Muslumanın en onemli ozelliklerinden biri de vefa sahibi olmasıdır. Cunku vefa topluma guzellikler katan bir haslettir. Bu minvalde İslam'da vefa gosterilmesi kıymetli olan 5 şeyi sizler icin derledik. İşte İslam'ın 5 vefası...VefĂ‚; başta Rabbimiz olmak uzere, uzerimizde hakkı bulunan her varlığa karşı, insĂ‚nî, vicdĂ‚nî ve îmĂ‚nî borcumuzu odeme gayretinde olmamızdır.
İslam'da olmazsa olmaz 5 vefa:
Rasûlullah efendimiz ’e vefĂ‚ Mu ’min kardeşe vefĂ‚ Anne-babaya vefĂ‚ Akrabaya vefĂ‚ EcdĂ‚dın emĂ‚netine vefĂ‚ RASÛLULLAH EFENDİMİZ ’E VEF Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dĂ‚imĂ‚ ummeti icin yaşamıştır. Yirmi uc senelik risĂ‚let omrunde; nice cile cemberlerinden gecmiş, ummetini cehennem ateşinden korumak icin, her turlu zahmet ve meşakkate tahammul etmiştir. Bir an olsun yorulmamış, bezginlik ve yorgunluk gostermemiş, dĂ‚imĂ‚ ummetinin hidĂ‚yetiyle sevinmiş, ummetinin huzura kavuşmasıyla dinlenmiştir. Acları doyurmak, O ’na kendi aclığını unutturmuştur.
VefĂ‚tından sonra da amellerimiz O ’na arz olunmakta; guzel amelleri gorduğunde hamd edip, kotu amelleri gorduğunde istiğfĂ‚r eylemektedir.
Âhirette de Peygamber Efendimiz; şefaatiyle ummetinin kurtuluşu icin secdelere kapanacak, CenĂ‚b-ı Hakk ’a niyazda bulunacaktır.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in butun bu fedĂ‚kĂ‚rlıkları ve iyiliklerine karşılık, bir mu ’minin de Peygamber ’ine vefĂ‚kĂ‚r olması lĂ‚zımdır. Peygamber Efendimiz ’in sunnetine sarılmalı, O ’na dĂ‚imĂ‚ salĂ‚t u selĂ‚m getirmeli ve O ’nun ahlĂ‚kından hisse almaya gayret etmelidir.
Yani O ’na lĂ‚yıkıyla ummet olmaya cehd u gayret sarf etmelidir. Zira Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, VedĂ‚ Hutbesi ’nde;
“Sakın (gunah işleyerek) mahşer gununde yuzumu kara cıkarmayın! (Beni mahcup etmeyin!)” buyurmuştur. (İbn-i MĂ‚ce, MenĂ‚sik, 76)
Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimize vefĂ‚nın fĂ‚rikası, O ’nun emĂ‚netine vefĂ‚dır. Peygamberimiz VedĂ‚ Hutbesi ’nde ummete emĂ‚netini şoyle îlĂ‚n buyurmuştur:
“Size iki şey (emĂ‚net) bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız muddetce sapıklığa duşmezsiniz:
Biri, AllĂ‚h ’ın kitĂ‚bı Kur ’Ă‚n; Diğeri Rasûlu ’nun sunneti…” (Muvatta ’, Kader, 3) CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ve Rasûlullah Efendimiz ’in bize vefĂ‚ tĂ‚limatlarından biri de, mu ’min kardeşe vefĂ‚dır.
MU ’MİN KARDEŞE VEF İslĂ‚m, mu ’minleri birbirine kardeş kıldı ve bu kardeşliği kan bağından daha ustun eyledi.
Bu muhteşem kardeşliğin zirvesini, ensar ve muhĂ‚cirler arasında temĂ‚şĂ‚ ederiz. Evlerini, mallarını, iş ve guclerini terk edip, İslĂ‚m icin Medine ’ye hicret eden muhĂ‚cirlere; Medineli ensar oyle kucak actı ki, evlerini, tarlalarını, neleri varsa her şeylerini onlarla boluşmek uzere ortaya koydular. LĂ‚kin muhĂ‚cirler de, mustağnî / gozu tok davrandılar, karşılıksız yardım almak istemediler, hizmetlerde yardımcı olarak ensĂ‚rın ihsanlarına mukabelede bulundular.
Kardeşe vefĂ‚ ile musluman toplumunda herkes birbirine zimmetli idi. Herkes diğerinin maddî-mĂ‚nevî hĂ‚linden kendini mes ’ul addetti. FedĂ‚kĂ‚rlık ve îsĂ‚r yaşandı.
Hazret-i Huzeyfe ’nin anlattığı şu hĂ‚dise de, ashĂ‚bın son nefeste bile sergilediği ulvî ahlĂ‚k ve vefĂ‚yı aksettirmesi bakımından ne kadar cĂ‚lib-i dikkattir:
Yermuk Muharebesi ’nde idik. Carpışmanın şiddeti gecmişti. Ok ve mızrak darbeleri ile yaralanmış olan muslumanlar, duştukleri sıcak kumların uzerinde can vermekteydiler. Bu arada ben de bin bir guclukle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Fakat ne care, bir kan golu icinde yatan amcamın oğlu, goz işaretleriyle dahî zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını gostererek:
“–Su istiyor musun?” dedim.
Belli ki istiyordu, cunku dudakları hararetten Ă‚detĂ‚ kavrulmuştu. Fakat cevap verecek mecĂ‚li yoktu. Sanki goz işareti ile de muzdarip hĂ‚lini îmĂ‚ ediyordu.
Ben kırbanın ağzını actım, suyu kendisine doğru uzatırken biraz otedeki yaralıların arasından İkrime ’nin sesi duyuldu:
“–Su! Su!.. Ne olur bir tek damla olsun su!..”
Amcamın oğlu HĂ‚ris; bu feryĂ‚dı duyar duymaz, kendisinden vazgecerek goz ve kaş işaretiyle suyu hemen İkrime ’ye goturmemi istedi.
Kızgın kumların uzerinde yatan şehidlerin aralarından koşa koşa İkrime ’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime elini kırbaya uzatırken Iyaş ’ın iniltisi duyuldu:
“–Ne olur bir damla su verin! Allah rızĂ‚sı icin bir damla su!..”
Bu feryĂ‚dı duyan İkrime, elini hemen geri cekerek suyu Iyaş ’a goturmemi işaret etti. HĂ‚ris gibi o da icmedi.
Ben kırbayı alarak şehidlerin arasında dolaşa dolaşa Iyaş ’a yetiştiğim zaman kendisinin son sozlerini işitiyordum. Diyordu ki:
“–İlĂ‚hî! Îman dĂ‚vĂ‚sı uğruna canımızı fedĂ‚ etmekten asla cekinmedik. Artık bizden şehĂ‚det rutbesini esirgeme. Hatalarımızı affeyle!”
Belli ki, Iyaş artık şehĂ‚det şerbetini iciyordu. Benim getirdiğim suyu gordu, fakat vakit kalmamıştı… Başladığı kelime-i şahĂ‚deti ancak bitirebildi.
DerhĂ‚l geri dondum, koşa koşa İkrime ’nin yanına geldim; kırbayı uzatırken bir de ne goreyim; İkrime de şehid olmuş!
Bari amcamın oğlu HĂ‚ris ’e yetişeyim, dedim.
Koşa koşa ona geldim. Ne care ki, o da ateş gibi kumların uzerinde kavrula kavrula rûhunu teslim eylemişti… Ne yazık ki kırba, dolu olarak uc şehîdin ortasında kaldı.
Huzeyfe -radıyallĂ‚hu anh- o andaki hĂ‚let-i rûhiyesini şoyle anlatır:
“–Hayatımda bircok hĂ‚diseyle karşılaştım. Fakat hicbiri beni bu kadar duygulandırıp heyecanlandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hĂ‚lde; bunların birbirlerine karşı bu derecedeki diğergĂ‚m, fedĂ‚kĂ‚r ve şefkatli hĂ‚lleri, yani son nefeslerini de hayatlarındaki gibi fazîlet icerisinde vermeleri ve; «Ancak musluman olarak olunuz.» (Âl-i İmrĂ‚n, 102) Ă‚yet-i kerîmesinin şuuru ile hayata vedĂ‚ edebilmeleri, gıpta ile seyredip hayran olduğum en buyuk îman celĂ‚deti olarak hĂ‚fızamda derin izler bıraktı…”
Ummete vefĂ‚yı oğreten Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’dir.
Akabe bey‘atlerinde Medineli heyetin icerisinde bulunan Ebu ’l-Heysem bin et-TeyyihĂ‚n;
“‒Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu, bizimle Sen ’in kavmin arasında anlaşma var. Biz bu şekilde Sana soz verince anlaşmayı ortadan kaldırıyoruz. Biz Sana bey‘at edip soz verdikten sonra; Allah Sana tekrar kavmine donecek guc ve kuvveti verirse, Sen ’in onlara donup bizi bırakmandan endişe ederiz.” demesi uzerine, Sevgili Peygamberimiz tebessum etti ve ona şu cevabı verdi:
“‒Kanınız kanım, mezarlığınız mezarımdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Duşmanlarınız duşmanım, dostlarınız dostumdur.” (Ahmed, III, 461)
Tarih; Allah Rasûlu ’nun sozune sĂ‚dık kaldığına, kendisine kucak acanlara karşı hicbir zaman vefĂ‚kĂ‚rlıktan ayrılmadığına, kendisine yapılan iyiliği asla unutmadığına şahitlik etti. Bir gun Mekke ’yle beraber butun Arap Yarımadası ’na hĂ‚kim olmasına rağmen, doğduğu ve buyuduğu şehir olan Mekke ’ye geri donmedi. (Muslim, ZekĂ‚t, 133) Soz verdiği gibi vefĂ‚t edinceye kadar hep Medine ’de ikāmet etti, orada vefĂ‚t etti ve oraya defnedildi.
Peygamberimiz icin en muhim mesele, İslĂ‚m ’ın istikbĂ‚li ve tebliği idi. Bu hususta hizmet eden herkese de buyuk vefĂ‚ gosterdi.
Habeşistan hicretinin uzerinden yıllar gecmişti. Bir defasında Habeşistan hukumdarının elcileri, Rasûl-i Ekrem ’in huzûruna geldiler. Hazret-i Peygamber bunlarla yakînen ilgilendi, hattĂ‚ onlara bizzat hizmet etti. AshĂ‚bın bu hizmeti kendilerinin yapabileceğini soylemeleri uzerine, Peygamber Efendimiz ’in verdiği şu cevap cok mĂ‚nidardır:
“Bunlar Habeşistan ’a goc etmiş olan ashĂ‚bıma yer gostermiş, ikrĂ‚m etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” (Beyhakî, Şuabu ’l-îmĂ‚n, VI, 518; VII, 436)
Mu ’minler arasındaki sadĂ‚kat ve vefĂ‚; ashĂ‚bın izinden giden, onlara ihsĂ‚n uzere tĂ‚bî olan ecdĂ‚dımızın hayatında da dillere destan misallere sahiptir.
MeselĂ‚ tarihimizdeki buyuk kahramanların muvaffakiyetlerinin ardında, onlara buyuk bir vefĂ‚ ve sadĂ‚katle bağlı nice bahadırlar vardır.
Bir misal verelim:
Yavuz Sultan Selim Han; meşhur celĂ‚detine rağmen, aynı zamanda cok hassas ve ince ruhlu bir insandı.
Devlet ve memleketin icinde bulunduğu karışıklığı sona erdirmek icin, kardeşi Şehzade Korkut ile harp etmek zorunda kalmıştı. Korkut bu mucadelede vefĂ‚t etti. Yavuz Han, ittihĂ‚d-ı İslĂ‚m uğruna kardeşini kaybettiği icin cok uzuldu.
Daha sonra Korkut ’un hizmetinde olup da esir alınan kişiler, Padişah ’a arz edildi.
Korkut ’un sĂ‚dık adamlarından Piyale Paşa ’ya Yavuz şunları soyledi:
“–Seni, buyuk bir fazîlet olan sadĂ‚katin sebebiyle, affediyorum! Bu sadĂ‚katinin mukĂ‚fĂ‚tı olarak da seni istediğin makama tayin edeyim. İstersen vezirim ol!”
Yavuz ’un bu teklifi, eşsiz bir vefĂ‚ idi.
LĂ‚kin; Piyale Paşa da, kendi kĂ‚‘bına varılmaz vefĂ‚sını şoyle îlĂ‚n etti:
“–Sultanım, madem fakire iltifat ediyorsunuz; Korkut ’a bir turbe inşĂ‚ ediniz de, beni de ona turbedĂ‚r tayin ediniz. Bundan sonra benim vazifem Şehzade Korkut ’un turbedĂ‚rı olmaktır!..”
ANNE-BABAYA VEF VefĂ‚; iyiliğini gorduğumuz kişileri unutmamaktır. İnsanlık icinde en buyuk iyiliklerini ve fedĂ‚kĂ‚rlıklarını gorduğumuz kimseler, anne-babalarımızdır.
EvlĂ‚tlarına İslĂ‚m şahsiyetini mîras bırakan sĂ‚liha anne ve babalar, omurluk teşekkure lĂ‚yıktır.
Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; altı yaşlarında annesi ile birlikte Medine ’ye, babasının kabrini ziyarete gitmişti. Donuşte, EbvĂ‚ koyunde annesi de vefĂ‚t etti. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu sûretle anneden de oksuz kalarak hizmetcileri Ummu Eymen -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ile birlikte Mekke ’ye dondu.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hayatı boyunca dadısı Ummu Eymen ’e vefĂ‚ gosterdi. Onu sık sık ziyaret eder ve kendisine; «Anne!» diye hitĂ‚b ederdi. Onun icin;
“Annemden sonra annem! Bu, benim ev halkımdan sağ kalan tek kişidir!” diyerek iltifat eder, hurmet ve muhabbet gosterirdi.
BahĂ‚uddîn Nakşibend -kuddise sirruhû- Hazretleri de;
“Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, once annemin kabrini ziyaret etsin.” buyurarak, annesi icin sadaka-i cĂ‚riye olma gayretinde olmuştur.
Abdurrahman (Molla) CĂ‚mî Hazretleri de der ki:
“Ben annemi nasıl sevmem ki; o beni bir muddet cisminde, uzun bir zaman kollarında, olunceye kadar da kalbinin şefkat koşesinde taşımıştır. Ona hurmetsizlik gostermekten daha kotu bir şey bilmiyorum!..”
Buyuk İslĂ‚m hukukcusu Ebû Hanîfe Hazretleri, en yuksek dînî makam olan Bağdat kadılığını, halîfenin sû-i istimal edebileceği endişesiyle reddetmişti.
Halîfe ise bu ret karşısında onu hapsetmişti. Bunun uzerine o koca imam demiştir ki:
“‒Bu hĂ‚limden sakın annemin haberi olmasın! Zindan bana ağır gelmez, fakat annemin uzulmesine dayanamam!”
Peygamber Efendimiz, akrabalarına da eşsiz bir vefĂ‚ sergilerdi.
AKRABAYA VEF Huneyn GazĂ‚sı ’nda zafer elde edilmiş, ele gecirilen ganîmetlerin yanında cok sayıda da esir alınmıştı. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e, esirler arasında sut kardeşi Hazret-i ŞeymĂ‚ ’nın da bulunduğu haberi geldi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hemen onu yanına getirterek ridĂ‚sını cıkardı ve Hazret-i ŞeymĂ‚ ’nın altına serdi. BĂ‚diyede beraber buyudukleri bu kıymetli sut kardeşe, buyuk bir vefĂ‚ gosterip şefkatle muamele ederek;
“–Hoşgeldin!” dedi. Eski gunleri hatırladı ve gozleri yaşla doldu. Anne ve babasını sordu. ŞeymĂ‚, onların vefĂ‚t etmiş olduklarını bildirdi. Allah Rasûlu diğer akrabaları hakkında da bilgi aldı. Daha sonra da;
“–İstersen, sevgi ve saygı gorerek yanımda otur! İstersen, sana mallar verip kabîlenin yanına gondereyim? Senin icin bunu da yaparım.” buyurdu. ŞeymĂ‚;
“–Sen bana mal ver ve beni kavmimin yanına gonder.” dedi ve ardından musluman oldu. Allah Rasûlu; ŞeymĂ‚ Hatun ’a ve aile halkından sağ olanlara, deve ve davarlar verdi. (İbn-i HişĂ‚m, IV, 101; VĂ‚kıdî, III, 913)
Peygamberimiz; aralarında akrabalarının bulunduğu HevĂ‚zin ’den alınmış, kendi payına duşen esirleri Ă‚zĂ‚d etti. AshĂ‚bına da bunu tavsiye etti. Onlar da Ă‚zĂ‚d ettiler. Boylece binlerce harp esiri, hicbir karşılık alınmadan iade edildi. Allah Rasûlu ’nun vefĂ‚ hissi sayesinde binlerce insan ihyĂ‚ edildi, îmĂ‚na ve hurriyete kavuşturuldu.
Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in, ilk sutannesi olan Suveybe ’ye duyduğu vefĂ‚ hisleri de cok muhteşemdir. Nitekim Suveybe, sık sık Efendimiz ’i ziyarete gelir, Allah Rasûlu de ona hep izzet ve ikramda bulunurdu. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Hatice ile evlendikten sonra Hazret-i Hatice de Suveybe ’ye hurmet ve ikramda bulunmuştur. Efendimiz ’in Medine ’ye hicretinden sonra Ebû Leheb tarafından Ă‚zĂ‚d edilen Suveybe ’ye, Peygamber Efendimiz; Hayber ’in Fethi ’nden sonra olunceye kadar bakmış, onun butun ihtiyaclarını karşılamıştır. Suveybe ’nin vefat haberi kendisine ulaşınca da ikrĂ‚m etmek icin yakınlarını soruşturup, araştırmıştır. (İbn-i Abdilber, İstîĂ‚b, I, 27-28)
Efendimiz ’in hic unutmadığı ve dĂ‚imĂ‚ vefĂ‚ gosterdiği şahsiyetlerden biri de Hatice VĂ‚lidemiz idi.
Âişe VĂ‚lidemiz, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Hatice VĂ‚lidemiz ’e gosterdiği vefĂ‚kĂ‚rlığı şoyle anlatır:
“Peygamber Efendimiz ’in hanımlarından hicbirini, Hatice ’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Ustelik onu hic gormedim. Fakat Rasûl-i Ekrem, onu sık sık yĂ‚d ederdi. Bir koyun kesip eti taksim edildiğinde, coğu zaman Hatice ’nin dostlarına da gonderirdi. Bazen (dayanamayıp) Allah Rasûlu ’ne;
«–Sanki dunyada Hatice ’den başka kadın kalmadı!» derdim.
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz;
«–O, şoyle şoyleydi…» diye husûsiyetlerini sayar ve;
«EvlĂ‚tlarım ondan oldu.» derdi.” (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r, 20; Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 74-76)
Bir gun Sevgili Peygamberimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe ile beraberken huzûr-i saĂ‚detlerine ihtiyar bir hanım gelir. Allah Rasûlu ona adını sorar. O da; «CessĂ‚me el-Muzenî» diye cevap verir. Bunun uzerine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, «cirkin» mĂ‚nĂ‚sına gelen bu adı, «guzel» mĂ‚nĂ‚sındaki yeni bir isimle değiştirerek;
“Hayır; senin adın «CessĂ‚me» değil, HassĂ‚ne el-Muzenî ’dir.” buyurur. Sonra da ihtiyar kadına hĂ‚lini hatırını sorar, pek cok iltifatlarda bulunur. Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Rasûlu ’nun ona gosterdiği ihtiram, ilgi ve alĂ‚kası dikkatinden kacmamış olan Hazret-i Âişe merak ederek.
“‒Bu yaşlı hanım kimdi yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye sorar. O da;
“‒Hatice ’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Şuphesiz ahde guzel bir şekilde vefĂ‚ gostermek îmandandır.” buyurur. (HĂ‚kim, Mustedrek, I, 20)
Maalesef incir cekirdeğini doldurmayacak bahanelerle boşanmaların coğaldığı devrimizde, bey ve hanımların birbirine vefĂ‚yı unuttuklarını goruyoruz. VefĂ‚nın zıddı; bencilliktir, nĂ‚danlıktır ve acımasızlıktır. Neticesi de parcalanan aileler, ortada kalmış cocuklar olmaktadır.
ECDÂDIN EMÂNETİNE VEF VefĂ‚sızlığın acı bir manzarası da İslĂ‚m ulkelerindeki mazlumlara karşı yaşanan duygusuzluktur. Hadîs-i şerifte muslumanların birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhametleri; bir bedenin uzuvlarına benzetilmiştir. Bir uzuv ateşlense, nasıl butun vucut, o ızdırĂ‚bı paylaşırsa; muslumanlar da kardeşlerinin yaşadıkları mĂ‚tem ve acıları yureklerinde hissetmelidirler.
Gunumuzde İslĂ‚m beldeleri, mĂ‚tem ulkeleri hĂ‚line geldi. Binlerce musluman oluyor, yuz binler evsiz, yurtsuz, ac ve bî-ilĂ‚c kalıyor. Bu, onlar icin de imtihan, bizim icin de imtihan… Onlar icin, sabır ve tahammul imtihanı; bizim icin ise mu ’min kardeşe ensĂ‚r olabilme, vefĂ‚ gosterebilme imtihanı…
Vatan da vefĂ‚ bekler. Toprağı vatan yapan, onun uğrunda dokulmuş ecdĂ‚dın şehĂ‚det kanıdır. Arkadan gelen nesillere duşen vazife de, canları ve kanları pahasına o vatanı korumaktır.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedĂ‚?
ŞuhedĂ‚ fışkıracak toprağı sıksan şuhedĂ‚!
diyen Mehmed Âkif de bu hakikati terennum etmiştir.
İşte gasp edilmiş Kudus ve Filistin… O İslĂ‚m beldeleri tĂ‚ Hazret-i Omer zamanında fethedilmişti. Haclıların işgalinden de SalĂ‚haddîn-i Eyyûbî ve devamında Selcukluların gayretleriyle kurtarıldı. 1799 ’da Napolyon; Filistin bolgesini işgal etmek istediğinde, Cezzar Ahmed Paşa ve askerleri, bu mağrur kumandana hayatının ilk mağlûbiyetini tattırdılar.
LĂ‚kin Birinci Dunya Savaşı ’nı muteĂ‚kip; Osmanlı ’nın parcalanmasıyla, artık İslĂ‚m dunyası başsız kaldı. Filistin işgal edildi.
HĂ‚lbuki Sultan II. Abdulhamid Han, Osmanlı ’nın butun dış borclarını odeme mukabilinde Filistin ’den toprak isteyen Teodor Hertzel ’e;
“–Ben Filistin ’den bir karış dahî toprak satmam! Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim ise, oraları kanlarını dokerek kazanmış ve mahsuldĂ‚r kılmıştır. Şehid kanları ile alınan vatan parcası, para ile satılamaz! Biliniz ki, ben canlı bir beden uzerinde sizin yapmayı plĂ‚nladığınız hĂ‚in ameliyata asla musaade etmem!” demiş ve bu tehlikeyi bertaraf etmek icin cok ciddî tedbirler almıştır.
Butun mahzun ve mazlum İslĂ‚m coğrafyası bizden vefĂ‚ ve duĂ‚ beklemektedir.
Tarihten bir ibret levhası:
Plevne, Rus muhasarası altında kalınca, Gazi Osman Paşa, uc ay mukavemet etti. Fakat beklenen yardımlar gelmeyince, muhasarayı huruc harekĂ‚tı ile yarmaya karar verdi. Bunun uzerine Osman Paşa hıristiyan halkın temsilcilerini cağırdı. Kaleden cıkılması meselesini acarak;
“–Ben, sizi muhafaza etmek icin sizlerden cizye (vergi) aldım. Fakat sizi bugun muhafaza etme gucum kalmadı. Bu cizyeleri size iade ediyorum.” dedi. Bu hakkāniyet ve vefĂ‚ karşısında hıristiyan halkın temsilcileri duygulanarak;
“–Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Biz de sizinle geleceğiz.” dediler, hakikaten huruc harekĂ‚tına binlerce Bulgar katıldı.
YĂ‚ Rabbî!.. Bizleri ahdine sĂ‚dık ve vefĂ‚kĂ‚r kullarından eyle!.. Başta anne-babalarımız, hocalarımız, vatanımızı bize emĂ‚net eden şuhedĂ‚ ecdĂ‚dımız olmak uzere; uzerimizde hakkı olan herkese vefĂ‚ ile mukabelede bulunmayı bizlere muyesser eyle!.. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Temmuz, Sayı: 173
İslam ve İhsan