Vefa, insana en cok yakışan haslet. İnsan ilişkilerinde birlikteliğin ve muhabbetin en kıymetli bağı vefadır. İnsan kimlere karşı vefalı olmalıdır? Kimlerin uzerimizde hakları bulunmaktadır? Vefa borcumuzu nasıl oderiz? İnsan ve vefa teması ile vefaya dair herşey...

Vefaya dair herşey...

ÎMÂNIN KEMÂLİ AHLÂK İLE

Yuce dînimizin en buyuk gayelerinden biri, mu ’minlerin ic dunyalarını ve dış Ă‚lemlerini guzel ahlĂ‚k ile tezyîn eylemektir.

Fahr-i KÂinÂt Efendimiz buyurur:

“Mu ’minlerin îman cihetinden en mukemmeli, ahlĂ‚ken en guzel olanıdır.” (Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 250)

ÎmĂ‚nın ikmĂ‚li guzel ahlĂ‚k ile…

Nitekim CenĂ‚b-ı Hak, Peygamber Efendimiz ’in ahlĂ‚kı şĂ‚nında;

“Sen elbette muhteşem bir ahlĂ‚k uzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurdu.

Bu Ă‚yet-i kerîmenin icinde bulunduğu sûre, bi ’setin ucuncu yılında nĂ‚zil olmuştur.

Dolayısıyla;

Efendimiz ’in ahlĂ‚kı, CenĂ‚b-ı Hak tarafından tescil ve tebcil edildiğinde; henuz Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in pek azı vahyolunmuştu. O ’nun ahlĂ‚kı; nubuvvetten ve Kur ’Ă‚n ’ın vahyinden once de mukemmel ve muhteşem idi. Zira Peygamberimiz; onceki ahlĂ‚kını, Kur ’Ă‚n okuyarak tahsil etmemişti. O ’nun ahlĂ‚k ve şahsiyeti, dĂ‚imĂ‚ zirve hĂ‚lindeydi. Cunku O ’nu Rabbi terbiye etmişti. Kur ’Ă‚n nĂ‚zil olunca; O ’nun ahlĂ‚kı, kanat kanat butun cihanı kuşattı. Âlemlere rahmet oldu.

Yani kelĂ‚m-ı ilĂ‚hî olan Kur ’Ă‚n-ı Kerim, O ’nun kalbine nakşoldu. Boylece yuce ahlĂ‚kı, her beşerin zirvesinde bir kemĂ‚le ulaştı. Âyette; «لَعَمْرُكَ» buyurularak yalnız O ’nun hayatı uzerine yemin edildi. (Bkz. el-Hicr, 72)

CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yaratıştaki sanat hĂ‚rikası, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ve kelĂ‚mdaki mûcizesi Kur ’Ă‚n-ı Kerim… Nûrun alĂ‚ nûr!..

Îman, ibĂ‚det, muĂ‚melĂ‚t ve ahkĂ‚m esasları, bu guzel ahlĂ‚k zemininde tesis edildi.

Guzel ahlĂ‚kın en muhim ve şumullu maddelerinden biri de vefĂ‚dır.

VEFÂ: YUCE BİR HASLET

VefĂ‚kĂ‚rlık; peygamberlere, velîlere ve fazîlet sahibi kimselere ait zirve bir vasıf olarak, beşerî hayatı en yuce bir seviyede taclandıran mĂ‚nevî bir haslettir.

Bu ulvî his, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen kıymetin bir olcusudur.

VefĂ‚ duygusuna sahip olmayan kimseler; sadece kendini, zevkini ve menfaatini duşunen bencil ve nĂ‚dan kimselerdir.

VefĂ‚, lugavî olarak borcu odemeyi ve bir sozu yerine getirmeyi ifade eder. VefĂ‚nın en zarûrî kısmı budur. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

“…Verdiğiniz sozu yerine getirin! Cunku verilen soz mes ’ûliyeti îcĂ‚b ettirir.” (el-İsrĂ‚, 34)

“Onlar emĂ‚netlerine ve ahitlerine riĂ‚yet ederler.” (el-Mu ’minûn, 8)

VefĂ‚ en yuce hasletlerden biri olunca, Allah TeĂ‚lĂ‚ en yuce peygamberlerini de vefĂ‚ ile metheder. İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ı;

“Cok vefĂ‚kĂ‚r olan (ahdine vefĂ‚ gosteren) İbrahim…” (en-Necm, 37) ifadeleriyle takdir ve tekrîm buyurmuştur.

DOSTLUĞUN FÂRİK VASFI

Hazret-i İbrahim; can, mal ve evlĂ‚t imtihanlarından gecerek «Halîlullah: AllĂ‚h ’ın dostu» olma mazhariyetine erişti.

Tevhid mucadelesinde kavminin putlarını kırdı. Onlara, putların ne kadar Ă‚ciz varlıklar olduğunu ispat etti. Buna karşılık ateşe atılarak cezalandırılmasına karar verildi. Meleklerden gelen yardım tekliflerini reddedip, tam teslîmiyetle ateşe atıldı. Ateş, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yani yuce Dost ’un emriyle gulzĂ‚ra dondu.

CenĂ‚b-ı Hak Hazret-i İbrahim ’e buyuk suruler hĂ‚linde mal ikrĂ‚m etmişti. CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- beşer kisvesinde yanına geldi ve talepte bulundu. Hazret-i İbrahim, Rabbini uc kez zikretmesi şartıyla hepsini ona bağışladı. Hazret-i CebrĂ‚il, kendisini tanıtınca; Halîlullah, infĂ‚kından donmedi, butun malını Allah yolunda vakfetti.

Ruyasında evlĂ‚dını kurban ettiğini gordu. Ruya, uc kez tekrarlanınca, bunun ilĂ‚hî emir olduğuna kānî oldu. Oğlu İsmail de tam teslim oldu. LĂ‚kin ilĂ‚hî rahmet yetişti, bıcak kesmez oldu.

Hazret-i İbrahim; uc imtihandan da muvaffakiyetle gecerek, Halîlullah vasfına mazhar oldu.

Yuce Dost ’un mukabil bir ikramları olarak;

Âhirzaman Nebîsi, Son Peygamber Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu teslîmiyeti sergileyen baba-oğul peygamberlerin neslinden geldi.
Kurban Bayramı; kıyĂ‚mete kadar, mu ’minlere bu teslîmiyeti hatırlatan bir saĂ‚det ve kurbiyet hediyesi oldu.
KıyĂ‚mete kadar butun ummet-i Muhammed ’in, her tahiyyattan sonra Hazret-i İbrahim ’e salevat getirmesi de vefĂ‚ dolu bir ikrĂ‚m oldu.
Dostluğun fĂ‚rik vasfı vefĂ‚dır.

CenĂ‚b-ı Hak; kendisine dost olana hem dunyada hem Ă‚hirette sonsuz lutuflarda bulunur. Bilhassa insan icin mechullerle dolu korkunc ebediyet yolculuğunun, son nefes, kabir, ba‘s, haşir, mîzan, sırat gibi duraklarında CenĂ‚b-ı Hak; dostlarına rahmet meleklerini gondererek, onları selĂ‚mete alır. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Bilesiniz ki;

AllĂ‚h ’ın dostlarına korku yoktur; onlar uzulmeyecekler de.” (Yûnus, 62)

CenĂ‚b-ı Hakk ’a dost olmanın şartı ve alĂ‚meti; kulun kendisini, AllĂ‚h ’a adamasıdır. Can, mal ve evlĂ‚dını, Allah yoluna adayabilenlerden, CenĂ‚b-ı Hak bu fedĂ‚kĂ‚rlıklarını; «karz-ı hasen: «قَرْضًا حَسَنًا : Guzel bir borc» olarak kabul eder ve Ă‚hirette kat kat fazlasıyla ona oder. CenĂ‚b-ı Hak ’tan daha vefĂ‚lı, daha comert kim vardır?

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Kim AllĂ‚h ’a guzel bir odunc verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun cok değerli bir mukĂ‚fĂ‚tı da vardır.” (el-Hadîd, 11)

Hak yolunda fedĂ‚kĂ‚rlıkların bir temsili de kurban ibĂ‚detidir. Bizlere sayısız lutuflarda bulunan Rabbimiz icin; bir vefĂ‚kĂ‚rlık gostermek, kucuk bir fedĂ‚kĂ‚rlıkta bulunmaktır.

Bu ibĂ‚det sayesinde, beldelerimizde ve dunyanın her tarafında fukarĂ‚nın evine, senede bir kez de olsa, et ikrĂ‚mı girmektedir. Bu ibĂ‚det vesilesiyle, mu ’minlerin kardeşlik vazifelerinin edĂ‚sı ve hakikî bir bayram icin guzel bir fırsat meydana gelmektedir.

CenĂ‚b-ı Hak; cumle ibĂ‚detlerimizle beraber, kurbanlarımızı da kabul eylesin, kurbiyetine vesile kılsın. Kabulu icin ise her ibĂ‚detin mĂ‚nevî tarafını da ikmĂ‚l etmek şart.

EN GUZEL VEFÂ: KURBAN

Zira Hazret-i MevlÂn buyurur:

“Kecinin golgesini kurban etme!..”

Yani Kurban Bayramı; zĂ‚hirden ibaret zannedilip, «et ve kebap bayramı» olarak gorulmemelidir. Kurbandan asıl olanın; ne kan ne de et, bilhassa takvĂ‚ olduğu unutulmamalıdır. Kurbanlıklara, merhamet ile muĂ‚mele edilmeli; bu ibĂ‚det vecd ve tĂ‚zim ile îfĂ‚ edilmelidir.

Kurban Bayramı, aynı zamanda hac ibĂ‚detinin edĂ‚ edildiği zamandır. Hazret-i İbrahim, Hacer ve İsmail Efendilerimiz ’den hĂ‚tıralarla dolu olan hac ibĂ‚deti, en son vaz‘ edilen ibĂ‚dettir. Demek ki; hac, tam mĂ‚nĂ‚sıyla tekĂ‚mul etmiş bir mu ’min istemektedir. Tefekkur ettiğimizde haccın şu sır ve hikmetleri talim ettiğini goruruz:

Esas hayatın Ă‚hiret olduğu şuuruyla ihrĂ‚ma girmek,
Bir ot dahî koparamayacak derecede, zarĂ‚fet ve nezĂ‚ket icinde olmak,
«Rafes (şehvĂ‚nî soz ve davranışlardan), cidal (cekişmeden) ve fısk (gunah ve isyanlar)»dan tamamen uzak durup, bu hassĂ‚siyeti omre yaymak ve;
Şeytanı taşlamak…
Şeytanı sadece Mina ’da sembolik olarak taşlamak değil, her an eûzu-besmelelerle, amel-i sĂ‚lihlerle taşlamak lĂ‚zımdır.

Cunku şeytan her an musallat olmakta. EvlĂ‚tlara, mallara ortak olmaya calışmakta. « اَلْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ: Sinsi bir şekilde fırsat kollayarak, zayıf bulduğu anda vesvese vermekte»… Şeytanı hayatın her Ă‚nında taşlamalı ve onun şerrinden, her zaman AllĂ‚h ’a sığınmalı…

Cunku o Rabbine karşı cok nankor ve cok vefĂ‚sızdır…

VefĂ‚sızlık ağır bir gunah, vefĂ‚ ise sonsuz bir ecirdir.

Nitekim CenĂ‚b-ı Hak buyurur:

…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefĂ‚ gosterirse, Allah ona buyuk bir mukĂ‚fat verecektir.” (el-Fetih, 10)

VefĂ‚, uzerimizde hakları olanlara karşı muhabbet ve fedĂ‚kĂ‚rlıkla mukabelede bulunma gayretimizdir.

UZERİMİZDEKİ HAKLAR

İnsanın hayatı bin bir hak ile devam eder. Daha dunyaya gelmeden başlayan bu haklar, vefatından sonra dahî devam eder.

Şoyle ki; annesi onu karnında dokuz ay taşır, sancısını ve ıstırabını duyar. O anneye evlĂ‚dı; omur boyu vefĂ‚ duymalı, medyûn-i şukran olarak teşekkur ve duĂ‚ hissiyĂ‚tı icinde yaşamalıdır.

Sadece annesi değil; babası, kardeşleri, akrabaları, hocaları, oğretmenleri, komşuları, işcileri yahut işverenleri, muşterileri ve nice nice insanın hakları birikir. Oyle ki;

Vefat eden bir insanı yıkayan, kefenleyen, tabutunu taşıyan ve defneden insanların da hakları terettub eder.

Demek ki;

Beşikten mezara uzerimizde binlerce hak birikmektedir. Bunlara karşı medyûniyet ve vefĂ‚, insanlık borcudur.

Uzerimizdeki hakkın en buyuğu ise CenĂ‚b-ı Hakk ’a aittir.

CENÂB-I HAKK ’A VEFÂ

İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefĂ‚kĂ‚r olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O ’nun emirlerine riĂ‚yetle gercekleşir.

VefĂ‚nın en muhim seviyesi;

CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; ruhları yaratıp;

“–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurduğu vakit;

“–Elbette yĂ‚ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kaalû BelĂ‚»daki ahde vefĂ‚dır. (Bkz. el-A‘rĂ‚f, 172)

CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:

“AllĂ‚h ’ı unutan ve bu yuzden AllĂ‚h ’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan cıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)

CenĂ‚b-ı Hakk ’ı unutmamak, dĂ‚imĂ‚ O ’nu zikretmek ve O ’na yalvarmak demektir. DĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî kameraların altında olunduğunun idrĂ‚ki demektir. DĂ‚imĂ‚ O ’nun nimetleriyle perverde olduğunun şuuruyla, hamd ve şukur hĂ‚linde yaşamaktır.

CenĂ‚b-ı Hakk ’a vefĂ‚nın en guzel tezĂ‚hurleri, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in hayatındadır. O ’na; gelmiş ve gecmiş gunahları bağışlandığı hĂ‚lde, nicin sabahlara kadar ibĂ‚det ettiği sorulduğunda şu cevabı vermişti:

“Şukreden bir kul olmayayım mı?” (İbn-i HibbĂ‚n, II, 386)

AllĂ‚h ’a karşı vefĂ‚dan sonra en ulvî ve en zarûrî vefĂ‚ borcumuz, KĂ‚inĂ‚tın Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’edir.

O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ki;

«Ummetî!.. Ummetî!..» diyerek CenĂ‚b-ı Hakk ’a tazarrû ve niyazlarında hep ummetini dilemiştir. Nebevî omru, ummeti icin nice cilelerin cemberinde gectiği gibi; vefatından sonra da kabrinde, Sûr ’a ufleninceye kadar ummeti icin istiğfarda bulunacaktır.

Peygamber ’e sevgi ve muhabbette derinleşmekle başlayacak olan bu vefĂ‚, O ’nun Sunnet-i Seniyye ’si etrafında pervĂ‚ne olabilmekle mumkundur. O ’na vefĂ‚; salĂ‚t u selĂ‚mlarla, dĂ‚imĂ‚ O ’nunla gonul beraberliğinde olmak ve O ’nun rĂ‚zı olmayacağı soz, hĂ‚l ve davranışlardan uzak durmaktır. Zira Efendimiz; VedĂ‚ Hutbesi ’nde;

“Sakın (gunah işleyerek) mahşer gununde yuzumu kara cıkarmayın!” buyurmuştur. (Bkz. Muslim, Hac, 147)

Devrimizde Efendimiz ’e buyuk bir vefĂ‚sızlık hĂ‚linde, O ’nun mubĂ‚rek hadislerini istihfĂ‚f eden, edille-i şer‘iyyeden Sunnet-i Seniyye ’yi cıkarmaya kalkan nĂ‚danlar zuhûr etmiştir.

CenĂ‚b-ı Hak, bize her FĂ‚tiha ’da; «Gazaba uğrayan ve sapıtanların yolundan sakınma» telkininde bulunmaktadır.

Maalesef, son asırlarda, İslĂ‚m duşmanı misyoner ve oryantalistlerin hususî gayretkeşliklerinin mahsûlu olan, zararlı ve zehirli fikirler; İslĂ‚m dunyasına, îmanları kul eden birer kıvılcım hĂ‚linde sıcramıştır.

Bizim talebeliğimiz yıllarında; bu yabancı zehirlerin ilk adımı olarak, mezhebleri reddetme ve yıkma teşebbusleri başlamıştı.

HĂ‚lbuki, mezhebler; muctehid Ă‚limlerimizin, Kur ’Ă‚n ve hadislerden istinbĂ‚t ederek, bizlere intikal ettirdiği ictihad manzûmeleridir. İslĂ‚m ummeti, asırlarca bircok mezhebden dordu uzerinde ittifak etmiştir. Mezhebleri reddeden her kişi aslında kendi mezhebini kurmaya kalkmaktadır. HĂ‚lbuki asla bu işe ehil değildir. Boylece, fert sayısınca din anlayışı ortaya cıkar. Nitekim bugun; «Bana gore» diye din hususunda goruş ileri suren yuzlerce yarım hoca zuhûr etmiştir.

Mezhebleri reddetme gediği acıldıktan sonra tahribat genişledi, ikinci adımda Sunnet ’i hedef aldı. Allah Rasûlu ’nun mubĂ‚rek sozlerini, kĂ‚h; «Bize sıhhatli ulaşmadı, coğu uydurmadır!» diyerek, kĂ‚h; «Bize Kur ’Ă‚n yeter!» diyerek reddetmek şeklindeki kalp hastalığı başladı.

Bu ne buyuk bir vefĂ‚sızlıktır!

HĂ‚lbuki Allah TeĂ‚lĂ‚, kitabında Peygamber ’ine itaati, kendine itaat saymıştır. Âyet-i kerîmede buyurulur:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ

“Kim Rasûl ’e itaat ederse AllĂ‚h ’a itaat etmiş olur.” (en-NisĂ‚, 80)

Bircok Ă‚yette, AllĂ‚h ’a itaatin hemen ardından Rasûl ’e itaat, ayrıca zikredilmiştir:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُٓوا اَعْمَالَكُمْ

“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’a itaat edin, Peygamber ’e itaat edin. Amellerinizi boşa cıkarmayın.” (Muhammed, 33)

Din tahrifinin ucuncu adımı ise, Kur ’Ă‚n Ă‚yetlerini “tarihsel” diyerek hukumsuz bırakma teşebbusudur. Bugunun sefil AvrupĂ‚î hayat tarzına ve curuk felsefî aklına muhalif gorunen Kur ’Ă‚n ahkĂ‚mını -hĂ‚şĂ‚- emekliye ayırmaya kalkmaktır. Ucu kufre varan cok sakat bir anlayıştır.

HĂ‚lbuki, İslĂ‚m sadece bir kavme yahut bir devre gelen bir din değildir. KıyĂ‚mete kadar butun insanlığa gonderilmiş yegĂ‚ne Hak dindir. Mukemmeldir.

Bu inhiraflar, Âhirzaman fitnesidir.

Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz VedĂ‚ Hutbesi ’nde şoyle buyurmuştur:

“Size iki şey (emĂ‚net) bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız muddetce sapıklığa duşmezsiniz:

Biri, AllĂ‚h ’ın kitabı Kur ’Ă‚n; Diğeri Rasûlu ’nun sunneti…” (MuvattĂ‚, Kader, 3)
SırĂ‚t-ı mustakîm, CenĂ‚b-ı Hakk ’a giden yoldur. O yolun rehberi de Peygamber Efendimiz ’dir.

Allah Rasûlu ’ne vefĂ‚sızlık, en buyuk vefĂ‚sızlıktır.

VEFÂ BORCUMUZ

Bize bir bardak su verene teşekkur etmek ihtiyacı duyarız. Mukabelede bulunmak isteriz. Bugun nĂ‚il olduğumuz mĂ‚nevî nimetleri bizlere ulaştıran nice isimli ve isimsiz kahraman vardır. Onlara da vefĂ‚ borcluyuz.

Bu şuurla;

Her mu ’min, din buyuklerine, yani Hak dostlarına karşı da vefĂ‚ hissiyle dolu olmak mecburiyetindedir. Zira; Allah ve Rasûlu ’nun getirdiği emir ve nehiyleri, guzel ahlĂ‚kı ve iki cihanımızı aydınlatan ulvî kandilleri bizlere fedĂ‚kĂ‚rca taşıyanlar, onlardır.

Allah Rasûlu ’nun hayatı, eşsiz vefĂ‚ tezĂ‚hurleriyle doludur:

Varlık Nûru -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; altı yaşlarında annesi ile birlikte Medine ’ye, babasının kabrini ziyarete gitmişti. Donuşte, EbvĂ‚ koyunde annesi de vefat etti. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu sûretle anneden de oksuz kalarak hizmetcileri Ummu Eymen-radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ile birlikte Mekke ’ye dondu.

Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hayatı boyunca dadısı Ummu Eymen ’i sık sık ziyaret eder ve kendisine; «Anne!» diye hitap ederdi. Onun icin;

“Annemden sonra annem! Bu, benim ev halkımdan sağ kalan tek kişidir!” diyerek iltifat eder, hurmet ve muhabbet gosterirdi.

SUT AKRABALARINA VEFÂ

Huneyn GazĂ‚sı ’nda zafer elde edilmiş, ele gecirilen ganîmetlerin yanında cok sayıda da esir alınmıştı. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e, esirler arasında sut kardeşi Hazret-i ŞeymĂ‚ ’nın da bulunduğu haberi geldi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hemen onu yanına getirterek ridĂ‚sını cıkardı ve Hazret-i ŞeymĂ‚ ’nın altına serdi. BĂ‚diyede beraber buyudukleri bu kıymetli sut kardeşe, buyuk bir vefĂ‚ gosterip şefkatle muĂ‚mele ederek;

“–Hoşgeldin!” dedi. Eski gunleri hatırladı ve gozleri yaşla doldu. Anne ve babasını sordu. ŞeymĂ‚, onların vefat etmiş olduklarını bildirdi. Allah Rasûlu diğer akrabaları hakkında da bilgi aldı. Daha sonra da;

“–İstersen, sevgi ve saygı gorerek yanımda otur! İstersen, sana mallar verip kabîlenin yanına gondereyim? Senin icin bunu da yaparım.” buyurdu. ŞeymĂ‚;

“–Sen bana mal ver ve beni kavmimin yanına gonder.” dedi ve ardından musluman oldu. Allah Rasûlu; ŞeymĂ‚ Hatun ’a ve aile halkından sağ olanlara, deve ve davarlar verdi. (İbn-i HişĂ‚m, IV, 101; VĂ‚kıdî, III, 913)

Bir muddet sonra da Peygamber Efendimiz, iclerinde sut akrabaları bulunan esirlerden kendi hissesine ve Abdulmuttaliboğulları ’na duşenleri serbest bıraktığını îlĂ‚n etti. AshĂ‚bına;

“–Sizden her kim; esirlerini bedelsiz, gonul rızĂ‚sı ile vererek kardeşlerini memnun etmekten hoşlanırsa, boyle yapsın! Her kim de kendi payına duşeni bedelsiz olarak vermek istemezse, bunu AllĂ‚h ’ın ihsan edeceği ilk ganîmetten oderiz. Dileyen de boyle yapsın!..” ricasında bulundu. AshĂ‚b-ı kiram da buyuk bir fazîlet orneği sergileyerek;

“–Bizler de esirlerimizi AllĂ‚h ’ın Peygamberi ’ne hibe ettik!” dediler. (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 54; İbn-i HişĂ‚m, IV, 134-135)

Boylece o gun HevĂ‚zin ’e; binlerce harp esiri, hicbir karşılık alınmadan iade edildi. Allah Rasûlu ’nun vefĂ‚ hissi sayesinde binlerce insan ihyĂ‚ edildi, îmĂ‚na ve hurriyete kavuşturuldu.

Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz; bu guzel muamelesiyle, ashĂ‚bına da vefĂ‚yı ve muruvveti tĂ‚lim buyurdu.

Efendimiz ’in hic unutmadığı ve dĂ‚imĂ‚ vefĂ‚ gosterdiği şahsiyetlerden biri de Hatice VĂ‚lidemiz idi.

EMSALSİZ VEFÂ

Âişe-radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Hatice VĂ‚lidemiz ’e gosterdiği vefĂ‚kĂ‚rlığı şoyle anlatır:

Peygamber Efendimiz ’in hanımlarından hicbirini, Hatice ’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Ustelik onu hic gormedim. Fakat Rasûl-i Ekrem, onu sık sık yĂ‚d ederdi. Bir koyun kesip eti taksim edildiğinde, coğu zaman Hatice ’nin dostlarına da gonderirdi. Bazen (dayanamayıp) Allah Rasûlu ’ne;

“–Sanki dunyada Hatice ’den başka kadın kalmadı!” derdim.

Fahr-i KÂinÂt Efendimiz;

“–O, şoyle şoyleydi…” diye husûsiyetlerini sayar ve; “EvlĂ‚tlarım ondan oldu.” derdi. (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r, 20; Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 74-76)

Rasûlullah Efendimiz ’in vefĂ‚sı, akraba ve yakınlarına has değildi. Butun ashĂ‚bına ve butun ummetine idi.

ENSÂRA VEFÂ

Peygamberimiz, hicret etmek mecburiyetinde kalarak ayrıldığı Mekke ’yi 8 yıl sonra fethetmişti. Fetihten sonra da Mekke ’de on beş gun kalmıştı.

Bu arada ensardan bazıları endişelendiler. Acaba Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir daha Medine ’ye doner miydi?

Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚, O ’na doğup buyuduğu mubĂ‚rek ve mukaddes yerin fethini nasîb etmişti.

SafĂ‚ Tepesi ’nde duĂ‚ etmekte olan Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ensĂ‚r-ı kirĂ‚mın bu tedirginliğini sezdi. DuĂ‚sı bittikten sonra onların yanına gelerek;

“–Konuştuğunuz nedir?” diye sordu.

Onlar da endişelerini dile getirince, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyuk bir vefĂ‚ orneği sergileyerek şoyle buyurdu:

“–Ey ensar! Oyle bir şey yapmaktan AllĂ‚h ’a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayatım hayatınız; olumum de sizin yanınızdadır.”

Bu ifadelerden sonra ensĂ‚rın endişesi zĂ‚il oldu. (Muslim, CihĂ‚d, 84, 86; Ahmed, II, 538)

Peygamberimiz, zor gunlerinde kendisine ve muhĂ‚cirlere cĂ‚n u gonulden destek olan Medinelileri mahzun bırakmadı. Ne eşsiz bir vefĂ‚!..

UMMETE VEFÂ

VefĂ‚ duygusunun şumûlu, mu ’minin gonlu gibi geniş olmalıdır. Bilhassa dostlara ve din kardeşlerine vefĂ‚yı da gonle yerleştirmek gerekir.

Peygamberimiz ’in mahşer gibi kaynayan gonlunde, butun ashĂ‚bına vefĂ‚ vardı. Mescid-i Nebevî ’yi temizleyen siyĂ‚hî bir mu ’min vardı. Efendimiz onu bir ara goremedi. Merak ederek nerede olduğunu sordu. Vefat ettiğini soylediler. Bunun uzerine vefĂ‚ Ă‚bidesi Efendimiz;

“–Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Daha sonra; “Bana kabrini gosterin!” diyerek kabrine gidip cenĂ‚ze namazı kıldı ve ona duĂ‚ etti. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 67)

Diğer taraftan; ecdĂ‚da vefĂ‚, dirilerimize ve olulerimize vefĂ‚, vatana vefĂ‚ ve toplumdaki butun emĂ‚netlere vefĂ‚, sağlam karakter ve şahsiyetin vasıflarındandır. VefĂ‚ mu ’minin hasletidir. VefĂ‚sızlık ise munafık huyudur.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, kadirşinas ve vefĂ‚kĂ‚r olmanın fazîletini ne guzel îzĂ‚h eder:

YA VEFÂ YA CEFÂ

“Aşk, muhabbet, dostluk gibi hususların cumlesi vefĂ‚ya bağlıdır ve dĂ‚imĂ‚ vefĂ‚lı olan kimseyi arar. Bunlar, vefĂ‚sız bir gonle asla yaklaşmaz.

Kalem; «VefĂ‚nın karşılığı vefĂ‚; cefĂ‚nın karşılığı da cefĂ‚dır.» diye yazmış ve murekkebi de kurumuştur.

Bir padişah, kendisine hĂ‚inlik eden kimse oğlu bile olsa onun başını govdesinden ayırıverir. Fakat bir Hintli kole padişaha vefĂ‚ gosterirse; gonuller o koleye iltifatta bulunur, onu takdir eder… Onun gorduğu itibarı, yuzlerce vezir goremez.

Kole de ne ki; eğer bir kapıda vefĂ‚lı olan kopek dahî olsa, sahibinin gonlunde o kopeğe karşı yuzlerce rĂ‚zılık, yuzlerce memnuniyet duygusu yeşerir; sahibi o kopeği muhabbetle okşar…”

Karda ayak izlerini takip eder gibi, Allah Rasûlu ’nun izinden giden Hak dostları; butun guzel ahlĂ‚k hasletleri gibi, vefĂ‚ ile de temĂ‚yuz ederler.

Mesel anneye vefÂya birkac ornek:

Abdurrahman CĂ‚mî Hazretleri der ki:

“Ben annemi nasıl sevmem. O beni bir muddet karnında, cisminde; bir muddet kollarında; hayat boyu da kalbinde taşıdı.”

BahĂ‚uddîn Nakşibend -kuddise sirruhû- Hazretleri de;

“Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, once annemin kabrini ziyaret etsin.” buyurarak, annesi icin sadaka-i cĂ‚riye olma gayretinde olmuştur.

Pederimiz ve UstĂ‚dımız Musa Efendi -kuddise sirruhû-, sevenleri arasında «SĂ‚hibu ’l-VefĂ‚» olarak mĂ‚ruf olmuştu. Musa Efendi Hazretleri ’nin sayısız vefĂ‚ duygularından birkacını şu şekilde nakledebiliriz:

O, cemiyette vefĂ‚sızca yalnızlığa terk edilmiş ve ızdıraplarıyla baş başa bırakılmış garip ve yaşlı kimseler karşısında fevkalĂ‚de duygulanırdı:

“Bizim, bu garipleri aslında evimizde barındırmamız îcĂ‚b eder. LĂ‚kin buna muktedir değiliz. O hĂ‚lde, bir huzur yurdu inşĂ‚ etmeliyiz.” diyerek birkac yakınıyla beraber bu guzel duşunceyi hayata gecirmişlerdi. Zaman zaman da garipleri ziyaret edip onların ihtiyaclarıyla yakından alĂ‚kadar olurlardı.

Onun gonlu; bahcedeki kedilerin karakterlerine kadar uzanır, onları sıfatlarıyla isimlendirerek yavrularına olan sadĂ‚kat ve merhametlerine gore her birine ayrı ayrı muamele ederlerdi.

Şahsen benim daha kundak yaşımdayken hizmetimi goren bir hemşireyi, elli beş sene sonra bile aratarak buldurmuş ve ona izzet ve ikramlarda bulunmuştur.

Hele onun, ustĂ‚dı SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’ne olan vefĂ‚sı, dillere destandı. Bayram gunlerinde ilk ziyaret ettiği yer, SĂ‚mi Efendi ’nin eviydi. Yine ilk kurbanları onun icin keserdi. Bilhassa onun muazzez rûhuna hatimler okunmasına vesile olur ve her yıl sevenleri tarafından ustĂ‚dı icin tilĂ‚vet edilen on binlerce hatm-i şerif, vefĂ‚kĂ‚r gonlunu ziyadesiyle memnun ederdi.

CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir ismi de, «شَكُورٌ Şekûr»dur. Yani Rabbimiz, kullarının azıcık amellerine cok buyuk ecir ve mukĂ‚fatlarla mukabele eder. Asla karşılıksız bırakmaz. O ’nun kullarına va‘dettiği ikramlar, kullarının amel ve tĂ‚atlarinin binlerce katıdır. Cunku O, comertler comerdidir.

Biz mu ’minler de yuce Rabbimiz ’in cemĂ‚lî vasıflarıyla muttasıf olma gayreti icinde, Peygamber Efendimiz ve Hak dostlarının vefĂ‚sı gibi vefĂ‚kĂ‚r olmalıyız.

Mahşer yerine odenmemiş haklarla değil, hayır duĂ‚larla gelebilmeye gayret etmemiz îcĂ‚b eder.

Tavafta okunan şu duĂ‚ ile Rabbimiz ’e niyaz edelim:

YĂ‚ Rabbî! ZĂ‚tın ile benim aramda odemem gereken pek cok hak var.

Yine kulların ile benim aramda da nice haklar var.

Ey AllĂ‚h ’ım! Uzerimdeki ZĂ‚tına ait hakları affeyle. Yarattıklarına ait olanların yukunu de merhametinle, uzerimden kaldır.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Eylul Sayı: 151



İslam ve İhsan