
İhlas ne demektir? İslam ’da ihlasın onemi nedir? Amellerde ihlasın fazileti ve ihlas ile ilgili ornekler. Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Ameller, niyetlere goredir...” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 41; Muslim, İmĂ‚re, 155)
Bu itibarla başta ibĂ‚detler olmak uzere butun hayırlı amellerin, AllĂ‚h rızĂ‚sı icin yapılması esastır. Bu da, ancak ihlĂ‚s ile tahakkuk edebilir. Diğer bir ifĂ‚deyle, yapılan amelleri, ancak ihlĂ‚s ile ulvî bir gĂ‚yeye bağlayarak ibĂ‚det vasıf ve derecesine yukseltmek mumkundur. Dolayısıyla Allah katında amellerin makbûliyetinin asıl şartı, ihlĂ‚stır.
İHLAS NE DEMEKTİR? İhlĂ‚s, amelleri sırf rızĂ‚-yı ilĂ‚hîyi kastederek îfĂ‚ etmek ve onlar uzerine nefsĂ‚nî gĂ‚yelerin golgesini duşurmemektir. Beden icin ruh ne ise, amel icin ihlĂ‚s da o mesĂ‚bededir. İhlĂ‚ssız amel, ozden mahrum kuru bir yorgunluktan ibĂ‚rettir.
İhlĂ‚s, CenĂ‚b-ı Hakk ’a yakınlaşabilme gĂ‚yesiyle her turlu dunyĂ‚ menfaatlerinden kalbi koruyabilmektir.
İhlĂ‚s, amellerin, başta riyĂ‚ ve ucub olmak uzere her turlu mĂ‚nevî kirden arınmasıdır. ZîrĂ‚ bunlar, ihlĂ‚sı bulandıran ve onu yok eden kalbî hastalıklardır.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sından gayri butun emelleri gonulden sokup atmak, muslumanın îfĂ‚sına mecbûr olduğu buyuk bir vazîfedir.
LĂ‚kin şuna dikkat etmek lĂ‚zımdır ki, ihlĂ‚s sĂ‚hibi kimseler her an nefsĂ‚niyetin galebesi neticesinde bu guzel hĂ‚llerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Zirvede durmak nasıl zor ise, ihlĂ‚sı muhĂ‚faza edebilmek de o derece guctur. Nitekim bu hususta Zunnûn-ı Mısrî Hazretleri ’nin şu sozu pek meşhurdur:
“Butun insanlar oludur, Ă‚limler bundan mustesnĂ‚dır. Butun Ă‚limler uykudadır, ilmiyle Ă‚mil olanlar bunun dışındadır. İlmiyle amel edenlerin de aldanma ihtimĂ‚li vardır, ancak ihlĂ‚slılar bundan mustesnĂ‚dır. İhlĂ‚slılar da (dunyĂ‚da her an) buyuk bir tehlike ile karşı karşıyadırlar…”[1]
Butun zorluğuna rağmen ihlĂ‚sı muhĂ‚faza edebilen kullar ise pek cok ilĂ‚hî lûtuflara mazhar olurlar. Ezcumle:
İhlĂ‚s, kulları en buyuk hayır olan ilĂ‚hî rızĂ‚ya nĂ‚il eyler. Cunku AllĂ‚h ’ın, insanların amellerinden murĂ‚dı, ancak kendi rızĂ‚sının hedeflenmiş olması, yĂ‚ni ihlĂ‚stır. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“(Ey Resûlum!) Şuphesiz ki KitĂ‚b ’ı Sana hak olarak indirdik. O hĂ‚lde Sen de dîni AllĂ‚h ’a has kılarak ihlĂ‚s ile kulluk et!” (ez-Zumer, 2)
“De ki: Ben, dîni AllĂ‚h ’a has kılarak ihlĂ‚slı bir şekilde O ’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zumer, 11)
İhlĂ‚s, mu ’mini, en buyuk duşmanı olan şeytanın tasallutundan kurtarır. ZîrĂ‚ o, ancak ve ancak ihlĂ‚sta zaaf gosterenlere musallat olabilmektedir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“(Şeytan) dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryuzunde onlara (gunahları) susleyeceğim ve onların hepsini mutlakĂ‚ azdıracağım. Ancak onlardan ihlĂ‚sa erdirilmiş kulların mustesnĂ‚!” (el-Hicr, 39-40)
İhlĂ‚s sĂ‚hibi olanlar, Ccehennem azĂ‚bından Ă‚zĂ‚d olurlar. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; “(Azaptan) ancak AllĂ‚h ’ın hĂ‚lis kulları istisnĂ‚ edilecektir.” (es-SĂ‚ffĂ‚t, 40) buyruğu, bu hakîkati mujdelemektedir.
İhlĂ‚sla yapılan amel, az da olsa, sĂ‚hibinin kurtuluşuna kĂ‚fîdir. Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Dîninde ihlĂ‚slı ol! Boyle yaparsan az amel bile sana kĂ‚fî gelir.” buyurmuştur. (HĂ‚kim, IV, 341)
İhlĂ‚s, ilĂ‚hî nusreti celbeder. Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“AllĂ‚h bu ummete, zayıfların duĂ‚sı, namazları ve ihlĂ‚sları sebebiyle yardım eder.” buyurmuştur. (NesĂ‚î, CihĂ‚d, 43)
İhlĂ‚sın gĂ‚lip geleceğinden şuphe etmemek lĂ‚zımdır. ZîrĂ‚ ihlĂ‚slı gayretler korunur ve hicbir zaman zĂ‚yî olmaz. TĂ‚rih boyunca ihlĂ‚slı ve sabırlı fertlerden oluşan nice az sayıdaki ordular, sayı ve techizat bakımından kendilerinden katbekat fazla olan ordulara AllĂ‚h ’ın izniyle gĂ‚lip gelmişlerdir. Bu durum da gosteriyor ki ihlĂ‚s, zaferlerin temelidir.
İHLAS HAKKINDA ORNEKLER RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in hayĂ‚tı ihlĂ‚sın zirvesini teşkil eden misallerle doludur. Nitekim tebliğin ilk doneminde vukû bulan şu hĂ‚dise, bu hakîkati ne guzel ifĂ‚de etmektedir:
Muşrikler, amcası Ebû TĂ‚lib vĂ‚sıtasıyla Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e haber gondererek dĂ‚vĂ‚sından vazgecmesini istemişlerdi. Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cevap olarak amcasına şoyle buyurdu:
“–Amca! VallĂ‚hi, AllĂ‚h ’ın dînini tebliğden vazgecmem icin, Guneş ’i sağ elime, Ay ’ı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dĂ‚vĂ‚dan vazgecmem! Ya yuce AllĂ‚h, onu butun cihĂ‚na yayar, vazîfem biter; ya da bu yolda olur giderim!”[2]
İslĂ‚m nûrunun doğuşundan rahatsız olan muşrikler, Ebû TĂ‚lib vĂ‚sıtasıyla yaptıkları teşebbuslerin netîcesiz kalması karşısında, bu defĂ‚ Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e geldiler ve şu tekliflerde bulunmaya cur ’et ettiler:
“–Zengin olmak istiyorsan, sana istediğin kadar mal verelim; oyle ki kabîleler arasında senden zengin kimse bulunmasın!
Reislik arzusundaysan, seni kendimize baş yapalım; Mekke ’nin hĂ‚kimi ol!
ŞĂ‚yet asîl bir kadınla evlenmek fikrinde isen, sana Kureyş ’in en guzel kadınlarından hangisini istersen verelim!
Ne istersen yapmaya hazırız. Yeter ki, gel bu dĂ‚vĂ‚dan vazgec!”
Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de o gĂ‚fillere, yaptıkları ve yapacakları butun suflî ve nefsĂ‚nî tekliflerin hepsine birden cevap mĂ‚hiyetinde şoyle buyurdu:
“–Ben sizden hicbir şey istemiyorum. Ne mal, ne mulk, ne saltanat, ne reislik, ne de kadın! Benim tek istediğim, tapmakta olduğunuz Ă‚ciz putlardan vazgecerek yalnız AllĂ‚h ’a kulluk etmenizdir!”[3]
Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, hayĂ‚tını AllĂ‚h ’ın dînini tebliğ gayretiyle yaşamış ve bunun icin insanlardan mustağnî kalarak şahsı icin hicbir şey talep etmemiştir. Efendimiz ve diğer butun peygamberler:
“Yaptığım bu dĂ‚vete karşılık ben sizden herhangi bir ucret talep etmiyorum. Benim mukĂ‚fĂ‚tımı ancak Ă‚lemlerin Rabbi olan AllĂ‚h verecektir.”[4] sozunu tekrarlamışlardır.
Musa Aleyhisselam ’ın İhlası Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın şu hĂ‚li, ne muhteşem bir ihlĂ‚s tezĂ‚hurudur:
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“MûsĂ‚, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bircok insan buldu. Onların gerisinde de iki kadın gordu, (hayvanlarını sudan) men ediyorlardı. Onlara:
«–Sizin bu hĂ‚liniz nedir?» dedi. Şoyle cevap verdiler:
«–Cobanlar sulayıp cekilmeden biz (onların icine girip hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da cok yaşlıdır.»” (el-Kasas, 23)
Bunlar, Hazret-i Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ın kızları Safura ile SufeyrĂ‚ idi. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, sekiz gundur ac olmasına rağmen, cok guc de olsa kuyudan su cekti ve onların hayvanlarını sulayıverdi. Hanımlar teşekkur edip oradan ayrıldılar.
Daha sonra Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, Hazret-i MûsĂ‚ ’yı evine dĂ‚vet ederek yemek ikrĂ‚m etti. Hazret-i MûsĂ‚, gunlerdir ac olmasına rağmen yemekte tereddutluydu. Şuayb -aleyhisselĂ‚m- sebebini sordu. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- şu muhteşem cevĂ‚bı verdi:
“–Biz oyle bir Ă‚ileyiz ki, butun dunyĂ‚yı verseler, bir Ă‚hiret ameli ile değişmeyiz! Ben size bu yemek icin değil, rızĂ‚-yı ilĂ‚hî icin yardım etmiştim.”
Şuayb -aleyhisselĂ‚m- bu cevĂ‚ba cok memnûn oldu ve:
“–Bu ikrĂ‚mımız, yaptığın yardım icin değil, misĂ‚firimiz olduğun icindir; haydi ye!” buyurdu.
Bunun uzerine, cok yorgun ve ac olan MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, yemeği kabûl etti.
Bu misĂ‚l de gosteriyor ki, AllĂ‚h icin yapılan hayırların ecrini zĂ‚yî etmemek icin, niyetteki ihlĂ‚sı hicbir dunyevî karşılık beklentisiyle zedelememek gerekmektedir.
İhlasın Sırrına Varmış Muminler Tebuk Seferi ’nde yaşanan bir ihlĂ‚s misĂ‚lini VĂ‚sile bin EskĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatıyor:
Tebuk Seferi ’ne cıkılacağı gunlerde (sefere iştirĂ‚k edebilmek icin ne bir maddî gucum ne de bir bineğim vardı. Bu mubĂ‚rek seferden mahrum kalmamak icin) Medîne ’de şoyle nidĂ‚ ettim:
“–Ganimet hissemi vermem karşılığında kim beni bineğine bindirir?!”
EnsĂ‚r ’dan yaşlı bir zĂ‚t, munĂ‚vebe ile (sırayla) binmek uzere beni savaşa goturebileceğini soyledi. Ben hemen; “Anlaştık!” deyince:
“–Oyleyse AllĂ‚h ’ın bereketi uzere yuru!” dedi.
Boylece hayırlı bir arkadaşla yola cıktım. AllĂ‚h ganimet de nasîb etti; hisseme bir miktar deve isĂ‚bet etti. Bunları surup (o yaşlı EnsĂ‚rî ’ye) getirdim. O ise bana:
“–Develerini al gotur.” dedi.
“–Başta yaptığımız anlaşmaya gore bunlar senin.” dediysem de EnsĂ‚rî:
“–Ey kardeşim! Ganimetini al, ben senin bu maddî payını istememiştim. (Ben sevĂ‚bına, yĂ‚ni mĂ‚nevî kazancına iştirĂ‚k etmeyi duşunmuştum).” karşılığını verdi. (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 113/2676)
Butun imkĂ‚nlarını AllĂ‚h rızĂ‚sını kazanmak icin comertce seferber eden ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, hem AllĂ‚h yolunda gazĂ‚ya cıkarken hem de bir mu ’min kardeşine yardım ederken ihlĂ‚s sırrına son derece riĂ‚yet etmiş, AllĂ‚h icin yaptıkları hayırlara fĂ‚nî menfaatlerin en ufak bir golgesinin dahî duşmemesi icin Ă‚zamî bir titizlik gostermişlerdir.
Her Duaya Duayla Karşılık Verilmeli Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- bir yoksula yardım ettiği zaman, yoksulun hayır duĂ‚sına karşılık aynı duĂ‚ ile mukĂ‚belede bulunurdu. Kendisine:
“–Hem mal veriyorsun hem de duĂ‚ ediyorsun, bu nasıl oluyor?” diye sorulduğunda şu cevĂ‚bı vermiştir:
“–Onun yaptığı duĂ‚nın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duĂ‚nın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hĂ‚lis olsun, boylece infĂ‚kımın mukĂ‚fĂ‚tını sĂ‚dece Allah ’tan beklemiş olayım.”[5]
Ne muhteşem bir ihlĂ‚s numûnesi!.. Hakîkaten de o mubĂ‚rek insanlar, ihlĂ‚slarını muhĂ‚faza edebilmek icin kılı kırk yararcasına bir hassĂ‚siyet gostermişlerdir.
İman İle Şereflendiren İhlas Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’ın ihlĂ‚staki derinlik ve hassĂ‚siyetini sergileyen şu hĂ‚dise ne muhteşemdir:
Bir gazĂ‚da Hazret-i Ali, bir duşman neferini altına almış, onu oldurmek uzereydi. Bu esnĂ‚da adam, iğrenc bir davranışa meylederek ansızın Hazret-i Ali ’nin nurlu ve mubĂ‚rek yuzune tukurdu.
Ehl-i Beyt ’in bahĂ‚dır bir ferdi ve “AllĂ‚h ’ın Arslanı” olan Hazret-i Ali icin savaş meydanında alt ettiği o kĂ‚firin kafasını bir hamlede ucuruvermek, işten bile değildi. Fakat o, sırf AllĂ‚h icin olan gazĂ‚ niyetine, o anda nefsinin mudĂ‚halesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki Peygamber armağanı olan ZulfikĂ‚r isimli kılıcını yavaşca yere indirip duşmanını oldurmekten vazgecti.
Yerde perişan vaziyette olumu bekleyen adam, bu hĂ‚le pek şaşırdı. ZîrĂ‚ o, tukurmek sûretiyle yaptığı cirkin hareket neticesinde, Hazret-i Ali ’nin, oncekinden daha şiddetli bir mukĂ‚bele gostererek daha buyuk bir hiddet ve ofkeyle kendisini oldureceğini duşunmuştu. Fakat duşunduğu gibi olmadı; hayĂ‚l edemeyeceği bir hakîkatle karşılaştı. İslĂ‚m ve gonul kahramanı olan Hazret-i Ali ’nin bu davranışına akıl erdiremeyen o duşman, hayret ve merakla sordu:
“–YĂ‚ Ali! Beni tam oldurecekken niye durdun? Beni oldurmekten nicin vazgectin? Ne oldu ki şiddetli bir hiddetten tĂ‚rifsiz bir sukûna gectin!.. Bir şimşek gibi cakmakta iken bir anda fırtınasız, sĂ‚kin bir hava gibi duruluverdin...”
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- şoyle dedi:
“–Ben Hazret-i Peygamber ’in bana armağan ettiği bu ZulfikĂ‚r ’ı, ancak AllĂ‚h yolunda kullanırım. AllĂ‚h duşmanlarının başını yine O ’nun rızĂ‚sı icin vururum. Buna da aslĂ‚ nefsimi karıştırmam… Sen yuzume tukurmekle beni kızdırmak ve hakĂ‚ret etmek istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni, nefsime tĂ‚bî olmak gibi, bir mu ’mine aslĂ‚ yakışmayan Ă‚dî bir sebeple oldurecektim. HĂ‚lbuki ben, gurûrumu tatmin icin değil, AllĂ‚h icin gazĂ‚ ederim.”
Neticede o duşmanın gonlu, oldurmeye geldiği bir insanın ulvî ahlĂ‚k-ı hamîdesi karşısında Ă‚deta yeniden hayat buldu. Hazret-i Ali ’nin îmĂ‚nı, nefse mukĂ‚vemeti ve ihlĂ‚sından hisse alarak îmĂ‚n ile şereflendi.
İbrahim Aleyhisselam ’ın İhlası Bağdat ’ta bakırcılar carşısında buyuk bir yangın cıkmıştı. İki cocuk, yanmakta olan dukkĂ‚nların birinde mahsur kalmıştı. Cocuklar “İmdĂ‚t!” diye feryĂ‚d etmelerine rağmen, alevler cok şiddetli olduğundan hic kimse kurtarmaya cesĂ‚ret edemiyordu. Cocukların ustası ise dışarıda cĂ‚resizlik icinde:
“–Kim cocukları kurtarırsa ona bin altın vereceğim!” diye nidĂ‚ ediyordu.
O sırada oradan gecmekte olan Ebu ’l-Huseyin Nûrî Hazretleri, bu hĂ‚diseyi gorunce hemen buyuk bir şefkat ve merhametle ateşin icine daldı. Ateş, sanki ona gulistĂ‚n oluverdi. Hazret-i Pîr, herkesin hayret dolu bakışları arasında, cocukları alevlerin ortasından CenĂ‚b-ı Hakk ’ın inĂ‚yetiyle sağ-sĂ‚lim kurtardı.
Cocukların ustası, buyuk bir sevinc icinde Ebu ’l-Huseyin Nûrî Hazretleri ’ne altınları takdîm etti. Hazret-i Pîr ise birden kaşlarını cattı ve şoyle dedi:
“–Sen altınlarını al ve Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya şukret! ŞĂ‚yet ben şu yaptığımı AllĂ‚h icin değil de, maddî bir karşılık umîdiyle yapmış olsaydım, cocukları o alevlerin icinden aslĂ‚ cıkaramazdım!”
Bu misalde de gorulduğu gibi, ihlĂ‚s bereketiyle nice ateşler gulistĂ‚n oluverir. LĂ‚kin ateşe girebilmek, ancak AllĂ‚h ’a Halîl olan Hazret-i İbrĂ‚him ’in hĂ‚li ile hĂ‚llenmekle, yĂ‚ni “İbrĂ‚himlik”le mumkundur. Cunku İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- ’ın ateşten cekinmeyişi, kendisindeki AllĂ‚h aşkı ve muhabbetiyle teslîmiyetine mukĂ‚bil CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bahşetmiş olduğu mustesnĂ‚ bir ikramdır.
İhlasla Verilen Sadaka İhlĂ‚s, her işte tesirini gosterir. İnfĂ‚k edilen sadaka, hĂ‚lis niyetle verildiği takdirde, lĂ‚yık olmayan bir kimseye gitse bile onu veren, samîmiyeti mukĂ‚bilinde ecre nĂ‚il olur. İhlĂ‚sı nisbetinde, verdiği kimselerde de hayra doğru musbet temĂ‚yuller meydana gelir. Bu hakîkate Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle işĂ‚ret buyurur:
“Vaktiyle bir adam:
«–Ben mutlakĂ‚ bir sadaka vereceğim.» dedi.
Geceleyin evinden sadakasını alıp cıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gun belde halkı:
«–(Hayret!) Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam:
«–AllĂ‚h ’ım! Sana hamd olsun. Ben bugun de bir sadaka vereceğim.» dedi.
Yine sadakasını alarak evinden cıktı ve onu (bu sefer de bilmeden) bir fĂ‚hişenin eline tutuşturdu. Ertesi gun halk:
«–(Olur şey değil!) Bu gece bir fĂ‚hişeye sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam:
«–AllĂ‚h ’ım! Bir fĂ‚hişeye (de olsa) sadaka verdiğim icin Sana hamd olsun. Ben mutlakĂ‚ yine sadaka vereceğim.» dedi.
(O gece, yine) sadakasını alıp evinden cıktı ve onu (bu defa da bilmeden) bir zenginin eline tutuşturdu. Ertesi gun halk:
«–(Bu ne iştir!) Bu gece de bir zengine sadaka verilmiş!» diye (hayretle) soylenmeye başladı. Adam:
«–AllĂ‚h ’ım! Hırsıza, fĂ‚hişeye ve zengine (de olsa) sadaka verebildiğim icin Sana hamd olsun.» dedi.
(Bu ihlĂ‚sı sebebiyle) uykusunda o adama:
«–Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgecirecektir. FĂ‚hişe, belki yaptığından pişman olup iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp AllĂ‚h ’ın kendisine verdiği maldan muhtaclara dağıtacaktır.» denildi.” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 14)
İşte ihlĂ‚s ve samîmiyetin berekĂ‚tı… Hadîs-i şerîfte, kişinin sadaka verirken kalbinde taşıması gereken ihlĂ‚s ve samîmiyete işĂ‚ret edilmektedir. Ayrıca niyetin amelden daha hayırlı olduğu da ifĂ‚de edilmektedir. Fakat buradan hareketle sadakayı rastgele dağıtmanın fazîletli bir iş olduğu da zannedilmemelidir. BilĂ‚kis mu ’min, sadaka ve zekĂ‚tını verirken, gercekten muhtac olanı, imkĂ‚nı dĂ‚hilinde araştırmalı ve onu en lĂ‚yık olan kimselere vermelidir.
Sadaka Vermede Niyet Yukarıdaki hadîs-i şerîfin bir tezĂ‚huru olan şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’nin bir Anadolu seyahatleri esnĂ‚sında Urgup ’te bir kişi otomobillerini cevirerek kendisinden sigara parası ister. Bir sehĂ‚vet guneşi olan SĂ‚mi Efendi Hazretleri, bĂ‚zı yol arkadaşlarının kalbî muhĂ‚lefetine rağmen:
“–MĂ‚demki istiyor, vermek lĂ‚zım.” diyerek, etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında adamın istediği parayı hic duşunmeden verir. Buna memnun olan fakir de niyetini değiştirip:
“–Şimdi gidip bununla ekmek alacağım.” diyerek sevincle oradan ayrılır.
Bu, infĂ‚k edilen malın helĂ‚liyeti ve niyetin temizliği mukĂ‚bilinde meydana gelen hayır tecellîsine dĂ‚ir Ă‚şikĂ‚r bir misaldir.
Gizlice İşlenen Amel İslĂ‚m tĂ‚rihinin ilk yıllarında Medîne-i Munevvere ’de bĂ‚zı fakirlerin kapılarına mechûl bir kimse her sabah bir cuval erzak bırakmaktaydı. Bir sabah o fakirler uyandıklarında baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak ederlerken, o esnĂ‚da icli bir salĂ‚ sesi duyuldu ve Medîne-i Munevvere, Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’ın torunu ZeynelĂ‚bidîn Hazretleri ’nin vefĂ‚tı haberiyle calkalandı. Herkes derin bir mĂ‚teme burundu.
Bu Peygamber evlĂ‚dına karşı son vazîfeler îtinĂ‚ ile yapılmaya başlandı. Sıra mubĂ‚rek nĂ‚şının yıkanmasına geldiğinde, bu şerefli vazîfeyi yapacak olan zĂ‚t, mevtĂ‚nın sırtında ici su toplamış buyukce yaralar gorunce şaşırdı. Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise, Ehl-i Beyt ’ten orada bulunup bu sırra Ă‚şinĂ‚ olan bir kimse, şunları soyledi:
“–ZeynelĂ‚bidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak cuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına goturur ve kimseye gorunmeden geri donerdi. Halk da bu cuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gorduğunuz yaralar, işte o cuvalları taşımaktan oturu oluşmuş yaralardır.” (Bkz. İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IX, 112, 122; Ebû Nuaym, Hilye, III, 136)
İşte, Hakk ’a rĂ‚m olmuş, merhamet dolu bir mu ’minin yureğindeki ihlĂ‚s tecellîsi ve yapılan hayırların ecrini, beşerin iltifatlarıyla zedelememek icin omur boyu riĂ‚yet edilen bir hassĂ‚siyet…
Sultan Alparslan ’ın Malazgirt Konuşması Gonlu Rabbi ile beraber olan Sultan Alparslan ’ın şu hĂ‚li, ihlĂ‚sa ne guzel bir misaldir:
Alparslan, 1071 ’de Malazgirt Meydan Muharebesi ’ne girmeden evvel bembeyaz elbiseler giydi ve; “Bu benim kefenimdir!” dedi. YĂ‚ni kendini cihan şohretine değil, hĂ‚lis bir îman vecdiyle şehîdliğe hazırladı. Askerine, harbe girmeden once şu veciz hitĂ‚bede bulundu:
“Ya muzaffer olur gĂ‚yeme ulaşırım; ya da şehîd olarak cennete giderim. Sizlerden beni tĂ‚kip etmeyi tercih edenler, tĂ‚kip etsin. Ayrılmayı tercîh edenler, gitsinler! Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. ZîrĂ‚ bugun ben de sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan bir gĂ‚zîyim. Beni tĂ‚kip edenler ve nefislerini yuce AllĂ‚h ’a adayarak şehîd olanlar, cennete; sağ kalanlar gĂ‚zîliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, Ă‚hirette ateş, dunyĂ‚da da rezillik beklemektedir.”
Sultan Alparslan ’ın bu ihlĂ‚sına mukĂ‚bil CenĂ‚b-ı Hak ona, kendi ordusundan beş misli daha kalabalık bir orduya sĂ‚hip olan Romen Diyojen karşısında zafer nasîb etti.
Daha once de ifĂ‚de edildiği uzere, insanlar icinde ancak ihlĂ‚s sĂ‚hibi olanlar gercek kurtuluşa ereceklerdir. Ancak ihlĂ‚s sĂ‚hipleri de dĂ‚imĂ‚ buyuk ve tehlikeli bir imtihan uzeredirler. Nitekim buyuk İslĂ‚m kumandanı Alparslan ’ın hayĂ‚tına mĂ‚l olan suikast da boyle bir imtihan mĂ‚hiyetinde gercekleşmiştir. Şoyle ki:
Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde cok sayıda atlı ile MĂ‚verĂ‚unnehir ’e doğru sefere cıktı. Amuderya Nehri uzerinde bulunan Hana Kalesi ’ni muhĂ‚sara etti. Kale komutanı, sapık bir fırka olan BĂ‚tınîliğe mensup Yûsuf el-Harezmî idi. Kalenin fazla dayanamayacağını anlayınca teslîm olduğunu bildirdi. Bu hĂ‚in, Alparslan ’ın huzûruna cıkarıldığında Sultan ’a hucûm edip onu hanceriyle yaraladı. Yûsuf el-Harezmî ’yi derhĂ‚l oldurduler, fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. 25 Ekim 1072 tĂ‚rihinde şehîden Rabbine kavuştu. Son sozleri şunlar oldu:
“Her ne zaman duşman uzerine azmetsem, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya sığınır, O ’ndan yardım isterdim. Dun bir tepe uzerine cıktığımda, askerimin cokluğundan, ordumun buyukluğunden, sanki ayağımın altındaki dağ titriyor gibi geldi. Kalbimden, «Ben, dunyĂ‚nın hukumdĂ‚rıyım, bana kim gĂ‚lip gelebilir!» diye bir duşunce gecti. İşte bunun neticesi olarak CenĂ‚b-ı Hak, Ă‚ciz bir kulu ile beni cezĂ‚landırdı. Kalbimden gecen bu duşunceden ve daha once işlemiş olduğum hatĂ‚ ve kusurlarımdan dolayı Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan af diliyor, tevbe ediyorum. LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llĂ‚h Muhammedu ’r-RasûlullĂ‚h!..”
Şuphesiz bu hĂ‚l, temiz bir yureğin samîmî bir vicdan muhĂ‚sebesidir.
40 Yıl Duasını Aldı Hak dostlarından bir zĂ‚ta:
“–Efendim, ihlĂ‚s husûsunda sizi tesiri altında bırakan bir hĂ‚dise yaşadınız mı?” diye sordular. O da:
“–Evet, yaşadım.” dedi ve şunları anlattı:
“–Mekke-i Mukerreme ’de para kesemi kaybetmiş, muhtac durumda kalmıştım. Basra ’dan para bekliyordum, fakat bir turlu gelmiyordu. Sacım sakalım epeyce uzamıştı. Bir berbere giderek:
«–Param yok, AllĂ‚h rızĂ‚sı icin saclarımı duzeltebilir misin?» diye sordum.
O esnĂ‚da berber, bir adamı tıraş ediyordu. Hemen yanındaki boş yeri gosterip; «Buraya otur.» dedi ve onu bırakarak beni tıraş etmeye başladı. O adam îtirĂ‚z etti. Berber:
«–Kusura bakmayınız efendim, sizi ucret mukĂ‚bilinde tıraş ediyorum, lĂ‚kin bu şahıs, AllĂ‚h rızĂ‚sı icin kendisini tıraş etmemi istedi. AllĂ‚h icin olan işler dĂ‚imĂ‚ onceliklidir ve bir bedeli yoktur. AllĂ‚h icin olan işin bedelini kullar aslĂ‚ bilemez ve odeyemez!» dedi.
Tıraştan sonra berber, cebime zorla birkac altın sokuşturdu:
«–Âcil ihtiyaclarını karşılarsın, imkĂ‚nım bu kadar, kusura bakma!» dedi.
Aradan birkac gun gecti, Basra ’dan beklediğim para geldi. Berbere bir kese altın goturdum:
«–AslĂ‚ alamam! AllĂ‚h icin olan işin bedelini odemeye kulların gucu yetmez. Varın gidin siz yolunuza devĂ‚m edin, AllĂ‚h selĂ‚met versin!» dedi.
HelĂ‚lleşip ayrıldım, lĂ‚kin tam kırk senedir geceleri kalkıp ona duĂ‚ ediyorum.”
İşte boyle hĂ‚lisĂ‚ne, yĂ‚ni sĂ‚dece AllĂ‚h icin yapılan amel-i sĂ‚lihlerin ve hayırların karşılığını CenĂ‚b-ı Hak, kendi şĂ‚nına lĂ‚yık bir guzellikte lûtfedecektir.
İki Şeyi Unut Osmanlı toplumunda Ramazan gunlerinde pek cok zengin, hic tanımadıkları muhitlerde tebdîl-i kıyĂ‚fet uzere gezerler, bolgedeki bakkal, manav ve dukkĂ‚nlara giderek onlardan veresiye defterini cıkarmalarını isterlerdi. Baştan, ortadan ve sondan rastgele bĂ‚zı sayfalarda yazılı borcları toplattırıp cıkan miktĂ‚rı oder ve:
“–Bu borcları silin! AllĂ‚h ’ım kabûl eyle!” deyip, kendilerini tanıtmadan giderlerdi.
Borcu odenen, borcunu kimin odediğini; borcu sildiren de kimi borctan kurtardığını bilmezdi. Gizli verilen nĂ‚file sadakanın, acıktan verilenden daha makbûl olduğunu bilen zevĂ‚t, yardımlarını mumkun mertebe gizlice yapmaya gayret ederlerdi. EcdĂ‚dımız sağ eliyle verdiğini, sol elinden bile saklar, yaptıkları iyilikleri de hemen unuturlardı.
KibĂ‚r-ı ehlullĂ‚h iki şeyi unut buyuruyor:
1. Yaptığın hayır-hasenĂ‚tı. ZîrĂ‚ sana benlik ve ucub vermesin.
2. Sana yapılan kotulukleri unut ki, kalbinde kin ve ofke tomurcuklanmasın.
Zor Muhafaza Edilen Cevher VelhĂ‚sıl ihlĂ‚s, zor elde edilen ve zor muhĂ‚faza edilen bir cevherdir ki, kıymetini Allah ’tan başka kimse takdîr edemez. ZîrĂ‚ kalp pencereleri AllĂ‚h ’a acıktır. İhlĂ‚s, kulu dunyĂ‚da ve Ă‚hirette yuksek mertebelere nĂ‚il kılan ve AllĂ‚h ’a yaklaştıran ulvî bir haslettir. Allah TeĂ‚lĂ‚, ihlĂ‚stan mahrum amelleri kabûl etmez. Ucub (kendini beğenme) ve riyĂ‚ gibi kalbî hastalıklarla yapılan ameller, kıyĂ‚met gunu, eskiyip dokulmuş bir pacavra gibi sĂ‚hibinin yuzune carpılır. İhlĂ‚sa ise Allah TeĂ‚lĂ‚ bereket lûtfederek kulunun azını cok yapar, omrunu uzun ve feyzini dĂ‚im kılar.
Dipnotlar:
[1] Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, Beyrut 1990, V, 345.
[2] Bkz. İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, II, 64.
[3] Bkz. İbn-i HişĂ‚m, I, 236.
[4] Bkz. eş-ŞuarĂ‚, 109, 127, 145, 164, 180; Yûnus, 72; Hûd, 29.
[5] Necati Yeniel - Huseyin Kayapınar, Sunen-i Ebû DĂ‚vûd Terceme ve Şerhi, İst. 1988, VI, 304.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
AMELLERDE İHLAS VE SAMİMİYETİN ONEMİ