Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, "Tasavvuf nedir, ne değildir? Tasavvuf-tarikat bir makam, mevki, keramet arayışı mıdır? “Falan şeyhe bağlanırsan o seni kurtarır” gibi ifadeleri nasıl anlamak gerekir? İslĂ‚m tarihine baktığımız zaman daha ziyade hangi donemlerde tasavvufa ihtiyac duyulmuştur?" sorusunu cevaplıyor.
Tasavvuf nedir, ne değildir? Tasavvuf-tarikat bir makam, mevki, keramet arayışı mıdır? “Falan şeyhe bağlanırsan o seni kurtarır” gibi ifadeleri nasıl anlamak gerekir? İslĂ‚m tarihine baktığımız zaman daha ziyade hangi donemlerde tasavvufa ihtiyac duyulmuştur?
TASAVVUF NEDİR? Tasavvuf, dînin takvĂ‚ tarafıdır, zuhd tarafıdır. İhsan tarafıdır. Yani kalben CenĂ‚b-ı Hakk ’ı yakından tanıyabilme sanatıdır. Ve “Cibril Hadîsi”dir. Cibrîl ’in sorduğu, Efendimiz ’e, ucuncu soru da şuydu:
“‒İhsan nedir?” dedi.
Efendimiz de:
“‒Sen AllĂ‚h ’ı gormuyorsun, fakat Allah seni dĂ‚imĂ‚ goruyor.” (Bkz. Muslim, ÎmĂ‚n, 1)
Kalbin bu şuur ve idrak hĂ‚line gelebilmesi. Kendisinin ilĂ‚hî kameranın altında olduğunu hissedebilmesi.
Tabi bu, kitap okumakla, zihnî bir mesĂ‚i ile olmaz. Bu kalbî mesĂ‚înin getireceği neticedir.
İmam RabbĂ‚nî Hazretleri:
“Tasavvuf diyor, şerîati kemĂ‚le erdirmektir. KĂ‚mil insan olabilmektir.”
Bir arınma disiplini, temizlenme disiplini.
TakvĂ‚”ya erebilme yolu.
Peygamber Efendimiz ’e yakınlaşabilme.
Kotu huyları terk etme, guzel ahlĂ‚kı benimseme.
Ve nefse karşı sulhu olmayan bir cenk; son nefese kadar devam edecek bu.
Guzel bir kul olabilme.
Rasûlullah Efendimiz ’i aşk ile yakından tanıyabilme, Oʼnun yuce karakter, şahsiyet ve ahlĂ‚kından bir nasîb alabilme; dîni, ozune ve rûhuna uygun bir tarzda, vecd icinde yaşayabilme gayretidir. Guzel bir kul olabilmedir. Vecd, zikir, bir heyecan hĂ‚lidir.
İşte MevlĂ‚nĂ‚, 18 beytinde meşhur, orada diyor ki:
“Herkes diyor, kendi anlayışına gore bana dost oldu, lĂ‚kin icimdeki esrĂ‚rı idrĂ‚k edemedi.
Benim sırrım, feryĂ‚dımdan uzak değildir. LĂ‚kin her gozde onu gorecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yoktur…”
Boyle gidiyor…
Yine buyuruyor, işte bir Allah dostunun şeyi:
“Canım var oldukca ben Kur ’Ă‚n ’ın kolesiyim. Ben Hazret-i Muhammed ’in yolunun toprağıyım. Eğer bir kimse, benim sozumden bundan başka (bu istikĂ‚metin dışında) en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sozunden de incinirim ve tiksinirim.” buyuruyor.
Tasavvuf, bu… Allah Rasûlu ’nun yaşadığı minvĂ‚l uzere hayatımızı devam ettirebilme. Yani Efendimizʼin hayat dusturlarıyla, zĂ‚hiren ve bĂ‚­tınen butunleşebilme…
Keşif-keramete erme yolu değil. Keşif-kerĂ‚met, mĂ‚nevî yolda AllĂ‚h ’ın bir vergisidir. Fakat keşif-keramet verilse dahî, bunlara da bir garanti yoktur.
CenĂ‚b-ı Hak, Kur'Ă‚n-ı Kerîm ’de Bel ’am bin Baura ’yı bildiriyor. Onun keşfi vardı, kerameti vardı, ism-i Ă‚zama mazhardı. Bir nefsine meyletti, CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede, bir kelp misĂ‚lini veriyor; şaşkınlaşmış bir kelp misalini veriyor.
KĂ‚run da AllĂ‚h ’ın bir velî kuluydu. Zuhd ve takvĂ‚ hayatı vardı. Nefsine meyletti. CenĂ‚b-ı Hak varlıktan imtihan etti, varlık verdi. Yolunu kaybetti. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a karşı tavırlar koydu. Guvendiği, dayandığı, istinĂ‚d ettiği servetiyle beraber CenĂ‚b-ı Hak yerin dibine gomdu.
Onun icin tasavvuf,
فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 112) yoludur.
Asıl kerĂ‚met, istikĂ‚mettir. İhlĂ‚s, takvĂ‚, zuhd, huşû, tevbe, rızĂ‚… Bu, kalpte yerleşecek. Ne cıkacak kalpten? RiyĂ‚, gosteriş, ucup, kibir, gıybet, haset gibi marazlar da kalpten cıkacak.
Onun icin tasavvuf, keşif ve kerĂ‚mete erme eğitimi değildir; AllĂ‚h ’a kul olma eğitimidir.
Ebû Bekir Efendimiz, Rasûlullah Efendimiz ’den sonra ikinci bir insan. “Kalbimde ne varsa Ebû Bekir ’in kalbine ilkā ettim.” buyuruyor. Ebû Bekir Efendimiz ’den gelen zĂ‚hirî bir kerĂ‚met yok bize. Fakat Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’tan var. “SĂ‚riye, SĂ‚riye, cebel!” dedi, orduyu dağ tarafına yonlendirdi.
Onun icin kerĂ‚met, bir insanın son nefesinin ne olacağını gostermez.
Diğer bir husus:
Cu­neyd-i Bağ­dĂ‚­dî Hazretleri diyor:
“Bir ki­şi­yi diyor, postunun uzerinde ha­va­da ucar­ken gor­se­niz, o da eğer Sun­ne­tʼe uy­mu­yor­sa, ona îtibar etmeyin, o kerĂ‚met değildir, o is­tid­rac­tır.” bu­yu­ruyor.
MURŞİDİM BENİ KURTARABİLİR Mİ “Benim şeyhim mahşer yerinde benim elimden tutar! Beni bırakmaz. Beni Cennet ’e goturur(!)” Bu tamamen bir gafletin ifadesidir. Peygamberlerin dışında kimsenin bir garantisi yok. Bir de “aşere-i mubeşşere” gibi Efendimiz ’in bildirdiği kişiler hĂ‚ric. Onun dışında kimsenin son nefes garantisi yok.
CenĂ‚b-ı Hak:
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
…Ancak muslumanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) buyuruyor. Sakın ha, başka turlu can vermeyin, buyuruyor.
Onun icin, her mu ’min, hangi merhalede olursan ol, bir son nefes hazırlığında bulunabilmek…
Onun icin ayağının, “وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا” (“…Ayaklarımızı sağlam tut…” [el-Bakara, 250; Âl-i İmrĂ‚n, 147]) Ayakların -Allah korusun- kaymaması…
Onun icin, kimse kimseye CenĂ‚b-ı Hakk ’ın izni olmadan şefaat edemez. Kimin şefaat edeceğini de Efendimiz, peygamberlerin dışında bildirmiyor.
Osman bin Maz ’ûn -radıyallĂ‚hu anh- vefĂ‚t etti, sĂ‚lih bir sahĂ‚biydi. Bir kadın dedi ki:
“‒Ne mutlu sana dedi, sen dedi, Cennetliksin.” dedi.
Efendimiz:
“‒Nereden biliyorsun?!” dedi. “‒Nereden biliyorsun?!” dedi. “Ben bile omrumun icinde neler başımdan gececek bilmiyorum.” dedi. “Sen onun Cennetlik olduğunu nereden biliyorsun?” dedi. “Ben senin yerinde olsam boyle soylemezdim. İnşĂ‚allah CenĂ‚b-ı Hak onu Cennetlik kılar derdim. (Bir temennîde bulunurdum, duĂ‚ hĂ‚linde olurdum.)” dedi. (Bkz. BuhĂ‚rî, TĂ‚bîr, 27)
Yine Efendimiz, FĂ‚tıma VĂ‚lidemiz ciğerpĂ‚resiydi.
“‒FĂ‚tıma seni ben alıp Cennet ’e gotururum.” demedi Efendimiz.
“‒Kızım FĂ‚tıma! Cok cok amel-i sĂ‚lih işle. Sakın, namazını huşû ile kıl. Kıyamet gunu babanın peygamber olduğuna guvenme!” buyurdu.
“‒Halam Safiyye!” buyurdu, ona da aynı şeyleri Efendimiz tekrarladı. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 13-14; Muslim, Îman, 348-353)
Onun icin, şeyh olsun, murîd olsun vs. olsun, hic kimsenin bir garantisi yok.
Onun icin kul ne olacak? TakvĂ‚ hayatı uzerine olacak. CenĂ‚b-ı Hakk ’a devamlı duĂ‚ hĂ‚linde yaşayacak. Tefekkur, teslîmiyet, zikir ve Efendimiz ’in guzel ahlĂ‚kıyla muzeyyen olmanın gayreti icinde olacak. Başka turlu kurtuluş yolu yok. İbadetlerimiz, her şeyimiz kabule muhtac.
MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri buyuruyor ki:
“İnanın diyor, ben diyor, hicbir ibadetime…”
Maddede-mĂ‚nĂ‚da zirve, AllĂ‚hu a‘lem, AllĂ‚h ’ın velî kulu, AllĂ‚hu a‘lem. Bircok halîfeler de bıraktı. (Buna rağmen) bir talebesine yazdığı mektupta:
“Oğlum diyor, hicbir ibadetime guvenmiyorum. Yalnız AllĂ‚h ’ın rahmetine sığınarak gidiyorum.” buyuruyor.
Yani insan gaflete dalıp şeytanın kandırmacasına uymayacak.
Onun icin, tasavvuf, makam-mansıb elde etme yolu da değil. O yola eğer girerse helĂ‚k olup gider.
Buyukler bir de şoyle guzel ifade ediyor:
Tasavvuf; “arz-ı endĂ‚m” yani “gosteriş” icinde bulunmak, makam-mevkî değil; “arz-ı hĂ‚l” yolu. “Abd-i Ă‚cizlik” yolu. Nefsi bertaraf etme yolu. “Aman yĂ‚ Rabbi!” diyebilme yolu. En buyuk burada felĂ‚ket; nefsî, nefsîdir…
Burada bir soru daha var, bunun devamında:
ALLAH DOSTU KİMDİR? “Allah dostu kime denir? Allah dostuyla nasıl beraber olunur?”
Allah dostu, dînin zĂ‚hir ve bĂ‚tınını ikmĂ‚l etmiş, nefsĂ‚nî arzularını bertaraf etmiş, kalbî merhaleler katetmiş, kendisini ilĂ‚hî muşĂ‚hedenin, ilĂ‚hî kameranın altında olduğunu idrak hĂ‚linde olan, Rasûlullah Efendimiz ’in zamana yayılan zirveleri oluyor. Bunun da hicbir garantisi yok son nefeste. Bunların da vazifesi, musterşidi irşĂ‚d; irşad bekleyenleri irşĂ‚d etmek.
Az evvel MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’ni ziyarete geldik. Kendi kendimize soralım: “Kim diri, kim olu? Benim gunde kac tane ziyaretcim var, MevlĂ‚nĂ‚ ’nın gunde kac tane ziyaretcisi var? Bana kac tane duĂ‚ eden var, MevlĂ‚nĂ‚ ’ya kac sefer gunde, kac kişi FĂ‚tiha okuyor?..
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak sevdiği kulunu Ă‚bĂ‚d ediyor. Bunlar, AllĂ‚h ’ın velî kulları olmuş oluyor.
TARİHTE TASAVVUF “İslĂ‚m tarihine baktığımız zaman, hangi donemlerde tasavvufa daha cok ihtiyac var?”
Her zaman ihtiyac var. Her zaman insanın kemĂ‚le ermesi zarûrî.
Fakat tarih boyunca tasavvuf, hem iktisĂ‚dî ve ictimĂ‚î rahatlık zamanlarında; rehĂ‚vet, gevşeklik ve azgınlıkları engelleyecek mĂ‚nevî zindeliğe kavuşturmak icin her zaman… İnsan taşkınlık yapar. “Benim” der, vs. der… CenĂ‚b-ı Hak, Suleyman -aleyhisselĂ‚m- ’ı misal veriyor. “نِعْمَ الْعَبْدُ” (“…Ne guzel kul…” [SĂ‚d, 30]) buyuruyor. Kalbi kasa değildi.
Zor zamanlarda bir tesellî olarak yine tasavvufa ihtiyac var.
İşte bu, MevlĂ‚nĂ‚lar, Yunuslar, Moğol istilĂ‚larının olduğu zaman, butun halkı tesellî etti. Gerci o tesellî 700 seneden beri devam ediyor. Yine taşkınlara taşmamak, yine tesellî bekleyenlere yine tesellî hĂ‚linde devam ediyor.
BĂ‚tınîler, İslĂ‚m ’ın rûhuna zarar vermeye calıştı. O zaman İmĂ‚m GazĂ‚lî Hazretleri de muhim gayretleri zuhûr etti. Neyle? O takvĂ‚sıyla, ilmiyle.
Ekber Şah, İslĂ‚m ’a zarar verecek işlere girişti. Hindistan ’da İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî ’nin istikamet uzere dirĂ‚yetiyle irşadlara devam etti.
Bugun Kafkasya ’da, vs. o komunist zamanlarda tasavvuf gizliden gizliye devam ederek insanları kufrun şerrinden korudu.
İslam ve İhsan