
Cuma suresinin 11. ayetinde zikredilen, sahabeyi Peygamber Efendimizin huzûrundan ayrı duşuren hÂdise.MevlÂn Hazretleri buyurur:
“Şunu bil ki, CenÂb-ı Hak, Peygamber ’in ashÂbını dahî azarladı. Cunku bir kıtlık yılında (kervan geldiğini haber veren) davul sesini duyunca, hemen mescitten cık­mışlar ve Cuma namazını terk etmişlerdi.
Başkaları daha once davranıp ucuza almasınlar, biz daha kÂrlı cıkalım duşuncesinde idiler.
Peygamber Efendimiz namazda yapayalnız kaldı. Yanında, dînine cok bağlı birkac kişiden başka kimse yoktu.
CenÂb-ı Hak, namazı bırakıp gidenlere; «Ticaret davulunun sesi, nasıl oldu da sizi Peygamber ’in huzûrundan ayrı duşurdu?» diye buyurdu.
Siz, buğday almak icin telÂşla dağıldınız da, Hazret-i Peygamber ’i minber ustunde ve ayakta tek başına bıraktınız.
Buğday almak icin, yanlış ve uygunsuz davranışların tohumunu ektiniz ve AllÂh ’ın Rasûlu ’nu dinlemeyerek O ’nu mescitte yalnız bıraktınız.
HÂlbuki O ’nun sohbeti, eğlenceden de hayırlıdır, maldan da. Dikkat et ki, buğday icin kimi bıraktın da gittin? Gozlerini ovuşturarak gaflet uykusundan uyan!
CenÂb-ı Hakk ’ın; «Herkesin rızkını veren Ben ’im, Ben rızık verenlerin en hayırlısıyım.» buyurduğunu, hırsınız yuzunden, lÂyıkıyla idrÂk edemediniz.”
CUMA SURESİ 11. AYETİNİN TEFSİRİ MevlÂn Hazretleri bu ifadeleriyle Cuma sûresinin 11. Âyetinde zikredilen hÂdiseyi şerh etmektedir:
RivÂyete gore Medîne ’de kıtlık yaşanan bir donemde Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Cuma hutbesi îrÂd ederken oradan yiyecek yuklu bir kervan geciyordu. Kervanın geldiğini haber veren ve bir sevinc gosterisi olarak calınan davul sesini duyanlar, hemen kervana koştular. Efendimiz ’in yanında yalnızca on iki kişi kaldı. Bu hÂdise uzerine, fÂnî menfaatler icin ebedî bir kazancı kacırmanın ne vahim bir hat olduğunu beyan sadedinde, CenÂb-ı Hak, ashÂb-ı kirÂm ve onların şahsında kıyÂmete kadar gelecek butun ehl-i îmÂnı şoyle îkaz buyurdu:
“Onlar bir ticaret ve eğlence gordukleri zaman, hemen dağılıp ona giderler ve Sen ’i ayakta bırakırlar. De ki: AllÂh ’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Cum ’a, 11)
Nice insan, bazen bir rızık endişesi, bazen makam-mevkî meşgalesi, kimi zaman da servet, şehvet ve şohret gibi nefsÂnî arzu ve ihtiraslara esir olarak, bu dunyaya gonderiliş gayesi olan kulluk vazifelerini ihmal etmektedir. HÂlbuki bizler, bu dunyaya sahip olmaya değil, şÃ‚hid olmaya geldik. İbadetlerimizle, kulluk vazifelerimizle, AllÂh ’ın yeryuzundeki şÃ‚hitleri olduğumuzu ispatlamak icin dunya denilen misafirhÂnede bulunuyoruz. Bu misafirhÂnede ev sahibi edÂsıyla oyalanmak, dunyanın ardı arkası gelmez işlerini biz bitirecekmişiz gibi hırsa kapılıp namazdan, zikirden ve sÂir kulluk vazifelerinden uzak duşmek, buyuk bir husran sebebidir.
Kul, elbette ki kendisinin ve mes ’ûl olduğu kimselerin gecimini temin icin, AllÂh ’ın meşrû kıldığı işlerde calışıp gayret etmelidir. LÂkin bunu hicbir zaman Rabbine karşı kulluk vazifelerini ihmÂlin gerekcesi kılmamalıdır. AllÂh ’ın rızÂsını celbedecek en ufak bir uhrevî amelin, dunya ve icindekilerden daha değerli olduğunu asl unutmamalıdır.
Bu hakîkatin îzÂhı sadedindeki bir hÂdiseyi, ashÂb-ı kirÂmdan Ebû Hureyre -radıyallÂhu anh- şoyle nakletmiştir:
Bir keresinde Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir yere askerî birlik gondermişti. Bu birlik cok kısa bir surede ve cok buyuk ganimetlerle geri donmuştu. Hazret-i Ebûbekir:
“–YÂ ResûlÂllah! Biz bu birlikten daha cabuk donen ve bu birlikten daha fazla ganimet getiren bir birlik gormedik.” dedi.
Resûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise:
“–Ben size bundan daha cabuk donen ve daha cok ganimet sağlayan bir şeyi haber vereyim mi? Bir adam guzelce abdest alarak mescide varır, sabah namazını ed eder, ardından da kuşluk namazını kılarsa, işte bu şahıs hem daha cabuk donmuş, hem de daha fazla kazanmış olur.” buyurdu.[1] Boylece hayat ve hÂdisÂta îman olculeriyle bakışın hikmet dolu bir misÂlini sergiledi.
Yine hayat ve hÂdiselere aynı pencereden bakabilen Allah dostları da, maddî kayıplarına uzuldukleri hÂlde mÂnevî kayıplarının farkında bile olmayan gaflet ehline hayret etmişlerdir. HÂtem-i Esam Hazretleri ’nin şu serzenişi, bunun mÂnidar bir misÂlidir. O buyuk zÂt buyuruyor ki:
“Bir vaktin namazını cemaatle ed edemeyince beni yalnızca Ebû İshak tÂziye etti. HÂlbuki bir cocuğum olse, beni on binden fazla kişi tÂziye edebilirdi. Cunku insanlar nezdinde dînî musibetler, dunyevî musibetlerden daha hafif gorulmektedir.” (GazÂlî, İhyÂ, I, 136)
Butun bu hakîkatlere rağmen, son derece muhim bir sunnet-i muekkede olan cemaatle namaza, gunumuzde maalesef yeterinde ehemmiyet verilmediğini gormekteyiz. HÂlbuki bizler, cemaatten hicbir zaman mahrum kalmamak icin merkezlere buyuk cÂmiler inşÃ‚ eden, bununla da yetinmeyip mahalle aralarına kucuk kucuk mescitler yaptıran ve îman celÂdetiyle fethettiği diyarlara cil cil kubbeler serpen bir “ordu millet”in torunlarıyız.
Bugun o cÂmi ve mescitleri cemaatsizlik sebebiyle ıssız bırakırsak, yarın kıyÂmet gunu ecdÂdımızın yuzune nasıl bakabiliriz? Mahşer gunu Allah Resûlu ’nun şefaatini dilerken O ’nun bu muhim sunnetini ihmÂlimiz sebebiyle sitem ve serzenişlerine mÂruz kalırsak, hÂlimiz nice olur?
Dipnotlar:
[1] İbn-i HibbÂn, Sahîh, VI/XVIII, 276, Beyrut, 1993.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan