Fetihlerin en muhteşemi, kalplerin fethidir. Ne mutlu kalbini bir rahmet dergÂhı kılarak, kırık kalpleri gonul sarayında ihy edebilenlere…
İnsan, muhabbetle bağlandığı kimsenin iyiliğinden de pay alır, kotuluğunden de… Bundan dolayıdır ki, boğazımızdan gecen gıdÂnın helÂl, muhabbet duyduğumuz kimselerin de sÂlih veya sÂliha insanlardan olmasına dikkat etmeliyiz.

Yukarıda zikrettiğimiz misÂlde, tÂcirin helÂl lokmaya olan hassÂsiyet ve dikkati, onun bedenine mÂnevî bir zehir girmesine mÂnî olmanın otesinde, kıyÂmete kadar uzanan bir sadaka-i cÂriye yolunun acılmasına da vesîle olmuştur. Gercekten ihlÂs ve takv dolu bir kalpten yerinde ve zamanında soylenen sozler, ve yine boyle bir gonulden akseden rûhÂniyet dolu guzel ahlÂk ve ornek davranışlar, muhÂtapları uzerinde kalıcı tesirler bırakmaktadır.

HÂL DİLİ, KÂL DİLİNDEN EVLÂDIR

Nitekim CÂfer-i TayyÂr -radıyallahu anh- ’ın Habeşistan ’a hicret ettiğinde sergilediği guzel ahlÂk, tevzî ettiği mukemmel şahsiyet ve kullandığı yerinde uslûp, Habeş NecÂşîsi (hukumdÂrı) Ashama ’nın hidÂyet bulmasına vesîle olmuştur.

Yine ecdÂdımız Osmanlı ’nın ince bir siyaset izleyerek, yeni fethedilen yerlere evvelÂ, gonul ehli, sÂlih ve velî zÂtlar iskÂn etmesi de MevlÂn Hazretleri ’nin ifÂde buyurduğu gibi:

“HÂl ile oğut veren, kāl ile/soz ile oğut verenden iyidir.” hikmetine binÂendir.

MÂnevî fetih ordusu olan velîler, gonul Âlemlerinin rûhÂniyet ve feyzini, yeni fethedilen ulkelerin her karış toprağına ve bolge halkının kalplerine nakşediyorlardı. Boylece yeni fethedilen topraklarda yaşayan yerli hristiyanlar, Osmanlı halkının nezih yaşayışına, ahlÂkına, bilhassa merhamet ve şefkat duygularına hayran kalıyor ve bu keyfiyet de, onların İslÂm ’la şereflenmelerini kolaylaştırıyordu. Zira esas fetih, kalplerin fethidir. Kılıc ise, netice itibariyle bir demir parcasıdır. Ancak zulmu bertaraf etmek icin kullanıldığı nisbette bir kıymeti vardır. Aksi hÂlde başlı başına bir zulum vÂsıtası hÂline gelebilir.

Gecen as­rı­n on­de ge­len İs­lÂm Âlim­le­rin­den Mu­ham­med Ha­mi­dul­lÂh ’ın şoyle bir ifÂdesi vardır:

“Hayretle gormekteyim ki ba­tı top­lu­mun­da hris­ti­yan­la­rı İs­l­m ’ı kabûle sevk eden, fı­kıh ve ke­lÂm Âlim­le­ri­nin go­ruş­le­ri de­ğil, İbn-i Ara­bî ve Mev­l­n gi­bi sû­fî­ler­in hÂlleridir.

Bu­gun de İslÂm ’ın nûrunu hidÂyet mahrumlarına taşıyacak olan, ne kı­lıc, ne de akıl­dır; aksine kalp, yani ta­sav­vuf­tur.”

GONULLERİ DERGÂH HÂLİNE GELMİŞ ALLAH DOSTLARI

Hasta ve yorgun gonulleri tedÂvî edecek, muzdarip sîneleri huzura kavuşturacak ve herc u merc olmuş zihinlere rehberlik edecek kimseler, Hak dostlarıdır. Ki onlar, BahÂuddin Nakşibend, AbdulkÂdir GeylÂnî ve MevlÂn Hazretleri gibi, gonullerini dergÂh hÂline getirmiş, ruhlarındaki merhamet ve sevgiyi butun mahlûkÂta taşımış velîlerdir.

“Hem Pey­gam­ber Efendimiz -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ve ashÂbının, hem de buyuk mutasavvıfların yo­lu, ne ke­li­me­ler uze­rin­de uğ­raş­mak, ne de m­n­sız şey­ler­le meş­gûl ol­mak­tır. BilÂkis in­san ile Al­lah ara­sın­da­ki en kı­sa yol­da yu­ru­mek­, yani şah­si­ye­tin ge­liş­ti­ril­me­si yo­lu­nu ara­mak­tır.” [1]

VelhÂsıl her musluman, oncelikle kendini İslÂm ile ihy etmelidir. Etrafına şahsiyet ve vakar tevzî etmelidir. AllÂh ’ın dînini en guzel bir sûrette temsil ederek O ’nun varlığına ve birliğine canlı bir şÃ‚hit olmalıdır. Cunku CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede şoyle buyurmaktadır:

“İşte boylece sizi (ifrat ve tefritten uzak) mûtedil bir ummet yaptık ki, butun insanlar uzerine şahitler olasınız, Rasûl (Hazret-i Muhammed -sallÂllahu aleyhi ve sellem-) de sizin uzerinize şahit olsun…” (el-Bakara, 143)

YÂ Rabbi! Bizleri İslÂm şahsiyet ve vakÂrını en guzel bir sûrette temsil ederek hÂl ve davranışlarıyla hidÂyetlere vesîle olan bahtiyar kullarından eyle! Âmîn…

[1] M. Aziz LahbÂbî, İslÂm Şahsiyetciliği, Terc. İ. Hakkı AKIN, s. 114-115, dipnot 8. İst. 1972.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek Ahlakından, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan