İnsanoğlunun dunyaya gelişinden bugune dek, hic değişmeyen iki duygu vardır; sevgi ve nefret. Peki İslÂm'a gore biz her şeye rağmen herkesi sevmeli miyiz? Yoksa sevmemiz gereken kişiler olduğu kadar buğz etmemiz gereken kişiler de var mı?SEVGİMİZ DE MUKADDESTİR, NEFRETİMİZ DE

İstanbul ’da goreve başladığım ilk yıllarda idi. Gunlerden Cuma idi. Vaazım yeni bitmişti. Muftulukten aramışlar ve “Mor Catı Sığınma Evleri”nden birisine, Edirne ’nin bir ilcesinden kacıp, muftuluğumuzun hemen yanındaki cÂmiye sığınan bir genc kızı goturmemi istemişlerdi. Biz o eve varana dek saat coktan 16:30 olmuştu.

Ben kızcağızı bırakıp cıkacağımı zannederken, “kendisi ile on goruşme yapmadan alamayacaklarını” soyleyen psikoloğun, goruşme sonrasında:

“-Maalesef kızımızın rehabilite edilmesi lÂzım, rehabilite olmadan asl alamayız.” sozleri ile oylece kalakalmıştım.

BİR KIZIMIZ CAMİ AVLUSUNA SIĞINMIŞTI

Kızımız, doğar doğmaz bir cÂmi avlusuna bırakılmış, Cocuk Esirgeme Kurumu ’nda buyumuş; sevdiği bir arkadaşı, calışanların tÂcizine uğrayınca korkusundan kurumdan kacmış ve yıllarca hastahÂne ve karakolların banklarında yatmıştı. Bu zaman diliminde guvendiği insanların hakaretine uğramış, en son canına yetmiş ve bir cami avlusuna sığınmıştı.

MesÂî saati bitmişti ve o saatte goturebileceğim -lions kuluplerinin merkezleri hÂric- (ki buraların kapıları, yedi gun, yirmi dort saat acıkmış) dînî hassasiyetleri olanlara ait hicbir merkez yoktu.

Devlete ve belediyelere ait olanların da hafta sonu tatilleri ile birlikte sekiz-beş mesaisinin dışında bir şey yapamadıklarına şahit olmuştum. Butun bunları oğrenen kızımız, kufretmeye ve beddu etmeye başlayınca işler iyice sarpa sardı:

“-Ben size din adamısınız; artık guvende olabilirim diye sığınmıştım. Bana «seni acıkta bırakmayız» diye soz vermiştiniz, şimdi ne olacak?” diyor, yol boyu butun gucu ile bağırıyordu:

-AllÂh ’ım! Ben Sana ne yaptım?! Ne yaptım da bu hÂldeyim? Anamı sen sectin, zaten hic gormedim. Her onume gelen bana acı cektirdi. Butun cocuklar evlerinde anasının-babasının yanında iken, yirmi yaşıma girdim, hÂl kimsesizim; evsiz barksızım. Ben Sana ne yaptım?!”

Tam Taksim Meydanı ’na, anıtın olduğu yere gelmiştik ki kızımız boğazıma sarıldı ve:

“-Şimdi seni oldureyim mi ha! İnan seni oldurursem, gidecek bir yer bulurum.”

OYLE ŞEYLER OLUYOR Kİ…

Oyle şeyler oluyor ki; birileri katilleri evinde saklıyor, birileri hırsızları… Birileri milletin kızına-kadınına kumpas kuruyor. Birileri millete borc veriyor, vaktinde alamayınca borcuna faiz uyguluyor, daha odeyemedi mi evini tÂciz ediyor, Âilesini korkutuyor. Birisi katkı maddeli gıdalarla milleti zehirliyor.

Birileri ahlÂksızlık tellÂllığı yaparak milletin evlÂdını yoldan cıkarıyor. Birileri cÂmi avlusuna, “veled-i zinÂsı”nı bırakıyor, birileri minicik yavrulara tecÂvuz ediyor. Dunyada kotulukler kol geziyor. “Bu kotuluklere Allah -celle celÂluhû- nicin engel olmuyor da mazlumun, Âcizin ağlamasına izin veriyor?!” diyor bazı akl-ı evveller... Bunun Allah -celle celÂluhû- ’nun değil, inananların vazifesi olduğunu duşunemiyoruz.

ALLAH İCİN KİMLER SEVİLİR, KİMLER SEVİLMEZ?

Dunyaya Allah TeÂl ’nın halifesi olarak gonderilen insanı, Allah -celle celÂluhû- akıl, iz ’an, îman, irade, vicdan ve gonul ile donatmış. Kendi emri doğrultusunda adÂlet ve insaf ile mahlûkÂta muÂmele etmesini de emretmiş. Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır ki:

“ÎmÂnın esası ve en kuvvetli alÂmeti, hubb-i fillÂh, buğd-i fillÂh, yani Allah icin sevgi, Allah icin buğzdur.” (Heysemî, MecmÂu ’z-ZevÂid, I, 90)

Yani Allah TeÂl ’nın kullarını uzen, zulmeden, AllÂh ’ın rÂzı olmadığı kişileri sevmemek, nefret etmek, onlarla mucadele etmek; insanların ve kÂinÂtın hayrına calışan inananları ise sevmek, yanlarında olmak, destek olmak... Bir Âlime:

“-O kadar yıl ilim peşinde koştun, ne oğrendin?” diye sordukları zaman:

“-Allah icin kimler sevilir, kimler sevilmez, onu oğrendim.” diye cevap verir.

Demek ki, Allah icin sevmek ve Allah icin nefret edip kin tutmak, oğrenilmesi gerekli en kıymetli amel…

KİŞİYE DEĞİL KOTULUĞE DUŞMAN OLUNUR

EvlÂdına gaddarca davranıp, başka kucaklarda sevgi aramasına sebep olan davranışı nasıl severiz? Nefsinin turlu cirkinlikleri ile Âşık gorunumlu, sırtlan postundaki hÂine inanıp kendini teslim edene, cami avlusuna o sabînin bırakılmasına sebep olana, ne desek uygun olur?! En mahrem, en gozbebeği olması gereken bir kuruma, olur olmaz herkesi ahlÂkını denetlemeden alıp, minicik yavruları teslim edene ne demeliyiz?

Gozunun zinÂsına engel olmayıp en Âdî porno siteleri ile gonlunu gunah ile karartırken, ahlÂkî erozyona uğrayıp da sapık noktasına gelen, evli olduğu hÂlde, minicik bedenleri bir et parcası gibi goren o insan değil, hayvan bile demeye dilimizin varmadığı o varlıkları nasıl sevebiliriz?!

O zaman HÂbil ile KÂbil aynı kefeye konmuş olmaz mı? Kişiye değil, kotuluğe duşman olunur, ÂmennÂ… Kotuluğe duşman olmak da ancak o kotuluğu yapan kişi hakkında caydırıcı kararlar almakla mumkundur.

İHTİYARA TOKAT ATAN COCUK

Bir Âlim, carşıdan gecerken, cocuğun birinin, bir ihtiyarın yuzune tokat vurduğunu gorur. Fakat ihtiyar, hic ses cıkarmaz. Âlim, hayret edip sebebini sorar. İhtiyar:

“-Ben buna, hatt daha fazlasına lÂyığım!” diye cevap verir. Âlim, bu kez cocuğa sorar:

“-İhtiyara neden tokat attın?!” diye… Cocuk cevap verir:

“-Bu ihtiyar, bizi sevdiğini soyluyor. Fakat iki gundur, bizi gormeye gelmedi. Ya seviyorum iddiasında bulunmasın yahut sevginin îcÂbını yapsın!”

Âlim, ağlar:

“-Bir mahlûku sevdiğini soyleyip de sevgisinin gereğini yapmayan tokat yerse, ya HÂlık ’ı sevdiğini soyleyip sevginin hakkını vermeyenin hÂli nice olur?”

Etraftan bir tek kişi bile “Siz ne yapıyorsunuz?” diye yanımıza gelmedi. Ne acı!.. Kız butun ofkesi ile beni sarsarken guclukle actığım telefonumdaki ses kulaklarımızda cınladı:

“-Hemen polisi aradık geliyorlar.”

Kactı, gitti. Ne yapacaktı ki? Ne arkasından koşabildim, ne yardım edebildim. Oylece kalakaldım. “Ne yapayım, arkasından koşayım mı?” diye sorduğumda bana soylenen şu idi:

“-Kacanın arkasından gidilmez. Onu şu saatten sonra nereye goturecektin? Bak, kurum bile kendi guvenliğini duşunerek «Rehabilite edilmeden kabul edemeyiz, once rehabilitasyon merkezine yatmalı!» demiş. Sen evine goturse idin ve gece yarısı “Batsın bu dunya!” deyip kendini aşağı atsaydı, ne yapacaktın?! Verilmiş sadakan varmış şukret!..”

Ben şimdi neyime şukredecektim, istiğfar etmem gerekirken…

BUĞZ ETMEZSEK NASIL MUSLUMAN OLURUZ!

Eşinden resmen boşanıp da dînî nikÂhının olduğunu zanneden (HÂlbuki mahkemenin boşaması bir bain talak hukmundedir ve dînî nikÂh da biter) ve olmuş ana-babasının dul-yetim maaşını, gayr-i meşrû kocası ile yiyen kişiye buğz etmezsek, nasıl Musluman oluruz?

KOCA BİR APARTMAN BİR MODEMDEN İNTERNETE GİRİYORSAK…

Gorulen kotulukleri bildirip engel olmak boynumuzun borcu iken, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” diyen kotu insanların (İyiler bu sozu soylemez cunku!..) sozlerini haklı bulursak, nasıl AllÂh ’ın -celle celÂluhû- sevgisini kazanırız? Kacak elektrik kullanana goz yumuyorsak; koca bir apartman, bir modemden internete giriyorsak ve boylelerine goz yumuyorsak ibadetlerimiz bizi kurtarır mı?

Kinimiz de mukaddestir, sevgimizde... Hak etmeyeni sever, sevgiyi hak eden kimseden de nefret edersek kÂmil mu ’min olur muyuz? Âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi, “BÂtıla ve tutkulara dalıp gidenlerle birlikte dalıp gitmiş.” (el-Muddessir, 45) olmaz mıyız?

HER ŞEYE RAĞMEN HERKESİ SEVMEK YANLIŞTIR

Yunus ’un şu mısraları soylenir ha soylenir, herkesi sevmeliyiz nakaratı ile birlikte:

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dunya kimseye kalmaz.”
Tanış olup hak yolda birleşildikten sonra sevip sevilmekten bahsediliyorken, nasıl olur da bu sozleri “herkesi sevmeye” odaklarız.

“O gun, zulmeden, ellerini (hıncla) ısırarak (şoyle) der: «Ah keşke, Rasûl ile birlikte bir yol edinmiş olsaydım! Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim. Cunku o, gercekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur ’Ân ’dan) saptırmış oldu.» Şeytan da insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.” (el-Furkan, 27-29)

Yûnus Emre bu Âyetleri okumamış mıdır? Yoksa o, bu Âyetleri okudu, ona gore şiir yazdı da, biz mi onu yanlış anlıyoruz?!

Biz humanist olamayız; her ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın, butun insanları sırf insan oldukları icin affedip sevme ozgurluğumuz yok!.. Bunu savunanlar dahî işin icinden cıkabilmiş değiller. Cunku “her şeye rağmen herkesi sevmek” dunyanın sonunu getirir. Kotuye fırsat verir, iyiyi yok eder. “Herkesi sevmekle” değil, “Allah icin sevmekle” mukellefiz.

AllÂh ’ın rÂzı olduklarını sevmekle emrolunmuşuz. Ebû Cehil ile Ebû Bekir Efendimiz aynı kefelere asl konulamaz. O hÂlde onların sevgisi de aynı olamaz!..

Kaynak: Fatma HÂle Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 120
İslam ve İhsan