Bugunlerde Turkiye'de ilahiyat camiasının gundemine sokulmak istenen ve Kur ’Ân'ın bir insan sozu olduğunu ispat etmek (!) gibi beyhude uğraşlar peşinde koşan tarihselciliğin mahiyetinin ve maksadının ne olduğu artık netleşmiş gozukmektedir.KUR'ÂN AYETLERİNDE AHLAKİ SORUNLAR BULUNDUĞU (!) İDDİASI Tarihselcilik diye anılan anlayışın sonunda gelip vardığı nokta, Kur'Ân'ı -en azından onun belirsiz bir kısmını- bir insan sozu saymak oldu. Gerekcesi ise bu sonuctan daha vahimdi. Tarihselciliğin cıkarımına gore, bazı ayetler ahlaken sorunluydu ve bunlar Allah'ın ahlakına yakışmıyordu (hÂşÃ‚!).
Mesela tarihselci zihniyet, Kur ’Ân ’ın, Mekke donemindeyken ehl-i kitÂb hakkında olumlu ifadeler kullanmasının ve ardından Medine doneminde muslumanlar guclenince ehl-i kitÂba karşı savaş ilan etmesinin ahlaken bir celişki olduğunu varsayıyor, bu konudaki ayetlerin politik bir dile ve usluba sahip olduğunu iddia ederek bunların Allah'a değil Peygambere ait sozler olduğunu ispat etmeye calışıyordu. Aksi halde “Allah ’ın ahlakiliği"nin gundeme geleceğini iddia ederek soz konusu ayetlerin ahlaken sorunlu olduğunu soylemiş oluyordu. Fakat Allah'ın (c.c.) ahlakını eleştirmeyi goze alamayıp Kur ’Ân ’daki sorunlu ayetlerin (!) O'nun değil, olsa olsa bir insanın yani Peygamberin sozu olabileceğini soyluyordu. Tarihselciliğin bu cıkarımında, ahlaken sorunlu olduğu iddia edilen ayetlerin sebebi olarak Peygamber gosteriliyordu. Yine Mekke donemindeki hukumlerin daha derinlikli ve ahlÂkî icerikli olduğu, Medine donemindeki hukumlerin iseyuzeysel ve siyasi olması hasebiyle dinî-ahlÂkî tekamul bakımından sapmalara ve duraksamalara yol actığı ithamında bulunan soz konusu anlayış, dinin temellerini eleştirmiş oluyordu. Bu donemdeki hukumlerin Allah'ın izni dışında gelmesi soz konusu olamayacağına gore, bunların ahlaki tekamulde sapmaya ve duraksamaya yol actığının soylenmesi doğrudan Allah'ın hukumlerine yani ayetlerine bir eleştiriydi. Zaten bu satırların yer aldığı tebliğin başlığı da "Cihad Ayetleri" idi. (M. Ozturk, “Cihad Ayetleri: Tefsir Birikimine, İslam Geleneğine ve Gunumuze Yansımaları”, 2016, s. 154-155, 157, 201-202)
Tarihselciliğin, esmÂ-i husn ile ilgili de kabul edilemez iddiaları vardır. Bu yaklaşıma gore, Allah'ın, Kur'an'da kendisini yuceltmesi, buyukluğunden bahsetmesi ve kendisi hakkında ovucu sıfatlar kullanması duşunulemez, cunku ovunme ve iftihar, cahiliyye adetidir. Bu sebeple Kur'an'da gecen esmÂ-i husnÂyı, Allah'ın sozleri değil Peygamberin sozleri olarak kabul etmek gerekir (!) Mesela Kur'an'da ayetlerin bir parcası olarak gecen Kebîr, Mutekebbir, Muntekım, Rahim, Rahman ve Vedûd gibi isimler bu anlayışa gore Allah'ın kendine verdiği isimler değildir, bunları Peygamber "kendi varlık tecrubesinden hareketle" formule etmiş, Allah'ı insan bicimci sıfatlarla tanıtarak kendi diliyle Allah adına konuşmuştur. Bu esmÂnın her biri, şirk ve muşrik zihniyete karşı bir tepki ifadesidir. (Ozturk, Kur ’Ân, Vahiy, Nuzûl, 2016, s. 222-227)
Tarihselciliğin Kur'an'da beşer sozu saydığı hususlardan biri de, ayetlerde bazı kafirlere yonelik olarak yer alan telin ve beddua ifadeleridir. Tarihselciye gore, başkasına beddua etmek bir acizlik ve caresizlik gostergesi olup Allah'a yakışmaz. Boylece tarihselci, başta "Ebu Leheb'in elleri kurusun! Kurudu zaten." ayeti (Tebbet sûresi) olmak uzere kafirler ile İsrailoğullarına lanet ve beddua okuyan ayetleri Allah'ın değil Peygamberin sozleri saymaktadır. Ona gore, bu sozler Hz. Peygamberin yaşadığı iyi-kotu tecrubeler ve bu tecrubelerle ilgili farklı hallerin yansıması gibidir. (Kur ’Ân, Vahiy, Nuzûl, s. 225-227) Halbuki bu tur ayetler gecmiş ulemamız tarafından gayet guzel acıklanmış ve hic bir musluman alim, tarihselcilerin bu anılan gerekcelerine dayanarak bazı ayetlerin Allah'ın sozu olmayıp Peygamber'in sozu olduğunu iddia etmemiştir. Bu yuzden Kur'an'ın bazı sozlerinin Allah'a ait olmadığı mahiyetindeki tarihselcilere ait iddia, Kur'an tarihi acısından cok buyuk bir ithamdır. Gunumuz Muslumanları arasında buyuk şaşkınlık ve tepkiyle karşılanmıştır, karşılanmaya devam etmektedir.
Kur'Ân'ın ehl-i kitabla ilgili ayetlerinin Mekke-Medine donemindeki iceriği hakkında ve Medine donemindeki savaşlara ait hukumlerle ilgili olarak tarihselciliğin kendini konumlandırdığı taraf da ilginctir. Başta Peygamberimizin (s.a.s) yaşadığı cileli donem olmak uzere, tarihte meydana gelen savaşların tek musebbibi olarak muslumanları ve Kur ’Ân ’ı gosteren bu anlayışın, o donemdeki Muslumanların cektiği sıkıntıları ve duşmanlarının hasmane tutumlarını hic dikkate almaması ve adeta ehl-i kitÂb yanlısı bir tutum sergilemesi dikkat cekiyordu. Savaşla ilgili ayetlerde ahlaken isabetli olmayan bir şeylerin varlığını iddia etmesi garipti. Nitekim aynı anlayışın sahibi, bir gazetedeki koşe yazısında, şark kulturunun bir bireyi olmaktansa “şovalye ruhlu” bir birey olmayı tavsiye ediyor, şovalye ruhluluğun onurlu ve ilkeli yaşam demek olduğunu soyleyerek batı hayranlığını acığa vuruyor, şark kulturune onursuzluk imasında bulunuyor, onu yalancılık, kalleşlik ve kindarlık gibi olumsuz sıfatlarla anıyordu. (Mustafa Ozturk, Karar Gazetesi, 17 Kasım 2018) Aynı anlayışın sahibi, Allah ’ın adını yuceltmek adına bir savaş yapılamayacağını, şayet iʻlÂ-i kelimetullÂh adına savaşmak soz konusu olacaksa, haclı seferlerinin fetih sayılması gerekeceğini de soylemişti. (Ozturk, “Cihad Ayetleri”, s. 215)
BU İLK DEFA OLUYOR Ahlaken sıkıntılı oldukları gerekcesiyle, ayetleri bir beşer urunu saymak, bildiğimiz kadarıyla tarihte hic bir musluman Âlimin ileri surmediği bir iddiadır. Bu ilk defa oluyor. Dolayısıyla tevilin ve yorumun butun sınırlarını zorlayıp dışına taşıyor. Boylece bugune kadar kuşkuyla bakılan ve nereye varacağı kestirilemeyen tarihselciliğin amacı ve misyonu da ortaya cıkmış oluyor.
Esasen bizim geleneğimizde nesih vardı, esbÂb-ı nuzûl, ta'lîl, ictihad, kıyÂs, istihsÂn, maslahat ve makÂsıd gibi kavramlar vardı. Yeni turemiş olan tarihselcilik kavramını bir turlu kavrayamamıştık ve bu coğrafyada ona soğuk davranmıştık. Neyse ki tefsir dalındaki tarihselci akademisyenlerden Mustafa Ozturk, başta yukarıda zikrettiğimiz cihadla ilgili tebliği olmak uzere ceşitli yazılarında Kur ’Ân ayetlerinin Peygamber sozu olduğunu ileri surerek bu ekolun amacını şupheye yer bırakmayacak olcude acık etti. (Ayrıca bkz. Kur ’Ân, Vahiy, Nuzûl, s. 141-142, 144-148, 199-206, 214, 222-228; “Cihad Ayetleri", s. 201-202)
EN UC İDDİALAR Malumdur ki, duşunce dunyasında ortaya atılan teorilerin yerleşmesi veya tedavulden kalkması genellikle birkac nesli bulan bir surectir. Tarihselciliğin bu kadar hızlı bir şekilde bu noktaya gelmesi ve en uc iddialar ile Âdeta intihara teşebbus etmesi, musluman dunya ve ozellikle de Turkiye Muslumanları icin hayırlı bile sayılabilir.
Mezkur yazarın, Kur ’Ân ’ı ahlaken sorunlu bulan soylemi, bir tebliğin tek bir paragrafında ortaya cıkmış munferit bir iddia değildir. Zaten kendisi de, eleştiriler uzerine hemen ve doğrudan bir duzeltme ya da acıklama yapma gereği duymadı. Ağzımdan kacan bir cumleydi diye savunma yapmadı veya ozur de dilemedi. Gunler sonra bir gazete yazısı yazdı fakat kendi soyleminin odak noktasında yer alan Kur'Ân'ın, Allah'ın ve Peygamberin “ahlakiliğini” sorgulama meselesiyle ilgili olarak o yazıda hicbir kelam etmedi. Sadece Kur ’Ân ’daki mana-lafız ilişkisine yonelik goruşlere değindi. Kendi goruşunun yalnızca lafızla ilgili olduğunu iddia etti. Haddizatında, kıtal ayetleri ve benzeri ayetlerde ahlaki acıdan sorunlar bulunduğunun iddia edilmesi, ayetin lafzına değil anlamına ve iceriğine yonelik bir itirazdır. Bu ayetlerde anlama itiraz etmeden lafzın ve zarfın ahlakiliğinden soz etmek mumkun olabilir mi? Ayet savaşı emrediyorsa başka bir lafızla soylense de yine savaş emri anlamına gelecektir. Bu bakımdan yazarın, gelen eleştiriler uzerine geri adım atmak veya daha guclu savunma yapmak yerine, asıl tartışma noktasını gozden kacırmaya ve tartışmayı basit gostermeye yonelik bir tutum sergilediği soylenebilir.
Allah ’ın ve Peygamberin ahlakiliğinin sorgulanmasında, ağızdan bir anda kacan bir cift soz değil yıllardan beri suregelen, belli bir amaca doğru ilerleyen bir yaklaşım vardır. Yukarıdan beri verdiğimiz ornekler dışında, mezkur yazarın, bircok yazısında ve kitabında bu istikamette ifadeler bulunmaktadır. Mesela Kıssaların Dili kitabında, Hz. İbrahim'in iman adına ahlakı bir tarafa bırakarak oğlunu kurban etmeye calıştığını yazmıştı. Yine aynı kitaptaki satırlarda, bazı ayetlere bakınca "adalet ve ahlak tanrısı gibi gorunen Allah'ın" her zaman boyle davranmadığı ve konjonkture gore tavır alarak şiddete başvurduğu (!) ifade ediliyor, Allah hakkında yakışıksız cumleler kullanılıyordu. (Ozturk, Kıssaların Dili, 2010, s. 53-56, 62, 67, 73-74) Dolayısıyla Allah'ın bile konjonktur gereği ahlak dışına cıktığı ima ediliyordu. Daha doğrusu, Allah ahlak dışına cıkmayacağına gore, ahlak dışına cıktığı değerlendirilen ayetlerin O'na değil Peygambere nispet edilmesinin zemini hazırlanıyordu. Bu esnada zihnin geri planında, Allah'tan ve dinden bağımsız bir ahlakın varlığı tasavvur edilmiş oluyor ve Yuce Allah ile onun ayetleri buna gore eleştiriye ve yargılamaya tabi tutuluyordu. Başka bir deyişle tarihselcilik, ahlakın kaynağına ahlak oğretmeye kalkışıyordu.
KUR'ÂN'DA CELİŞKİ BULUNDUĞU İDDİASI Mezkur yazarın, yazılarında defalarca tekrarladığı ve genellikle oryantalistler ile Omer Ozsoy'a dayandırdığı iddiaya gore, Kur ’Ân celişkilerle ve tekrarlarla dolu bir kitaptır. (Ozturk, Kuran Dili ve Retoriği, s. 18-19, 26-27)
Soz konusu iddiaya kendisinin de katıldığını belirten yazar, bu esnada "Bu Kur ’Ân Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda bircok celişki bulurlardı." (Nisa 4/82) ayetini ve benzeri ayetlerin mesajını yeterli gormemektedir. Hatta onceki ulemÂnın, celişkinin ancak zahiren olabileceği ve hakikatte Allah kelamında tutarsızlık olamayacağı, zahiren var olduğu soylenen celişkilerin ise nesih gibi hususları bilmemekten kaynaklandığı vb. tenzih ve teslimiyet dolu uslubunu bir tarafa bırakarak, bu celişkilerden kurtulmanın ancak kendi yontemini (tarihselciliği) kabul etmekle mumkun olabileceğini iddia etmektedir. (Ozturk, Kuran Dili ve Retoriği, 18-19, 43-49) Kendi yonteminden maksadın ise bazı ayetleri insan sozu saymak olduğu bugunlerde daha iyi anlaşılmıştır. Dolayısıyla ona gore, celişki iddia edilen noktalarda bir kısım ayetleri insan sozu saymamız halinde bunlar feda edilebilecek ve geriye de herhangi bir celişki kalmayacaktır. Bu yaklaşımın Kur ’Ân'ın tahrifiyle eşdeğer olması bir yana, celişkiyi giderecek tek yontemin bu olduğu iddiası, “tarihte ilk defa ben buldum” tavrı bakımından Sozde Kur ’Ân İslamı'nı savunanların yaklaşımına benzerlik arz etmektedir. Ve bu noktada şu soru cok anlamlı olmaktadır: Madem celişkilerden kurtulmanın yolu tarihselcilikse, Yuce Allah bunun icin niye bu kadar sure beklemiştir? Allah (c.c.) kendi kitabını asırlar boyunca celişkilerden kurtarmaktan aciz mi olmuştur ki hÂşÃ‚ onu korumak icin yirminci yuzyılda birilerinin tarihselciliği keşfetmesine mahkum olmuştur?
KİŞİSEL AKLI VE İNDÎ GORUŞLERİ VAHYİN USTUNDE GORME ANLAYIŞI Ahlak zemininden yola cıkma iddiasıyla, insan aklını ayetlerin ustunde gormeye başlayan bu anlayışın bir sure sonra bazı ayetleri değersizleştirmesi ve bu ayetlerin iceriğinden dolayı da Peygamberi itham etmesi, tarihselciliğin bugune kadarki gidişatına gore beklenen bir tavırdı.
Nitekim tarihselci yazarın gecmişte sıklıkla tarihselci yorumu neshe benzetmesi de aklın rolunu vahyin ustune cıkarmaya matuftu. Nasıl ki bazı ayetler diğerlerinin hukmunu kaldırmıştır, işte tarihselci yorum da bunun gibidir ve bazı ayetlerin bugun icin hukmunun kalmadığını soyleyebiliriz, diyordu. Bu esnada acıkca bir hususu ıskalamaya ve dikkatten kacırmaya calışıyordu. Cunku tarihselci bakış acısı, insan aklını esas alarak bazı ayetleri hukumsuz ilan ederken, nesih ise bir ayetin hukmunun yine bir ayetle ve o ayetin sahibi Allah tarafından kaldırılması anlamına gelmektedir. Nesih meselesinde akıl sadece yorumlayıcı tarzda bir role sahipken tarihselci anlayışta akıl, vahiy gibi hatta onu dahi ortadan kaldıran mutlak şÃ‚ri' rolundedir. Aradaki bu farktan dolayı benzetmenin yerinde olmadığının fark edilmesi uzerine bu sefer de tarihselci anlayış, ictihad ile de nesh olur diyerek ayetlerin acık ve kesin hukumlerinin bile kişisel goruşlerle kaldırılabileceğini soyledi ve kıyıdan koşeden bulup MÂturîdi'ye isnat ettiği bir cumle ile bu soylemini meşrulaştırmaya calıştı. (Ozturk, Karar Gazetesi, 11 Şubat 2017; “Kur ’Ân'ı Anlamada Tarihselciliğin İmkan, Sınır ve Sorunları”, 2015; "Cihad", s. 366-367) Halbuki mevrid-i nasta ictihad olamayacağı ve "nass"ı reddeden bir yorumun ictihadın ıstılÂhî tarifine bile sığmayacağı hususu butun ummetce musellemdi. İmÂm MÂturîdî de ummetten farklı duşunmuyor, nassın belirlediği hukumler alanında ve nassa karşı re'y/ictihad ileri surulemeyeceğini hatta hakkında icma olan meselede tartışma yapılamayacağını, icmÂın bağlayıcı olduğunu bircok yerde ifade ediyordu. (Ornek olarak bkz. Te'vîlÂt, III, 229-234, 320; V, 407; IX, 562, 617; X, 419-420)
KUR'ÂN'I RE'Y İLE TEFSİR EDİLMESİ MÂturîdi ’ye isnat edilen cumledeki nesih kelimesinin, ne neshin meşhur olan ıstılahi anlamıyla ne de tarihselciliğin Kur ’Ân'ı beşer sozu sayan yaklaşımıyla alakası vardı. Kitabının başına, "Kur ’Ân'ı re'y ile tefsir eden kişi cehennemdeki yerini hazırlasın." sozunu koyan MÂturîdî'nin re ’y ile Kur'Ân'ın neshedilmesine izin verdiği duşunulebilir mi? MÂturîdî'nin carpıtmaya konu olan soz konusu ifadeleri ise hukmun gerekceye/illete bağlı olduğunu, gerekcenin/illetin olmadığı yerde hukmun de bulunmayacağını ifade etmektedir ve oteden beri fıkıh usulunde bilinen bir kuraldır. (Te'vîlÂt, V, 407)
Kaldı ki, MÂturîdî gibi bir nevi ekol oluşturmuş meşhur bir alimin bir goruşunu, ekolu izleyen oğrencilerinin kitaplarına bakmadan ve o goruşun tarihte ilmi cevrelerde nasıl yankı bulduğunu araştırmadan tek bir metinden ya da kitaptan oğrenmeye calışmak ve o kitabı ilk defa goren kişi edasıyla, soz konusu kitaba Âdeta antik kazılarda bulunmuş bir levha muamelesi yapmak ne kadar sağlıklı bir yaklaşım olabilir? Bu yaklaşım aynı zamanda, bir metni ortaya cıktığı tarihi şartların butunune gore yorumlamak gerektiği şeklindeki tarihselciliğin kendi kabulleri bakımından da celişkili ve tutarsızdır.
TEVİL ALANININ DIŞINA TAŞMA Tarihselcilik hakkında ve ozellikle de onun, ayetleri beşer sozu sayma iddiası karşısında acık eleştirilerde bulunmamız ve adeta intihar ettiği gibi yakıştırmalar yapmamız, bu soylemi yorum ve tevil sınırları icinde gormediğimizdendir. Akademik calışmalarda, birtakım cıkarımları ahlak bağlamına cekerek İslam ’ın kutsallarına ve bilhassa iki temel kaynağına (Kur'Ân'a ve Peygambere) ahlaka aykırılık eleştirisinde bulunmak, bir Musluman icin kabul edilebilir değildir. Bu tur iddiaların İslami ilimler bakımından ictihad kapsamında değerlendirilemeyeceğini, batıl tevil kapsamında dahi sayılamayacağını soyleyebiliriz. Cunku soz konusu iddialar, İslamî ilimlerin ilke ve yontemlerine bağlı kalınarak ulaşılmış sonuclar değildir. Bu sebeple esasında bunlara karşı ilmî cevaplar uretmeye calışmak da gereksizdir.
İnanmayan biri, Kur'Ân hakkında ithamlarda bulunsa da musluman bir kişinin ayetleri beşer sozu sayması asla duşunulemez. Kur ’Ân'da, ayetlerin beşer sozu olmadığını acıkca ifade eden ve onları beşer sozu saymaya calışan muşriklerin zalimliğinden bahseden bircok ayet vardır. Cunku Kur'Ân'ın beşer sozu olduğuna dair iddialar Kur'Ân'ın ilk indiği donemde muşrikler tarafından dile getirilmiş ve bunun uzerine iddiaları reddeden ayetler gelmiştir. (Bakara 2/23-24; Âl-i İmrÂn 3/7, 78-79; Nis 4/82; En'Âm 6/91; Yûnus 10/37-40; Hûd 11/12-13; İbrahim 14/10-11; Nahl 16/103-105; İsr 17/86-88; Enbiya 21/3-19; Kasas 28/48-53; Mumin 40/1-4; Casiye 45/1-8; AhkÂf 46/1-10; HÂkka 69/38-52)
Orneğin bir muşriğin iddiaları karşısında Yuce Allah şoyle buyurmuştur:
"(Daha fazla vermek mi?) Asla! Cunku o bizim Âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa sureceğim! Cunku o, duşundu taşındı, olctu bicti. Kahrolası, ne bicim olctu bicti!ᅠ Sonra kahrolası ne bicim olctu bicti!ᅠ Sonra baktı. Sonra kaşlarını cattı, suratını astı. En sonunda sırtını donup gitti ve kibrine yenildi. "Bu" dedi, "Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. ᅠBu, insan sozunden başka bir şey değildir." Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım. Sen bilir misin sekar nedir?ᅠ Bitirir ama yok olmaya da bırakmaz;ᅠ İnsanları kavurur." (Muddessir 74/16-29, DİB, Kuran Yolu Tefsiri)
ELEŞTİRİYE TAHAMMULSUZLUK Tarihselcilik adına dinin kutsallarını değersizleştirmeye calışanlarda gorulen dikkat cekici bir husus, yukarıda ifade edildiği bicimde Allah Teala ve Peygamberi (s.a.s) hakkında yakışıksız ifadeler kullanmaya cur'et ettikleri ve eleştiride sınır tanımadıkları halde, kendilerine yapılan en ufak bir eleştiriye bile tahammul edememeleri, "akademik ozgurluk tehlikede!" diye seslerini yukseltmeleridir. Sanki kendi kitaplarına ve yazılarına karşı, Allah'ın kitabına gosterilen saygıdan daha fazla saygı beklemektedirler. Kanaatimizce, İslam ilahiyatcısı sıfatıyla, dinin temelleri hakkında bu kadar aşırı değerlendirmelerde bulunmanın ve Yuce Allah hakkında alay edercesine bir uslup kullanmanın akademik ozgurlukle bir alakası yoktur. Kaldı ki, soz konusu tarihselcilere yoneltilen itirazlar da, birer sozlu eleştiridir. İslam ’ın temellerini ve kutsal kitabını eleştirenlerin, kendilerinin de eleştirileceğini ve karşıdan gelen tenkitlerin de eleştiri ozgurluğu icinde olduğunu bilmeleri gerekir.
VE SONUC Epey bir suredir Turkiye'de ilahiyat camiasının gundemine sokulmak istenen ve bugunlerde, Kur ’Ân'ın bir insan sozu olduğunu ispat etmek (!) gibi beyhude uğraşlar peşinde koşan tarihselciliğin mahiyetinin ve maksadının ne olduğu artık netleşmiş gozukmektedir.
Butun bunlardan sonra illa da tarihselciliği tanımlamak gerekecekse şoyle denilebilir: “Tarihselcilik, dinî hukumlerin bir kısmının zamana ve orfe dayalı oluşu gerceğini istismar ederek ilme henuz yeni başlayanların zihinlerini bulandıran, akla vahyi reddetme yetkisi veren ve nihayetinde Kur ’Ân'ın dahi insan sozu olduğunu, cağımızda insanlığın referans alabileceği ilahî bir kaynak bulunmadığını iddia ederek yola sadece beşer aklıyla devam edilmesini ongoren, İslÂmî bunyeye yabancı, sistemleşememiş, ithal goruşler yığınıdır.”
Kaynak: Dr. Bilal Esen, İslam Hukuku Bilim Dalı
İslam ve İhsan