
Nefs-i mulheme nedir? Nefs-i mulheme mertebesine ulaşan mumin nasıl bir seviye kazanır? Nefsin mertebelerinden ucuncusu; Nefs-i mulheme.Nefs-i emmĂ‚reden pişmanlık duyarak levvĂ‚meye yukselen mu ’min, bu merhalede de tevbe, istiğfar, gunahlardan sakınmak, mĂ‚nevî irşĂ‚da gonul vermek ve bĂ‚zı nefs mucĂ‚hedeleriyle mulheme mertebesine vĂ‚sıl olur.
Bu mertebede kul, AllĂ‚h ’ın lutfuyla hayır ve şerri hassas bir sûrette ayırt edebilme ve şehevî duygularının aşırılıklarına direnebilme dirĂ‚yetine kavuşur. Kalbi Allah ’tan gĂ‚fil kılan her şeyden uzaklaşır. Artık halk nazarındakinden cok, Hak katındaki mevkiinin endîşesiyle dolar. ÎmĂ‚nın hakîkatleri kalbde inkişĂ‚f hĂ‚lindedir.
İLHAM ALAN NEFS Nefsin bu mertebesinin “mulheme” tĂ‚biriyle ifĂ‚de olunması da Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’deki:
“Nefse ve onu yaratılış maksadına uygun olarak şekillendirip, ona fucûr ve takvĂ‚sını ilham edene andolsun!” (eş-Şems, 7-8) Ă‚yetlerinden gelmektedir.
Nefs-i mulheme, ilhĂ‚ma mazhar olan nefstir. Nefsin bu merhalesini yaşayanlar, ilĂ‚hî emir ve yasaklara guzelce riĂ‚yet bereketiyle, ledunnî hakîkatlerden, mĂ‚rifet ve keşiften de bir nebze nasibdĂ‚r olmaya başlarlar. Kul, aşk ile rûhlar Ă‚lemine muteveccih bir hĂ‚le gelir, taraf-ı ilĂ‚hîden bĂ‚zı ilhĂ‚mlara ve kısmen RabbĂ‚nî esintilere mazhar olacak bir kıvĂ‚ma ulaşır. LĂ‚kin bu ilham esintilerinin RahmĂ‚nî olup olmadığını anlayabilmek icin, bir mĂ‚nevî rehberin kontrolune mutlak sûrette ihtiyac vardır.
ZîrĂ‚ girilen mucĂ‚hedede nefs mağlûb durumda ise de, yine boş durmayıp rûh-i sultĂ‚nîyi gĂ‚lip mevkiinden duşurmek icin gizli hîle ve vesveselerle kalbi meşgûl etmeye devĂ‚m eder. Bu sebeple mulheme mertebesindekilerin CenĂ‚b-ı Hakk ’a tevekkul ve teslîmiyetleri, kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da değildir. YĂ‚ni zĂ‚hirî ve fiilî kemĂ‚lĂ‚t, henuz bĂ‚tında gercekleşmemiştir.
Kotu ve cirkin huylar, coğu kez fiiliyĂ‚ta gecmese de hĂ‚lĂ‚ mevcuttur. ZĂ‚hirî sebep ve illetler Ă‚leminden hakîkat iklîmine henuz gecilememiş ve bu sebeple de tereddut, kuruntu, gonul darlıkları, vehim ve ihtiraslar tamamen atılıp, teslîmiyetin huzur ve saĂ‚detine kavuşulamamıştır. Gonuller, gecim ve ikbĂ‚l kaygıları gibi ceşitli tûl-i emellerle muzdariptir. Bugunun rızkına nĂ‚il oldukları hĂ‚lde yarınki rızıkları icin endişe duyarlar. ZĂ‚hiren CenĂ‚b-ı Hakk ’ın “RezzĂ‚k” sıfatını kabul ederlerse de belki farkında olmaksızın, kalben duydukları endişeyle bu sıfat-ı ilĂ‚hiyyeye îtimatsızlık mevkiinde kalabilirler. Bu ve benzeri diğer hĂ‚llerde de; AllĂ‚h ’ın takdîrine rızĂ‚, O ’na teslîmiyet ve tevekkul, -henuz kalben ve tahkîkî olarak gercekleşmediğinden-, sûretĂ‚ ve taklîdî bir şekilde îfĂ‚ edilmektedir.
Yine bu merhalede, nefsin arzu ettiği şeyleri terk edip, istemediklerini yapmak sûretiyle, nefs terbiyesinde bir nebze muvaffak olunmuştur. Ancak rûh-i hayvĂ‚nî mağlûb olmuşsa da rûh-i sultĂ‚nîden kaynaklanan temiz huylar ve guzel ahlĂ‚k henuz tam olarak yerleşmemiştir.
Bunun yerleşmesi, sĂ‚dece nefsin hoşlandıklarını terk edip hoşlanmadıklarını yapmakla, yĂ‚ni sırf riyĂ‚zet ve mucĂ‚hede ile mumkun olmaz. Bunlarla birlikte “zikrullĂ‚h”a da ihtiyac vardır. Fakat kalb, dunyevî endişe ve ihtiraslarla meşgûl bulundukca, zikrin safĂ‚sına ve netîcede itmi ’nĂ‚na eremez. ZikrullĂ‚hın, Ă‚dĂ‚bına riĂ‚yetle îfĂ‚ edilebilmesi icin de ehlullĂ‚hın mĂ‚nevî irşĂ‚d ve rehberliğine ihtiyac vardır.
Ne zaman ki kul, bir tedĂ‚vî ve telĂ‚fî maksadıyla değil de, derin bir zevk ve lezzet hĂ‚linde, aşk ve vecd icinde Rabbini zikretmeye başlarsa, o an zikrin gercek safĂ‚sına nĂ‚il olur. O zaman RabbĂ‚nî ilhĂ‚mlarla kĂ‚inĂ‚tın sırlarına vĂ‚kıf olur, orada sergilenen ilĂ‚hî kudret akışlarına hayran kalır ve gonlu mutmain olur.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın:
“(Resûlum!) Rabbinin yoluna hikmet ve guzel oğutle cağır.” (en-Nahl, 125) buyruğundan hisse almaya başlar, sozleri guzel ve hikmetli olur. Cunku o, artık ilhĂ‚ma mazhar olmuş bir kuldur.
Bu minvĂ‚lde mesĂ‚fe alındıkca da hayvĂ‚nî rûh, yĂ‚ni nefs, sultĂ‚nî rûhun emrine rĂ‚m olmaya ve bu sĂ‚yede de suflî temĂ‚yullerin iğvĂ‚sından kurtulmaya başlar. MusĂ‚maha, sabır ve tahammul gucu artar; tevĂ‚zû, kanaat ve comertlikte yuksek bir seviye kazanır.
NEFS-İ MULHEMENİN AFETİ Ancak bu mertebenin Ă‚feti de, “bir şey oldum” zannına kapılarak gaflet ile kibir ve ucuba suruklenivermektir. Bu sebeple mulhemedeki bir mu ’min, dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî muşĂ‚hede altında bulunduğunu bilip, hĂ‚l ve tavırlarını tevĂ‚zû ve fĂ‚nîlik duygularıyla tĂ‚yin etmelidir. Ote yandan dunyĂ‚ hayĂ‚tını Ă‚hiret duşuncesinden gĂ‚fil olmaksızın mutĂ‚laa edebilecek bir goruş ufkuna ulaşarak, tefekkur-i mevt olgunluğuna burunmelidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Olumu cokca hatırlayın! Cunku olumu hatırlamak, (insanı) gunahlardan arındırır, dunyĂ‚ya karşı zĂ‚hid kılar. Eğer siz zenginken onu anarsanız, zenginliği(n Ă‚fetlerini) giderir. Fakirken onu anarsanız, hayatınızdan hoşnûd kılar.” buyurmuştur. (Suyûtî, CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 47)
Nefsi bu mertebeye erişmiş olan bir sĂ‚lik, Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın buyurduğu:
“HesĂ‚ba cekilmeden evvel kendinizi hesĂ‚ba cekin. Henuz ilĂ‚hî terĂ‚zide tartılmadan once amellerinizi bir tartın. Hicbir amelinizin kendisine gizli kalmayacağı CenĂ‚b-ı Hakk ’ın huzûruna cıkmadan evvel, o buyuk mahkemeye hazırlanın. Şuphesiz dunyada iken nefsini hesaba ceken kimse icin kıyĂ‚met gunundeki hesap hafif olacaktır.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 25/2459; İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 27) nasîhatlerinin muktezĂ‚sını yaşama azmi icinde bulunmalıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
NEFSİN MERTEBELERİ NELERDİR? - VİDEO