
Peygamber Efendimiz, ashÂb-ı kirÂma her turlu guzel edebi tÂlim buyurmuştur. Dolayısıyla dînimizin, insan hayÂtının her alanıyla alÂkalı usûlleri ve edeb kÂideleri mevcuttur. Bunların bÂzısı farz, bÂzısı sunnet, bÂzısı da mubahtır. Hepsi de insanlık haysiyetini korumak, boylece duny ve Âhiret saÂdetini temin etmek icin tÂyin ve tespit edilmiştir. Bir sultÂnın veya yuksek mevkî sÂhibi birinin huzûrunda olanlar, dışarıdaki gibi davranamaz, bulundukları yer ve makÂma uygun edepli tavırlar sergilemeye gayret ederler. Ehlullah da her an AllÂh ’ın huzûrrunda bulundukları idrÂkiyle yaşadıklarından, edebe cok îtin ederler. Boylece edeb hÂli, onların butun hayatlarına yansır.
HER ANLARI ALLAH İLE BERABER GİBİ Zîr onlar, her zaman ve mekÂnda Hakk ’ın huzûrunda bulunduklarını perdesiz olarak goren ve delilsiz olarak hisseden Ârif gonullerdir. YÂni onlar:
“…Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4) sırrının ÂşinÂları olarak her anlarını AllÂh ile beraberlik şuuruyla yaşarlar.
CenÂb-ı Hak:
“Onlar namazlarını muhÂfaza ederler.” (el-MeÂric, 34)
“Onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-MeÂric, 23) buyurur.
EDEB VE HUŞU İLE DİLİNİ VE GONLUNU MUHAFAZA ET Hazret-i MevlÂnÂ, bu Âyetlere işÃ‚rî bir mÂn vererek şoyle der:
“Kul, namazdaki hÂlini namazdan sonra da muhÂfaza eder. Boylece butun bir omrunu, edeb ve huşû ile; dilini ve gonlunu muhÂfaza ederek gecirir. Bu, gercek Âşıkların, Hak dostlarının hÂlidir...”
Edebin en fazîletlisi, kişinin haddini bilerek sınırı aşmaktan sakınmasıdır. Bu sebeple;
“UlemÂnın yanında diline, evliyÂnın yanında kalbine, sofrada eline, misÂfirlikte gozune sahip ol!” denilmiştir.
Edebin esÂsı, îmÂnın olgunluğundan başka bir şey değildir. Edeb, hayvÂnî vasıflardan kurtulup insÂnî meziyetlerle ziynetlenmmektir. Gercekte musluman olmak da, İslÂm edebine sÂhip olmaktır; ulvî guzellikleri, hÂl ve davranışlara yansıtabilmek ve bunları surekli hÂle getirebilmektir. Bu da ancak insanın, ihsÂn duygusuyla, yÂni devamlı bir sûrette ilÂhî kameralar altında bulunduğu şuuruyla yaşammasına bağlıdır.
EDEP, EDEPSİZLİĞE DE SABIR VE TAHAMMUL GOSTERMEKTİR! Edeb, aynı zamanda her edepsizin edepsizliğine de sabır ve tahhammul gosterebilmektir. Edeb, rûhun ve gonlun susudur.
Edeb, her işin usûludur. Usûlsuz vusûl (vuslat, maksada ulaşmak) mumkun olmadığından, edeb noksanlığı ile de gercek insanlık seviyyesine ulaşmak, mumkun değildir. Zîr insan, bedeniyle değil, asıl yuksek rûhî temÂyulleriyle insandır. Edeb, aklın ve fazîletin dışa akseden gorunuşudur. Zîr dîn, edeb ve muruvvet, hep akıl ve fazîletin netîceleridir. Mu ’minin edeb ve ahlÂkının guzel olması, îmÂnının da son derece kuvvetli olduğunun bir gostergesidir.
YÂni edeb, aynı zamanda kÂmil îmÂnın bir aynasıdır.
Edeb, maddî ve mÂnevî belÂlardan muhÂfaza eden bir sığınaktır.
İbn-i AbbÂs -radıyallÂhu anhumÂ- şoyle buyurur: “Irzlarınızı muhÂfaza eden kale, edeptir.”
Edeb, kÂmil insanların muhabbet harcıdır.
Edeb, insana hayÂtı ve icinde yaşadığı toplumu sevdiren, nezih bir keyfiyettir. Buna binÂen buyukler, “Kişinin edepli olması, butun dunya servetinden daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır.
Edeb, şeytanın duşman olduğu bir husustur. Bu sebeple evlÂdına edeb oğretmeyen ana-baba, şeytanı ve duşmanlarını sevindirmiş olur.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti -2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan