
CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân ’ın mûcize bir kitap olduğunu, inkÂrcılara meydan okuyup onları musÂbakaya cağırmak (tehaddî

1- Birinci safhada, muşriklerden Kur ’Ân ’ın tamamına benzer bir kitap getirmeleri talep edilmiştir:
“(Resûlum!) De ki: Eğer doğru sozluler iseniz, Allah katından bu ikisinden (bana ve Mûs ’ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona tÂbî olayım!” (el-Kasas, 49)
“De ki: Andolsun, bu Kur ’Ân ’ın bir benzerini ortaya koymak uzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (el-İsrÂ, 88)
“Eğer doğru iseler onun benzeri bir soz getirsinler.” (et-Tûr, 34)
2- Muşrikler, Kur ’Ân ’ın benzeri bir kitap getirmekten Âciz kalınca, ikinci safhada saha biraz daha daraltıldı. İnkÂrcıların işleri kolaylaştırılarak Kur ’Ân sûrelerine benzer on sûre getirmeleri talep edildi. Mekke ’de nÂzil olan Hûd Sûresi ’nde şoyle buyrulmaktadır:
“Yoksa, «onu (Kur ’Ân ’ı) kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah ’tan başka cağırabildiklerinizi (yardıma) cağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin!” (Hûd, 13)
Fakat inkÂr edenler, bu dÂvete de herhangi bir mukÂbelede bulunamadılar.
3- Ucuncu safhada Kur ’Ân ’ın herhangi bir kimse tarafından uydurulmuş bir soz olmadığı, Âlemlerin Rabbi olan Allah TeÂl ’dan geldiğinde şuphe bulunmadığı te ’yîd edildi ve inkÂr edenlerden Kur ’Ân ’ın sadece bir sûresinin benzerini getirme­leri istendi:
“Yoksa onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah ’tan başka, gucunuzun yettiklerini cağırın da (hep birlikte) onun benzeri bir sûre getirin!” (Yûnus, 38)
4- İnkÂrcılar buna da cevap veremeyince, dorduncu safhada Kur ’Ân onları, tam misli olmasa da kısmen kendisine benzeyen bir soz soylemeye dÂvet etti:
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şupheye duşuyorsanız, haydi onun sûrelerinden birine (herhangi bir yonden) benzer bir sûre getirin, eğer iddiÂnızda doğru iseniz Allah ’tan gayri şÃ‚hitlerinizi (yardımcılarınızı) da cağırın!”[1] (el-Bakara, 23)
Muşriklere ilk once Kur ’Ân ’ın bir benzerini getirmeleri teklif edilmişti. Meydan okuma husûsunda en son nÂzil olan bu Âyette ise, Kur ’Ân ’a herhangi bir yonden birazcık olsun benzeyen bir soz getirmeleri (yÂni tahdîdî değil, takrîbî/yaklaşık bir nazîrede bulunmaları) istenmiştir. (Draz, en-Nebe ’, s. 84)
Son meydan okumanın devamındaki Âyet-i kerîmede[2] ise inkÂrcılar îkaz edilerek hicbir zaman Kur ’Ân ’a benzer bir soz getiremeyecekleri, dolayısıyla isyandan vazgecerek ilÂhî azaptan kurtulmalarının kendileri icin daha hayırlı olduğu haber verilmiştir. Bu Âyetteki “وَلَنْ تَفْعَلُوا: ki asla yapamayacaksınız” ibÂresi oyle bir eminlik ve kat ’îlik hissini ifÂde etmektedir ki, boylesi bir hukum ancak ilmi ve kudreti sınırsız, tam ve kusursuz olan bir zÂt, yani Allah tarafından verilebilirdi. Hakîkaten Allah ’tan başka hic kimse, beşer acısından gayb, yani belirsiz ve kapalı olan istikbÂle dÂir boylesi bir kesinlikte hukum veremez ve kat ’î ifÂdeler kullanamaz.
İNKARCILARI SUSTURAN AYETLER İnkÂrcılar, acziyetlerini ilÂn eden bu ilÂhî sozleri duydular ve bu sozler iclerine oturdu, hırslarını iyice artırdı, lÂkin bir şey yapamadılar. İlÂhî beyan, her tarafa yayıldı ve boylece Kur ’Ân ’a benzer bir soz soylenemeyeceği iyice anlaşılmış oldu. Bu Âyet, onların Âcizliklerini dilden dile dolaştırıp ufuktan ufuğa taşıdı, zaafiyetlerini tescil etti ve dillerini Âdeta muhurledi. (RÂfi ’î, İ ’cÂz, s. 142)
ŞÃ‚yet bu Âyetlere muhÂtap olan kimseler, Kur ’Ân ’a cevap vermeye guc yetirebilselerdi, Hazret-i Peygamber ’in nubuvvet dÂvÂsını iptal etme husûsundaki aşırı hırsları sebebiyle, ellerinden gelen her şeyi yapar, ne pahasına olursa olsun, bunu gercekleştirme yollarını ararlardı. (SÂbûnî, MÂturîdiyye AkÂidi, s. 47, 113)
LÂkin edebiyat fuarlarında birbirleriyle kıyasıya yarışan bu kudretli şÃ‚irler ve edibler, bir araya gelip Kur ’Ân ’a benzer bir soz soyleme, bir benzerini vucûda getirme cur ’etini gosteremediler. Kur ’Ân ’ın hak olduğunu vicdÂnen kabûl ettikleri hÂlde, nefsÂniyetleri sebebiyle reddettiler.
KUR ’AN İNKARCILARININ GORUŞLERİ NELERDİR? Muşrikler, Kur ’Ân ’ın meydan okumasına cevap veremedikleri icin onun yerine; yalanlama, kışkırtma, hakÂret ve iftir gibi saldırganca tavırlar takındılar:
“Bu ancak nakledilegelen bir sihirdir”[3],
“Suregelen bir sihirdir”[4],
“Bizzat kendisinin uydurduğu bir yalandır”[5],
“Oncekilerin masallarıdır”[6] gibi hakîkate uymayan, Âcizliklerini ifÂde eden, ayrıca kendi kararsızlık ve tenÂkuzlarını gosteren birtakım asılsız iftirÂlarla meşgul oldular. NihÂyet:
“Bu Kur ’Ân ’ı dinlemeyin! Okunurken gurultu yapın, belki gÂlip gelirsiniz!”[7] diyerek, her ne kadar inkÂr etseler de aslında ilÂhî kudret karşısında tamamen mağlûb olduklarını ortaya koymuş oldular.
Kur ’Ân ’ın meydan okuması, zamanımıza kadar butun munkirlerin husrÂnı ve Âciz kalmaları ile neticelenmiş, onun sûrelerine benzer bir sûre vucûda getirilememiştir. 1400 seneden beri bu dÂvete bir cevap gelmediği gibi, kıyÂmete kadar da gelmeyecektir. Boylece Kur ’Ân ’ın lisandaki mûcizesi ebediyyen devÂm edecektir.
Kur ’Ân ’ın, tesirinden hicbir şey kaybetmeden gunumuze kadar gelen mûcizevî bir kitap olduğunda hic şuphe yoktur. İlmî keşiflerin artmasıyla onun mûcizevî yonu daha acık bir şekilde ortaya cıkmaktadır. İlk nÂzil olmaya başladığı gunden zamanımıza kadar, Kur ’Ân ’ın bir sûresini bile taklit edebilen bir kimse cıkmamıştır. Bunu tecrube etmek isteyenler ise butun insanlığın huzurunda rezil olup fevkalÂde gulunc duruma duşmuşlerdir. Yazdıkları da insanları gulduren hezeyan yığınından oteye gecememiş, sadece ahmaklıklarını ortaya koymuştur. Neticede kıyamete kadar kendilerinden ayrılmayacak bir utanc yuklenmişlerdir.[8]
HURÛF-İ MUKATTAA HARFLERİNİN SIRLARI Kur ’Ân ’ın meydan okumasındaki bir yon de şudur:
Birtakım sûrelerin evvelinde; “Elif, LÂm, Mîm; Elif, LÂm, RÂ; HÂ, Mîm; YÂ-Sîn” gibi “Hurûf-i Mukattaa: Kesik kesik harfler” vardır ki, bunlardan bir kısmı, bulundukları sûrenin birer Âyetini teşkîl eder. MuteşÃ‚bih[9] de denilen bu tur Âyetlerin mÂnÂsını ancak Allah TeÂl bilir. Bu hususta soz sahibi bÂzı Âlimler, Hurûf-i Mukattaa ile alÂkalı şu acıklamaları yapmışlardır:
1- Allah TeÂlÂ, bu harflerle ins ve cin Âlemine Âdeta şoyle bir meydan okumaktadır:
“İşte elinizdeki Kur ’Ân ’ın kelimeleri bu harflerden teşekkul etmiştir. Buyurun, gucunuz yetiyorsa, siz de bu harfleri yan yana dizin ve Kur ’Ân ’ın bir benzerini meydana getirin!..”
2- Bu harfler, kendilerinden sonra gelecek olan mevzûlara hazırlık acısından dikkatleri toplamak uzere yapılmış bir edebî sanattır. ZîrÂ, bÂzen soze ustu kapalı olarak başlamak ve meseleyi sır dolu bir îmÂdan sonra îzah etmek, daha fazla alÂka uyandırır.
3- Bunlar, oğrenmenin harflerle başladığına işÃ‚ret etmektedir. Zîr Araplar, o gune kadar harflerin bu şekilde munferit okunuşlarını bilmiyorlardı. Bunu onlara, ilk olarak Kur ’Ân-ı Kerîm oğretmiştir.
HulÂsa Hurûf-i Mukattaa, esrÂrı CenÂb-ı Hakk ’a Âit olan ve butun beşeriyeti Âciz bırakan Kur ’Ân ’ın bir i ’cÂzıdır.
[1] Dikkat edilirse CenÂb-ı Hak her defÂsında, diledikleri butun mahlûkÂttan yardım alabileceklerini de ifade etmek sûretiyle Kur ’Ân ’ın beşer kelÂmı olmadığını cok kesin bir şekilde îlÂn etmiş olmaktadır.
[2] el-Bakara, 24.
[3] el-Muddessir, 24.
[4] el-Kamer, 2.
[5] el-FurkÂn, 4.
[6] el-En ’Âm, 25; el-EnfÂl, 31, vb.
[7] Fussılet, 26.
[8] Bkz. Bûtî, RavÂi ’, s. 126, 129, 130; İsmÂil Karacam, Sonsuz Mûcize Kur ’Ân, İstanbul 1987, s. 159-175; NasrullÂh Hacımuftuoğlu, Kur ’Ân ’ın BelÂğatı ve İ ’cÂzı Uzerine, Erzurum 2001, s. 58-62, 90.
[9] MuteşÃ‚bih: Kur ’Ân-ı Kerîm ’de mÂnÂsı kapalı, bircok mÂnÂya gelebilen, tefsîrinde gucluk cekilen Âyet veya kelimelerdir. Bunlara muteşÃ‚bihÂt denir. Hangi mÂnÂya geldikleri, hÂricî bir delil olmadan hakkıyla anlaşılamaz.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan