Allah ’ın kavuşmayı sevdiği kimseler kimlerdir? Hak dostları olumu nasıl karşılar? Olumden korkmamak mumkun mu? Olumden korkan ve korkmayan kimseler.MevlÂn Hazretleri buyurur:
“Oğul! Herkesin olumu kendi rengindedir. AllÂh ’a vuslat olduğunu duşunmeden olumden nefret edenlere ve olume duşman kesilenlere, olum korkunc bir duşman gibi gorunur. Olume dost olanların karşısına da dost gibi cıkar.”
“Ey olumden korkup kacan can! İşin aslını, sozun doğrusunu istersen, aslında sen olumden korkmuyorsun; sen kendi gunah ve gafletlerinden korkuyorsun.”
“Cunku olum aynasında gorup urktuğun, korktuğun; olumun cehresi değil, kendi cirkin yuzundur. Senin rûhun bir ağaca benzer. Olum ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak, ağacın cinsine gore vucut bulur…”
ALLAH ’IN DOSTLARINA KORKU YOKTUR Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bilesiniz ki, AllÂh ’ın dostlarına korku yoktur; onlar uzulmeyecekler de. Onlar îmÂn edip takvÂya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 62-63)
Nasıl ki AllÂh ’a îman edip takv uzere bir kulluk hayatı yaşayan mu ’minlere kabirde ve kıyÂmette korku ve huzun olmayacaksa, fÂnî dunyaya ved Ânı olan son nefeste de aynı hÂl tezÂhur edecektir. Zira ebedî Âleme acılan olum kapısından, herkes mÂnevî durumuna gore gececektir. Kimileri gayet kolay, kimileri ise zor ve meşakkatli bir sûrette…
Nitekim bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmaktadır:
“Musluman bir kimse Âhirete yaklaştığı ve dunyadan ayrılma vakti geldiği zaman, olum meleği gelir ve başucuna oturur. SemÂdan da melekler inerler; yuzleri guneş gibi parlaktır. Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. O şahsın onune, baktığı yere otururlar. Olum meleği şoyle der:
«‒Ey huzura ermiş nefs! Rabbinin mağfiretine ve rızÂsına kavuşmak icin cık!»
O da bir su damlasının kaptan aktığı gibi kolaylıkla cıkıverir…
FÂcir (gunahkÂr) kimseye gelince; o da Âhirete yaklaşıp dunyadan ayrılma vakti geldiğinde, olum meleği gelir ve başucuna oturur. SemÂdan melekler inerler; yuzleri simsiyah ve ellerinde kıldan yapılmış, kaba ve sert giysiler vardır. Onune, gozunun baktığı yere otururlar. Olum meleği:
«‒Ey pis ruh! AllÂh ’ın hiddet ve gazabına uğramak icin cık!» der.
Ruh cesetten, kancalı ve catallı bir şişin, ıslak yunun icinden cekilip cıkarılması gibi oldukca zor ayrılır. Onunla birlikte vucuttaki butun damarlar ve sinirler de (sanki) kopar, (o derece ıztırap verir)...” (Bkz. HÂkim, Mustedrek, I, 93-95/107)[1]
CENAB-I HAKK ’A VUSLAT Demek ki olum; AllÂh ’ın mustesn bir ikramı olan omur nîmetini nefsinin esiri, şeytanın oyuncağı olarak ziyan eden kÂfir ve fÂsıklara, kÂbuslarla dolu bir azap yolculuğu olarak cıkacak, kabir onu karanlık bir zindan ve Cehennem cukurlarından bir cukur hÂlinde karşılayacaktır.
Buna mukÂbil, AllÂh ’ın emir ve nehiylerine riÂyet edip nefsÂnî arzula­rını aşan mu ’minlere ise son nefeste bir bayram huzuru ve mes ’ûd bir vuslat heyecanı nasîb olacak, kabir onu Cennet bahcelerinden bir bahce hÂlinde karşılayacaktır.
Boyle sÂlih kullar icin olum, hayal otesi guzellik ve idrÂk ustu mukemmellik sahibi olan Rabbimiz ’e vuslatın mecburî bir şartı olarak gorulur. Boylece coğu insanda soğuk urpertilere sebep olan olum, gonullerde “En Yuce Dost”a kavuşma heyecanına donuşur.
KİM ALLAH ’A KAVUŞMAYI SEVERSE Nitekim bir defasında Resûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kim AllÂh ’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de AllÂh ’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” buyurmuşlardı.
Efendimiz ’in zevcelerinden biri:
“–YÂ RasûlÂllah! (Olumden hoşlanmama hÂli de buna dÂhil midir?) Hepimiz olumu mutlak sûrette kotu gorur, ondan hoşlanmayız!” dedi.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdular:
“–Hayır, kastettiğim o değil. LÂkin kendisine olum geldiğinde mu ’min; AllÂh ’ın rızÂsı, comertliği ve sonsuz ikramlarıyla mujdelenir. Artık onun icin, onundeki şeylere kavuşmaktan daha sevimli bir şey kalmaz. Bu sebeple AllÂh ’a kavuşmayı ister ve sever. Allah TeÂl da ona kavuşmayı sever.
KÂfir ise, olum kendisine gelince, AllÂh ’ın azÂbı ve cezasıyla mujdelenir. Artık onun icin, onundeki şeylerle karşılaşmaktan daha cirkin bir şey yoktur. Bu sebeple AllÂh ’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah TeÂl da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” (BuhÂrî, Rikāk, 41; Muslim, Zikir, 14)
Demek ki îman edip sÂlih ameller işlemek sûretiyle bu dunyada ilÂhî muhabbete mazhar olan kullar, son nefeslerinde AllÂh ’ın rızÂsıyla mujdelenip O ’na kavuşmayı cÂn u gonulden arzu edecekler, olum gecidinden de huzur icinde gececeklerdir.
KULUN ALLAH ’A GİDİŞİ Emevî halîfelerinden Suleyman bin Abdulmelik, zuhd ve takv ehli bir Âlim olan Ebû HÂzim ’e:
“–Allah TeÂl ’ya gidiş nasıl olacak?” diye sorar.
Ebû HÂzim -rahmetullÂhi aleyh- şu cevÂbı verir:
“–İtaatkÂr bir kulun AllÂh ’a gidişi; evinden, ailesinden ayrı duşen bir insanın, onu iştiyakla bekleyen ailesine kavuşması gibidir. Ama Âsî bir insanın AllÂh ’a gidişi ise, efendisinden kacan bir kolenin yakalanıp tekrar ona donuşu gibidir.”
Yani bu dunyada son nefesini îman selÂmetiyle verebilme endişesi icinde yaşayan, asıl hayat olan Âhirete hazırlığını ikmÂl gayretinde bulunan bir kul icin obur dunyaya gidiş, Âdeta gurbetten sılaya donuş mutluluğudur. Fakat bunun aksine bu dunyaya gonderiliş gayesinden habersizmiş gibi nefsÂnî arzuları peşinde gununu gun eden, kimin mulkunde yaşadığını, nereden gelip nereye gideceğini duşunmeden omur tuketen gafillere ise olum, ansızın başlara coken korkunc bir felÂket hÂlinde tezÂhur edecektir.
HUKUMDAR VE SALİH BİR KULUN AZRAİL (A.S.) İLE KARŞILAŞMASI Vehb bin Munebbih -rahmetullÂhi aleyh- bu hakîkatin bir misÂlini şoyle anlatır:
HukumdÂrın biri, bir yere gitmeye hazırlanırken uzerine giymek icin sayısız elbiseler icinden en guzelini ve binmek icin de bircok at icinden en gosterişli olanı secti. Adamlarıyla birlikte ihtişam icinde, boburlenerek yola cıktı. Yolda, ustu-başı perişan biri, atının yularına yapıştı. Hukumdar hiddetle:
“–Sen de kimsin, benim karşımda kim oluyorsun, cekil onumden!” diye bağırdı.
Adamcağız ise sakince:
“–Sana soyleyeceklerim var! Senin icin cok hayÂtî bir mesele...” dedi.
Hukumdar merakla karışık bir hışımla:
“–Soyle bakalım!” deyince, adam:
“–Gizlidir, eğil de kulağına soyleyeyim!” dedi.
Hukumdar eğildi, adam:
“–Ben AzrÂil ’im, canını almaya geldim!” dedi.
Hukumdar bir anda neye uğradığını şaşırdı, telÂşa kapıldı, aman dilemeye başladı:
“–Ne olur biraz musÂade et!..” dedi.
AzrÂil -aleyhisselÂm- ise:
“–Hayır, sana musÂade yok. Ailene de ulaşamayacaksın!” dedi ve oracıkta hukumdÂrın canını alıverdi.
Daha sonra yoluna devam eden AzrÂil -aleyhisselÂm- sÂlih bir mu ’min kul ile karşılaştı. Ona selÂm verdikten sonra:
“–Seninle bir işim var, bunu sana gizli soyleyeceğim.” dedi ve kulağına eğilerek kendisinin AzrÂil olduğunu soyledi. Mu ’min kul buna sevindi ve:
“–Hoş geldin, ne zamandır seni bekliyordum…” dedi.
AzrÂil -aleyhisselÂm-:
“–Oyleyse yapmakta olduğun işi tamamla.” dedi. Adam:
“–Benim en muhim işim, Allah TeÂl ’ya vuslattır.” dedi. Bunun uzerine olum meleği:
“–Hangi hÂl uzere istersen, o hÂl uzerinde canını alayım.” dedi. Adam:
“–Buna imkÂn var mı?” diye sordu. Melek:
“–Evet, senin icin bununla emrolundum.” dedi. Adam:
“–Oyleyse abdestimi tazeleyeyim, namaza başlayayım ve başım secdede iken canımı al.” dedi ve oyle de oldu.[2]
Nitekim, son nefese hazırlanıp onu guzelleştirebilen Hazret-i MevlÂn ve emsÂli Hak Âşıkları da, olumu bir ayrılık ve hicran değil; mes ’ud bir “şeb-i arûs” ve vuslat sevinci olarak telÂkkî etmişlerdir.
Dipnotlar:
[1] Krş. Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51.
[2] GazÂlî, İhyÂ, c. 4, s. 834-835, Bedir Yay. İst. 1975.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan