Takva ne demektir? Nasıl takva sahibi olunur? Hak katında en ustun insan kimdir? Takva ile ilgili ornekler.TakvĂ‚, kalbi mĂ‚sivĂ‚dan, yĂ‚ni Allah ’tan uzaklaştıran her şeyden korumak sûretiyle cemĂ‚lî tecellîlerin mĂ‚kesi hĂ‚line gelmektir. TakvĂ‚, mu ’minin, AllĂ‚h ’ın hıfz u emĂ‚nına sığınarak, Ă‚hirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden titizlikle korunması ve gunahlardan sakınarak sĂ‚lih amellere sarılmasıdır.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, takvĂ‚nın Hak katındaki yegĂ‚ne kıymet ve makbûliyet miyĂ‚rı olduğunu Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- ’a hitĂ‚ben şoyle ifĂ‚de buyurmuştur:
“Bak! Sen ne kırmızıdan ne de siyahtan ustun değilsin. Onlara karşı ancak takvĂ‚ ile ustun olabilirsin.” (Ahmed, V, 158)
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Sizin en muttakî olanınız benim.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 13; Muslim, SıyĂ‚m, 74) buyurmuş ve hayĂ‚tının her safhasında takvĂ‚ olculeriyle hareket etmiştir. İşte bu sebeple muttakî bir mu ’min olabilmek icin, Allah Resûlu ’nun Sunnet-i Seniyye ’sine riĂ‚yet şarttır.
NASIL TAKVA SAHİBİ OLUNUR? Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, takvĂ‚yı ne guzel tĂ‚rif eder:
Bir kimse ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a gelerek:
“–Ey hayır ve iyiliklerin muallimi! Bir kul, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya karşı nasıl takvĂ‚ sahibi olur?” diye sordu.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-:
“–Bu kolay bir iştir: Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı cĂ‚n u gonulden hakkıyla seversin, O ’nun rızĂ‚sı icin gucun yettiğince sĂ‚lih amellerde bulunursun, butun Âdemoğullarına da, kendine acır gibi şefkat ve merhamet gosterirsin!” cevĂ‚bını verdi. Sonra da şoyle buyurdu:
“–Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma! O zaman AllĂ‚h ’a karşı hakkıyla takvĂ‚ sĂ‚hibi olursun!” (Ahmed, ez-Zuhd, s. 59)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da, bir gun Ubey bin KĂ‚ ’b -radıyallĂ‚hu anh- ’a takvĂ‚nın ne olduğunu sorar. Ubey -radıyallĂ‚hu anh- da ona:
“–Sen hic dikenli bir yolda yurudun mu ey Omer?” der.
Hazret-i Omer:
“–Evet, yurudum.” karşılığını verince bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sorar.
Hazret-i Omer:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi icin butun dikkatimi sarf ettim.” cevĂ‚bını verir.
Bunun uzerine Ubey bin KĂ‚ ’b -radıyallĂ‚hu anh-:
“–İşte takvĂ‚ budur.” der.[1]
TakvĂ‚nın başı, kufur ve şirkten, ateşe duşmekten kacar gibi kacmaktır. Bunun tezĂ‚huru de farzları hakkıyla edĂ‚ etmek ve butun gunahlardan sakınmaktır.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Her nerede olursan ol Allah ’tan ittikĂ‚ et ve kotuluğun arkasından hemen bir iyilik yap ki, bu onu yok etsin. İnsanlara da guzel ahlĂ‚k ile muĂ‚mele et!” (Tirmizî, Birr, 55/1987)
TakvĂ‚nın zirve hĂ‚li; kulun, kalbini Allah ’tan gĂ‚fil kılacak her şeyden uzaklaşarak butun varlığıyla Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya yonelmesidir ki, bu mertebenin nihĂ‚yeti yoktur. İşte bu son merhale:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan, nasıl korkmak gerekiyorsa oyle korkup gerektiği gibi sakının ve ancak Muslumanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) Ă‚yetinde emredilen hakîkî takvĂ‚dır.
TakvĂ‚da kemĂ‚le erebilmek icin şupheli şeylerden de şiddetle kacınmak gerekmektedir. Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Kul, mahzurlu şeylere duşme endişesiyle mahzûru olmayan bĂ‚zı şeyleri de terk etmedikce gercek muttakîlerin derecesine ulaşamaz.” buyurur. (Tirmizî, KıyĂ‚me, 19/2451; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 24)
AbdullĂ‚h bin Omer -radıyallĂ‚hu anh- da şu îkazda bulunur:
“Kişi, kalbini tırmalayan, kendisini huzursuz eden şeyleri terk etmedikce takvĂ‚ makĂ‚mına ulaşamaz.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 1)
Kul, takvĂ‚ sĂ‚hibi olabilmek icin nefsini dĂ‚imĂ‚ hesĂ‚ba cekmelidir. ZîrĂ‚, kalbin en buyuk duşmanı olan nefs-i emmĂ‚renin şiddetli arzularına direnebilmek ve Ă‚fetlerinden korunabilmek, ancak takvĂ‚ duygusunun kuvvetlenmesiyle mumkundur.
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, onune serilen onca dehşetli cĂ‚zibelerin aldatmalarına kanmamak icin “maĂ‚zallĂ‚h” diyerek, yegĂ‚ne cĂ‚renin yuksek bir takvĂ‚ ile “AllĂ‚h ’a sığınmak” olduğunu ortaya koymuştu. Bu da ilĂ‚hî yardımın tahakkuk safhasına girmesi icin, takvĂ‚nın bir zarûret olduğunu gostermektedir.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz de, duĂ‚larında CenĂ‚b-ı Hak ’tan kendisine takvĂ‚ bahşetmesini şoyle niyĂ‚z ederdi:
“AllĂ‚h ’ım! Nefsime takvĂ‚sını ver ve onu tezkiye et! Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve MevlĂ‚ ’sısın.” (Muslim, Zikir, 73)
“AllĂ‚h ’ım! Sen ’den hidĂ‚yet, takvĂ‚, iffet ve gonul zenginliği istiyorum.” (Muslim, Zikir, 72)
ALLAH KATINDA EN USTUN İNSAN
Hak katında insanların en ustunu, en cok takvĂ‚ sĂ‚hibi olanlardır.[2] Allah TeĂ‚lĂ‚ muttakî kullarını sever[3] ve dĂ‚imĂ‚ onlarla beraberdir.[4] Muttakîlere genişliği gokler ve yer kadar olan cennetler vaad etmiştir.[5] Yine Hak TeĂ‚lĂ‚ Hazretleri, takvĂ‚ sĂ‚hibi kuluna iyi ile kotuyu ayırmaya yarayan bir anlayış bahşeder ve onun gunahlarını bağışlar.[6] Sıkıntı Ă‚nında ona bir cıkış yolu gosterir ve umulmadık yerden rızık lûtfeder. İşlerine kolaylık verir, kotuluklerini affeder ve buyuk ecirler bahşeder.[7]
Nitekim Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın rivĂ‚yetine gore Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun:
“–Ben bir Ă‚yet biliyorum. ŞĂ‚yet insanlar onu tutsalardı hepsine de kĂ‚fî gelirdi.” buyurmuştu.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Resûlu, bu hangi Ă‚yettir?” dediler.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“...Kim AllĂ‚h ’a karşı takvĂ‚ sĂ‚hibi olursa, Allah TeĂ‚lĂ‚ ona bir cıkış yolu ihsĂ‚n eder.” (et-TalĂ‚k, 2) Ă‚yetini tilĂ‚vet buyurdu. (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 24)
Peygamber Efendimiz ’e mĂ‚nen en yakın kimseler muttakîlerdir. MuĂ‚z bin Cebel -radıyallĂ‚hu anh- der ki:
“Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- beni Yemen ’e vĂ‚li olarak gonderirken, uğurlamak icin Medîne ’nin dışına kadar teşrîf etti. Ben binek uzerindeydim, O ise yuruyordu. Bana bĂ‚zı tavsiyelerde bulunduktan sonra:
“–Ey MuĂ‚z! Belki bu seneden sonra beni bir daha goremezsin! İhtimal ki şu mescidimle kabrime uğrarsın!” buyurdu.
Bu sozleri duyunca, dosttan yĂ‚ni Allah Rasûlu ’nden ayrılmanın verdiği huzunle ağlamaya başladım. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ağlama ey MuĂ‚z!” buyurdu ve sonra yuzunu Medîne ’ye doğru cevirerek:
“–İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun AllĂ‚h ’a karşı takvĂ‚ sĂ‚hibi olan muttakîlerdir.” buyurdu.[8]
Yine Fahr-i KÂinÂt Efendimiz:
“Şuphesiz benim dostlarım muttakîlerdir.” buyurmuştur. (Ebû DĂ‚vûd, Fiten, 1/4242)
TakvĂ‚da kemĂ‚le eren bir kalp, artık nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olma şerefine erişir, ilĂ‚hî hikmet ve esrĂ‚rın tecellî mekĂ‚nı olur.
TAKVA HAKKINDA ORNEKLER Ebû Hanîfe Hazretleri ’nin TakvĂ‚sı İmĂ‚m-ı Âzam, İmĂ‚m ŞĂ‚fiî, Ahmed bin Hanbel gibi gercek Ă‚lim olan Hak dostları, hayatlarını hep takvĂ‚ olculeri icinde surdurmuşlerdir. Nitekim bir defasında elbisesindeki cok ufak bir kiri temizlerken İmĂ‚m Ebû Hanîfe ’yi gorenler sorarlar:
“–YĂ‚ İmĂ‚m! Verdiğiniz fetvĂ‚ya gore şu ufacık leke namaza mĂ‚nî bir kir değil; ne diye zahmet cekip onu gidermeye calışıyorsunuz?”
İmĂ‚m-ı Âzam Hazretleri buyurur:
“–O fetvĂ‚dır, bu ise takvĂ‚!..”
Gorulduğu uzere takvĂ‚, AllĂ‚h ’ın emir ve nehiyleri karşısında sergilenen Ă‚zamî bir titizlik ve hassĂ‚siyettir.
Kur ’an Kelamıyla Konuşan Kadın Bir gunĂ‚ha duşuveririm korkusuyla Kur ’Ă‚n Ă‚yetlerinden başka bir soz konuşmayan şu muttakî hanımın hĂ‚li ne kadar ibretlidir:
AbdullĂ‚h bin MubĂ‚rek Hazretleri anlatıyor:
AllĂ‚h ’ın Beytu ’l-HarĂ‚m ’ını (KĂ‚be ’yi) haccetmiş ve Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kabrini ziyĂ‚ret maksadıyla yola cıkmıştım. Yolda bir karaltı gordum. Dikkatlice baktım, bir de ne goreyim?! Sırtında yunden bir burgu, başında da yunden bir başortusuyle yalnız bir kadın!.. Kendisine:
“–EsselĂ‚mu aleykum ve rahmetullĂ‚hi ve berakĂ‚tuh!” diyerek selĂ‚m verdim.
O da, YĂ‚sin Sûresi ’nden:
(Bu da) cok esirgeyici Rab ’lerinden bir selĂ‚mdır!” (YĂ‚sîn, 58) Ă‚yetini okuyarak selĂ‚mıma mukĂ‚bele etti.
“–AllĂ‚h sana iyilik versin! Sen burada ne yapıyorsun?” diye sordum. A ’rĂ‚f Sûresi ’nin 186. Ă‚yetinden:
“AllĂ‚h kimi şaşırtırsa, onu yola getirecek yoktur...” kısmını okudu. Anladım ki, yolunu kaybedip orada kalmış. Ona:
“–Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordum. İsrĂ‚ Sûresi ’nin 1. Ă‚yetinden:
“...Kulunu bir gece Mescid-i HarĂ‚m ’dan alıp Mescid-i AksĂ‚ ’ya goturen...” bolumunu okudu. Anladım ki, kendisi haccetmiş, Beytu ’l-Makdis ’e (Kudus ’e) gitmek istiyor. Kendisine:
“–Sen kac gundur buradasın?” diye sordum. Meryem Sûresi ’nin 10. Ă‚yetinden:
“...Sen sapasağlam olduğun hĂ‚lde, uc gece...” kısmını okudu.
“–Yanında yiyecek bir azığın da yok?” dedim. ŞuarĂ‚ Sûresi ’nin:
“Beni yediren, iciren O ’dur!” meĂ‚lli 79. Ă‚yetini okudu.
“–Sen bu susuz colde ne ile abdest alıyorsun?” diye sordum. NisĂ‚ Sûresi ’nin 43. Ă‚yetinden:
“...Su da bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa teyemmum ediniz!..” bolumunu okudu.
“–Benim yanımda yiyecek var. Yemek ister misin?” dedim. Bakara Sûresi ’nin 187. Ă‚yetinden:
“...Sonra, akşama kadar orucu tamamlayınız!..” bolumunu okudu.
“–Bu ay Ramazan ayı değil ki?” dedim. Bakara Sûresi ’nin 158. Ă‚yetinden:
“...Kim gonlunden koparak (vĂ‚cib olmayan amellerden) bir hayır işlerse (mukĂ‚fĂ‚tını gorur). Cunku AllĂ‚h, tĂ‚atlerin ecrini veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir!” kısmını okudu.
“–Seferde iftar bize mubah kılınmıştı ya?” dedim. Bakara Sûresi ’nin 184. Ă‚yetinden:
“...Eğer bilirseniz (gucluğune rağmen) oruc tutmanız sizin icin daha hayırlıdır.” bolumunu okudu.
“–Nicin benim seninle konuştuğum gibi konuşmuyorsun?” diye sordum. KĂ‚f Sûresi ’nin:
“İnsan hicbir soz soylemez ki, yanında gozetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın!” mealli 18. Ă‚yetini okudu.
“–Seni deveme bindirip kĂ‚filene yetiştireyim.” dedim. Bakara Sûresi ’nin 197. Ă‚yetinden:
“...Siz ne hayır işlerseniz, AllĂ‚h onu bilir...” mealli bolumu okudu.
Onu bindirmek uzere hemen devemi hazırladım. Nûr Sûresi ’nin 30. Ă‚yetinden:
“Mu ’minlere soyle; gozlerini haramdan sakınsınlar!..” mealli bolumu okudu.
Deveye binince, Zuhruf Sûresi ’nin 13 ve 14. Ă‚yetlerinden:
“...Bunları bize rĂ‚m eden AllĂ‚h ’ın şĂ‚nı ne yucedir! Yoksa, biz bunlara guc yetiremezdik. Biz şuphesiz Rabbimiz ’e doneceğiz.” kısmını okudu.
Yola koyulunca da Muzzemmil Sûresi ’nin 20. Ă‚yetinden:
“...Artık Kur ’Ă‚n ’dan, kolayınıza geleni okuyun!..” mealli bolumu okudu. Ben de:
“...Kime hikmet verilirse muhakkak ki ona pek cok hayır verilmiş demektir...” (el-Bakara, 269) Ă‚yetinden ilhamla:
“–Sana cok hayır verilmiştir!” dedim. O da, bu Ă‚yetin devĂ‚mındaki:
“...SĂ‚lim akıl sĂ‚hiplerinden başkası iyi duşunmez!” (el-Bakara, 269) mealli bolumu okudu.
NihĂ‚yet kĂ‚fileye yetiştik ve:
“–İşte kĂ‚filen bu! Onun icinde senin kimin var?” dedim. Kehf Sûresi ’nin 46. Ă‚yetinden:
“Servet ve oğullar, dunyĂ‚ hayĂ‚tının ziynetidir...” mealli bolumu okudu. Anladım ki kĂ‚filenin icinde oğulları var.
“–Onların hac kĂ‚filesindeki vazîfeleri nedir?” diye sordum. Nahl Sûresi ’nin:
“Daha nice alĂ‚metler (yarattı). Onlar yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.” mealli 16. Ă‚yetini okudu. Anladım ki, oğulları kĂ‚filede kılavuzdurlar. Cadırları ve imĂ‚retleri işĂ‚ret ederek:
“–Şunlar icinde senin oğulların kimlerdir?” diye sordum. NisĂ‚ Sûresi ’nin 125. Ă‚yetinden:
“...AllĂ‚h, İbrĂ‚him ’i dost edinmiştir.” mealli son bolumu, 164. Ă‚yetinden “...AllĂ‚h, MûsĂ‚ ile gercekten konuştu.” mealli bolumu, Meryem Sûresi ’nin 12. Ă‚yetinden; “Ey YahyĂ‚! KitĂ‚ba var gucunle sarıl!..” mealli birinci bolumu okudu. Bunun uzerine, ben de:
“–Ey İbrĂ‚him! Ey MûsĂ‚! Ey YahyĂ‚!” diyerek seslendiğimde, ay parcası gibi uc genc cıkageldi. Gelip oturduklarında anneleri, onlara Kehf Sûresi ’nin 19. Ă‚yetinden:
“...Şimdi siz birinizi gumuş para ile şehre gonderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir erzak getirsin!..” mealli bolumu okudu. Genclerden biri giderek yiyecek satın aldı, onu onume koydular. Kadın, HĂ‚kka Sûresi ’nin:
“Gecmiş gunlerde işlediğiniz iyiliklerin karşılığı olarak Ă‚fiyetle yeyiniz, iciniz!” mealli 24. Ă‚yetini okudu. Fakat ben kadının oğullarına:
“–Şimdi siz annenizin hĂ‚lini haber vermedikce, yemeğiniz bana harĂ‚m olsun!” dedim. Bunun uzerine gencler:
“–Bu bizim annemiz, RahmĂ‚n olan AllĂ‚h ’a karşı bir hatĂ‚ya duşme korkusuyla, kırk yıldan beri Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Ă‚yetlerinden başkasını konuşmaz!” dediler. Ben de Cuma Sûresi ’nin:
“Bu, AllĂ‚h ’ın kime dilerse ona vereceği bir fazl (u inĂ‚yetidir)! AllĂ‚h buyuk fazl (u kerem) sĂ‚hibidir!” mealli 4. Ă‚yetini okudum.[9]
Osmanlı Sultanının HarĂ‚m HassĂ‚siyeti TakvĂ‚, harĂ‚ma duşme endişesiyle şupheli şeyleri, hattĂ‚ birtakım mubahları dahî terk etmeyi îcĂ‚b ettirir. Bunun bir misĂ‚li şoyledir:
Ordu ve donanmasını goz kamaştıracak bir seviyeye getiren, ic karışıklıkları mĂ‚hirĂ‚ne bir siyĂ‚setle bertarĂ‚f eden ve boylece devleti, eski îtibarlı mevkiine doğru yukseltmeye başlayan Sultan Abdulazîz HĂ‚n, butun dunyĂ‚nın alĂ‚kasını celbetmişti. Bundan dolayı Sultan, Fransa ve İngiltere ’ye dĂ‚vet edildi.
Son derece dindar bir pĂ‚dişĂ‚h olan Abdulazîz HĂ‚n, Avrupalılar ’ın yemeklerinin şer ’an mahzurlu olabileceğini duşunerek beraberinde Bolulu aşcılar goturdu.
Abdulazîz HĂ‚n, gĂ‚yet dindarĂ‚ne ve intizamlı bir hayat suren sĂ‚lih bir insandı. HayĂ‚tı boyunca su yerine zemzem icecek kadar takvĂ‚ sĂ‚hibi idi. HattĂ‚ Avrupa ’ya seyahate gittiği zaman, abdest suyunu beraberinde goturduğu rivĂ‚yet edilir. Namazını muntazam bir sûrette kılar ve cokca Kur ’Ă‚n-ı Kerîm okurdu. Hunharca şehîd edildiği zaman odasındaki kucuk masanın uzerinde “Sûre-i Yûsuf” acık olduğu hĂ‚lde bir Kur ’Ă‚n-ı Kerîm bulunmuştu. Onun mubĂ‚rek kanlarına boyanan bu Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, şimdi Topkapı Sarayı ’nda muhĂ‚faza edilmektedir.
Abdestsiz Yere Basmayan Sultan Hassas takvĂ‚ olculeri uzere yaşayan diğer bir tĂ‚rihî şahsiyet de 2. Abdulhamid HĂ‚n ’dır. O, Ă‚cil bir iş zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, ertesi gune bırakılmasına rızĂ‚ gostermezdi. Bu hususta MĂ‚beyn BaşkĂ‚tibi Es ’ad Bey, hĂ‚tırĂ‚tında şoyle demektedir:
“Bir gece yarısı, cok muhim bir haberin imzĂ‚sı icin SultĂ‚n ’ın kapısını caldım. Fakat acılmadı. Bir muddet bekledikten sonra tekrar caldım, yine acılmadı. «AcabĂ‚ SultĂ‚n ’a emr-i Hak mı vĂ‚kî oldu?» diye endişelendim. Biraz sonra tekrar caldım; bu sefer kapı acıldı ve Sultan, elinde bir havlu ile kapıda gorundu. Yuzunu kuruluyordu. Tebessum etti:
«–EvlĂ‚dım! Bu vakitte cok muhim bir iş icin geldiğinizi anladım. Kapıya daha ilk vuruşunuzda uyanmıştım, ancak abdest aldığım icin geciktim! ZîrĂ‚ ben bu kadar zamandır milletimin hicbir evrĂ‚kına abdestsiz imzĂ‚ atmadım... Getir imzĂ‚layayım!..» dedi ve besmele cekerek evrĂ‚kı imzĂ‚ladı.”
2. Abdulhamid HĂ‚n ’ın zevcesi, onun bu hassĂ‚siyetiyle alĂ‚kalı şoyle bir nakilde bulunmuştur:
“Abdulhamid HĂ‚n, yatağının başında dĂ‚imĂ‚ temiz bir tuğla bulundururdu. Yataktan kalktığında ceşme mahalline gidene kadar abdestsiz yere basmamak icin tuğlayla teyemmum ederdi. Bir keresinde bunun sebebini sorduğumda:
«–Bunca muslumanların halîfesi olarak, biz Sunnet olculerine dikkat etmezsek, ummet-i Muhammed bundan zarar gorur!..» diye karşılık verdi.”
TakvĂ‚ hayĂ‚tı, onu siyĂ‚sette de bir dehĂ‚ hĂ‚line getirdi. En zor ve tehlikeli yıllardaki idĂ‚resiyle firĂ‚setini dunyĂ‚ tĂ‚rihine tescîl ettirdi.
Hayatı Guzelleştiren Hasletler HĂ‚sılı takvĂ‚, dînin ozu ve mĂ‚nevî hayĂ‚tı guzelleştiren hasletlerin başıdır. Âhiret saĂ‚detinin en buyuk sermĂ‚yesi takvĂ‚dır. TakvĂ‚sız bir hayat muhĂ‚taralarla doludur. TakvĂ‚ uzere yaşanmayan bir hayat; “Nasıl yaşarsanız oyle olursunuz.”[10] hakîkati muktezĂ‚sınca -AllĂ‚h muhĂ‚faza buyursun- son nefes bedbahtlığına ve netîcede de ebedî husrĂ‚na sebep olur. Bu fĂ‚nî dunyĂ‚da, nefsĂ‚nî arzuların şerrinden korunmak icin, mayınlı bir arĂ‚zîde yurur gibi titiz ve dikkatli bir hayat surmek zarûrîdir.
Harpler, belli zaman ve mekĂ‚nlarda yapılır ve biter. Nefse karşı girişilen takvĂ‚ mucĂ‚hedesinin ise bir omur boyu inkıtĂ‚sız devĂ‚m ettirilmesi gerekir. Âyet-i kerîmede:
“...Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devĂ‚m et!” (el-Hicr, 99) buyrulmuştur.
Dipnotlar:
[1] İbn-i Kesîr, Tefsîru ’l-Kur ’Ă‚ni ’l-Azîm, Beyrut 1988, I, 42.
[2] Bkz. el-HucurÂt, 13.
[3] Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 76.
[4] Bkz. en-Nahl, 128.
[5] Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 133.
[6] Bkz. el-EnfÂl, 29.
[7] Bkz. et-TalÂk, 2-5.
[8] Ahmed, V, 235; Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, Beyrut 1988, IX, 22.
[9] Ebu ’l-Feth ŞihĂ‚buddin, el-Mustetraf, I, 128; SemerĂ‚tu ’l-EvrĂ‚k, I, 71; M. Âsım Koksal, KitĂ‚b ve Sunnet, İstanbul 1999, 21-25.
[10] MunĂ‚vî, V, 663.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
TAKVA NEDİR? TAKVA İLE İLGİLİ HADİSLER
TAKVA NEDİR?
TAKVA SAHİPLERİNİN OZELLİKLERİ NELERDİR?
İslam ve İhsan