Kufran-ı nimet, kısaca nankorluk anlamına gelir. Allah'ın verdiği nimete karşı nankorluk etmektir. Nimeti kullanırken, nimetin sÂhibini unutmak ve Allahu teÂlÂya verdiği nimet ile asi olmak yani nimeti yerinde kullanmamaktır. Bu şukursuzluk hÂli, Rabbimizin hoşnud olmadığı bir durumdur. Rabbimizin ihsÂn ettiği nîmetlerin elden gitmesine sebep olur. Nitekim CenÂb-ı Hak, Âyet-i kerimede “...Bana şukredin; sakın kufrÂn-ı nîmette bulunmayın!” (el-Bakara, 152) buyurarak bizi uyarır.
Şeyh SÂdî buyurur:

“ZÂhiren yaratıkların en şereflisi insan, en zelili de kopektir. Fakat şu duşuncede ittifak vardır:

Hak tanıyan kopek, nankor ve nîmeti inkÂr eden insandan daha iyidir.

(SÂdıklara sadÂkat gosteren bir kopeğin KurʼÂn-ı Kerîmʼde zikredilme şerefi kazandığını unutmamak îcÂb eder.)

Bir kopeği yuz defa taşlasan bile, o, yine de yediği bir lokma ekmeği hic unutmaz. Buna mukÂbil, alcak ve karaktersiz bir adamı butun hayatı boyunca okşasan, en ufak ve onemsiz bir şey icin seninle kavgaya başlar.”


HAMD VE ŞUKUR


CenÂb-ı Hakk ’ın sonsuz azametinin, ilÂhî sanat ve sıfat tecellîlerinin medh u sen edilmesi “hamd”; O ’nun sayısız lutuf, nîmet ve ikramlarına karşı lisÂnen, fiilen ve kalben medh u sen ve teşekkurde bulunulması da “şukur”dur. Her iki lÂfız da mÂn itibÂriyle birbirine cok yakındır.

Her turlu tÂzîm AllÂh ’a mahsus ve hamd de sÂdece O ’nun hakkıdır. AllÂh TeÂl ’nın butun nîmetlerine hamd etmek, muslumanın kulluk vazîfelerinden biridir. Hamd etmek kulluk borcu olduğu hÂlde, AllÂh TeÂl ’nın hamd eden kuldan rÂzı olduğunu bildirmesi, buyuk bir lutuf ve ihsandır; O ’nun sonsuz rahmetinin bir tecellîsidir.


"ALLAH'A HAMD OLSUN" DEMELİYİZ!


Hamde lÂyık yegÂne varlık, AllÂh TeÂl ’dır. Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere:

“Hamd, gokleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden AllÂh ’a mahsustur...” (el-En ’Âm, 1)

CenÂb-ı Hak, kullarının her fırsatta kendisine hamd etmelerini istemektedir. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:

“...AllÂh ’a hamd olsun, de!..” (el-İsrÂ, 111)

“...Onların duÂları; «Butun hamd u senÂlar, Âlemlerin Rabbi AllÂh ’a mahsustur.» diye son bulur.” (Yûnus, 10)

Namazın her rekÂtında okuduğumuz FÂtiha ’nın ilk Âyeti, bize “hamd”i telkîn eder:

“Hamd, Âlemlerin Rabbi AllÂh ’a mahsustur.”


HAMD EDİLMEDEN BAŞLANAN İŞTEN HAYIR GELMEZ


ZÂten AllÂh TeÂl ’ya hamd edilmeden başlanan bir iş ve davranıştan hayır ummak mumkun değildir. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“AllÂh ’a hamd ederek başlanmayan her muhim iş, bereketsiz olur.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 18/4840) buyurmak sûretiyle biz ummetini bu hususta îkÂz etmiştir. Hamd, aynı zamanda muhim bir zikirdir.

Peygamber Efendimiz, hamdin fazîletini şoyle beyÂn eder:

“Temizlik îmÂnın yarısıdır. «ElhamdulillÂh» duÂsı mîzÂnı, «SubhÂnallÂhi ve ’l-hamdulillÂh» sozleri ise, yer ile gokler arasını sevap ile doldurur. Namaz nûrdur; sadaka burhÂndır; sabır ziyÂdır. Kur ’Ân, senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara cıkar) nefsini satar; kimi onu ÂzÂd, kimi de helÂk eder.” (Muslim, TahÂret 1; Tirmizî, DeavÂt 85/3517)


ŞUKUR NE DEMEKTİR?


Hamd gibi muhim kulluk vazîfelerinden biri de şukurdur. Şukur; kulun, kendisine lutfedilen nîmetlere ve iyiliklere karşı sevinerek, onları ihsÂn eden Rabbine ceşitli soz ve davranışlarla hÂlisÂne bir kullukta bulunmasıdır. Bu da gosteriyor ki şukur, nîmetin hakîkî sÂhibini bilmektir.

LÂyıkıyla şukreden bir kul olabilmek icin, sÂdece nÂil olunan nîmetlerin AllÂh ’ın lutfu olduğunu bilmek ve bunu dille ifÂde etmek kÂfî değildir. Rabbimize karşı îcÂb eden ibÂdet ve davranış guzelliklerini îf etmek, yÂni amel-i sÂlihlerde bulunmak zarûrîdir.


ŞUKUR İMANIN YARISIDIR


Gercekten, varlıkların en basitinden en mutekÂmiline kadar hiyerarşik teselsulunde zirve noktasını teşkîl eden insanın, “eşref-i mahlûkÂt” (varlıkların en şereflisi) olmasının tabiî bir îcÂbı olan “hamd ve şukur”, dînin en derin ve en muhim meselelerinden biridir. AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“Şukur, îmÂnın yarısıdır...” buyurmuştur. (Suyûtî, I, 107)

Yaratılışındaki izzet ve asÂleti muhÂfaza etmiş olan her insan, kendisine bir bardak su ikrÂm edene bile vicdÂnen bir teşekkur borcu hisseder. HÂl boyleyken insanoğlunun, butun nîmetlerin kaynağı ve ikrÂm edeni olan Rabb ’ine karşı alık ve abus kalması, akıl, iz ’an ve vicdan dışıdır. Bu hÂl, ancak duşunce yoksulluğu ve his donukluğunun bir ifÂdesidir.

Buna rağmen, maalesef pek cok kimse, AllÂh ’ın kendisine lutfettiği sayısız nîmetlere karşı gaflet icindedir. İnsanların bu derin gafleti sebebiyle Rabbimiz:

“…Kullarımdan şukredenler pek azdır.” (Sebe, 13) buyurmaktadır.


EĞER NANKORLUK EDERSENİZ!..


Şukursuzluk hÂli, Rabbimizin hoşnud olmadığı bir durumdur. Rabbimizin ihsÂn ettiği nîmetlerin elden gitmesine sebep olur. Nitekim CenÂb-ı Hak, Âyet-i kerîmelerde şoyle buyurur:

“Ben ’i zikredin; Ben de sizi zikredeyim! Bana şukredin; sakın kufrÂn-ı nîmette bulunmayın!” (el-Bakara, 152)

“…Eğer şukrederseniz, elbette size olan (nîmetlerimi) artırırım. Eğer nankorluk ederseniz, hic şuphesiz azÂbım cok şiddetlidir!” (İbrÂhîm, 7)

“…Şukreden, ancak kendisi icin şukretmiş olur. Nankorluk eden de bilsin ki, AllÂh hicbir şeye muhtac değildir, her turlu hamde lÂyıktır.” (LokmÂn, 12)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan