Butun varlıklar kendine has bir sûrette AllÂh ’ı zikrederler. Yalnız onların bu hÂlleri birbirinden farklıdır. Allah'ı zikreden dort sınıf mahlukat ve halleri...Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- buyurur:

“Butun varlıklar kendine has bir sûrette AllÂh ’ı zikrederler. Yalnız onların bu hÂlleri birbirinden farklıdır."

CEMÂDAT

Birinci derecede cemÂdat gelir. YÂni taş, toprak, su, madenler gibi cansızlar Âlemi, (AllÂh ’ı en cok zikreden varlıklardır. Cunku onlar) nefsÂniyetten ve yemek, icmek, hava teneffus etmek gibi ihtiyaclardan mustağnî oldukları icin gafletten daha uzaktırlar.”

CenÂb-ı Hak, cemÂdÂtın bu uyanıklığını Âyet-i kerîmede şu şekilde bildirmektedir:

لَوْ أَنْزَلْنَا هذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللهِ

وَتِلْكَ اْلأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“Eğer Biz, bu Kur ’Ân ’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, AllÂh korkusundan, buyuk bir haşyetle paramparca olmuş gorurdun. İşte Biz, insanlara duşunup tefekkur etmeleri icin boyle misÂller veriyoruz.” (el-Haşr, 21)

AllÂh TeÂlÂ, Enbiy Sûresi ’nin 79. Âyetinde de:

وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ

“…Kuşları ve tesbîh eden dağları da DÂvûd ’a boyun eğdirdik. (Bunları) yapan da Biz ’iz!” buyurmaktadır.

NEBÂDÂT

Yine Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri ’nin beyanlarına gore, AllÂh ’ı zikretme husûsunda cemÂdÂttan sonra nebÂtÂt gelir. Bunların su, hava ve guneş gibi birtakım ihtiyacları vardır. CemÂdÂttan daha mutekÂmildirler. Toprağı emip aldıkları birtakım kimyevî maddeleri, ilÂhî tÂyinle terkîb edip rengÂrenk cicekler, yapraklar ve meyveler vucûda getirirler. Bu sebeple nebÂtÂt, cemÂdÂta nazaran biraz daha az zikrederler.

HAYVÂNÂT

Sonra hayvÂnÂt gelir. Bunların hayÂtî fonksiyonları nebÂtÂttan daha mutekÂmildir. Bundan dolayı ihtiyacları coğalmıştır. NefsÂniyet artmıştır.

İNSAN

En son mertebedeki insanın ise, hem musbet hem de menfî istikÂmette ufku daha geniştir. Bu, onun îman teklîfine muhÂtap olmasının tabiî bir netîcesidir. Fakat insanı benlik, hayÂlÂt, havÂtır ve dunyevî ihtiraslar, devamlı gaflete sevk eder.

Nitekim Hac Sûresi ’nin 18. Âyet-i kerîmesinde şoyle buyrulur:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّموَاتِ وَمَنْ فِي اْلأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ

“Gormez misin ki, goklerde ve yerde olanlar; guneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaclar, hayvanlar ve insanların bircoğu AllÂh ’a secde ediyor; bircoğunun da uzerine azap hak olmuştur...”

Bu Âyet-i kerîme, yukarıda gecen dort sınıfın hÂlini, durumlarına gore ne guzel tasvîr eylemektedir. Bu da gosteriyor ki, kÂinatta tesbîh etmeyen hicbir varlık yoktur. Varlıklar icinde en gÂfil, zikri en az ve Hak ’tan en uzak olan varlıklar ise, ancak insanların bir kısmıdır.

Bir başka Âyet-i kerîmede mahlûkÂtın devamlı olarak CenÂb-ı Hakk ’ı zikrettikleri şoyle beyÂn edilir:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

“Yedi kat gok, yer ve bunlarda bulunan herkes O ’nu tesbîh eder. O ’nu hamd ile tesbîh etmeyen hicbir varlık yoktur. Ne var ki, siz onların tesbîhini anlayamazsınız! Şuphesiz ki O, Halîm (azapta hic acele etmeyen) ’dir, Gafûr (cok bağışlayandır) ’dır.” (el-İsrÂ, 44)

Zikir ve tesbîh, iki turludur:

Teshîrî zikir: Bu tarz zikir, mahlûkÂtın kendiliğinden, gayr-i irÂdî olarak yaptığı zikir ve tesbîhtir. NebÂtÂt ve hayvanÂtın omurleri, yaptıkları bu zikre bağlıdır. Bu zikir, onlar icin Âdeta bir hayat nefesidir. Zikri bitenin, omru de nihÂyet bulur.İrÂdî zikir: Beşerin, kendi irÂdesiyle yaptığı zikir ve tesbîhtir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan