En buyuk mûcize: KurÂn-ı Kerîm ’in mûcize oluşunun delilleri...Hazret-i Peygamber, kendisinin AllÂh ’ın Resûlu olduğunu ve Allah katından gelen vahye muhÂtap olduğunu insanlara ilÂn edip herkesi İslÂm ’a dÂvet etmeye başlayınca, Mekkeli putperestler O ’na karşı, şiddeti gi­derek artan bir muhÂlefet baş­lattılar. AllÂh ’ın hicbir şey indirmedi­ğini[1] Kur ’Ân ’ın -hÂşÃ‚- Allah kelÂmı değil, bir beşer sozu olduğunu, onu Resûlullah ’ın uydurup AllÂh ’a izÂfe et­tiğini soylediler.[2] Allah Resûlu ’nu muhtelif zamanlarda, mecnun, şÃ‚ir, kÂhin, sihirbaz ve buyuye tutulmuş biri ol­makla ithÂm ettiler.[3]
Bunun uzerine CenÂb-ı Hak, inkÂrcıların iddiÂlarının bÂtıl olduğunu ortaya koydu[4] ve Kur ’Ân ’ın CebrÂîl vÂsıtasıyla yeri ve gokleri yaratan Âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğini beyÂn etti.[5]
İnkÂrcılar, Kur ’Ân ve onun kaynağı hakkında ileri surduk­leri iddiÂlarında ne buyuk tenÂkuzlara duştuklerini gordukce baş­ka yollar aramaya başladılar. Kur ’Ân ’da eski kavim­lere Âit kıssaların anlatıldığını duyunca, onu, Hazret-i Peygamber ’in uydurduğu bir yalan ve kendi­sine dikte edilen eski milletlerin efsÂne­leri diye karalamaya calıştılar.[6] Kur ’Ân ’ı Hazret-i Peygamber ’e bir ya­bancının oğrettiğini iddi ettiler. CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerîm gibi apacık bir Arapca ile nÂzil olan bir kitabı, ana dili Arapca olmayan bir kişinin yazdırmasının ne kadar mantıksız olduğunu hatırlatarak bu iddiÂları bertarÂf etti.[7]
Hazret-i Peygamber ve Kur ’Ân hakkında soyledikleri bu sozle­rden kendileri dahî tatmin olmayan inkÂrcılar, devamlı fikir değiştirip[8] birbirini tutmayan farklı iddiÂlar ortaya attılar.
İşte bu inkÂrcılara, Kur ’Ân ’ın gercekten Allah ’tan gelen bir kitap olduğunu ispat etmek icin bÂzı mûcizelere ihtiyac vardı. Dolayısıyla CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in bizzat kendisini, muhtelif yonleriyle mûcize kıldı ve boylece Kur ’Ân, hem kendi muhtevÂsının hem de Peygamber Efendimiz ’in doğruluğunun delili oldu.
Kur ’Ân-ı Kerîm, yuce bir makÂma sahip olduğu icin; belÂğati, kanun koyma (teşrî‘) husûsiyetleri ve bildirdiği ğaybî haberler gibi muhtelif yonleriyle insanları, kendisine benzer bir soz soylemekten Âciz bırakmıştır. İşte bu yonuyle o, muhteşem bir mûcize husûsiyeti sergilemektedir.[9]
YETİM VE UMMÎ PEYGAMBER İnkÂrcılar, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in Peygamber Efendimiz tarafından uydurulduğu gibi tamamen mesnetsiz iddiÂlarda bulunmakla ancak kendi husranlarını artırdılar. Aslında onlar da vicdÂnen cok iyi biliyorlardı ki bu mûcize kitap, Allah Resûlu ’e indirilen vahy-i ilÂhîden başka bir şey değildi. Zîr O yetim ve ummî Peygamber, insanlardan ders almadı. Zulum ve cehÂlet karanlığından kurtarmak icin gonderildiği beşeriyete, gayb Âleminin tercumanı ve Hak mektebinin hocası olarak geldi.
O ’nun kırkıncı yaşı, insanlık icin en buyuk donum noktalarından biri oldu.
Kırk yıl cÂhil bir toplum icinde yaşadı. Sonradan ortaya koyacağı mukemmelliklerin coğu, halkının henuz mechûlu idi. Bir devlet adamı, bir vÂiz, bir hatîb olarak bilinmiyordu.
Gecmiş milletlerin ve peygamberlerin tÂrihinden, kıyÂmet gununden, cennet ve cehennemden bahsettiği duyulmamıştı. Yalnız kendi şahsına munhasır ulvî bir hayÂtın ve yuksek bir ahlÂkın icinde idi. LÂkin ilÂhî bir tÂlimÂt ile Hir Mağarası ’ndan donduğunde, tamÂmen değişmişti.
Tebliğe başlayınca, butun Arabistan korku ve şaşkınlık icinde kaldı. HÂrika belÂgat ve hitÂbeti, onları Âdeta teshîr etti. Şiir, edebiyat, belÂgat ve fesÂhat yarışmaları Âniden sıfırlandı. Bundan sonra artık hicbir şÃ‚ir, yarışma kazanan şiirini KÂbe ’nin duvarına asamaz oldu. Boylece asırlardan beri devÂm edegelen bir an ’ane tarihe karıştı.
UMMİ BİR İNSAN Medeniyetten uzak, cÂhil bir toplum icinde dunyÂya gelen ummî bir insan, ortaya koyduğu ilim ve hikmet muhtevÂsıyla devrin insanlarını Âciz bıraktığı gibi, kıyÂmete kadar da ulaşılamayacak bir mûcize deryÂsıyla ortaya cıkmıştı. Bu, şununla da sÂbittir ki, Kur ’Ân-ı Kerîm, gecmişteki tarihî vak ’alardan istikbalde zuhûr edecek hÂdiselere kadar bircok ilmî ve fennî meseleye temÂs ettiği hÂlde, 1400 yıldan beri hicbir keşif O ’nu tekzîb edememiştir. HÂlbuki, bugun bile dunyÂnın en meşhur ansiklopedileri, zaman zaman ek ciltler cıkarıp, kendilerini tashih ve yenilemek mecbûriyetiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Hazret-i Peygamber , butun insanlığa, kendisinin yeryuzunde Hakk ’ın halîfesi olduğu gerceğini fiilen tÂlim etti.
En guzîde ilim adamlarının bile ancak omur boyu suren araştırmalarından, insan ve eşy uzerindeki geniş tecrubelerinden sonra gercek hikmetini idrÂk edebilecekleri sosyal, kulturel, iktisÂdî teşkilat, kitle idÂresi ve milletlerarası ilişkilerin en mukemmel kÂidelerini O oluşturdu. Muhakkak insanlık, teorik bilgi ve pratik tecrube acısından geliştikce, hakîkat-i Muhammediyye daha iyi kavranacaktır.
[1] el-Mulk, 9.
[2] el-Mu ’minûn, 38; el-Muddessir, 24-25.
[3] Yûnus, 2; el-Hicr, 6; el-İsrÂ, 47; el-FurkÂn, 8; es-SÂffÂt, 36; SÂd, 4; ed-DuhÂn, 14; et-Tûr, 29-30; el-Kalem, 51.
[4] el-HÂkka, 41-42; et-Tekvîr, 25; eş-ŞuarÂ, 210-211.
[5] el-Bakara, 97; eş-ŞuarÂ, 193-194; TÂhÂ, 4; eş-ŞuarÂ, 192; es-Secde, 2; el-VÂkıa, 80.
[6] el-FurkÂn, 4-5.
[7] en-Nahl, 103, eş-ŞuarÂ, 210-212.
[8] el-EnbiyÂ, 5; Suat Yıldırım, “Kur ’Ân” md., DiyÂnet İslÂm Ansiklopedisi, XXVI, 393.
[9] Muhammed Said Ramazan el-Bûtî, Min RavÂi ’ı ’l-Kur ’Ân, Beyrut 1996, s. 125.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan