
Butun ameller oncelikle kalbe yani niyete dayanmaktadır. Amel de ancak imanla sağlamlaştırılır.Kalp, sozluk anlamı itibariyle “Bir şeyin icini dışına cıkarmak, altını ustune getirmek, ters cevirmek” gibi anlamlara gelir.1 İnsan, kalbine gelen duşunce ve fikirleri hızlı bir şekilde evirip-cevirir, icinde dolaştırır ve bir karara bağlar. Bu karar ve hukumle yapacağı işe niyet eder. Niyet ve hukum kalpte surekli değişkenliğe uğradığı icin bir anlamda ona kalp denilmiştir.
Hadisin ifadesiyle kalpler, geniş bir arazide ruzgarın evirip cevirdiği tuyler gibidir.2 Bunun icin kalplerin İslÂm uzere sabit kadem tutulması istenmiştir. Kur ’an ’daki sozlerin buyuk bir kısmına muhatap olan oncelikle insanın kalbidir. Zira idrak vesilesi olarak bu sozleri ancak kalp kulağı duyabilir, kalp gozu gorebilir. Bunun icin Kur ’an ’da bu idrak aracını iyice arındırmak konusunda kalp temizliği ve kalp aydınlığı gibi hususlara vurgu yapılmıştır.
KALPTEKİ İKİ DURTU “Gonul ve yurek” manasında kullanılan kalp, hem rahmÂnî, hem de şeytÂnî kuvvetlerin mucadele ettiği bir mekandır. Bu husus hadiste, “Kalpte iki durtu vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır”3 şeklinde belirtilmektedir. Bu manada kalp, insanın melekûtî (manevî

KALBİ SELİM NE DEMEK? Kur ’an ’ı Kerim ’de “tertemiz kalp” anlamında kullanılan “kalb-i selim” tabiri iki yerde gecmekte ve ikisi de Hz. İbrahim ile alakalıdır.5 Zira Hz. İbrahim yakîn, teslim ve tevekkulde daha peygamber olmadan ceşitli imtihanları başarmış ve zirveyi yakalamış bir şahsiyettir. Bir rivayette “Ummetimden kırk adamın kalbi devamlı İbrahim ’in (a.s) kalbi uzerine bulunur”6 şeklinde haber verilmiştir. Burada ummet-i Muhammed icinde imanda, teslimiyette, tevekkulde ve şefkatte Hz. İbrahim gibi kişilerin bulunmasına bir telmih yapılmıştır. Boylece Hz. İbrahim gibi temiz kalpli, merhametli ve iyi niyetli insanların ummet-i Muhammed icinde de coğalmasına işaret edilmiştir.
EN FAZİLETLİ İNSAN KİMDİR? Bir gun Peygamberimize “insanların en faziletlisi kimdir?” diye sorulmuştu. Hz. Peygamber de “Mahmûmu ’l-kalb sadûku ’l-lisÂn” uzere olanlar şeklinde cevap vermiştir. AshÂb “sadûku ’l-lisÂn”, “doğru sozlu” olduğunu biliyoruz. Fakat “mahmûmu ’l-kalb” nedir? diye sorulunca, Hz. Peygamber “aldatma bulunmayan ve cekememezlik olmayan temiz kalptir” buyurmuşlardır.7
Hicrî III. Asır sûfî-le-rin-den Hakîm et-Tirmîzî (o. 320) insan tabiatındaki yedi huydan bahsederken bunları “Gazap, rağbet, korku, şehvet, gaflet, kuşku, şirk” şeklinde ozetlemektedir. Zira bunların kulun imanındaki nura gore azalıp coğalacağını, şayet iman nuru azalırsa bu yedi kısımdan biriyle Rabbinden gafil kalacağını belirtir. Ayrıca mu ’min kendisine verilen nurla Rabbini tanıyıp, yakîne ve ihlasa ulaşarak kurtulacağını da haber verir.8
TÂbiînden ve ilk zÂhidlerden Malik b. Dinar (131/748) Mekke ’de bir adamın şoyle dua ettiğini gormuş. “Ey Allah ’ım dort haccımı kabul etmiştin, bunu da kabul et.” Boyle bir duayı duyunca şaşıran Malik, adama “Allah ’ın onceki haccını kabul ettiğini nasıl biliyorsun? diye sormuş. Adam: “Dort senedir her sene hac etmeye niyet etmeme rağmen gelemedim. Allah benim niyetimi biliyor (dolayısıyla onları kabul etti). Ancak bu sene hacca geldim. Fakat kabul edip etmediğini bilmiyorum (cunku amelimde riy olabilir)? demiş.” Bunun uzerine Malik b. Dinar “İşte o gun niyetin amelden daha ustun olduğunu oğrendim.” demiştir.9 Nitekim bir hadiste de “Mu ’minin niyeti amelinden hayırlıdır”10 buyrulmuştur. Ameller aleni, niyet gizli olduğu icin, mu ’minin kalbinde niyetini heder edecek bir gosteriş olamaz.
NİYETİ OLMAYANIN AMELİ Kur ’an ’da “Guzel bir soz, koku sağlam, dalları goğe yukselen bir ağac gibidir”11 buyrulmaktadır. Kok, kalpteki imandır. Niyet ise o imanın goğe uzanan dallarıdır. Amel de dallarda meydana gelen meyvelerdir. “Bu ağac, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir”12 ayeti ise imanın amellerle kuvvetlenmesine işarettir. O halde niyeti olmayanın ameli, ameli olmayanın da ecri/sevabı yoktur. Şu halde butun ameller oncelikle kalbe yani niyete dayanmaktadır. Amel de ancak imanla sağlamlaştırılır.
Hz. Peygamber ’in miraca cıkmadan once “Şerh-i sadr” veya “Şakk-ı sadr” denilen goğsunun yarılması ve kalbinin zemzemle yıkandıktan sonra, Mirac yolculuğuna cıkması olayı13 ozellikle mu ’minlerin kalp temizliğine yani ihlÂs ve samimiyetine ayrı bir işarettir. Zira Muslumanların kalblerini temiz tutmaları ve gunah kirlerine bulaşmamaları manevi yukselmede en onemli vesiledir.
GONLUN ACILMASININ UC ALAMETİ Hz. Peygamber “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun gonlunu İslÂm ’a acar”14 ayetini okuyunca Sahabe-i Kiram “gonlun acılması” nasıl olur ya Resulallah! demişler. Bunun uzerine Hz. Peygamber “O kalbe (Allah tarafından) atılan bir nurdur” cevabını vermiştir. Bu defa bunun bilebileceğimiz alametleri var mıdır? diye sorulunca Hz. Peygamber şoyle cevap vermiştir: Evet gonlunun acılmasının uc alameti vardır. Bunlar; Ebedilik (ahiret) evine yonelmek, aldanma evinden (dunyadan) uzaklaşmak ve olume, gelmeden once hazırlanmaktır.”15
COK GULMEKTEN SAKININ! Ceşitli hallere giren kalbi devamlı diri tutmak ve manen oldurmemek esastır. Bunun icin Hz. Peygamber, “Cok gulmekten sakının!. Cunku o kalbi oldurur ve yuzun nurunu giderir”16 buyurmuştur. Ayrıca bu konuda şu tavsiyeyi de yapmıştır: “Demirin paslanması gibi kalplerde de pas olur. Kalplerin (pastan izalesi icin) cilası da (devamlı) istiğfardır.”17 Nitekim bir başka rivayette de şoyle haber verilmiştir: Kul gunah işlediğinde kalbinde siyah noktalar oluşur. Tovbe ve istiğfar edip terk ettiğinde kalbi cilalanır. Eğer gunah tekrarlanırsa o leke de artar. Oyle bir dereceye gelir ki kalbi kaplar. İşte Mutaffifîn suresindeki (14.ayetteki) anlatılan “rayn” budur.
ALLAH ’IN EVİ Bazı tasavvufi eserlerde kalp, “Beytullah” yani “Allah ’ın evi” olarak isimlendirilmiştir.18 Beytullah ’ın kalbi de “Haceru ’l-esved” kabul edilmiştir. Tavaf, Ka ’beyi kalp istikametinde sola alarak Haceru ’l-esved ’ten başlayıp Beytullah ile butunleşerek tek yurek olarak donmektir. Allah, bir goğuste iki kalp yaratmadığına gore,19 bir kalp ya Allah ’a tahsis edilmiştir ya da başkasına. Eğer kalp, Allah ’tan başkasına tahsis edilmişse bu durumda orası “Beytullah” değil, beytu ’l-makam, beytu ’l-mal, beytu ’l-evlÂt hatta beytuş-şeytan olabilir. Nitekim bu duşunceyi benimseyen Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1194/1780) de bir şiirinde şoyle der:
Dîl (kalp) beyt-i HudÂdır,
Ânı pÂk eyle sivÂdanKasrına nuzûl eyler ol
Sultan gecelerde…
MevlÂn CelÂleddin er-Rûmî de (672/1273) kalp ile Ka ’be arasında şoyle bir ilgi kurar:
KÂbe bunyÂd-ı Halîl-i Azerest
Dîl (gonul) nazargÂh-ı
Celîl-i Ekberest
Birinci dizede kalp, beytullah kabul edilmiş ve gonlun gunah pisliklerinden uzak tutulması istenmiştir. Ta ki Allah ’ın rahmeti o temiz kalbe tecelli etsin. İkinci beyitte KÂbe, Azer oğlu Halil ’in (Hz. İbrahim ’in) yapmış olduğu binaya benzetilmiştir. Zira “Gonul” ve “Kalp” aynı şeyi hatırlattığına gore, Celîl-i Ekber olan Allah ’ın nazargÂhı da bu kalpte tecelli etmektedir.
Gorulduğu gibi insÂnın melekût alemine delalet eden kalp, KÂbe ’den daha eşref gorulmuş ve bir kez gonul yıkmak, KÂbe ’yi yıkmaya benzetilmiştir. Hatta bir hadiste “Mu ’min, Allah katında KÂbe ’den daha hurmetlidir”20 şeklinde haber verilmiştir. Kur ’an ’da da bir insanı haksız yere olduren, butun insanları oldurmuş gibi ağır bir gunah işlemiş olacağı bildirilmektedir.21 Demek ki tasavvufî manada da gonul kÂbesi, arzın kÂbesinden daha yuce kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir mu ’min kalbinin manen oldurulmesi de KÂbe ’nin tahrib edilmesi anlamına gelmektedir.
Bu konuda Mutasavvıf Turk şairi Yunus Emre (720/1320) şu ikazı yapmaktadır:
“Bir kez gonul yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil”
MevlÂna (672/1273) ise şoyle demektedir:
Gonul yapmak gelmiyorsa elinden,
Bari gonul incinmesin dilinden.
Osmanlı donemi divan edebiyatı kadın şairlerinden Leyla Hanım (1264/1847) da bu hususta şunları soyler:
İncinmemek istersen eğer mulk-u fenadan (dunyada)
İncitme sen ahbabını (dostlarını) incinmeye senden.
Şu halde dunyada dostların kalbini incitmeyenin, ahirette kalbi de incinmez ve uzulmez.
Dipnotlar: Cevherî, Sıhah, I, 204; Munzirî, LisÂnu ’l-Arab, “klb” md.(¹



Kaynak: M. Sarık, Altınoluk Dergisi, Sayı: 388
İslam ve İhsan