Hayvanlara nasıl davranmalıyız? Hayvanlara merhamet etmenin, iyi davranmanın sevabı nedir? Ağac dikmenin ve cevreyi yeşillendirmenin fazileti nedir? Butun mahlûkĂ‚ta muhabbetle ilgili ornekler.Butun mahlûkĂ‚t, insana hizmet ve ibret olarak yaratılmış ve bu dunyĂ‚ hayĂ‚tında yine ona emĂ‚net edilmiştir. Bu sebeple butun mahlûkĂ‚ta muhabbetle yaklaşmak, insan icin bir vicdan borcudur.
Arı, insana bal ikrĂ‚m etmek icin yaşar. Koyun, butun omrunu insana et, sut, yun ve yavru vermek uğrunda tuketir. Kedi, kopek yine insanın emrindedir. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın celĂ‚lî tecellîsinin bir tezĂ‚huru olan yılan, cıyan, akrep gibi mahluklar da azĂ‚b-ı ilĂ‚hîyi hatırlatmaları ve tabiattaki pek cok vazîfeleri sebebiyle, insana lûtfedilen nîmetler cumlesindendir. Taş, toprak, ağac, bulut, dağ, ova hep insan icin vardır.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“O, goklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak uzere) size Ă‚mĂ‚de kılmıştır. Elbette bunda duşunen bir toplum icin ibretler vardır.” (el-CĂ‚siye, 13)
Hizmetimize Ă‚mĂ‚de kılınan varlıklara zulmetmek, sonunda zararı bize dokunacak olan bir ahmaklıktır. Hayvanlara haksızlık etmek ise kıyĂ‚mette karşımıza cıkacak ağır bir vebĂ‚ldir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Yeryuzunde debelenen hicbir canlı ve iki kanadıyla ucan hicbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ummet olmasın. Biz kitapta (levh-i mahfuzda) hicbir şeyi eksik bırakmadık, sonra hepsi Rab ’lerinin huzûrunda toplanacaklardır.” (el-En ’Ă‚m, 38)
Diğer taraftan HĂ‚lık ’tan oturu mahlûkĂ‚ta muhabbet de, bir kulluk vazîfesidir.
DunyĂ‚ ve nîmetlerinde diğer mahlûkĂ‚tın da hakkı vardır. Onların hakkını gasp etmek buyuk bir kıyĂ‚met hesĂ‚bıdır.
ŞĂ‚ir Firdevsî, ŞehnĂ‚me adlı eserinde ne guzel soyler:
“Bir yem tĂ‚nesi ceken karıncayı dahî incitme! Cunku onun da canı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.”
Âlemlerin Efendisi, hayvanların faydasız ve sebepsiz yere, keyfî bir şekilde oldurulmesini yasaklamıştır. Bir hadîs-i şerîfinde şoyle buyurmuştur:
“Kim bir serceyi boş yere sırf eğlence olsun diye oldururse, kıyĂ‚met gunu o serce feryĂ‚d ederek AllĂ‚h ’a şoyle seslenir:
«–Ey Rabbim! Falan kişi beni gereksiz yere oldurdu, herhangi bir fayda icin oldurmedi.»” (NesĂ‚î, DahĂ‚yĂ‚, 42)
BUTUN MAHLUKATA MUHABBET HAKKINDA ORNEKLER Hayvanlara Nasıl Davranmalıyız? AbdullĂ‚h bin Mesûd -radıyallĂ‚hu anh- der ki:
Biz bir yolculukta RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile beraber idik. Efendimiz bir ihtiyacı icin yanımızdan ayrıldı. O sırada bir kuş gorduk, iki tane de yavrusu vardı. Biz yavrularını aldık, kuş ise aşağı yukarı cıkıp inerek cırpınmaya başladı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz geldiğinde bu hĂ‚li gordu ve şoyle buyurdu:
“–Kim bu zavallının yavrusunu alarak ona eziyet etti, cabuk yavrusunu geri verin!” (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d 112/2675, Edeb 163-164)
Peygamberimizin Kuş Sevgisi RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun ashĂ‚bıyla birlikte otururken elinde uzeri sarılı bir şey bulunan bir adam gelerek Efendimiz ’e şoyle dedi:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu, Sen ’i gorunce buraya geldim. Gelirken bir ağac kumesinin yanına uğradım. Orada bir kuşun yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına sardım. Derken anneleri gelip başımın uzerinde donmeye başladı. Neticede ben yavrularının uzerini actım, anne kuş gelip onların uzerine kondu. Ben tekrar uzerlerini orttum. Şimdi onlar işte buradadır.”
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz:
“–Onları hemen bırak!” diye emretti. Adam da bıraktı. Ana kuş, kacıp uzaklaşmak yerine yavrularının başında durdu, onları terk etmedi. Bunun uzerine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bına sordu:
“–Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?”
“–Evet yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dediler. Bunun uzerine Peygamberimiz:
“–Beni hak ile gonderen ZĂ‚t-ı ZulcelĂ‚l ’e yemin olsun ki, AllĂ‚h ’ın kullarına karşı rahmeti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları gotur, aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun!” buyurdu. SahĂ‚bî de onları derhĂ‚l yerlerine goturdu. (Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 1/3089)
Hayvana Yumaşak Davran! Bir keresinde Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz hırcın bir deveye binmişti. Hayvanı sĂ‚kinleştirmek icin onu sert bir şekilde ileri geri goturmeye başladı. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe ’ye:
“–Hayvana yumuşak davran! Cunku yumuşaklık nerede bulunursa orayı guzelleştirir. Yumuşaklığın bulunmadığı her davranış cirkindir.” buyurdu. (Muslim, Birr, 78, 79)
Hayvanlara İyi Davranmanın Sevabı RasûlullĂ‚h -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sının bĂ‚zen cok kucuk bir şeyde olabileceğini şu misalle ne guzel anlatmaktadır:
“Vaktiyle bir adam yolda giderken cok susadı. Bir kuyu buldu, icine indi su icti ve dışarı cıktı. Bir de ne gorsun; bir kopek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine:
«–Bu kopek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip kendi icinde bir vicdan muhĂ‚sebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya cıktı ve kopeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah TeĂ‚lĂ‚ hoşnud oldu ve onu bağışladı.”
SahĂ‚bîler:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bizim icin hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Şurb, 9; Muslim, SelĂ‚m, 153)
Devenin Şikayeti Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- EnsĂ‚r ’dan bir kimsenin bahcesine uğramış, orada bir deve gormuştu. Deve, Peygamber Efendimiz ’i gorunce inledi ve gozlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sĂ‚kinleşti. Bunun uzerine Hazret-i Peygamber:
“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:
“–Bu deve benimdir ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu!” dedi. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz:
“–Sana lûtfettiği şu hayvan hakkında Allah ’tan korkmuyor musun? O senin, kendisini ac bıraktığını ve cok yorduğunu bana şikĂ‚yet ediyor.” buyurdu. (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 44/2549)
Hayvanların Uzerindeyken Muhabbet Etmeyin Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- hayvanlar uzerindeyken gereksiz yere muhabbete dalarak onlara eziyet eden kimseleri de şoyle îkĂ‚z etmiştir:
“Hayvanlarınızın sırtını minberler olarak kullanmaktan sakının! ZîrĂ‚ tek başınıza guclukle gidebileceğiniz bir yere sizi goturmeleri icin AllĂ‚h onları emrinize verdi. Arzı da sizin (duracak yeriniz) kıldı, oyleyse ihtiyaclarınızı arz uzerinde (yĂ‚ni hayvanların sırtından inerek yerde, toprak uzerinde) gorun.” (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 55/2567)
Hayvanlara Haksızlık Etmeyin Bir gun Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- sabahın ilk saatlerinde ihtiyacını gormek icin dışarı cıktı. Mescidin kapısına cokertilmiş bir deve gordu. Peygamber Efendimiz gunun son saatlerinde yine oradan gecti; deve yine aynı vaziyette duruyordu. Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bu devenin sahibi nerede?” diye sordu.
Devenin sahibini aradılar, fakat bulamadılar. Devenin ac, susuz bırakılmasına cok uzulduğu anlaşılan Allah Rasûlu şoyle buyurdu:
“–Allah ’tan korkunuz da, derdini anlatamayan bu zavallı hayvanlara haksızlık etmeyiniz. Onlara guclu, kuvvetli ve semiz oldukları hĂ‚lde bininiz.” (Ahmed, IV, 181)
Hayvanlar Hakkında Allah ’tan Korkun Sehl bin Amr -radıyallĂ‚hu anh- diyor ki:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- karnı sırtına yapışmış (boğurleri cokmuş) bir devenin yanından gecerken şoyle buyurdu:
“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah ’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 44/2548)
Hayvan Keserken Peygamber Efendimiz koyun kesen bir adam gormuştu. Adam, kesmek uzere koyunu yere yatırdıktan sonra bıcağını bilemeye calışıyordu. Bu katı ve duygusuz davranış karşısında Rasûl-i Ekrem Efendimiz adamı şoyle îkĂ‚z etti:
“–Hayvanı defalarca mı oldurmek istiyorsun? Bıcağını, onu yere yatırmadan once bilesen olmaz mıydı?” (HĂ‚kim, IV, 257, 260/7570)
Hayvanı Damgalamayın Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, dağlanarak yuzune damga vurulmuş bir merkebin yanından gecti. Bunun uzerine:
“Bu hayvanın yuzunu dağlayana AllĂ‚h lĂ‚net etsin!” buyurdu. (Muslim, LibĂ‚s, 107)
Peygamberimizin Hayvanlara Muhabbeti Bir defĂ‚sında RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Mekke ’ye gitmek uzere ihramlı olarak Medîne ’den cıkmıştı. UsĂ‚ye mevkiine geldi. Burası Ruveyse ile Arc arasında bir yer idi. Burada, golgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan gordu. Âlemlerin Efendisi, ashĂ‚bından bir şahsa, herkes gecinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ve rahatsız ettirmemesini emretti. (Muvatta, Hacc, 79; NesĂ‚î, Hacc, 78)
Peygamberimiz ve ashĂ‚bı, fethetmek uzere Mekke ’ye doğru ilerlerken hayvanlara muĂ‚mele husûsunda muhteşem bir tablo daha sergilemişlerdi. Bu tavır, HĂ‚lık ’ın nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzının da bir ifĂ‚desidir. Âlemlerin Efendisi, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Arc mevkiinden hareket edip Talûb ’a doğru giderken, yolda yavrularının uzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir kopek gordu. Hemen ashĂ‚bından Cuayl bin SurĂ‚ka ’yı yanına cağırarak onu bu kelp ve yavrularının başına nobetci dikti. Anne kelbin ve yavrularının İslĂ‚m ordusu tarafından urkutulmemesi husûsunda tembihte bulundu. (VĂ‚kıdî, II, 804)
Hayvanların haklarına gosterilen ihtimĂ‚mın bir başka orneğini Allah Rasûlu ’nun terbiyesinde buyumuş Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatıyor:
“Biz bir yerde konakladığımız zaman develerin yuklerini cozup onları rahatlatmadan AllĂ‚h ’ı tesbih (nĂ‚file namaz) ve ibĂ‚dete başlamazdık.” (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 44/2551)
İslĂ‚m Ă‚limleri bir yolcunun, konakladığında kendisi yemek yemeden once hayvanının yemini vermesi gerektiğini, bunun mustehab olduğunu ifĂ‚de etmişlerdir. (Ebû DĂ‚vûd, Sunen, III, 51)
Hayvanları Sebepsiz Yere Oldurmeyin İbn-i Omer -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- bir gun, bir kuşu hedef alarak ok atan Kureyşli genclere rastlamıştı. Hedefe isĂ‚bet etmeyen her ok icin kuş sĂ‚hibine para oduyorlardı. Gencler, İbn-i Omer ’in geldiğini gorunce etrafa dağıldılar. İbn-i Omer arkalarından şoyle seslendi:
“–Bunu yapan kim? AllĂ‚h ona lĂ‚net etsin. Nitekim canlı bir hayvanı hedef olarak dikip ona atış yapana, RasûllullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de lĂ‚net okumuştu.” (BuhĂ‚rî, ZebĂ‚ih, 25; Muslim, Sayd, 59)
Hayvanların Izdırabını Sinesinde Hisseden Hak Dostu BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri, AllĂ‚h ’a muhabbetinin şiddetiyle rûhen o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki, Yaratan ’dan oturu yaratılanlardan her birinin ıztırĂ‚bını sînesinde hisseder ve muzdarip olurdu.
Bu Hak dostu bir gun, dovulmekten arkasından kan boşanmış bir merkep gordu. O anda BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri ’nin de baldırlarından kan sızmaya başladı.
Yine bu buyuk AllĂ‚h dostu, yolculuk esnasında bir ağacın altında biraz istirahat ettikten sonra yolculuğa devĂ‚m etmişti. Yolda torbaların uzerinde, dinlendiği yerde gorduğu birkac karıncanın gezindiğini fark etti. Onları yurtlarından ayrı duşurmemek ve onlara gurbet hayĂ‚tı yaşatmamak icin o kadar yolu geri dondu. Dinlendikleri yere geldi ve karıncaları eski yerlerine bıraktı.
Nakşibend Hazretleri ’nin Hayvanlara Davranışı Buyuk AllĂ‚h dostu ŞĂ‚h-ı Nakşibend Hazretleri, hayvanlara muĂ‚melenin şĂ‚hikası sayılabilecek benzersiz bir hĂ‚lini şu şekilde anlatır:
Arayış icinde olduğum ilk gunlerde Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın sevgili kullarından olan Emîr KulĂ‚l Hazretleri ile karşılaştım. O zaman cezbe hĂ‚lim ileri idi. Bana şoyle dedi:
“–Gonul almaya bak; gucsuzlere hizmet et! Zayıfları, gonlu kırıkları koru! Onlar oyle kimselerdir ki, halktan hicbir gelirleri yoktur. Bununla beraber tam bir kalp huzûru, tevĂ‚zû, kırıklık icinde kalıp giderler. Onları ara bul!”
Bu kadri yuce zĂ‚tın emrini tuttum. Soylediği yolda uzun sure calıştım. Bundan sonra o AllĂ‚h dostu, bana hayvanlara bakmayı emretti. Onların hastalıklarını tedĂ‚vî etmemi soyledi. Tek başıma onların yaralarını sarmayı, temizlemeyi ve bu işleri de iyi niyetle, ihlĂ‚sla yapmamı tavsiye buyurdu.
Bu hizmeti de yerine getirdim. Bana nasıl tĂ‚rif ettiyse oyle yaptım. Bu sıralarda benliğim o hĂ‚le geldi ki, yolda giderken bir kopek gorecek olsam, olduğum yerde durur, once onun gecip gitmesini beklerdim. Ondan evvel adım atmazdım. Bu hĂ‚lim yedi sene devam etti.
Bundan sonra bana kopeklere muhabbetle ve saygı ile bakmamı ve bu hizmetlerim vesîlesiyle ilĂ‚hî inĂ‚yete erişmeye calışmamı emretti. Şoyle buyurdu:
“–O kopeklerden birinin hizmetini yaparken, buyuk bir saĂ‚det duyacaksın.”
Onun bu emrini bir ganimet bildim. Hicbir gayreti elden bırakmadım. Onun işaretindeki mĂ‚nĂ‚yı anladım; verdiği mujdeyi bekledim ve kopeklerden birinin yanına gittim. Bende buyuk bir hĂ‚l meydana geldi. Onun onunde durdum; beni bir ağlamak tuttu. Ben oyle ağlamakta iken o sırt ustu yattı, ayaklarını goğe dikti. Bundan sonra hazin hazin sesler cıkarmaya, ağlayıp inlemeye başladı. Ben de ellerimi actım, tevĂ‚zû ve kırık bir gonulle:
“–Âmîn!” dedim. O da sustu ve dondu.
Yine o gunlerden biri idi. Evden cıkıp bĂ‚zı yerlere gittim. Yolda oyle bir hayvan gordum ki, Guneş ’in rengine gore renk değiştiriyordu. Bana ondan, buyuk bir vecd hĂ‚li geldi. Tam bir edep ve saygı ile karşısında durdum. Ellerimi kaldırdım. Derken o mubĂ‚rek hayvan, daldığı Ă‚lemden ayıldı ve sırt ustu yatarak goğe doğru yuzunu cevirdi. O bu hĂ‚lde iken ben:
“–Âmîn!” diyordum...[1]
Kanuni Sultan Suleyman ile Karınca Bir gun KĂ‚nûnî Sultan Suleyman, sarayın bahcesindeki armut ağaclarını kurutan karıncaların oldurulebilmesi icin ŞeyhulislĂ‚m Ebu ’s-Suûd Efendi ’den aşağıdaki beyitle fetvĂ‚ istemişti:
Dırahta ger ziyĂ‚n etse karınca
Zararı var mıdır Ă‚nı kırınca?
PĂ‚dişĂ‚h ’ın bu fetvĂ‚ talebi uzerine, Ebu ’s-Suûd Efendi de, bir beyitle şoyle cevap verdi:
Yarın Hakk ’ın dîvĂ‚nına varınca;
Suleyman ’dan hakkın alır karınca!
Bir karıncayı bile incitmekten cekinecek kadar mukemmel bir mĂ‚nevî terbiyeden gecmiş bulunan KĂ‚nûnî Sultan Suleyman, hem dirĂ‚yetli bir kumandan, hem cok zekî ve teşkilatcı bir devlet adamı, hem de Ă‚lim ve edip bir şahsiyetti.
PertevniyĂ‚l Valide Sultan ’ın İbretlik Şefkati İstanbul Aksaray ’daki VĂ‚lide CĂ‚mii ’ni yaptırmış olan PertevniyĂ‚l VĂ‚lide Sultan vefĂ‚t ettiğinde, sĂ‚lih bir kimse onu ruyĂ‚sında guzel bir makamda gordu ve sordu:
“–Yaptırdığın mĂ‚bed dolayısıyla mı AllĂ‚h seni bu makĂ‚ma yukseltti?”
PertevniyÂl VÂlide Sultan:
“–Hayır.” dedi.
O sĂ‚lih zĂ‚t şaşırarak:
“–O hĂ‚lde hangi amelinle bu mertebeye nĂ‚il oldun?” diye sordu.
VĂ‚lide Sultan şu ibretli cevĂ‚bı verdi:
“–Cok yağmurlu bir gundu. Eyub Sultan CĂ‚mii ’ne ziyĂ‚rete gidiyorduk. Kaldırımın kenarında oluşan su birikintisi icinde cılız bir kedi yavrusunun cırpındığını gordum. Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya:[2]
«–Git de, şu kediciği alıver; yoksa zavallı yavru boğulacak!..» dedim.
Bacı ise:
«–Aman SultĂ‚nım! Senin de benim de ustumuz kirlenir.» deyip yavruyu getirmek istemedi.
Ben de onu kırmamak icin arabadan kendim inip camurun icine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım. Kedicik titriyordu. Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım. Cok gecmeden zavallıcık canlanıverdi.
Allah TeĂ‚lĂ‚, o kediye olan kucuk hizmet ve merhametimden dolayı bana bu yuce makĂ‚mı ihsĂ‚n eyledi.”
İşte bĂ‚zen, cok basit ve onemsiz gibi gorunen kucuk bir iyilik, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın merhametini o kadar celbedebilir ki, buyuk ikram ve lûtuflara vesîle olur. Bu yuzden insan, coğu zaman onemsiz zannedilen kucuk hayırlardan bile kendini mustağnî gormemelidir. ZîrĂ‚ insanın dunyĂ‚da da ukbĂ‚da da buyuk-kucuk her hayrın mĂ‚nevî yardımına ihtiyĂ‚cı vardır…
MahlûkĂ‚t ile Dost Olmak Pederim MûsĂ‚ Efendi, mahlûkĂ‚t ile dost olmak husûsunda başlarından gecen bir vak ’ayı şoyle anlatmışlardı:
“Tahmînen kırk sene evvel, Muhterem Ustad SĂ‚mi Efendi -kuddise sirruh- ile Medîne-i Munevvere ’de bir ev kiralamıştık. Zamanın şartlarına gore o zamanki evler kerpictendi. Kendi istirahatleri icin hazırladığımız odaya teşrif ettiklerinde koşede kıvrılmış bir yılan gorup gayr-i ihtiyĂ‚rî heyecanlandık. Kendileri ise sukûn ve huzûr icinde:
«–AllĂ‚h ’ın bu mahlûkunu kendi hĂ‚line bırakın ve ona dokunmayın.» buyurdu. NihĂ‚yet bir muddet sonra hayvancağız ortalıktan kayboldu.”
Buyuklerin NezĂ‚ket ve TevĂ‚zuu Yine MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- şoyle anlatır:
“Bir hac mevsiminde idi. Muhterem UstĂ‚d SĂ‚mi Efendi Hazretleri ve evlĂ‚tları ile Mekke-i Mukerreme ’de, Turkistanlı AbdussettĂ‚r Efendi ’nin, Ciyad semtindeki evinde idik. Efendi Hazretleri ’nin odası, sokağa karşı, refikleri olan bizlerin ise ice doğru idi.
Bir oğle vakti, bulunduğumuz odanın kapısına geldiler ve:
«–Dışarıda bir kişinin gĂ‚libĂ‚ yemeğe ihtiyĂ‚cı var!» buyurdular.
Fakir, hemen verilecek yemekleri hazırlayıp kapıya cıktığımda, ortalıkta kimseyi goremedim. Beklemeyip gittiğini tahmin ederek geri dondum. Sekiz on dakika gecmişti ki, Efendi Hazretleri tekrar kapıda gorunduler:
«–O muhtac tekrar geldi; iceriye bakıyor!» buyurdular.
Tekrar yemekleri alıp kapının onune cıktığımda, dilini dışarı cıkarıp iceriye bakan hayvancağızı, yĂ‚ni acıkmış kopeği gordum. Hemen yemekleri olduğu gibi onune koydum. Cok acıkmış olacak ki, hepsini yiyiverdi.”
İşte buyuklerin nezĂ‚ket ve tevĂ‚zuu boyle olur. SĂ‚mi Efendi Hazretleri, o acıkmış kopeği cins ismiyle anmamış, “kişi” tĂ‚birini kullanmıştı. HattĂ‚ cok zaman hayvanlardan bahsederken bile “mahlûk/yaratık” yerine, “AllĂ‚h ’ın kulu” tĂ‚birini kullanırlardı. Cunku Yaratan ’dan oturu yaratılanlara gosterilen ahlĂ‚k guzelliği, hakîkatte Yaratan ’a arz edilmiş, O ’na candan bağlı bir gonlun, yĂ‚ni kalb-i selîmin guzelliğidir.
Butun Varlıklara Karşı Guzel Davranın Yuce dînimiz İslĂ‚m, her fırsatta ve pek cok vesîleyle, canlı-cansız butun varlıklara karşı guzel davranmamızı telkîn etmektedir. Bu cumleden olarak Mekke ’nin harem bolgesindeyken ve ihramlıyken ağac kesmek, ot koparmak, avlanmak, hattĂ‚ avcıya avı gostermek gibi bĂ‚zı fiilleri yasaklamış ve bu yasakları ciğneyenler hakkında muhtelif cezĂ‚lar tĂ‚yin etmiştir. Boylece mu ’minlerin, harem bolgesinde kucuk gunahları dahî işlememe, hicbir bitki ve canlıya zarar vermeme gibi tam mĂ‚nĂ‚sıyla “zararsızlık” ifĂ‚de eden bir hĂ‚l ve kıvĂ‚ma gelmelerini murĂ‚d etmiştir.
İnsan, hac mevsiminde yaptığı temrinlerle oyle bir hassĂ‚siyet kazanacak ki, rafes, fısk ve cidĂ‚li bertarĂ‚f etme husûsunda zirveye cıkacak. Bir ot dahî koparmayacak, kadın-erkek birlikte tavĂ‚f, sa ’y ve vakfe yaparken rafesten korunacak, devamlı ayaklarının ucuna bakarak fısktan ve cidĂ‚lden berî kalacak…
İslĂ‚m ’ın bu hassĂ‚siyeti sĂ‚dece harem bolgesine ve ihram hĂ‚line mahsus değildir. Nitekim RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Kim bir sidre ağacını keserse, AllĂ‚h onun başını cehenneme uzatır.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 158-159/5239)
Bu hadis hakkında kendisine sorulunca Ebû DĂ‚vûd şu cevĂ‚bı vermiştir:
“Bu hadis muhtasardır, mĂ‚nĂ‚sı şudur: Kırda bayırda yolcuların ve hayvanların golgesinden istifĂ‚de ettikleri bir sidre ağacını, o ağacta herhangi bir hak sĂ‚hibi olmayan bir kimse, haksız olarak keserse AllĂ‚h onun başını cehenneme uzatır, demektir.”
Yaş Kesen Baş Keser İslĂ‚m ’ın, insan ve hayvan ile birlikte nebĂ‚tĂ‚ta dahî şĂ‚mil olan sevgi ve alĂ‚kasına misal gosterilebilecek şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
AsbĂ‚b-ı kirĂ‚mın ileri gelenlerinden Ebu ’d-DerdĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- Şam ’da ağac dikmekteydi. Yanına birisi yaklaştı ve:
“–Sen, Hazret-i Peygamber ’in dostu olduğun halde, ağac dikmekle mi meşgul oluyorsun?” diyerek gorduğu hĂ‚l karşısındaki şaşkınlığını ifĂ‚de etti. Ebu ’d-DerdĂ‚ Hazretleri de o kimseye şu cevĂ‚bı verdi:
“–Dur bakalım, hakkımda boyle rastgele, carcabuk hukum verme! Ben RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i şoyle buyururken işittim:
«Bir kimse ağac diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya AllĂ‚h ’ın mahlûkĂ‚tından herhangi bir varlık yerse, bu, o ağacı diken kimse icin sadaka olur.»” (Ahmed, VI, 444)
Tabiî bunun aksine bitkilere ve diğer canlılara zarar vermek de vebĂ‚li mûcip bir davranıştır. Nitekim ecdĂ‚dımız bunu; “Yaş kesen, baş keser.” diyerek veciz bir sûrette ifĂ‚de etmişlerdir.
Ağac Dikmenin ve Cevreyi Yeşillendirmenin Fazileti Peygamber Efendimiz, insanları ağac dikmeye ve cevreyi yeşillendirmeye teşvik etmiştir. Kendisi de ashĂ‚bına bu hususta bizzat ornek olmuştur. İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle nakleder:
Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, iki kabrin yanından gecerken onlar hakkında:
“İkisi de azap goruyorlar, ancak (kendilerine gore) buyuk bir gunahtan dolayı değil. Birisi soz goturup getirdiğinden, diğeri de kucuk abdest bozarken îcĂ‚b ettiği sûrette korunmadığından (uzerine sıcrattığından) dolayı muazzeb oluyor.” buyurdu. Akabinde yaş bir hurma dalı istedi. Onu ikiye ayırdı ve daha sonra bunları kabirlerin başına birer birer dikti. Sonra da sozlerine şoyle devĂ‚m etti:
“Kurumadıkları muddetce onların azĂ‚bını hafifletmeleri umulur.” (Muslim, TahĂ‚ret, 111)
ZîrĂ‚ yaş bir yaprak dahî bizim idrĂ‚kimizin dışında zikir hĂ‚lindedir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Yedi gok, yer ve bunlarda bulunan herkes O ’nu tesbîh eder. O ’nu hamd ile tesbîh etmeyen hicbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız. O, hilm sĂ‚hibidir, bağışlayıcıdır.” (el-İsrĂ‚, 44)
BUTUN MAHLUKATA ŞEFKAT, MERHAMET VE MUHABBET ETMELİ VelhĂ‚sıl, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sı bĂ‚zen buyuk bir şeyde, bĂ‚zen orta, bĂ‚zen de kucuk bir şeyde gizlidir. Gazabı icin de aynı şey gecerlidir. Oyleyse AllĂ‚h ’ın butun mahlûkĂ‚tına şefkat, merhamet ve muhabbetle yaklaşmalı, gerektiğinde hizmetlerine de koşmalıdır.
İslĂ‚m, butun canlılara, insanlara, hayvanlara ve bitkilere dahî merhamet ve muhabbetle muĂ‚meleyi emreder. Onların her birine karşı insanoğlunun vazîfeleri vardır. İşte İslĂ‚m ’ın guzelliği, butun varlıkları ihĂ‚ta eden bu Ă‚lemşumûl muhabbet ve merhamet anlayışında gizlidir. Bir musluman, uzun yollar boyunca bin bir canlıya; hayvanĂ‚ta, ağaca, gule, sumbule, bulbule hizmet ederek akıp giden ve bereket taşıyan bir ırmak gibidir ki, sonunda onun varacağı menzil ancak sonsuzluk ve vuslat deryĂ‚sıdır.
Guneş icin ısıtmamak nasıl imkĂ‚nsız ise, buyuk ruhlar icin de mahlûkĂ‚ta acımamak oyle imkĂ‚nsızdır. Merhamet, butun Ă‚leme yayılmış ilĂ‚hî bir cevherdir. O sevgi ve şefkatin kaynağı da CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Merhametten mahrûm olanlar, en buyuk hazineyi, yĂ‚ni saĂ‚detin kapısını acacak anahtarı yitirmişlerdir.
Muhabbetin kaynağına AllĂ‚h ve Rasûlu ’nde erişen Hak dostları, ebediyyen butun mahlûkĂ‚tın dostu olarak kalırlar. Onlar mĂ‚zî olmazlar, omurleri, vefatlarından sonra da devĂ‚m eder.
Dipnotlar:
[1] Bkz. Abdulmecid HĂ‚nî, el-HadĂ‚iku ’l-Verdiyye, trc. AbdulkĂ‚dir Akcicek, İstanbul 1986, s. 545-547.
[2] VĂ‚lide sultanların yanında Sudanlı zenci kadınlar calışırdı. Bunlara sarayda “bacı” denirdi. Sudanlılar temiz, nĂ‚muslu, iffetli oldukları icin Osmanlılar, sarayda hizmetkĂ‚r olarak ozellikle onları istihdĂ‚m ederlerdi.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
BUTUN MAHLUKATA MUHABBET