Allah ’a nasıl şukretmeliyiz? Kalbin şukru nasıl olur? Fiili şukur nedir? Allah ’a ve Allah ’ın nimetlerine şukur.MevlÂn Hazretleri buyurur:
“Nîmete şukretmek, nîmetten daha hoştur. Şukru seven kimse, şukru bırakır da nîmet tarafına gider mi?
Şukretmek, nîmetin canıdır. Nîmet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Cunku seni Dost ’un kapısına ancak şukur goturur.
Nîmet, insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şukretmek ise dÂim uyanıklık getirir.
Sen aklını başına al da şukur nîmeti ile gercek nîmeti avla!”
Bize bir dostumuz hadsiz-hesapsız ikramlarda bulunsa, ona karşı en ufak bir hat işlemekten utanırız. Onu incitecek her turlu hareketten titizlikle sakınırız. Ona karşı, hoşnut olacağı guzel davranışlarda bulunup şukran ve minnet hislerimizi ifade etmek isteriz.
İcinde bulunduğumuz bu fÂnî Âlemde CenÂb-ı Hak, kendisine şukredelim diye, biz kullarına sayılamayacak kadar nîmetler bahşediyor. Bu nîmetler vesîlesiyle, kimin şukredip kimin de nankorluk edeceği hususunda, bizleri imtihana tÂbî tutuyor. Şukredenlerin ilÂhî rahmete nÂil olacağını, nankorluk edenlerinse kahr-ı ilÂhîye dûcÂr olacağını beyÂn ediyor.
Şukur, sadece dilimizin “YÂ Rabbi Sana şukurler olsun!” demesinden ibÂret değildir. Bu lÂfzî şukrun icini, kalbî ve fiilî şukurle de doldurmamız gerekir.
KALBİN ŞUKRU Kalbî şukur; nîmetlerin asıl sahibinin Allah TeÂl olduğu şuurunu kalpte sabitlemektir.
Fiilî şukurse; o nîmetleri AllÂh ’ın rÂzı olmadığı işlere Âlet etmemek, bilÂkis onları AllÂh ’ın arzu ettiği şekilde kullanarak rızÂ-yı ilÂhîye vesîle kılabilmektir. RızÂ-yı ilÂhî ise, insanın kavuşabileceği nîmetlerin en buyuğudur. CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsına nÂil olmaktan daha buyuk bir nîmet duşunulemez.
Nitekim CenÂb-ı Hak da, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında bulunan mu ’minlerin fÂrik vasıflarını sayarken;
“…Onlar, Allah ’tan lûtuf ve rız isterler…” (el-Feth, 29) buyurmaktadır. Boylece rızÂsına erebilmenin, mu ’min gonullerdeki en buyuk hedef ve ideal olması gerektiğine işarette bulunmaktadır. Bu itibarla bizler de butun his, fikir ve amellerimizi dÂim rızÂ-yı şerîfiyle te ’lif etmesini CenÂb-ı Hak ’tan niyÂz etmeliyiz.
Şu bir hakîkattir ki butun dunya bir insana verilse ve o, zevk u saf icinde bin yıl saltanat surse, yine de bir gun olecek, o nîmetler de dunyada kalacaktır. FÂnî nîmetler vesîlesiyle AllÂh ’a şukredip rızÂ-yı ilÂhîyi tahsil edebilmek ise, esas hayat olan Âhirette ebedî saÂdet sermayesi olacaktır.
ALLAH ’A ŞUKRETMEK Bu bakımdan CenÂb-ı Hakk ’a şukredebilmek, yine şukru gerektiren mustesn bir nîmettir. Yani kul, nÂil olduğu maddî-mÂnevî sayısız nîmete ilÂveten, şukredebildiği icin de şukretmelidir. CenÂb-ı Hakk ’ı zikredebildiğine, O ’na secde edebildiğine, O ’na kul olabildiğine şukretmelidir.
CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede:
“Şuphesiz Biz ona (insana, doğru) yolu gosterdik. İster şukredici olsun, ister nankor!” (el-İnsÂn, 3) buyuruyor. Yani şukretmenin de, nankorluk etmenin de ancak kula fayda veya zarar vereceğini beyÂn ediyor.
O hÂlde, farkında olduğumuz ve olamadığımız sayısız nîmetleri icin AllÂh ’a şukrederek O ’nun rızÂsını tahsîle calışmak dururken, rızka takılıp RezzÂk ’ı unutmak kadar buyuk bir gaflet ve ahmaklık olamaz.
Yunus Emre Hazretleri, nîmete bakıp onun gercek ikram edenini goremeyen, aynadaki yalanlara aldanıp gaflet icinde oyalananlara şoyle seslenir:
Mal sahibi, mulk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mulk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..
Nitekim dunyaya esir olup gelgec seraplara aldanan gaflet ehlinin hÂlini CenÂb-ı Hak;
عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ : Calışmış, (boşa) yorulmuşlardır.” (el-ĞÂşiye, 3) Âyet-i kerîmesiyle beyan buyurmaktadır.
Şunu da hicbir zaman unutmamak îcÂb eder ki, şukredilmeyen bir nîmet; esÂsen nîmet olmaktan cıkmış, ağır bir kulfet hÂline gelmiş demektir. Kulun nefsÂniyete sermÂye kıldığı, varlığına guvenerek şımarıp azgınlaştığı bir nîmet; hakîkatte nîmet değil, Âhiret hayatını azap faslına cevirecek mÂnevî bir felÂkettir.
Kula fayda sağlayacak olan gercek nîmet, ancak şukru îf edilebilen nîmettir. Şukredilmeyen, hatt isyan ve kufran uzere kullanılan nîmetler; esasen birer fitne, iptil ve kulfettir. Gafil insan, bunu nîmet zannedip sevinir. Ondan mahrum edilse, mahzun olur. Bu hÂl; sefÂletini saÂdet, saÂdetini de sefÂlet zannetme şaşkınlığıdır.
CenÂb-ı Hak, nice insanın duştuğu bu gaflete işaretle Âyet-i kerîmelerde şoyle buyurmaktadır:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde (bunun bir imtihan olduğunu duşunmeden sevinir de) «Rabbim bana ikram etti!» der.
Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (hÂline rız gostermeyip uzulerek) «Rabbim beni onemsemedi!» der.” (el-Fecr, 15-16)
Demek ki kul evvelÂ, nîmetlerin mutlak sûrette bir hayır vesîlesi olduğunu zannetmekten vazgecmelidir. Onun -iki uclu bir bıcak gibi- hayra da şerre de vÂsıta olabileceğini unutmamalıdır. Ancak şukrunu îf edebildiği helÂl nîmete sevinmelidir. Kendisini gaflete surukleyecek bir nîmetten mahrum kalmanın, aslında kendisi icin ilÂhî bir lûtuf olduğunu duşunup bu mahrûmiyetine de şukretmelidir.
HZ. SULEYMAN ’IN (A.S.) ŞUKRU Kendisine, hicbir insana verilmemiş bir saltanat lûtfedilen Hazret-i Suleyman -aleyhisselÂm- bu nîmetlerin asıl sahibi olan Rabbini hicbir zaman unutmadı, kalbini dunyalıkların kasası yapmadı. CenÂb-ı Hak da ona; نِعْمَ الْعَبْدُ : Ne guzel bir kul…”[1] iltifÂtında bulundu.
Buna mukÂbil, cok ağır sıkıntı, ıztırap, hastalık ve fakirlikle imtihan edilen Hazret-i Eyyûb -aleyhisselÂm- da sabır, rız ve şukur hÂlini hic bozmadı. CenÂb-ı Hak ona da; نِعْمَ الْعَبْدُ : Ne guzel bir kul…”[2] iltifÂtında bulundu.
Demek ki ağniyÂ-i şÃ‚kirîn ve fukarÂ-yı sÂbirîn, yani şukur ehli zenginler ile hÂline sabredip rız gosteren fakirler, AllÂh ’ın rız ve muhabbetine nÂiliyet bakımından aynı fazîlet zirvelerindedirler.
Bunun icindir ki, hayatın med-cezirlerinde, acı veya tatlı her ahvÂlde dÂim CenÂb-ı Hakk ’a hamd ve şukur hÂlinde bulunmak, mu ’minin değişmez bir vasfı olmalıdır.
Dipnotlar:
[1] SÂd, 30.
[2] SÂd, 44.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
SABIR MI ZOR, ŞUKUR MU?