir rivayete gore İdris (a.s) terzi idi. İğneği her batırışında “subhÂnallah” diye zikrederdi. Akşam olduğunda yeryuzunde ondan daha fazla amel-i sÂlih işlemiş kimse bulunmazdı.[10]
İdris (a.s) kavmini kotuluklerden uzaklaştırıp Allah ’a itaat ve ibadete dÂvet etmek icin buyuk bir mucÂdele vermiştir.
13.3. Hz. Nûh (a.s) İnsanların coğu imanını koruyamıyor, kolayca tevhidden uzaklaşıp putlara tapmaya meylediyordu. Bir muddet sonra zÂlim, fÂsık ve azgın bir kavim hÂline geliyor, kotuluklere dalıveriyorlardı. Hz. İdris ’ten sonra da boyle olmuş ve insanların vicdanları korelmişti.[11] Allah TeÂl Hz. Nûh ’u “Kendilerine can yakıcı bir azÂb gelmezden once onları uyar!” diye kavmine peygamber olarak gonderdi.[12] Nûh (a.s) onlara: “Ben sizin icin apacık bir uyarıcıyım. Allah ’tan başkasına tapmayın! Ben size gelecek elem verici bir gunun azÂbından korkuyorum!” dedi.[13] “Bu tebliğime karşılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbidir. Onun icin, Allah ’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!” diye ilave etti. Kavmi, “Senin peşinden gidenler sıradan ve basit kimseler iken biz hic sana inanır mıyız!” dediler. Fakirleri yanından uzaklaştırmasını istediler. Nûh (a.s);
“–Siz istiyorsunuz diye ben iman edenleri kovacak değilim; onlar imanları sayesinde Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi bilgisizliğe gomulmuş bir topluluk olarak goruyorum. Ey kavmim! Onları kovarsam, beni Allah ’a karşı kim koruyabilir? Duşunmuyor musunuz?” dedi.[14] Onlara şoyle nasihat etti:
“Size ne oluyor ki, Allah ’a buyukluğu yakıştıramıyorsunuz?! Oysa, sizi turlu merhÂlelerden gecirerek o yaratmıştır! Gormediniz mi, Allah yedi kat goğu birbiriyle ÂhenktÂr olarak nasıl yarat­mış! Onların icinde Ay ’ı bir nûr kılmış, Guneş ’i de bir cerağ yapmıştır! Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya dondurecek ve sizi yeniden cıkaracaktır. Allah, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryuzunu sizin icin bir sergi yapmıştır.”[15]
“Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allah ’ın Âyetleriyle oğut verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah ’a tevekkul etmişimdir, artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp butun gucunuzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, muhlet de vermeyin.”[16]
Kavmi; “Ey Nûh! Bizimle mucÂdele ettin ve bize karşı mucÂdelede cok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle tehdîd ettiğin (azÂbı) bize getir!” dediler. Nûh (a.s) ise “Onu size, ancak dilerse Allah getirir. Ve siz Allah ’ı Âciz bırakacak değilsiniz! Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size oğut vermek istesem de oğudum size fayda vermez. Cunku O sizin Rabbinizdir ve nihÂyet O ’na dondurulecek­siniz.”[17]
Allah TeÂlÂ, nasihat ile akıllanmayan kavmi işledikleri gunahlardan vaz gecirmek icin kuraklık, kıtlık gibi musibetler gonderdi. Nûh (a.s) onlara: “Rabbinizden mağfiret dileyin; cunku O cok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki uzerinize gokten bol bol yağmur indirsin; mallarınızı ve oğullarınızı coğaltsın; size bahceler ihsÂn etsin; sizin icin ır­maklar akıtsın!” diye yol gosterdi.[18]
Allah TeÂlÂ, kavminin taşkınlıkları sebebiyle Hz. Nûh ’u, “Kavminden şu ana kadar îmÂn etmiş olanlardan başkası artık asl inanmayacak. Oyle ise onların işlemekte oldukları gunahlardan dolayı uzulme!” diye tesellî etti.[19]
Oğutlerin fayda vermemesi uzerine Nûh (a.s) şoyle dua etti: “Rabbim! Doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve cocuğu kendi ziyÂnını artırmaktan başka işe yarama­yan kimseye uydular. Buyuk hîleler, buyuk desîseler kurdular! Rabbim! Onlar birbirlerine: «Sakın ilÂhlarınızı bırakmayın; hele Vedd ’den, Suv ’dan, Yeğûs ’tan, Yeûk ’dan ve Nesr ’den asl vazgecmeyin!» dediler. Boylece onlar, gercekten bircoklarını saptırdılar. Rabbim! Sen de bu z­limlerin ancak şaşkınlıklarını artır!” “Rabbim! Yeryuzunde hicbir inkÂrcı bırakma! ŞÃ‚yet Sen onları bırakacak olursan, kullarını saptırırlar; ahlÂksız ve inkÂrcıdan başkasını doğu­rup yetiştirmezler. Beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni ve butun mu ’min erkek ve kadınları bağışla! ZÂlimlerin ise yalnızca helÂklerini artır!”[20] “Y Rabbî, mağlûb oldum; artık bana yardım et!”[21]
CenÂb-ı Hak; “Gozlerimizin onunde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, fakat zÂlimlerin kurtuluşu icin bana yalvarma! Onlar mutlak boğulacaklar!” diye emretti. Nûh (a.s) gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkca onunla alay ediyorlardı. Nûh (a.s) onlara, “Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle oyle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azÂbın kime geleceğini ve surekli bir azÂbın kimin ba­şına ineceğini yakında bileceksiniz!” diyordu. NihÂyet Allah ’ın emri gelip de fırın kaynadığı, iş kızışıp sular kabarmaya başladığı zaman Allah TeÂlÂ, Hz. Nûh ’a; “Her şeyden iki cifti, aleyhlerinde hukum verdiklerimiz hÂric, Âileni ve îmÂn edenleri gemiye bindir!” diye emir buyurdu. ZÂten, onunla beraber îmÂn eden pek azdı.[22]
Bundan sonra Allah (c.c) sağanak hÂlinde boşalan bir su ile gok kapılarını actı. Yeri de kaynaklar hÂlinde fışkırttı. Derken o sular takdîr edilmiş bir iş (tûfan Âfeti) icin birleşiverdi. Gemi dağlar gibi dalgalar arasında mu ’minleri goturuyordu. Nûh (a.s), gemiden uzakta bulunan oğluna: “Yavrucuğum! Sen de bizimle beraber bin; kÂfirlerle beraber olma!” diye nid etti. Oğlu: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım!” dedi. Nûh (a.s): “Bugun Allah ’ın emrinden (azÂbından), merhamet sÂhibi Allah ’tan başka koruyacak kimse yoktur!” dedi. Sonra “Ey Rabbim! Şuphesiz oğlum da Âilemdendir. Senin va‘din ise elbette haktır. Sen hÂkimler hÂkimisin!” diye yalvardı. Allah TeÂlÂ: “Ey Nûh! O asl senin Âilenden değildir. Cunku onun yaptığı, kotu bir iştir. O hÂlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cÂhillerden olmamanı tavsiye ederim!” buyurdu. Nûh (a.s): “Ey Rabbim! Ben senden, hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, husrÂna uğrayanlardan olu­rum!” dedi. Aralarına dalga girdi ve oğlu boğulup gitti.[23]
CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“İnkÂr edilmiş olan (Nûh ’a) bir mukÂfÂt olmak uzere gemi, bizim nezÂretimizde akıp gidiyordu. And olsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? (Ey insanlar bakın benim azÂbım ve uyarılarım nasılmış!” (el-Kamer 54/11-16)
Yuce Rabbimizin emriyle Nûh (a.s) şoyle dua ediyordu:
الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ. رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ
“Bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah ’a hamdolsun! Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; en uygun şekilde indirip yerleştiren sensin.”[24]
TûfÂn ’ın altı ay kadar devam ettiği rivayet edilir.[25] Sonra Allah TeÂlÂ, “Ey yer suyunu yut! Ey gok sen de tut!..” diye emretti. Su cekildi; hukum yerini buldu; gemi Cûdî dağının uzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi. CenÂb-ı Hak, “Ey Nûh! Sana ve seninle berÂber olan ummetlere bizden selÂm ve bereket­lerle gemiden in! Kendilerini dunyÂda faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azÂbın dokunacağı ummetler de olacaktır” buyurdu.[26]
Hz. Nûh ’un kavmi gunahları yuzunden suda boğuldular, ateşe sokuldular ve kendilerine Allah ’tan başka yardımcı bulamadılar. TûfÂn, inkÂrcıların sonunun nasıl olduğunu gosteren ibretlik bir hÂdise oldu.[27]
CenÂb-ı Hak Hz. Nûh ’u “cok şukreden bir kul idi” diye medhetmiştir.[28] Onun bin yıla yakın suren tebliğ azmi ve gayreti bizler icin en guzel ornektir.
13.4. Hz. Hûd (a.s) İnsanlar TûfÂn ’dan bir muddet sonra yine azgınlaşmışlardı. Bunlardan Âd kavmi bircok nimete ve kuvvete nÂil olmuş, muhteşem binÂlar yapmışlardı. Yeryuzunde haksız yere buyukluk taslayarak: “Bizden daha kuvvetli kim var?” diyorlardı. Kendilerini yaratan Allah ’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu gormuyor, O ’nun Âyetlerini inkÂr ediyorlardı.[29] Hûd (a.s), onlara peygamber olarak gonderildi. “Ey kavmim! Allah ’a kulluk edin; sizin O ’ndan başka ilÂhınız yoktur. HÂl sakınmayacak mısı­nız?” “Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra da O ’na tevbe edin ki, uzerinize bol bol yağmur gondersin ve kuvvetinize kuvvet katsın! Gunah işleyerek Allah ’tan yuz cevirmeyin!” diye hakka dÂvet etti. Kavminden ileri gelen kÂfirler: “Biz seni acık bir sapıklık, kesinlikle bir beyinsizlik icinde goruyoruz ve gercekten seni yalancılardan sanıyoruz!” dediler Hûd (a.s): “Ey kavmim! Ben beyinsiz değilim; fakat ben Âlemlerin Rabbinin gonderdiği bir elciyim!” dedi. Onlar: “Sen, tek Allah ’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin?” dediler. “Ey Hûd! Sen bize acık bir mûcize getirmedin; biz, senin so­zunle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana îmÂn edecek de değiliz! Biz, «Tanrılarımızdan biri seni fen carpmış!» demekten başka bir soz soy­lemeyiz!” diye direttiler.[30]
Âhireti yalanlayan ve dunyada refah icinde yaşayan eşraf takımı; “Bu da sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, ictiğinizden iciyor. Eğer sizin gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyÂna uğrayanlardan olursunuz” diyerek insanları doğru yola yaklaştırmıyorlardı. “Hayat bizim yaşadığımız şu dunya hayatımızdan başka bir şey değildir. Olur ve yaşarız; bir daha da diriltilecek değiliz” diye inkÂr ediyorlardı.[31]
Hz. Hûd ’a, “Sen bizi tanrılarımızdan cevirmek icin mi geldin? Haydi, doğru soy­leyenlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azÂbı başımıza getir!” dediler.[32] Hûd (a.s): “Ben Allah ’ı şÃ‚hid tutuyorum; siz de şÃ‚hid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O ’ndan başka taptıklarınızın hepsinden uzağım. Haydi, hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana muhlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah ’a tevekkul ettim. Cunku hicbir canlı yoktur ki, Allah, onun perceminden tutmuş olmasın. Şuphesiz Rabbim, mulkunde hak ve adÂlet yolunu tutmuştur. Eğer yuz cevirirseniz, tebliğ etmek icin gonderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim dilerse, başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O ’na hicbir zarar vere­mezsiniz! Cunku benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gozetendir.”[33]
Allah TeÂl onlara duny hayÂtında rezillik azÂbını tattırmak icin o uğursuz gun­lerde uzerlerine dondurucu ve kasıp kavuran bir ruzgÂr gonderdi. Uğursuz mu uğursuz bir gunde uzerlerine uğultulu bir kasırga sal­dı. Uzerinden gectiği şeyi sağlam bırakmıyor, her şeyi kul ediyordu. İnsanları sanki koklerinden sokulmuş hurma kutukleri gibi koparıp deviriyordu. Allah o fırtınayı, ardarda yedi gece, sekiz gun onların uzerine musallat etti. O kavmi, ici boş hurma kutukleri gibi oracıkta yere seriverdi. Onlardan geriye hicbir şey kalmadı, kokleri kesildi. Âhiretteki azÂbları ise, daha da perişÃ‚n edici olacaktır ve onlara asl yardım edilmeyecektir.[34]
Allah TeÂlÂ, Hz. Hûd ’u ve onunla berÂber îmÂn edenleri, rahmetiyle kurtardı. Onları, ağır bir azÂbdan kurtuluşa erdirdi. Âd kavmi ise Rablerini ve O ’nun Âyetlerini inkÂr ettikleri, O ’nun peygamberine Âsî oldukları ve inatcı zorbaların emrine uydukları icin hem bu dunyÂda, hem de kıyÂmet gununde lÂnete uğradılar ve Allah ’ın rahmetinden uzak kılındılar.[35]
13.5. Hz. SÂlih (a.s) Âd kavminden sonra Şam ile Hicaz arasındaki Hicr bolgesinde Semûd kavmi ortaya cıktı. Dağları deldiler, kayaları oydular, gayet sağlam evler yaptılar. Bu kuvvet ve imkÂnlar onları itaatten uzaklaştırarak azgınlaştırdı. Allah TeÂl onlara Hz. SÂlih ’i peygamber olarak gonderdi. O, “Ey kavmim! Allah ’a kulluk edin. Sizin O ’ndan başka ilÂhınız yoktur. O sizi yerden yarattı ve sizi orada yaşattı. Oyleyse O ’ndan mağfiret isteyin; sonra da O ’na tevbe edin! Cunku Rabbim kullarına cok yakındır, duÂlarını kabûl eder” dedi.[36]
Hz. SÂlih ’in uzun sure gayret ve mucÂdele etmesine rağmen kavmi kendisini yalanladı, hidÂyete gelmedi ve “babalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine kulluğa cağırdığın şeyden ciddî bir şuphe icindeyiz” dediler.[37] SÂlih (a.s), “Ey kavmim! Siz burada bahcelerin, pınarların icinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında guven icinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Boyle sanıp dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah ’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan kÂfirlerin emrine uymayın. Onlar ki yeryuzunde fesat cıkarırlar ve gerek kendilerini gerekse cevrelerinde bulunanları ıslÂha gayret gostermezler” dedi.[38]
Kavmi, “Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru soyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” dediler.[39] Allah TeÂl onları imtihan etmek icin kayanın icinden buyuk bir deve ile yavrusunu cıkardı. SÂlih (a.s) “Onu bırakın. Allah ’ın arzında yesin icsin. Su icme hakkı bir gun onundur; belli bir gun de sizindir. Ona herhangi bir kotulukte bulunmayın; sonra sizi yakın bir azÂb yaka­lar” diye tembihte bulundu. Ancak şehirdeki devamlı bozgunculuk peşinde koşan fesatcılar, deveyi ayaklarını kesip yere duşurerek oldurduler ve Rablerinin emrin­den dışarı cıktılar. “Ey SÂlih! Eğer sen gercekten peygamberlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azÂbı getir” diye[40] arsızlık yaptılar.
Fesatcılar Allah ’a yemin ederek birbirleriyle anlaştılar: “Gece ona ve Âilesine baskın yapalım hepsini oldurelim; sonra da ona sÂhip cıkan yakınlarına: «Biz SÂlih Âilesinin yok edilişi sıra­sında orada değildik, inanın ki doğru soyluyoruz» diyelim” dediler. Allah onların planlarını altust etti. Allah ’ın azabı kendilerini yakalayıverdi. Şiddetli bir sarsıntı ve korkunc bir ses geldi. Yurtlarında diz ustu cokekaldılar, sonra yuz ustu duşup sel supruntusune donduler. Allah, SÂlih (a.s) ile mu ’minleri rahmetiyle kurtardı.[41]
“İşte haksızlıkları yuzunden cokmuş evleri! Anlayan bir kavim icin elbette bunda bir ibret vardır.” (en-Neml 27/52)
13.6. Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak (a.s) Hz. Nûh ’un oğlu HÂm ’ın neslinden Nemrûd isminde biri bircok kabileyi toplayarak şimdiki Musul şehrinin bulunduğu yerlerde BÂbil devletini kurmuştu. Bunlar arasında SÂbie denilen bÂtıl bir din turedi. Guneşe, aya, yıldızlara, putlara ve hukumdarlarına taparlardı. Allah TeÂl onlara Hz. İbrahim ’i peygamber olarak gonderdi. İbrahim (a.s) onlara, bir muddet semada durup sonra batan yıldız ve gezegenlerin, hicbir fayda ve zarar veremeyen cansız putların ve kral da olsa Âciz insanoğlunun ilÂh olamayacağını anlatmak icin cok uğraştı. Bir gun puthÂneye girip butun putları kırdı, ancak en buyuğune dokunmadı. Kendisine gelen kavmine putları bu buyuğun kırmış olabileceğini, isterlerse kendisine sorabileceklerini soyleyerek onları duşunmeye zorladı. Onlar da ne kadar yanlış bir yolda olduklarını anlayıp başlarını bir muddet one eğdilerse de cÂhiliye hamiyetini yenemeyerek iddialarına yine devam ettiler. İbrahim (a.s) icin, “Onu yakarak tanrılarınıza yardım edin” dediler. Buyuk bir ateş yakarak Hz. İbrahim ’i icine attılar. Allah TeÂl “Ey ateş! İbrÂhîm ’e serin ve selÂmet ol!” buyurdu.[42] Bu mucizeyi goren bazı insanlar iman ettiler.
İbrÂhîm (a.s) kavmine şoyle dedi:
“Siz, sırf aranızdaki duny hayÂtına has muhabbet uğruna Allah ’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyÂmet gunu (gelip cattığında ise) birbiri­nizi tanımamazlıktan gelecek ve birbirinize lÂnet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehen­nemdir ve hic yardımcınız da yoktur.” (el-Ankebût 29/25)
İbrahim (a.s) Âilesini ve mu ’minleri alarak Şam diyarına hicret etti.
Daha sonra Allah ’ın emri ile oğlu İsmail ile annesini KÂbe ’nin yanına yerleştirerek şoyle dua etti:
“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları icin ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem ’inin (KÂbe ’nin) yanında ziraat yapılmayan bir v­diye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gonullerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki, bu nîmetlere şukrederler.” (İbrÂhîm 14/37)
İsmail (a.s) babasıyla birlikte yuruyup gezecek cağa erişince İbrahim (a.s) bir ruy gordu ve: “Yavrucuğum, ruyÂda seni kurban ettiğimi goruyorum; bir duşun, ne dersin?” dedi. O da cevÂben: “Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap! İnşÃ‚allah beni sabredenlerden bulur­sun!” dedi. Her ikisi de teslîm olup, İbrÂhîm (a.s) onu alnı uzerine yatırınca Allah TeÂlÂ: “Ey İbrÂhîm, ruyÂyı gercekleştirdin. Biz ihsÂn sÂhiplerini boyle mukÂfatlandırırız. Bu gercekten cok ağır bir imtihandır” diye seslendi. Oğluna bedel ona buyuk bir kurban ihsÂn eyledi. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktı ve “İbrÂhîm ’e selÂm olsun!” buyurdu.[43]
Yaşlılık vaktinde Allah TeÂl ona kudretini gostererek oğlu İshak ’ın doğacağını mujdeledi.[44]
İsmail (a.s) buyuyunce İbrahim (a.s) Allah ’ın emriyle onun yanına giderek birlikte KÂbe ’yi inşÃ‚ ettiler. “Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabûl buyur; şuphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana teslîm olanlardan kıl! Neslimizden de sana itaat eden bir ummet cıkar; bize ibÂdet usûllerimizi goster; tevbelerimizi kabûl et; zîr tevbeleri cokca kabûl eden, cok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, iclerinden senin Âyetlerini kendilerine okuyacak, on­lara kitÂb ve hikmeti oğretecek, onların nefslerini tezkiye edecek bir peygamber gonder! Cunku ustun gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin!” diye dua ettiler. Sonra da insanları hacca dÂvet ettiler.[45]
Hz. İbrÂhîm (a.s), yumuşak huylu, yureği yanık, kendisini tamÂmen Allah ’a vermiş bir peygamberdi.[46]
İsmail (a.s) babası Hz. İbrahim ’in şeriatıyla amel etmek uzere Yemen kabilelerine ve Amalika denilen eski bir kavme peygamber olarak gonderildi. Rasûlullah (s.a.v) onun neslindendir.
İshÂk (a.s) babasının vefÂtından sonra Şam ve Filistin halkına peygamber olarak gonderildi. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“SÂlihlerden bir peygamber olarak O ’na (İbrÂhîm ’e) İshÂk ’ı mujdeledik. Kendisini ve İshÂk ’ı mubÂrek (kutlu ve bereketli) eyledik. LÂkin her ikisinin neslin­den iyi kimseler olacağı gibi, kendine acıktan acığa kotuluk edenler de olacaktır.” (es-SÂffÂt 37/112-113)
Hz. İshak ’ın neslinden pek cok peygamber gelmiştir.
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak (a.s), diğer guzel vasıfları yanında bilhassa Allah ’a tevekkul ve teslimiyetleriyle bizlere ornek olmuşlardır.
13.7. Hz. Lût (a.s) Lût (a.s), Hz. İbrÂhîm ’in kardeşinin oğludur. Ona iman etmiş ve onunla birlikte Şam ’a hicret etmiştir. Daha sonra Filistin ’deki Sodom bolgesine peygamber olarak gonderildi. Bu bolgenin ahÂlîsi dinden cıkmış ve o zamana kadar hicbir kavmin yapmadığı gunahlara cur ’et eden insanlardı. Lût (a.s) onlara, “DunyÂda sizden once hic kimsenin yapmadığı bir hayÂsızlığı mı yapıyorsunuz?[47] Rabbinizin sizler icin yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar icinde erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, sınırı aşmış sapık bir kavimsiniz!” dedi.[48]
Kavminin cevÂbı: “Lût ’u ve ona inananları memleketinizden cıkarın! Cunku onlar, fazla temizlenen insanlarmış!” demekten başka bir şey ol­madı.[49]
Onlar bu fecî gunahlarda ısrar edince Allah TeÂl beldelerinin altını ustune getirdi ve uzerlerine balcıktan pişiri­lip istif edilmiş taşlar yağdırdı.[50]
CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“Lût ’a da doğru hukum kÂbiliyeti ve ilim verdik; onu cirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Gercekten onlar fen işler yapan kotu bir kavimdi. O ’nu rahmetimize kabûl ettik; cunku O, sÂlihlerden idi.” (el-Enbiy 21/74-75)
13.8. Hz. Ya‘kûb ve Hz. Yûsuf (a.s) Ya‘kub (a.s), Hz. İshak ’ın oğludur. Lakabı “İsrÂîl” olduğu icin neslinden gelen insanlara “Benî İsrÂîl” denilmiştir. Yûsuf (a.s) da Hz. Ya‘kub ’un oğludur. Bu iki peygamberin kıssası Kur ’Ân-ı Kerîm ’de “Ahsenu ’l-kasas: Kıssaların en guzeli” diye tavsif edilir.
Hz. Ya‘kûb ’un on iki oğlu vardı. Onların icinde en fazla Hz. Yûsuf ’u, ondan sonra da kardeşi Bunyamin ’i severdi. Yûsuf (a.s) cocuk iken bir ruy gormuştu, on bir yıldız, guneş ve ay kendisine secde ediyordu. Babası, “Yavrucuğum! RuyÂnı sakın kardeşlerine anlatma! Sonra onlar sana hasedleri sebebiyle tuzak kurarlar. Cunku şeytan, insanın apacık bir duşmanıdır. Rabbin seni sececek. Sana ruyÂda gorulen hÂdiselerin tÂbirine dÂir ilim verecek, daha once iki atan İbrÂhîm ve İshÂk ’a nîmetini tamamladığı gibi, sana ve Ya‘kûb soyuna da nîmetini tamamlayacak” dedi.[51] Gercekten de buyuk kardeşleri Yûsuf ’u kıskandılar. Onu oldurerek babalarının teveccuhunu kazanmak istediler. Hz. Yûsuf ’u, gezip eğlenme bahanesiyle kıra goturup bir kuyuya attılar. Babalarına da kardeşlerini kurdun yediğini soylediler. Hz. Ya‘kub bu soze inanmadı ama başka yapacak bir şeyi de yoktu. Cok uzuldu ve yıllarca gozyaşı doktu, nihayetinde gozlerini kaybetti. Kuyunun yanından gecen bir kÂfile su almak isteyince Hz. Yûsuf ’u buldu. Onu Mısır ’a goturup Azîz ’e yani mÂliye bakanına sattılar.
Yûsuf (a.s) cok guzel olduğu icin Azîz ’in hanımı ona Âşık oldu. Yûsuf (a.s) teklifini reddedince de iftira atarak onu zindana attırdı. Yûsuf (a.s) oradaki insanları dine davet edip hidayetlerine vesile oldu. Bir muddet sonra Mısır Firavun ’u bir ruya gordu. Ama kimse onu tabir edemedi. Firavun ’un daha once zindandan cıkan şerbetcisi bu ruyayı ancak Hz. Yûsuf ’un tabir edebileceğini soyledi. Ruyaya gore yedi sene bolluk, ardından yedi sene kıtlık, ondan sonra da bir sene insanlar pek ziyade varlık goreceklerdi. Firavun, Hz. Yûsuf ’u yanına getirmelerini soyledi. Ama o, mÂsumiyetini tasdik ettirmeden zindan cıkmadı. Kadınlar iftira attıklarını itiraf ettiler. Firavun, Hz. Yûsuf ’u kendisine husûsî danışman edindi. Yûsuf (a.s) o sıkıntılı gunlerde mÂlî işleri kendisinin en guzel şekilde yapabileceğini soyledi. Bunun uzerine mÂliye bakanı yapıldı.
Kıtlık yıllarında erzakı biten insanlar akın akın Mısır ’a geliyorlardı. Başka yerde yiyecek bir şey kalmamıştı. Hz. Yûsuf ’un kardeşleri de Filistin ’den Mısır ’a erzak almak icin geldiler. Hz. Yûsuf ’u tanıyamadılar. Ucuncu gelişlerinde Yûsuf (a.s) kendisini onlara tanıttı. Kardeşleri:
“–Allah ’a yemin olsun, hakikaten Allah seni bize ustun kılmış. Gercekten biz hataya duşmuşuz” dediler. Yûsuf (a.s):
“–Bugun yaptıklarınız yuzunuze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir. Şu benim gomleğimi goturun de onu babamın yuzune koyun, gozleri gorecek duruma gelir; butun ailenizi de bana getirin” buyurdu.[52]
Gomlek Mısır ’dan yola cıkınca Ya‘kûb (a.s) onun kokusunu aldı ama kimse ona inanmadı ve boyle bir şeye ihtimal vermedi. Gomleği Hz. Ya‘kûb ’un yuzune surunce gozleri acıldı. Oğulları:
“–Ey babamız! Bizim icin istiğfar ediver! Cunku biz gercekten hata ettik” dediler. Ya‘kûb (a.s):
“–Sizin icin biraz sonra Rabbimden af dileyeceğim. Şuphesiz O cok bağışlayan, pek merhamet edendir” dedi. Yûsuf ’un yanına girdiklerinde anne babasını bağrına bastı ve “Allah ’ın izniyle Mısır ’a emniyet icinde girin” dedi. Anne babasını makamına cıkardı. Hepsi onun huzurunda yere kapandılar; Yûsuf (a.s):
“–Babacığım! İşte daha once gorduğum ruyanın mÂnası buymuş; Rabbim onu gercekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana lutuflarda bulundu: Beni zindandan cıkardı, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi colden cıkarıp buraya getirdi. Şuphesiz Rabbim dilediğine cok lutufkÂrdır. Şuphesiz O cok iyi bilendir, hikmet sahibidir” dedi. Sonra şoyle dua etti: “Ey Rabbim! Bana iktidar verdin ve bana ruyaların yorumunu da oğrettin. Ey gokleri ve yeri yaratan! Dunyada da Âhirette de beni yonetip himaye eden sensin. Musluman olarak canımı al ve beni sÂlih kullarının arasına kat!”[53]
Ya‘kûb (a.s) diğer guzel vasıfları yanında bilhassa sabrıyla, Yûsuf (a.s) da iffeti ve affediciliği ile ornek olmuştur.
13.9. Hz. Eyyûb (a.s) Hz. İshak ’ın neslindendir. Allah TeÂl mallarını ve evlatlarını alarak onu buyuk bir imtihana tabi tuttu. Kendisi de ağır bir şekilde hastalığa yakalandı. Eyyûb (a.s) butun musibetlere sabretti. Allah TeÂl bir rahmet ve akl-ı selîm sÂhipleri icin de bir ibret olmak uzere, ona hem Âilesini, hem de onlarla beraber bir mislini kendisine bağışladı.[54]
Âyet-i kerimede şoyle burulur:
“...Gercekten Biz Eyyûb ’u sabırlı (rız hÂlinde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! DÂim Allah ’a yonelirdi.” (SÂd 38/44)
Eyyûb (a.s) diğer guzel vasıfları yanında bilhassa sabrıyla bizlere ornek olmuştur.
13.10. Hz. Şuayb (a.s) Medyen ve Eyke ahÂlîsine peygamber olarak gonderilmiştir. Zulme ve kufre iyice dalmış olan bu insanlar, Hz. Şuayb ’in butun uyarılarına rağmen yaptıklarından vazgecmediler. Bilhassa olcu ve tartıda adalete riayet etmediler, doğru tartıyla tartmadılar. Hûd Sûresi 84-85. Âyetlerde Hz. Şuayb ’in kavmine hem olcu ve tartıyı eksik yapmamayı, hem bunları tam yapmayı, hem de insanların mallarını eksiltip değerini duşurmeye calışmamayı peş peşe ısrarla emrettiği gorulur. Şuʻara Sûresi ’nin 181-183. Âyetlerinde aynı emir ve tavsiyeler tekrar edildikten sonra sağlam ve doğru terazi ile tartma emri ilave edilir. Buna riayet edilmediği takdirde yeryuzunde fesadın zuhur edeceği haber verilir.
Peygamberlerine itaat etmeyen bu kavimler nihayetinde helÂk edildiler. Medyen halkını dehşetli bir sayha ve sarsıntı yakalayarak yurtlarında yere seriverdi.[55] Eyke halkının uzerine de golgesinde serinlemek istedikleri buluttan ofkeli alevler yağdı[56], yurtları, sanki orada hic kimse yaşamamış gibi harabeye donuverdi.[57] İbn AbbÂs (r.a), bu tarihî gerceğe işaret ederek Medîne carşısında esnafa şoyle seslenmiştir:
“Ey acemler! Siz oyle iki şeyin başına getirildiniz ki sizden once pek cok ummet onlar yuzunden helÂk olmuştur: Onlar olcu ve tartıdır!”[58]
Halef b. Havşeb (o. 140 civÂrı) de şoyle demiştir: “Hz. Şuayb ’in kavmi arpa sebebiyle helak oldu. (Baştan bir iki arpa fazla eksik tartıyorlardı, sonra bu hile buyuyup gitti.) Alırken ağır bir şekilde alıyor, verirken hafif veriyorlardı.”[59]
Şuayb (a.s) diğer guzel hasletleri yanında bilhassa teraziyi adaletle tutma ve kimseye en ufak bir haksızlık yapmama konusunda bizlere ornek olmuştur.
13.11. Hz. Musa ve Hz. HÂrun (a.s) Hz. Ya‘kûb ’un oğulları Mısır ’a gelmiş ve orada coğalmışlardı. On iki kardeşten on iki buyuk kol olmuştu. Ama zamanla Firavunlar ve Mısır ’ın yerlisi olan Kıptîler İsrÂiloğullarını aşağılayıp ağır işlerde calıştırmaya başladılar. Bu durumdan bunalan İsrÂiloğulları Mısır ’dan cıkıp ata yurdu Ken‘an diyarına donmek istiyor, ama Firavunlar buna izin vermiyordu. On iki kabile bir araya gelemedikleri icin bu elîm esaretten kurtulamıyorlardı.
Allah TeÂl iclerinden Hz. Musa ’yı onlara peygamber olarak gonderdi. Firavun ’u tevhide davet ederek işe başlayacaktı. “Rabbim! Yureğime genişlik ver! İşimi kolaylaştır! Dilimden şu bağı coz ki sozumu anlasınlar! Bana Âilemden bir de vezîr (yardımcı) ver! Kardeşim HÂrûn ’u. Onunla beni kuvvetlendir! Ve onu işime ortak kıl! Boylece seni bol bol tesbîh edelim ve cok cok zikredelim! Şuphesiz sen bizi gormektesin” diye yalvardı. Allah TeÂlÂ, “Ey MûsÂ! İstediğin sana verildi” buyurdu.[60]
Ancak ne Firavun ne de Mısırlılar imana gelmiyorlardı. Musa (a.s) İsrailoğullarının on iki boyunu bir araya getirip binbir guclukle Mısır ’dan cıkardı. Peşlerine duşen Firavun ve ordusu Kızıldeniz sahilinde onlara yetişti. Musa (a.s) Allah ’ın emriyle asÂsını denize vurdu, denizde on iki yol acıldı. Muslumanlar karşıya gecti, onları takip eden Firavun ve ordusu denizde boğuldular.
Benî İsrÂil ’in yurtlarını AmÂlika kabilelerinden bir takım zorba ve cebbÂr insanlar istîl etmişti. Onları oradan cıkarmak gerekiyordu. İsrÂîloğulları cihÂdı goze alamayarak “biz onlarla savaşamayız” dediler. Bu sebeple kırk sene Tîh sahrasında donup durmakla cezalandırıldılar. Bir yere cıkıp gidemediler. “Keşke Mısır ’dan cıkmasaydık” demeye başladılar. Allah TeÂl onlara Kudret helvası ve Bıldırcın eti ikram ettiği hÂlde bir muddet sonra “Biz sarımsak, soğan, bakla isteriz” dediler. Hz. Musa da kızarak “Haydi Mısır ’a gidin, istediğiniz şeyler orada var” dedi.
Allah TeÂlÂ, Hz. Mûs ’ya Tevrat ’ı verdi. Zamanla eski nesil olup yerine yeni bir nesil geldi. Bunlar Tîh sahrasında yetişmiş, dayanıklı ve mucadeleci insanlardı. Musa (a.s) onları alarak duşmanla muhÂrebe etti. Şerîa nehrinin doğusuna sahip oldu. Erîha şehrinin karşısındaki dağa cıkarak İsrailoğullarına va‘d edilen Ken‘an ilini seyrettirdi. Hz. Yûsuf ’un neslinden olan Hz. YûşÃ‚ ’yı yerine vekil tÂyin ettikten sonra vefat etti. HÂrun (a.s) ise savaştan once vefat etmişti.
BilÂhare kendisine peygamberlik verilen YûşÃ‚ (a.s) İsrailoğullarını colden cıkardı, Ken‘an ilini zorbalardan aldı ve Şam diyarını fethetti.
Musa (a.s) Allah katında şerefli ve mevkî sÂhibi bir kimse idi.[61] Diğer guzel hasletleri yanında bilhassa tebliğ azmi ve yumuşak bir lisanla Firavun gibi azgın bir idareciyi Hakk ’a dÂvet etme husûsunda bizlere ornek oldu.
13.12. Hz. DÂvûd ve Hz. Suleyman (a.s) DÂvûd (a.s) hem peygamber hem de sultan idi. Yahûdi kabilelerini bir araya getirdi. Kendisine Zebûr verildi. Bu kitap, oğut, dua ve munÂcÂtlardan ibaretti. Şer‘î hukumlerde ise Hz. Musa ’nın şeriatiyle amel ediyorlardı.
Âyet-i kerimelerde şoyle buyrulur:
“Gercekten Biz, dağları (ona) boyun eğdirdik, akşam-sabah O ’nunla beraber tesbîh ederlerdi. Kuşları da toplanmış olarak (ona itaat) ettirdik. Hepsi onun (zikrine katılmak) icin donup gelirlerdi.” (SÂd 38/18-19. Bkz. el-Enbiy 21/79)
“Ona demiri yumuşattık. «Geniş zırhlar îmÂl et, dokumasında da olcuyu gozet ve (ehlinle birlikte) sÂlih amel işleyin! Cunku Ben, ne yaparsanız hakkıyla gorenim» (diye vahyettik).” (Sebe ’ 34/10-11. Bkz. el-Enbiy 21/80)
DÂvûd (a.s) zırhlar yapar Allah yolunda cihÂd ederdi.
CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“Biz DÂvûd ’a SuleymÂn ’ı verdik. SuleymÂn ne guzel bir kuldu! Doğrusu o, dÂim Allah ’a yonelirdi.” (SÂd 38/30)
Allah TeÂl Hz. DÂvûd ’a ve Hz. SuleymÂn ’a ilim vermiş, kuşların lisÂnını oğretmiş ve her şeyden nasipler lutfetmişti.[62]
Allah (c.c), insan, cin, hayvÂnÂt ve ruzgÂrı Hz. Suleyman ’ın emrine verdi. Onun icin erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttı.[63] Suleyman (a.s) cihÂd sebebiyle atları cok severdi.
Ondan sonra Hz. İlyÂs, Hz. Elyesa‘, Hz. Zulkifl ve Hz. Yûnus (a.s) İsrÂiloğullarına peygamber olarak gonderildiler. Bu donemde yaşayan Hz. Uzeyr, Hz. Zulkarneyn ve Hz. Lokman ’ın peygamber olup olmadıkları ihtilaflıdır. EvliyÂullah ’tan sÂlih birer zÂt oldukları rivayet edilir.
TÂrih boyunca İsrÂiloğulları kÂh doğru yoldan gider kÂh isyÂn ve azgınlıkla hak yoldan cıkarlardı. Onlar dinden uzaklaştıkca Allah TeÂl uzerlerine bir duşman musallat eder, bazen esarete, bazen farklı musibetlere uğrar, zaman zaman da başsız kalıp perişan olurlardı. Sonra Allah ’a donup dua ederek bu tur musibetlerden kurtulurlardı. Onların tÂrihinden ibret alarak bugun biz de Allah ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederek icine duştuğumuz sıkıntılardan kurtulmalıyız.
13.13. Hz. ZekeriyyÂ, Hz. Yahy ve Hz. İsa (a.s) Zekeriyy (a.s), Hz. Suleyman ’ın neslindendi. Yahy (a.s) onun oğlu,[64] İsa (a.s) da Hz. Yahy ’nın teyzesinin torunu idi.[65]
Meryem sûresinde Allah ’ın Hz. Zekeriyy ’ya olan rahmetinden bahsedilir. O, gizli bir sesle Rabbine yalvarmış, “Rabbim! Şuphesiz kemiklerim gevşedi. Sacım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda, cevapsız bırakılarak hic mahrum olmadım. Gercek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarımın isyankÂr olmalarından korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir cocuk bağışla ve onu rızÂna ulaşmış bir kimse kıl!”[66] “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın”[67] diye dua etmişti.
Allah ’ın Hz. Meryem ’e sebepsiz olarak mucizevî bir şekilde rızık verdiğini gormesi uzerine boyle bir istekte bulunduğu rivayet edilir.[68] Buna şu sebebi de ilave edebiliriz: Mabette ibadetle meşgul olan kucuk yaştaki Hz. Meryem ’in bakımı ve kefaleti icin cekilen kura Hz. Zekeriyy ’ya cıkmıştı. Devamlı onunla meşgul olurken onun nasıl guzel bir kulluk hayatı yaşadığını ve duygu zenginliğine sahip olduğunu goruyordu. Onun bu hÂline ozenerek Meryem (a.s) gibi “Allah ’a teslim olmuş, temiz, iffetli” bir cocuğunun olmasını istemiş olabilir.
Allah TeÂlÂ, Hz. Zekeriyy ’ya “Yahy” isminde bir oğlan cocuğu vereceğini mujdeledi ve onun isminin daha evvel kimseye verilmediğini bildirdi. Zekeriyy (a.s) ’ın bu duası ile kendisine verilen mujde arasında 40 sene gectiğini soyleyenler olmuştur.[69] Bu mujde karşısında sevinen Zekeriyy (a.s) buyuk bir şaşkınlık icinde hanımının kısır, kendisinin de ihtiyarlığın son noktasına gelmiş olduğu hÂlde nasıl cocuklarının olacağını sordu. Boyle bir şeyin gercekleşeceğinde şuphesi yoktu ancak bunun keyfiyetini soruyordu. Allah TeÂlÂ, kendisini hicbir şey değilken yarattığı gibi Hz. Yahy ’yı yaratmasının da kolay olduğunu ifade etti. Bunun uzerine Zekeriyy (a.s) meleklerin bildirdiği bu mujde hususunda kalbinin mutmain olması icin bir işaret istedi. Allah TeÂl istediği işaretin, sapasağlam hÂline rağmen uc gun insanlarla konuşamaması olduğunu bildirdi. Bunun uzerine Zekeriyy (a.s) ibadethaneden kavminin yanına cıktı ve işaretle onlara sabah akşam Allah ’ı tesbih etmelerini soyledi.[70]
Bunlara ilave olarak Âl-i İmrÂn sûresinde Hz. Zekeriyy ’nın Rabbinin katından temiz ve mubarek bir zurriyyet istediği, mÂbette kalkmış ibadet ederken meleklerin kendisine nida ederek Allah ’ın kendisini, Hz. İsa ’yı tasdik edecek, efendi, nefsine hÂkim ve sÂlihlerden bir peygamber olan Hz. Yahy ile mujdelediğini bildirdikleri haber verilmiştir. Hayretle bunun nasıl olacağını sorması uzerine de “Allah ’ın dilediğini yapacağı” cevabı verilmiştir. AlÂmet olarak uc gun konuşamayacağı bildirildikten sonra kendisine “Rabbini cokca zikret, sabah akşam tesbih et!” emri verilmiştir.[71]
Muhammed b. KÂʻb (o. 108/726 [?]) der ki: “Allah birine zikri terkedebileceğine dair ruhsat verecek olsaydı, “Senin icin alÂmet, insanlarla uc gun konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir”[72] buyurduğu zaman Hz. Zekeriyy ’ya ruhsat verirdi. Ancak ona bunun ardından “Ayrıca Rabbini cokca zikret, sabah akşam tesbih et!” buyurmuştur.[73] Zemahşerî ’ye (o. 538/1144) gore Hz. Zekeriyy ’nın insanlarla konuşamayışı, Allah ’ın bu buyuk nimetine şukur icin o muddet zarfında dilini Allah ’ı zikre vermesi, başka şeylerle meşgul etmemesi icindir.[74] Muhtelif rivayetlere gore Zekeriyy (a.s) o zaman yetmiş veya yetmiş kusur yaşındaydı.[75] Kendisinin 92 veya 120, hanımının 98 yaşında olduğu da soylenmiştir.[76]
Abdullah ibn Hakîm şoyle der: Ebû Bekir (r.a) bize bir hutbe îrad etti ve şoyle dedi:
“Size, Allah ’a karşı takv sÂhibi olmanızı tavsiye ederim. O ’nu lÂyık olduğu şekilde sen edin! Korku ile umid arasında olun, Allah ’tan isterken ısrÂr edin! Allah -azze ve celle- Zekeriya (a.s) ile Âilesini overek şoyle buyuruyor:
«…Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin bir huşû icindeydiler».”[77]
Allah TeÂl doğduğu gun Hz. Yahy ’ya selÂm etti. Aynı şekilde oleceği gun ve dirileceği gun de selÂm edeceğini bildirdi.[78] Yani onu her turlu kotuluk, gunah, sıkıntı, azap ve korkudan emin kılacağını, selÂmete cıkaracağını haber verdi.
Yahy (a.s) daha kucuk yaşlarda iken Allah TeÂl ona hikmet, kalp yumuşaklığı, ruh temizliği ve sÂfiyeti vermişti. O, Allah ’tan sakınan, takv sahibi, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. Asla isyancı bir zorba olmadı.[79]
Hz. Yahy ’nın son derece olgun bir cocukluk hayatı gecirdiği nakledilir. Sekiz yaşında Beytu ’l-Makdis ’in hizmetine girip on beş yaşına kadar orada gunduzleri hizmet ettiği, geceleri de gozyaşları icinde ibadette bulunduğu rivayet edilir.[80] İbnu ’l-Esîr (o. 630/1233) onun kadınları hic arzu etmediğini ve cocuklarla oyun oynamadığını nakleder.[81] Cocuklar yanına gelip; “Haydi gidip biraz oynayalım” dediklerinde o; “Biz oyun icin mi yaratıldık?” derdi.[82] İşte “Biz ona daha cocuk iken hikmet vermiştik”[83] Âyetinin bu duruma işaret ettiği soylenir.[84] Yani o cocukluğundan beri Allah ’a karşı guclu bir itaat hayatı yaşamıştır.[85]
Yahy (a.s) buyuyup gencleştiğinde Allah TeÂl ona, “Ey Yahy kitaba sımsıkı sarıl!” buyurdu.[86] Kendisine peygamberlik verdi.
Muhtelif rivayetlerden Hz. Yahy ’nın gencliğinde şatafattan uzak, sade bir hayat yaşadığı anlaşılır. Onun yemesi, icmesi ve giyinmesi son derece mutevazı idi.[87] İnsanlara da, fazla yiyecek ve giyeceklerini paylaşmalarını, kanaati, ac gozlulukten ve zorbalıktan uzak durmayı, guzel ahlÂkı, adÂleti tavsiye ederdi. Gunahlardan uzak durmaya, tevbe ederek manevî temizliği elde etmeye ayrı bir ehemmiyet verirdi. Ahiret ve hesap gunu icin hazırlanmayı ısrarla vurgulardı.
Genc yaşta Tevrat ’ı eline almış, İsrailoğullarına vaaz ve nasihat etmeye başlamıştı. Daha sonra da Hz. Musa ’nın şeriatı ile amel etmek uzere İsrailoğullarına peygamber olarak gonderildi.[88]
KÂʻb el-AhbÂr (o. 32/652), Hz. Yahy ’nın yuzu ve sûreti guzel, yumuşak huylu bir genc olduğunu nakletmiştir.[89]
Yahy (a.s) gunahlardan uzak duran tertemiz bir genc idi, bedenini Rabbine tÂatte kullanır, devamlı amel-i sÂlihler işlerdi.[90] Her turlu hayır ve iyilik hususunda artarak devam eden bir gelişim gosterirdi.[91] Rasûlullah (s.a.v) Hz. Yahy ’nın cok hayırlı bir kişi olduğunu ifade ettikten sonra bunun sebebinin de Allah ’ın onu Kur ’Ân ’da guzel vasıflarla anlatması olduğunu soylemiş, ilgili Âyetleri okumuş ve sonunda; “Hicbir kotuluk yapmadı, hatta boyle bir şeyi aklından bile gecirmedi” buyurmuşlardır.[92]
Yine Rasûlullah (s.a.v) şoyle buyurmuşlardır: “Âdemoğullarından herkes mutlaka bir hata (gunah) işlemiş veya buna istek duymuştur, ancak Yahy b. Zekeriyy bunun hÂricindedir.”[93] Abdullah b. Amr (o. 65/684-85): “Herkes mutlaka Allah ’ın huzuruna gunahla cıkar, ancak Yahy b. Zekeriyy bundan mustesnadır” demiş ve “Efendi, nefsine hÂkim, iffetli”[94] Âyetini okumuştur.[95]
Rivayetlere bakıldığında Hz. Yahy ’nın 32 yaşında şehid edildiği anlaşılmaktadır.[96] Bazı kaynaklara gore, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de İsrÂiloğulları ’nın yeryuzunde cıkaracağı bildirilen[97] iki fesattan ikincisi onların Hz. Yahy ’yı oldurmeleri ve Hz. Îs ’yı da oldurmeye teşebbus etmeleridir.[98]
Hz. Îs ’nın annesi Hz. Meryem, DÂvûd (a.s) ’ın neslindendir. Annesi, “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen” diye onu Beyt-i Makdis hizmetine vakfetti.[99] Hz. Meryem doğunca onu Beyt-i Makdis ’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem ’i kimin himÂyesine alacağına dÂir kur‘a cektiler. Cekilen kur‘a Hz. Zekeriyy ’ya cıktı. Zekeriyy (a.s) onu alıp hanımının yanına goturu. Hz. Meryem teyzesinin yanında buyudu. Hz. Meryem buyuyunce Zekeriyy (a.s) Beytu ’l-Makdis ’te ona bir oda tahsis etti. Hz. Meryem orada gece-gunduz ibÂdetle meşgul olurdu. TakvÂsıyla ornek gosterilir olmuş, kendisinden kerÂmetler zuhur etmeye başlamıştı. Kur ’Ân-ı Kerim ’de onun “sıddîka” olduğu bildirilir. Bir gun melekler kendisine gelerek “Ey Meryem! Allah sana ken­disinden bir Kelime ’yi mujdeliyor. Adı Meryem oğlu Îs ’dır. Mesîh ’tir; dunyÂda da, Âhirette de îtibarlı ve Allah ’ın kendi­sine yakın kıldıklarındandır” dediler. Hz. Meryem: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hÂlde nasıl cocuğum olur?” dedi. All