MurÂkabe-i maiyyet ve akrabiyyetin esası, “ihsÂn” duygusudur. “İhsÂn” ise Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ifadesiyle: “AllÂh ’ı goruyormuşcasına bir kulluk sergilemektir. Zira sen O ’nu goremesen de O seni dÂim gormektedir.” (Muslim, ÎmÂn, 1, 5; BuhÂrî, ÎmÂn, 37)
HER ÂN İLÂHİ MUŞÂHEDE ALTINDA OLDUĞUMUZU İDRÂK ETMELİYİZ

Bu beyÂn-ı nebevîden yola cıkarak denilebilir ki maiyyet ve akrabiyyet murÂkabesi, her zaman ve mekÂnda ilÂhî muşÃ‚hede altında olduğumuzun, kalpte şuur ve idrÂk hÂline gelmesidir. Maiyyet murÂkabesinde CenÂb-ı Hakk ’ın kuluyla her zaman ve mekÂnda beraberliği hissedilir. Bu murÂkabenin bir ileri derecesi olan akrabiyyet murÂkabesinde ise, CenÂb-ı Hakk ’ın, insan idrÂkinin de otesinde, kişinin kendisine kendisinden bile daha yakın olduğu duygusuna teksif olunur. Oyle bir yakınlık ki, kişinin kalbiyle kendisi arasına giren Yuce Rabbin, kulunun niyetlerini ve gonlunden gecen her şeyi, kulundan daha iyi bildiği şuuruna erilir. Ancak bu şuur icinde olan has kullar, ibÂdet, muÂmelÂt, hissiyat, velhÂsıl omurlerini kuşatan butun davranışlarına îtin ederler. Her nefes:

“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16) Âyetinin muhtevÂsı icinde yaşarlar.

GUNAHLARA KARŞI BİR ZIRH

Bu hÂl, gunahlara karşı sağlam bir zırh gibidir. Zira insan, kendini ilÂhî huzurda bilmekteyken ve kalbi; “YÂ Rabbî!” diyerek Hak ile berÂberken nasıl gunah işleyebilir?

Bu itibarla butun mesele, CenÂb-ı Hakk ’ın murÂkabesi altında olduğumuzu bilerek yaşayabilmektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Nerede olursanız olun, O sizinle berÂberdir...” (el-Hadîd, 4)

Her an zikrullÂh ve murÂkabe şuuru icinde bulunmanın luzûmunu ifÂde eden şu hadîs-i şerîf de cÂlib-i dikkattir:

“AllÂh ’ı unutarak luzumsuz konuşmalara dalmayın. Cunku AllÂh ’ı unutarak yapılan cok konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah ’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zuhd, 62)

NEFS TEZKİYESİ NE DEMEK?

Bir gun ashÂb-ı kiramdan biri:

“–Kişinin nefsini tezkiye etmesi ne demektir, ey AllÂh ’ın Rasûlu?” diye sordu.

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“–Nerede olursa olsun AllÂh ’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesidir.” buyurdu. (TaberÂnî, Sağîr, I, 334/555; Beyhakî, Şuab, III, 187)

Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:

“Nerede olursa olsun, Allah TeÂl ’nın yanında olduğunu bilmesi, kişinin îmÂnının ustunluğunden kaynaklanır.” (Beyhakî, Şuab, I, 470)

HÂL VE HAREKETLERİMİZİ SUNNET İLE İSTİKAMETLENDİRMELİYİZ?

Bu hakîkat ışığında ihsÂn ve murÂkabe bahsinde bize duşen; AllÂh ’ın her an uzerimizde vÂkî olan muşÃ‚hedesini idrÂk ettikten sonra, hÂllerimizi, ihsÂn hÂlinin en buyuk Âbidesi olan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yuce hÂllerine gore istikÂmetlendirmektir. O ’nun sabrı nasıldı, bizimki nasıl? O ’nun comertliği, vefÂsı nasıldı, bizimki nasıl? O ’nun namazı, orucu, haccı, zekÂtı, kelime-i şehÂdeti nasıldı, bizimki nasıl? O ’nun Hak yolunda hizmet ve azmi, adÂlet ve insÂfı nasıldı, bizimki nasıl? HÂsılı butun bir hayatımızı kuşatan ahlÂk ve davranışlarımızı boylece muhÂsebe etmeliyiz. Cunku yegÂne fiilî kıstas, usve-i hasene, yÂni kıyÂmete kadar beşeriyete en guzel ornek O ’dur. O ki, iki cihanda şÃ‚hidimiz ve şefaatcimizdir.

HAKK'A KULLUKTAKİ EN BUYUK MESELE

Bir vÂiz, kursude Âhiret ahvÂlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı.

VÂiz efendi, CenÂb-ı Hakk ’ın Âhirette soracağı suallerden bahisle:

“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mulkunu nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Omrunu nasıl gecirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! HarÂma, helÂle dikkat ettin mi, sorulacak!..

Bunların ardından, şunlar şunlar da sorulacak!..” diye uzun uzun bircok husus saydı.

VÂizi dinleyen Şiblî Hazretleri, yumuşak bir ifadeyle şoyle seslendi:

“–Ey vÂiz efendi! SuÂllerin en muhimlerinden birini unuttun! Allah TeÂl kısaca şunu soracak:

«Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminle beraberdin?!»”

İşte Hakk ’a kullukta butun mesele, bu şuur, idrak ve iz ’Âna ve boyle bir kalbî kıvama sahip olabilmektir!.. Niyetlerimiz O ’na mÂlûm. Unutmamak gerekir ki, ilÂhî hesapta niyetlerimize gore de mîzÂn edileceğiz.

CenÂb-ı Hak her an ve her yerde bizimle beraberdir. Muhim olan bizim de her an ve her yerde O ’nunla beraber olabilmemizdir. MÂiyyet murÂkabeleri, gonlumuzu titretmeli, teslîmiyet ve rız burclarına yukseltebilmelidir. Cuz ’î irÂdemizin, Hakk ’ın kullî irÂdesi karşısında teslîmiyet ve rız hÂlleri icinde Âdeta eriyip yok olmasıdır.

İHSÂN DUYGUSU KALPTE SABİTLEŞMELİ

RivÂyete gore on dokuzuncu asrın meşhur mutasavvıflarından Şeyh Muhammed Nûru ’l-Arabî ’nin, “beşerî irÂde”yi, yani cuz ’î irÂdeyi inkÂr ettiği yolunda bir dedikodu yayılır. Bunu duyan Sultan Abdulmecid Han, Hazret-i Pîr ’in huzur derslerine cağrılmasını ve orada kendisine bu meselenin sorulmasını irÂde buyurur. Ferman yerine getirilerek Şeyh huzur dersine dÂvet edilir. Orada kendisine meselenin keyfiyeti suÂl olunduğunda Hazret şoyle cevap verir:

“Ben umûmî mÂnÂda irÂde-i cuz ’iyye yoktur deyip onu inkÂr etmedim. Ancak bir kısım insanlar icin onun Âdeta yok hukmunde olduğunu soyledim. Cunku evliyÂullÂhın buyukleri, dÂim huzûr-i ilÂhîde olduklarının idrÂki icinde yaşadıkları icin, irÂde-i cuz ’iyyelerinde de tezÂhur imkÂnı yok denilecek kadar azdır. Bu sebeple her hÂlukÂrda kendi irÂdelerine değil, mulkunde bulundukları CenÂb-ı Hakk ’ın irÂdesine tÂbî olarak hareket ederler. Aksi hÂlde, edebe mugÂyir davranmış ve kusur işlemiş olurlar.

Mesel bizler şimdi pÂdişÃ‚hın huzûrundayız. «Gel» denilir geliriz; «git» denilir gideriz. İrÂdemizi, bizi kuşatan pÂdişÃ‚h irÂdesine rağmen isteğimize gore kullanmamız mumkun değildir. Oysa bir de dışarıdaki gÂfillere ve diğer mahlûkÂta bakın; gÂyet serbest ve irÂdelerinde hurdurler.”

İhsÂn duygusu, kalpte sÂbitleşerek amellere yansımalı ki, vuslata mecr olsun. Yoksa murÂkabe hÂlini veya ihsÂn duygusunu yalnız dil ile ifÂde etmek, gonle bir şey kazandırmaz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan