AllÂh TeÂlÂ, din kardeşlerinin, birbirini yıkayan iki el gibi olmalarını arzu buyurmaktadır. AllÂh icin hakîkî dostluk, bedenleri ayrı olan iki varlığın bir kalbde yaşamasıdır. Din kardeşliğinin mes ’ûliyetini, hassas ve fedÂkÂrÂne bir hizmetle îf gayretinde bulunanların omru, fÂnî hayatlarından sonra da devÂm eder.Muhabbet, iki kalb arasında bir cereyan hattıdır. Sevenler, hicbir zaman sevdiklerini gonullerinden ve dillerinden duşurmezler. İmkÂnlarını sevdiklerine comertce sunmak sûretiyle, omur boyu bu fedÂkÂrlıklarının huzûru icinde yaşarlar.
DOSTLUK NASIL OLUR? Umûmî mÂnÂsıyla dostluk, şahıslar arasındaki musbet veya menfî berÂberlik ve muşterekliklerden kaynaklanır. Hakîkî dostluk ise, yuksek şahsiyetlerin samimî ruhlarında barınır. Dostluğun zirve seviyede yaşanması da, her hÂdise karşısında, iki kişinin aynı duygulara sÂhip olması, Âdeta iki bedende bir yurek hÂline gelmesiyle mumkundur.
İnsan, gonul verdiğine meftun ve hayran olur. Muhabbet akışı netîcesinde, sevilenin her hÂli sevene sirÂyet eder. Gonuldeki aşk deryÂları coşmaya ve sevd guneşleri tutuşmaya başlar. Netîcede kendi irÂde ve ihtiyÂrını terk edip sevdiğini taklide yonelir. Bu îtibarla bir mu ’min, her husustaki gayretlerinde «muhabbet» iksirini kullanmasını iyi bilmelidir.
Hakîkî bir muhabbet, zahmetleri rahmete inkilÂb ettirdiği icin, sevilenin kahrı da lutfu gibi hoş karşılanır. Bir kimsenin muhabbetinin hakîkî olup olmadığını anlamak ve seviyesini olcmek icin, sevdiğinin kahrına ne kadar tahammul gosterebildiğine bakmak kÂfîdir.
Hazret-i MevlÂnÂ, hakîkî muhabbet ve dostluğun, ancak dosttan gelen ez ve cefÂyı dahî hoş karşılamakla, ona rız ve teslîmiyet gostermekle mumkun olabileceğini aşağıdaki hikÂyede şoyle anlatır:
“Bir efendiye, ziyÂrete gelen yakın dostları hediye olarak kavun getirmişlerdi. O da sevdiği, gonuldaşı, derin duygulu sÂdık hizmetkÂrı Lokman ’ı cağırttı. Lokman gelince, efendisi kavundan bir dilim kesip, ona ikrÂm etti. Lokman o dilimi sanki bal gibi, şeker gibi yedi. Oyle hoşlanarak oyle zevkle yemişti ki, onu gorenlerin de iştahları kabarıyor, ona Âdeta imreniyorlardı. Efendisi ona ikinci bir dilim daha verdi. Zîr efendisi, Lokman ’ın duyduğu bu lezzet karşısında huzur buluyordu. Derken kavundan son bir dilim kaldı. O zaman efendisi:
“–Bunu da ben yiyeyim de ne kadar tatlı bir kavun olduğunu anlayayım!” dedi. Efendisi o dilimi yer yemez, kavunun acılığından ağzını bir ateş kapladı. Dili ucukladı, boğazı yandı. Kavunun acılığından kendinden gecti. Ondan sonra Lokman ’a:
“–Ey benim cÂnım hizmetkÂrım! Ey benim cihÂnım!” dedi. “Boyle bir zehri, nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Boyle bir kahrı, nasıl oldu da lutuf saydın? Bu ne sabırdır? Kim bilir, şimdiye kadar ne acılara katlandın ve sabrettin? Yoksa sen tatlı canına duşman mısın? Neden bir şey soylemedin? Neden; «Beni mÂzur gorun, şimdi yiyemem!» demedin?”
Lokman dedi ki:
“–Ben, siz efendimizin elinden o kadar tatlı yemekler yedim, maddeten ve mÂnen o kadar nÂdide gıdalar aldım ki, size, bunlar icin mukÂbelede bulunamadığımdan dolayı utancımdan iki buklum olmuşumdur. Elinizle sunduğunuz bir şeye, nasıl olur da «Bu acıdır, yenilemez.» diyebilirim?!. Hem, sizin elinizle gelen her acı, bana tatlı gelir. Cunku bedenimin her hucresi, sizin nîmetlerinizle perverde olmuştur.”
Sonra Lokman, heyecan ve muhabbet dolu sozlerle icini dokmeye şoyle devÂm etti:
“–Efendim! Sizden gelen bir acıdan feryÂd edersem, başıma yuzlerce defa toprak sacılsın. LutufkÂr elinin tadı, bu kavunda nasıl acılık bırakır? Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet yuzunden bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbetten, dermansız dertler şif bulur. Muhabbetten oluler dirilir. Muhabbet yuzunden pÂdişahlar kul olur. Muhabbetten zindanlar gul bahcelerine doner. Muhabbet yuzunden karanlık evler aydınlanır, nûrlanır. Muhabbet yuzunden nÂr, nûr olur. Muhabbet yuzunden, cirkin bile hûri kesilir. Muhabbetten kederler, uzuntuler neşe olur, sevinc olur. Muhabbet yuzunden, yoldan cıkaran, yol kesen, yol gosterici ve saÂdet rehberi olur. Muhabbet yuzunden hastalık, sıhhat ve Âfiyete cevrilir. Muhabbetten kahır rahmet olur.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Mesnevi Bahcesinden Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan